GÜZEL ZAAFSIN! (Tamamlandı)

soullandbreath által

2.3M 134K 17.6K

Wattpad'de 'Güzel Zaafsın!' adıyla yayınlanan ilk kitaptır! Bir asker ve yârinin hikayesi... "Asker sevmek... Több

1. Bölüm: Yüzbaşı
2. Bölüm: Bataklık
3. Bölüm: "Tuhafsın."
4. Bölüm: "Göçmen Kızı"
5. Bölüm: "Nişanlım."
6. Bölüm: Yüzük
7. Bölüm: Eren
8. Bölüm: Yuva
9. Bölüm: Korku
10. Bölüm: Bal
11. Bölüm: Can Kırıklığı
12. Bölüm: Küflenmiş Duvar
13. Bölüm: Niyetin mi var?
14. Bölüm: Alyans
15. Bölüm: Güneşim olmak ister misin?
16. Bölüm: Bordo Bere
17. Bölüm: İhanet
18. Bölüm: "Ay akşamdan ışıktır."
19. Bölüm: Araf Komutan
20. Bölüm: Güneş doğar mı?
21. Bölüm: "Var öyle bir niyetim."
22. Bölüm: Saplantı
23. Bölüm: Kusursuz Mısra
24. Bölüm: Asker Sevmek
25. Bölüm: İlk Operasyon
26. Bölüm: Ahves
27. Bölüm: Zeynep Maral
28. Bölüm: Asker Sözü
29. Bölüm: "Sen benim ailemsin."
30. Bölüm: "Sen benim güneşimsin."
Bölüm Değil Gına Geldi
31. Bölüm: İlk Görüşte...
32. Bölüm: Alya
33. Bölüm: İlk sır, son öpücük.
34. Bölüm: Bayrak gibi kadın.
35. Bölüm: Egemen Soylu
36. Bölüm: Dokunursam kaybolur...
37. Bölüm: Bir Gönülde İki Sevda
38. Bölüm: "Kalbinin güneşi..."
39. Bölüm: Asker Yareni Sözü
41. Bölüm: "Dudaklarında soluklanayım..."
42. Bölüm: Ölüm ve Hayal Kırıklığı
43. Bölüm: "Yüküme omuz..."
44. Bölüm: Çarşı izni iptal.
45. Bölüm: Visal
46. Bölüm: Minik Soylu
47. Bölüm: Güzel Zaafsın!
Güzel Zaafsın! -Özel Bölüm-💖

40. Bölüm: "İyi ki doğdun Zeynep Maral!"

38.6K 2.2K 167
soullandbreath által

Bazı insanlar evinize dönmüş gibi hissettirir. Her şey yerli yerindeymiş, olmanız gereken yer orasıymış gibi.

Bu evin tüm düşüşlerini biliriz, her adımımızda bir anı saklıdır. Çünkü orayı el ele biz inşa etmişizdir. Gün gelir oradan ayrılmak zorunda kalırız fakat bilirsiniz bir gün herkes evine döner...

Gözlerim alyansıma takıldığında istemsizce gülümsedim. Egemen'in belimin etrafından dolayıp karnımı okşadığı eli duraksadı ve hafifçe eğilip yüzüme baktı.

"Ne oldu?" sesindeki meraklı tını içimi ısıtırken başımı omzundan kaldırıp güzel yüzüne baktım.

"Farkında mısın yine başa döndük!" biçimli kaşlarını çatarak yüzüme eğildiğinde işaret parmağımın ucunu çatılmış kaşlarının tam ortasına değdirdim. Elimi avucuna alırken yüzümdeki her mimiği dikkatle inceliyordu, hafızasına kazımak ister gibi...

"Bak yine nişanlıyız!"

Bu onun benim kaderim olduğunu bir kez daha anladığım andı. Kaç kere ayrı düşersek düşelim hayat bizi hep bir araya getirecekti. Ben hep yenilecektim ona ve bin kere veda etsemde bin birinci kez dönecektim ona.

"Dünyanın en küçük kelepçesi." derken tepkimi ölçercesine yüzüme bakıyordu. Gözlerimi kısarak yüzüne baktım ve alyansımı çıkarmak için hareketlendim fakat beni durdurdu.

"Ama çok güzel kelepçe." diyerek düzelttiğinde haklı bir gururla sırtımı geniş göğsüne yaslayıp rahat bir pozisyon aldım ve yayılmaya devam ettim, bacaklarımı uzatacakken ayağım orta sehpaya çarptı. Hafifçe eğilip ayağıma kısa bir bakış attım, acımıyordu. Geri çekilip tekrar Egemen'e yaslanacağım sıra hiç istemediğim bir şey oldu.

"Zeynep bunlar..." Egemen eğildiğim için açılan belime dokunduğunda irkilerek doğruldum.

"Bakma.." dedim kısık bir sesle,

"Aç." dedi keskin bir tonda,

"Aç, sen açmazsan ben açarım."

Ben alışmıştım bunlara. Kansızlıktan oluşan morluklara, halsizliğe, yorgunluğa hatta saç dökülmelerine bile... Ama Egemen?

Oflayarak nefesimi dışarı verdiğimde dediğini yapacağını biliyordum. Bu yüzden kapuşonlümün eteklerinden tutup üzerimden sıyırdım, karşısında yarım atletimle kaldığımda utanmaktan çok gergindim. Koyu bakışları bedenimde gezindi. El bileklerimin üstünden başlayan sarı, yeşil morluklardan omzumda, karnımda, sırtımda, bacaklarımda, dizlerimde de vardı.

Adem elması sertçe hareket ettiğinde gördüklerinin canını yaktığını biliyordum. Yüzüme kısa bir bakış attığında dolu gözlerime iç çekerek baktı ve parmak uçlarını gözlerimin altına değdirdi. Aramızdaki kısa mesafeyi kapatıp boynunu hafifçe eğdi ve omzumu öptü.

Dudakları şifalıydı.

Beni omzumdan öpüyordu, yüküne ortağım der gibi...

"Bulacağım bir çare." dedi kısık bir sesle, dudaklarını omzumdan çekmeden.

"Hata yapıyorsun." dedim umutsuzca,

"Yolun sonu belliyken evlenelim diyorsun, hileli bir kumar bu. Kaybedeni belli. Yapma bunu kendine Egemen, lütfen..."

Her gece umudu fısıldadığım adamın yüzüne bakamıyordum şimdi.

"Kaybetmeyeceğim." dedi benim aksime güçlü bir sesle.

"Çünkü ne olursa olsun yollarımı sana getiren bağ, çok büyük kavgalar etsek bile o ipi kesmek yerine sıkı sıkıya düğüm attığımız o bağdan bahsediyorum. Ben seni kaybetmeyeceğim." acı acı gülümseyip onaylamazca başımı salladım,

"Düşünsene bir gün geliyorsun görevden. Yine Zeynep nerede, diyorsun, sana diyorlar ki 'Başın sağ olsun!' olacak iş mi? Beraber uyuyacağımız yatakta ben olmadan uyuyabilecek misin bir daha?"

Artık geri çekilmesi için boynunu hafifçe okşadım. Geri çekilerek kucağımdaki kapuşonlüyü başımdan geçirip gözlerimi sildi. Nemli gözlerime bakarak yüzümü elleri arasına aldı.

"Söylediklerini unutuyorsun." dedi,

"Sana beni iyisiyle kötüsüyle, zoruyla kolayıyla kabul edip etmediğini sorduğumda ne demiştin hatırla, 'Aldığımız nefesler ecele attığımız adımlar değil mi?', sen her anını böyle yaşamayı kabul ediyorsan benim etmemde de bir tuhaflık yok." kalbimden dolup taşan sevdasıyla gözlerine baktım.

"Bir daha ağlarsan seni öperim." dedi, yemin eder gibi.

"Öp diye ağlarım o zaman bende." dedim dudaklarımı büzerek, dudaklarında kibirli bir sırıtış belirdi,

"Yaramazsın."

"Aynı zamanda neden bittiği senin tarafından bilinmeyen hikayemize 'o hikaye o kadardı' demeyecek kadar vicdanlıyım Yüzbaşım!"

Çekinmeden kırgınlığımı dile getirdim. "Sana söylediklerin yüzünden kırgınım, ayrılmış olmayı ben istesem bile." dedim ve burnumu çektim.

Can çekişen bedenime acımasızca toprak atmış gibiydi. Gerçi etrafımdaki herkes bana bunu yapmıştı, öfkeden deliye dönene kadar kimse hareketlerini gözden geçirmemişti. Herkes bardağın elimden düşüşünü fark etmişti ama hiç kimse elimin titreyişini umursamamıştı.

"Kendimi affetmeyeceğim." dedi gözlerime bakarak, o sustu gözleri konuştu. Gözlerinde gördüğüm güçsüzlük her şeye rağmen canımı yaktı.

Bir adam düşünün, düşmüşlüğü ile bile bir kadını ayakta tutabilen... Yok demeyin, vardı öyle adamlar. Takılmıştır, yorulmuştur, ihanet etmiştir, bedel ödüyordur, hak etmiştir ya da ne bileyim düşmüştür işte... Ama öyle bir şey yapar, öyle bir devam eder ki yaşamaya, konuşmaya... Herkesi utandırır, devam eder. Ona yine ilham verir, onu yine ayağa kaldırır. O kadın, adamın güçsüzlüğünü görmüştür ya daha güçlü olur. Adamı ezmek için değil, kurtarmak için... Adam onu öyle bir sevmiştir ki hakkını vermek ister kadın... İmkansız bir aşk düşünün; bir ''Ezginin Günlüğü'' şarkısında yaşamış, bir  ''Zeki Müren'' şarkısında dans edilmiş... Şimdi de o kadını düşünün elinde kurumuş papatyaları ile... Birbirlerinin hayatlarından çıkmamaları için uğraşan... Vardır öyle kadınlar ve öyle adamlar... Dileğim; Herkesin diğer yarısının onunla olması, birbirlerine sevgilerinin hakkını vermeleri ve birbirlerinin hayatlarında kalabilmeleri... Ne şekilde olacaksa olsun...

Yüzünün her kıvrımını binbir özenle izledim sonra baktım yine aynı karın ağrısı, öyle özlemişim onu. Yine de kalbimden geçenler dilimde can bulamadı bir türlü. Kelimelerimin zehirli birer ok olduğunu bile bile dert yandım ona çünkü beni dinleyecek, anlayacak tek kişi oydu. O benim sığınağımdı, yuvamdı.

"Adımı unuturum, evimi unuturum ama kollarım sızım sızım sızlarken sarılacak kimsem olmayışını unutamam."

"Zeynep..." dedi dudaklarını saçlarımda gezdirmeye başlarken,

"Sen gittin, herkes ölmeye başladı."

İşte böyle tek bir cümlesi perişan ömrümü hizaya getiriyordu.

Egemen Soylu, kusursuz bir adam değildi. Tıpkı benim gibi. İkimizinde gururu vardı, ikimizinde kırılma noktası. O bana gitme dediğinde ben durmamıştım, o bana neden diye sorduğunda ben ona cevap vermemiştim. O beni aradığında ben ona cevap vermemiştim. O dönmemi beklediğinde ben tek bir adım bile atmamıştım. Ben onun beni sormamasını anlıyordum, hastalığımı öğrenmemesini, yorgunluğumu, bacaklarımdaki morlukları görmezden gelmesini anlıyordum. Dilinden dökülenlerin yine beni çok sevdiğinden olduğunu biliyordum, kafiydi.

"Tamam," dedim ellerimi kollarına bastırarak, yüzünün hizasına yükseldim ve kollarımı boynuna dolayıp yüzünün her bir kıvrımını öpücüklere boğmaya başladım.

"Unutmaya çalışacağım. Unutamasam bile geleceğimi etkilemesine izin vermeyeceğim olanların."

Elleri bel kuvrımımda durduğunda başını eğip dudaklarını boynumdaki ince damarlara bastırdı, bu beni gülümsetti çünkü o bana demişti ki, "Seni boynundaki ince damarlardan öpmem lazım. Omuzlarındaki ağırlıkla gerinen o ince ama güçlü damarlardan."

Nefesleri boynuma vururken bir elini belimden çekip sol göğsüme koydu, kalbimin üstüne yerleştirdi elini yuvasına yerleşir gibi.

"Ölümcül bir hastalığa yakalanabilirsin," dedi şefkatle,

"Saçların dökülüyor olabilir, zihnin sana oyun oynuyor olabilir, bırak geçmişi en güzel anılarını bile unutturuyor olabilir hafızan. Ama güzel kalbinin hasta olduğunu düşünsene Zeynep," yutkundum, o ise dudaklarını boynumdan çekip yüzüme baktı iç çekerek,

"Kalbinin içini hastalıklı, kirli düşünsene. Hangi ilaç çare olur ki kalbe? Eğer varsa bir ilacı, nasıl satın alınır? Bırak o zaman." dedi ellerine dökülmüş saçlarıma bakarak, gözlerimi gözlerinden çekmedim.

"Bırak, saçların dökülsün. Bırak titresin ellerin. Zihninin en berbat oyunu en güzel anılarını silmek olsun. Ama kalbin hastalık kapmasın. Çünkü onu iyileştirmek, tüm bedenini gözden çıkarmak kadar zor."

°°°

Oturduğum koltukta biraz ileri kayıp bir amcama bir Barış'a baktım, amcam Barış'a bir baş işareti verdiğinde Barış önüme bir dosya indirdi, "Hakkında şikayet var."

"Anlamadım." oturduğum koltukta biraz daha ileri kayıp dikkatle ona bakmaya devam ettim.

"Yeni asistanların yine hastaya bir ton şey söylemiş. Hasta yakınlarıda anladıklarını kendilerince araştırmışlar, güya hastaları ölüm döşeğindeymiş, günleri sayılıymış," sakin olup olmadığıma baktı ve nefeslenip devam etti.

"Uygulanan tedavinin gereksiz olduğunu, para için onları oyaladığımızı hatta verilen ilaçların hastayı bitkinleştirdiğini savunuyorlar. Mahkeme tebligatı geldi." önümdeki dosyayı işaret etti.

"Ne yapacağız peki?" dedim istemsizce sert bir sesle.

"Öğleden sonra aileyi çağıracağım, konuşarak halletmeye çalışalım seninle. Olmazsa zaten dava açılmış ama korkulacak bir durum yok. Sonuçta koyduğumuz tanıda, uyguladığımız tedavide doğru. Bizlik bir sorun yok." onaylayarak ayağa kalktım ama bahsettiği yeni asistanlara ayar vermenin vakti geldi de geçiyordu.

"Bu kaçıncı Zeynep?" dedi uyarı dolu bir sesle.

İşte benim hayatım böyleydi. Bir kere başım eğilse hemen boynumu kırmaya yöneliyorlardı karşımdakiler.

"Bu asistanlarının halledeceğimiz son sorunu, bilgin olsun."

"Neden?" diye sordum ukala bir şekilde, amcamın yerine iyice yerleştiğini hissettim, altta kalmayacağımı biliyordu yaşlı kurt.

"İstifa etmeyi mi düşünüyorsun?" bazen kimin kalesinde olduğunu unutuyordu ve ben hatırlatmakta bir zarar görmüyordum.

Kapının önüne çıktığımda Berkay ve Rüya'nın yanında bekleyen yeni asistanlara kısa bir bakış attım.

"Geri çekilin siz." dedim Berkay ve Rüya'ya.

İnsanları azarlar gibi konuşmaktan nefret ediyordum ama beni buna mecbur bırakıyorlardı. Bu kaçıncıydı, sırf iyi bir dille uyardığım için mi sürekli aynı şeyi tekrarlıyorlardı?

İkisi karşımda durduğunda az önce duyduklarım yüzünden öfkem zihnimi kuşattı.

"Hastalara bilgi verirken tıbbi terimlerle konuşmamanız gerektiğini daha kaç kez söylemem lazım?" sesim istemsizce yüksek çıkmıştı, koridordaki bakışlar üstümüzdeydi.

"Ben burada oldukça kural bu! Size öğrettim!" cevap vermiyorlardı.

"Mesleki dil hastalarıda, refakatçiyide strese sokmaktan başka işe yaramıyor! Ben anlatmaktan yoruldum siz aynı şeyi yapmaktan bıkmadınız!" bir an titrediklerini hissettim.

"İçeri girin Barış Hoca sizi başka birinin sorumluluğuna verecek. Artık ekibimde değilsiniz."

Birkaç defa yapmayın, etmeyin deselerde dinlemedim. Artık af yoktu. Fazla zaman kaybetmeden Berkay ve Rüya'yı aşağı gönderip Akın'ların yanına çıktım. Kapıyı tıklatıp içeri adımladığımda neredeyse herkesin burada olduğunu farkettim.

"Rahatsız ettiysem sonra geleyim." diye sordum.

"Yok." dedi Akın,

"Gel." ilerleyerek elimdeki paketi ona uzattım.

"Ne bu?" diyerek paketi elimden aldığında kaygısızca yüzüne baktım,

"Bomba." saatime baktım,

"İki dakikaya kalmaz patlayacağız." yüzünü buruşturup paketi açmaya başladı,

"Ha ha ha!" dedi,

"Çok komiksin yine." omuz silktim,

"Sana çekmişim." kınayan bir bakış atıp paketi açtıktan sonra hayretle yüzüme baktı.

"Desenleri, renkleri falan hep aynı. Tek fark şu alt kısımda hediye kabul etmediğim, hediye almak yerine bir vakfa bağış yapmalarını istediğim yazıyor." gülümseyerek yüzüme baktığında tekrar omuz silktim, davetiyeleri ben yırtmıştım benim yaptırmam gerekiyordu.

Ben öylece ayakta dururken kapı açıldığında Egemen içeri girdi. Dün onunla içimden geldiği gibi konuşmak öyle iyi gelmişti ki kendimi kuş gibi hissediyordum. Bunda dokunuşlarının payının büyüklüğünü ise inkar edecek değildim.

Kısa bir selamlaşma faslından sonra göz göze geldiğimizde gelip tam yanımda durdu. Akın ve gördüğüm kadarıyla Deniz bu yakınlığımızı sorgularken iç çekerek ellerimi saçlarımdan geçirdim. Elimde kalan bir tutam saç boğazımı kuruttuğunda Egemen'in elini belimde hissettim.

"Şştt!" dedi temkinli bir sesle, sonrasında yan tarafıma düşen yumruk yaptığım elimden saçlarımı aldı.

"Sen az önce neye bağırıyordun?" dedi Akın meraklı bir ifadeyle,

"Olmaması gereken hatalara."

"Serttin," dedi uyarır gibi,

"Biraz daha ılımlı-" oflayarak sözünü kestim,

"Bir hata bir kere yapılır Akın. Bilemedin iki kere. İkiden sonrası artık kasten yapıldığı anlamına geliyor. Emin ol yeterince yumuşak davrandım, insanları azarlamaya bayılıyor falan değilim ama;" bundan sonraki lafın kendine geleceğinin farkında olarak pişmanlıkla yüzüme baktı,

"Biri birine hoşgörü gösterip, yumuşak davranıyorsa bunun anlamı 'Ben insanım seninde insan olduğuna inanıyorum.' demek, 'Ben safım, gel sırtıma bin.' demek değil."

Odaya kısa bir sessizlik hakim olduğunda kapı tekrar açıldı. Bahar ve Cihan sıkkın bir tavırla içeri girdiğinde Bahar yüzüme bakıyordu.

"Her yerde seni arıyordum."

"Ne bu yüzünün hali?" dediğimde ellerini şiş karnına yerleştirdi, mor, beyaz puantiyeli bir elbise giymiş, elbisenin kemerini şiş karnının üstüne takmıştı. Bakır rengi saçlarını üstten yarım toplamış, yüzünü açığa çıkarmıştı. Tatlı göründüğü kadar güzeldi de.

"Yine göstermedi kendini, yine cinsiyetini öğrenemedik. Çok inatçı bu çocuk!" gülümseyerek yüzüne baktım,

"Çocuk üstünden anlaşma yaparsanız tabii göstermez kendini." Egemen'in bakışlarını üstümde hissettiğimde gözlerim Bahar'dayken istemsizce koluna dokundum.

O etrafımdayken ona dokunmadan durmak benim için tam bir eziyetti.

"Bahar ve Cihan yan yanayken, Bahar elini karnına koyduğunda tekme atarsa ismini Bahar koyacakmış, Cihan'ın eli karnındayken tekme atarsa ismini Cihan koyacakmış. İşin garip tarafı bebek çok hareketli ama hissediyor sanırım ikisinin dokunuşunada tepki vermemiş." bıcır bıcır konuşmam onu keyiflendirmiş olacak ki dudakları yukarı kıvrıldı.

Bahar'ın yanına ilerleyip, koltuğun ucuna oturdum.

"Teyzeciğim!" dedim büyük bir sevgiyle Bahar'ın karnına dokunurken,

"İsmini ben koyayım mı? Sende göster artık kendini, annende rahat etsin." Bahar'ın solmuş yüzü söylediklerimle gülerken rahat bir nefes aldım fakat o an çok tuhaf bir şey oldu.

Elimin altında hissettiğim minik hareketle dondum kaldım,

"Tekme attı!" dedi Bahar şaşkınlıkla,

"Ne?" Cihan anında yanımızda bittiğinde anın şokundan çıkıp gülerek devam ettim,

"İsmini ben mi koyayım teyzeciğim? Öyle mi istiyorsun?" elimin altında hissettiğim art arda iki tekmeyle kıkırdayıp yavaşça yumruğumu karnına değdirdim Bahar'ın, ilk yumruk tokuşturmamızdı.

"Anlaştık!" bakışlarım Egemen'i bulduğunda elleri ceplerinde beni izlediğini gördüm. İstediği ve sevdiği gibi açık olan saçlarım omuzlarımın biraz altında salınırken yüzüme düşen perçemlerimi geri ittim.

Egemen Soylu, savaşıma ellerini tutarak, aşık olduğum siyah irislerine dalarak devam edeceğim için çok mutluyum. Sırf bu yüzden ve her şeye rağmen kazanan şimdiden belli.

O günden sonra aradan geçen birkaç gün benim için fazla yorucuydu. Carlos ile Akın'ın isteğiyle neredeyse anlaşma aşamasına geldiğimizde Akın büyük bir olay çıkarmamızı istemişti ben ve Cihan'dan. Öyle büyük bir kavga çıkarmış, öyle bir damarına basmıştık ki öfkeden adeta kudurmuştu. Yanıma, yanımıza herhangi bir bahaneyle yaklaşıp önce psikolojik şiddetle bizi yıkmayı planlıyordu, en azından Cihan'dan öğrendiklerim bunlardı.

Asıl olaysa şimdi başlıyordu. Biz yaptığımız bu kabalıktan sonra Carlos'u doğum günüme çağırmıştık, arayıp geleceğini söylemişti. İşin garip yanı bugün onun için özel bir günmüş, ne olduğunu bilmiyordum fakat öyle umuyordum ki bugün sadece kirli işlerine değil hayatada veda ettiği gün olsun, hiçbir askerimizin tırnağı taşa değmeden bu iş bitsindi.

"Nasıl?" dedim ellerimi sol bacağımın üstünde biten derin dekolteden çekerken,

"Immm.." diye mırıldandı Bahar,

"Çok çok çok güzelsin yavru kuşum!"

"Abartma." dedim hafifçe gülerek,

"Aklını mı kaçırdın Zeyno, gözlerin mi kör bebeğim? Aynadaki yansımana bakar mısın?"

Omuzları düşük siyah elbisemin çok az bir göğüs dekoltesi varken bel kısmı danteldi. Yere uzanan kumaşı sol tarafımda dizimin çok yukarısında biten bir yırtmaca sahipken sırtımın açıklığı yüzünden tenime değen serin rüzgar tüylerimi ürpertti birkaç saniye. Bedenimdeki morlukları bir bir fondötenle kapatmak canımı yaksada yapacak bir şey yoktu. Buna rağmen siyah ipli topuklulularıma ek ensemde topladığım gevşek topuzum ve dikkat çeken tek kısmı kırmızı dudaklarım olan makyajımla aynadaki yansımam bana bile kusursuz geliyordu.

Hoş yıllardır bir yas uğruna doğum günü kutlamayan birine göre çok abartılıydı fakat organizasyonun yapılacağı mekan düz bir elbiseyle misafir ağırlayacağım bir yer değildi.

Hem ne demişti Akın, 'Carlos var veya yok önemli değil, bugün yıllar sonra yeni yaşını kutladığın ilk doğum günün, senin günün.'

Bunların benim için pek bir anlamı yoktu. Tek tesellim yeni bir yaş alıyordum ve bugün Egemen yanımda olacaktı.

"Egemen'le aranız nasıl?" dedi Bahar yatağımın üstüne attığı çantasını alırken.

"Birlikteyiz," dedim dudaklarım yukarı doğru kıvrılırken,

"Oh ya şükürler olsun! Bana bak Zeyno," dedi işaret parmağını yüzüme doğru sallayarak,

"Bundan sonra sizi ayıracak soyut veya somut her şeyi, herkesi dilim dilim doğrar sonra kıyma makinesinde kıyma yaparım!" nefes aldı,

"Sonra da sizin nikahı kıyarım."

Güldüm ve geçtim.

Yoğun trafik yüzünden Akın'ın ayarladığı mekana varmamız bir saatten fazla zamanımızı almıştı. Mekana vardığımızda koridorda karşılaştığım Çınar önce bir bakakalmış sonra beni üst kata yönlendirmişti.

"Akın?" dedim önünde durduğum kapıdan içeri seslenerek,

"Hah!" dedi,

"Geldin mi?"

Gözlerimi devirdim, "Geldim geldim."

Adımlarımı odaya yönlendirdim ve kapıyı kapattım. Akın çok güzel olduğuma dair bir şeyler söylerken benim gözlerim Egemen'i arıyordu fakat bulamıyordu.

"Her ihtimale karşı takalım şunu." dedi elindeki işitme cihazını işaret edip, gözlerimi büyüterek yüzüne baktım.

Ben Caner ve Sinan Albayı duyduğumda Egemen neredeyse beni evden çıkarmayacaktı, öyle üstüme titriyordu. Akın'sa organizasyonlar, işitme cihazları, toplantılar... Baba tarafımı dedikleri gibi satsa mıydım acaba, 1 liraya falan?

Çalan telefonunu alıp dışarı çıkmadan önce işitme cihazını takması için başka birini çağırmıştı. Çağırdığı kişi önümde durup uğraşırken rahatsızca yerimde kıpırdandım, sıcaklamıştım. Önümdeki genç bir anda eğilmeye başladığında şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Omzuna değen el onu birkaç saniye içinde bildiğiniz diz çöktürecek kadar eğdiğinde hayretle ayağa kalktım.

"Dışarı!" dedi Egemen buz gibi bir sesle,

"Hemen!" genç adam başını sallayıp hızla odadan çıktığında bakışları bana döndü.

"Güzelim..." dedi az önce etrafı buzhaneye çeviren o değilmiş gibi yumuşacık bir sesle,

"Egemen..." dedim aramızdaki iki adımlık mesafeyi kapatıp kollarımı boynuna dolarken,

"Dur bakalım.." dedi, sanırım elbisem saatine takılmıştı, kollarımı ondan ayırıp daha rahat hareket etmesi için hafifçe sırtımı döndüğümde donduğunu hissettim.

"Zeynep!" dedi gördüklerine anlam veremez gibi,

"Çok aradın mı bu elbiseyi?"

"Yoo." dedim pişkin pişkin,

"Denk geldi öyle."

"Elbisenin sırtı yok Zeynep!" dedi sakin kalmaya çalışarak, baştan karşıdaki camdan baştan aşağı beni süzdüğünü gördüğümde yutkundum, dışarıdan sakin görünüyordum ama içeride üç buçuk atıyordum Allah şahitti.

"Burası da açık," dedi sol bacağımdaki yırtmacı işaret edip, biraz şey görünüyordu...

Yerinde zor duruyormuş gibi...

"Beğendin mi?" dedim etrafımda dönerek resmen adamı tahrik ediyordum, dik dik yüzüme bakarken kendini toplamıştı,

"Fena değil."

"Peki." dedim omuz silkerek,

"İltifat değildi." diyerek tek kaşını kaldırdı, nazlanarak çenemi göğsüne yaslayıp başımı kaldırdım ve yüzüne baktım,

"Valla beğenmeyen küçük oğluna almaz olur biter."

"Benden başka kimse alamaz seni küçük oğluna." dedi kolunu belime sararak.

"Zeynep, Zeynep!" diye söylenip geri çekildiğinde şirince gülümsedim, cihazı kulağıma yerleştirip yanıma aldığım deri ceketimi giyip bir daha indirmemem konusunda sıkı bir tembihte bulundu.

İlerleyen birkaç saatte birkaç öğretmenim, okuldan arkadaşlarımla, birkaç akraba ve hastanedekilerle ortam baya kalabalıklaşmıştı.

Egemen Carlos'la beraber içeri girdiğinde bir kez daha dua ettim bu işin tırnağına taş değmeden bitmesi için.

Carlos hala Akın sandığı Cihan'la sohbet ederken Bahar Cihan, ben ve Egemen'in uyarısıyla yerinden kalkmamak üzere arkada en köşede oturuyordu, bir şeyler atıştırırkende keyfi gayet yerindeydi.

Cihan, Egemen ve Carlos'un yanından ayrıldığında farkedemediğim bir anda Egemen'de kalabalıkta kayboldu. Carlos sanırım Egemen'in yokluğundan faydalanarak bana yaklşamaya başladı ve ilerleyip önümde durdu, zarif bir şekilde elini uzattı.

"Mademoiselle Maral, que diriez-vous d'une danse?"
(Bayan Maral bir dansa ne dersiniz?)

Gülümsemeye çalıştım.

"Pourquoi pas?"
(Neden olmasın?)

Memnuniyet dolu bir gülüşle yüzüme baktı ve tek elini belime koyup diğer eliyle elimi tuttu. Birkaç dakika sonra kulağımdaki cihaz sayesinde duyduğum seslere dikkat kesildim, Egemen kelime dağarcığımı zorlayan kendine has küfürler ederken -ki ettiği küfürler sadece kelime haznemi zorlamakla kalmıyordu çünkü küfürleri kendine has şekilde orijinaldi- Akın onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Bir dakika ulan, bir dakika!" dedi kükreyerek, sesi o kadar yüksekti ki gözlerimi kapattım birkaç saniye,

"Bir dakika ayrıldım gidip yapışmış itin evladı!"

Dans ettiğimizi görmüştü. Sahte bir şekilde öksürüp duymalarını umarak kendimin bile zor duyduğum sesimle fısıldadım.

"Sakin ol."

"Sakin olmazsam katil olacağım zaten!" dedi bana hitaben.

Bu an Egemen Soylu'nun zaafı olduğumu bir kez daha anladığım anlardan biriydi.

"Bende bayılmıyorum kardeşimin bu şerefsizle yanyana olmasına ama köprüyü geçene kad-" Egemen sertçe Akın'ın sözünü kesti,

"Ayıya dayı demiyorum köprününde mimarını sikeyim tamam mı!?"

Muhtemelen Büyükayı'nın 7 yıldızı 8 olduğunda biri Egemen'e kafa tutabilecekti.

"Bana güveniyor musunuz Bayan Maral?" Carlos gayet düzgün bir türkçeyle konuştuğunda dikkatimi ona vermek zorunda kaldım.

"Elbette," diye cevap verdim sadece,

"Size güvenmesem neden doğum günüme çağırayım?"

"Harika!" dedi yapmacık bir ifadeyle,

"Bilirsiniz Bayan Maral, erkekler kendilerine güvenen kadınlar için canlarını bile verirler!" onaylayarak salınmaya devam ettim,

"Fakat üzgünüm, ben hasta kadınlardan hoşlanmıyorum." zevk alır gibi gülerek yüzüme baktığında şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım ama başarabildiğimden pek emin değildim çünkü ellerimin buz kestiğini hissediyordum.

"Şükürler olsun," diyebildim saniyeler sonra,

"İyi ki hasta bir kadınım o zaman!" bozguna uğrayan ifadesi beni tatmin ettiğinde onu pistte öylece bırakıp kokteyl masalarından birine attım kendimi.

"Şerefsiz herif!" diye Egemen'in kendine has küfürlerinin yanından bile geçemeyen hakaretler ederken gördüğüm simayla bütün öfkem uçtu gitti.

"Alper!" dedim çığlık atar gibi,

"Hoşgeldin!" birbirimize sıkıca sarıldığımızda arkadaşımı ne kadar özlediğimi farkettim. Konuşacağımız o kadar çok şey birikmişti ki bulunduğum ortamdan soyutlanmış gibiydim. Sonunda Alper Bahar'ın yanına gittiğinde bende yüksek bir bar taburesine oturup su istedim, arka fonda çalan şarkı tüylerimi diken diken ettiğindeyse duraklamak zorunda kaldım.

'Bugün benim doğum günüm!'

Bugün benim doğum günümdü.

'Hem sarhoşum hem yastayım!'

Sarhoş değildim ama yasım vardı.

'Bir bar taburesi üstünde,'

Bir bar taburesi üstündeydim,

'Babamın öldüğü yaştayım!'

Babamın öldüğü yaştaydım.

Oturduğum tabureden inip etrafıma bakındım, kim açmıştı bu şarkıyı? Bakışlarımı etrafımda gezdirirken gözlerim Carlos'ta takılı aldı. Elindeki alkol dolu kadehi 'sana' der gibi kaldırdığında bunun onun işi olduğunu anlamak zor değildi. Öfkeli adımlarım ona yönlendiğinde tam pistin ortasında belimden çekilerek durduruldum.

"Ben halledeceğim." dedi Egemen kendinden emin şekilde,

"Merak etme."

Öne doğru üç adım atıp geriye doğru bir adım attık. Parmak uçlarımdan tutup beni etrafımda döndürdüğünde topuzum açıldı ve saçlarım omuzlarıma döküldü. Etrafımızdakiler dağılıp bizi sahnede yalnız bıraktıklarında tüm gözlerin üstümüzde olduğunu biliyordum.

Dudaklarım istemsizce kıvrılırken sırtım göğsüne yaslandı, kaslı kolu karın boşluğumdaydı. Saçlarımın arasına vuran sık nefesleri gülüşümü büyütürken ona doğru döndüm, çevik bir hareketle beni kaldırdığında sol bacağımı ona dolayarak yavaşça aşağı kaydım. Nefes nefese yüz yüze geldiğimizde gözlerindeki parlaklık içimi huzurla doldurdu.

"Aşığım sana biliyorsun değil mi?" dedim dudaklarımı ıslatmadan hemen önce,

"Ölürüm sana biliyorsun değil mi?"

Muhteşem dansımızın üstünden yarım saat geçmeden dışarıda havai fişekler patlamaya başlamıştı, Egemen ve Cihan hatta Alfa timinden kimse yoktu etrafta keza Carlos'ta. Endişe dolu bakışlarım onları ararken keyifli bir şekilde, neşeyle, gülüşerek salona girdiklerini gördüm. Doğum günü pastam getirilip etrafıma toplandıklarında büyük kalabalık gitmiş, biz bize kalmıştık.

"Egemen..." dedim sessizce, baştan aşağı onu süzdüğümde beyaz gömleğinin katladığı bilek kısmında ve sağ avucunda biraz kan lekesi olduğunu farkettim,

"İyi misin?"

Rahatsızca kan lekesi bulaşmış eline bakıp arkasında kalan Çınar'a döndü ve Çınar'ın ceketinin cebinde olan mendili umursamazca alıp ellerini sildi,

"Bir bu eksikti." dediğinde şaşkınlıkla gözlerimi büyüttüm çünkü ellerindeki lekelere 'Hey Allah'ım birde bu çıktı başıma!' der gibi bakıyordu.

"Önemli bir şey değil yavrum, pastanı kes artık." diye beni yönlendirdiğinde ona uydum.

Arka fonda sakin bir şarkı çalmaya başladığında hissettiklerim yüzünden gözlerim doldu,

"Heyecanlandım." dedim etrafıma bakarak, birkaç kişi gülerek şarkıya eşlik etmeye başlamıştı, Egemen elini çıplak sırtıma atıp avucunu tenime bastırdı.

Kendimi tutamayarak gülümsemeye başladığımda pastayı kesmek için bıçağı kavradı ince parmaklarım. Fakat bıçağı kavrayan elim herkesin bana baktığını bildiğim için titrediğinde Egemen bıçağı tuttuğum elimi tutup, diğer koluyla belimi kavradı ve sırtımı göğsüne yasladı.

Desteğiyle gülümsemeye devam edip pastayı kestiğimde alkış kıyametti. Daha da güzeli etrafımdaki herkes hep bir ağızdan "İyi ki!" diye haykırdı,

"İyi ki doğdun Zeynep Maral!"

Annesinin "Yük!" diye kızdığı, "Keşke seni doğurmasaydım!" diye ezdiği, kırdığı o kız çocuğu artık büyümüştü ve insanlar ona "İyi ki!" diyordu, "İyi ki doğdun Zeynep Maral!"

İçli içli ama bu sefer mutluluktan ağlamak istesemde yapmadım ve dudaklarıma konan buruk tebessümü sahiplendim.

"Komutanım!" dedi Çınar Egemen'e bakarak keyifle,

"Söyle Çınar," dedi Egemen ilgiyle, sanırım beklediği bir haber vardı.

"Komutanım Carlos'u teslim etmek için bindirdiğimiz araç kaza yapmış."

"Var mı bizimkilerde bir şey?" dedi Egemen,

"Yok komutanım, Sarp'ta çok iyi, Kaya'da. Ama Carlos," dedi gülerek,

"Köpeklerinin başı sağolsun."

"Ölüm işte," dedi Egemen,

"İnsanı nerede bulacağı hiç belli olmuyor,"

"Tabii öyle." dedi konuşmanın başından beri bizimle olan Akın,

"Daha bir saat önce bizimleydi." diye devam etti çok üzülmüşçesine,

"İtin tekiydi ama işlerini bozmak çok güzeldi be komutanım!" dedi Çınar.

Hayretle açılan dudaklarımı birbirine bastırıp Akın'ı umursamadan -henüz ona bir şey söylememiştim- Egemen'in elini tutup yanıma çektim.

Birlikte terasa çıktığımızda bugün bir kez daha kolları belime dolandı. Ellerimi ellerinin üstüne koyduğumda yorgunluktan başımın döndüğünü hissediyordum. Birkaç saniye sonra yalpaladığımda belimdeki kollarını sıklaştırdı. Boynuma ulaşmak için eğilip yeni yeni çıkmaya başlayan sakallarını tenime sürdü.

Huylandığım için attığım tok kahkaha gecenin karanlığına karışırken hayranlık dolu bakışları tüm yüzümdeydi... İç çekerek tekrar boyun boşluğumu öptü ve boğuk ama güçlü sesiyle bir kez daha aşık etti beni kendine.

"Gülüşün böyle içimi ısıtırken kaç mısra yazılır güzelliğine?"

°°°

Selam! Ben geldim, artık her bölümden sonra yaptığımız bölüm kritiği ve soru cevabı yapmak için instagrama gidiyorum! Merak ettiklerinizi sormak ve alıntıları görmek için;
instagram: soullandbreath

300 K olduk, geçtik bile!❤️
Milyon kez teşekkür ederim!🧚🏻‍♀️
(16 Ekim 2021)

41. Bölümde görüşene dek sağlıkla kalın, sevgiler! 💖

Başarılarımızı da şuraya bırakayım, daim olsun! 💖🤠

Olvasás folytatása

You'll Also Like

5K 1.9K 57
Gözlerinde gördüğüm ifade esaretim.
446K 6.7K 19
''Sen benim kocam değilsin.'' diye bağırmıştım. Alphan ise dibime kadar girmiş gözlerimin içine bakarak'' Ben senin kocanım gerçek bu artık kabullen...
8.4K 810 28
İslamiyet güneş gibidir,üflemekle sönmez..
662K 31.1K 26
Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. ........................................ ~ZS~....................................... Kına yakmak kendini adama...