Papatyalar Karanlıkta Büyür

By kariabenam

768K 46.9K 81.9K

Soğukkanlı bir seri katille yolu kesişen bir kız... Üstelik kaderleri ortaktır ve sır perdesi aralanana kada... More

I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XI
XII
XIII
XIV
XV
XVI
XVII
XVIII
XIX
XX
XXI
XXII
XXIII
XXIV
XXV
XXVI
XXVII
XXVIII
XXX
XXXI
XXXII
XXXIII
XXXIV
XXXV
XXXVI

XXIX

15.1K 1.1K 2.4K
By kariabenam

🌱Uzun zaman sonra selammm, nasılsınız? Gecikme için özür dilerim ama hem Darağacı'nın basılma süreci, hem şehir değiştirme, okul süreci yüzünden bu kadar gecikti.

Bu bölümü okumadan önce önceki bölüme göz atarsanız daha sağlıklı olur. 🤩

Arkadaşlar öncelikle çok çok önemli bir şey açıklayacağım. +18 sahne bu bölümde olacaktı, biraz var sayılır ancak bölümün gidişatı açısından +18 sahneyi bu bölümde yazsaydım aceleye gelecek, kısa olacaktı. Ben de dedim ki bir dahaki bölüme atayım, hakkını vererek yazayım jdbcnxjsj. Böyle bir karar verdim, emin olun böylesi çok daha iyi olacak. Ya bölüm yine gecikecekti ya hakkını veremeyecektim. Çünkü bu şey sahnesi için çok beklediniz biliyorum andndnns beklediğinize değsin.

Öyle işte. Sizi çok seviyorum ve bölümü attıktan sonra hemen bir sonraki bölümün başına oturuyorum. Ben yazarken siz de belki destek olmak için sınırı dolurmak istersiniz.

En aşağıdaki açıklamayı da okumayı unutmayın olur muu? 🤩❤️

XXIX

Bu kez mekânın içine girmek için daha önce hiçbir yerde görmediğim gösterişte bir koridoru kullandık. Korumaların dikkatine bakılırsa mekânın her alanına çıkacak bu koridordan yalnızca Gökhan geçebiliyordu, bir de bu akşam onun sayesinde ben. Yüksek müzik sesi kaliteli ses yalıtımlarının arasından bile sızıp kulağımıza dolarken yüzümü ekşittim. Gürültüyü kaldıracak kafada değildim. Konsantrasyonumu dağıtıyordu.

Yanımda büyük adımlarla yürüyen Gökhan'a bir bakış attım. Onun yanındayken kendimi olduğumdan daha güçlü hissediyordum. Sanki onun müthiş gücü bir şekilde bana geçiyordu. Belki de bu, yanında kimseyi bulundurmazken ve herkes için, ailesi için bile böylesine ulaşılmazken yanında olduğum içindi. Ulaşılmazlığa rahatlıkla ulaşmıştım.

Gökhan büyük, siyah camlı asansör kapısının önünde durunca arkasında bekledim. Yanına geçmediğimi fark edince omzunun üzerinden bana baktıktan sonra gülümsedi ama bu tebessümü o ürkütücü olanlardandı. O korkunç; güler yüzlü, soğukkanlı katil maskesini yüzüne yeniden geçirmişti. Bu yüzden ona tebessümle karşılık veremedim. Gökhan sanki bir şeyler içmeye gelmiş gibi rahatken ben gergindim. Çuvallamam, elime yüzüme bulaştırmamam gerekiyordu.

Yapabilirdim, daha önce de yaptım.

Asansörün kapısı kenara doğru açıldığında Gökhan eliyle önden geçmemi işaret etti. Giriş kapısından koridora girdikten sonra bizden başka bir sinek bile göremedim. Koridorun yerleri, duvarları ve tavanı saydam, siyah, parlak camdandı ve son derece modern görünüyordu. İstediğini yaparken, "Rolüne çabuk giriyorsun," dedim eğlenerek.

"Fark etmemişim, meslek aşkı olsa gerek," diye karşılık verince yüzümü buruşturarak ona baktım ve yüzüne yapışmış, ona yakışan alaycı tebessümünü gördüm. Önüme döndüm, asansörün her yeri aynaydı ve ne tarafa dönersem döneyim kendimi, üzerine yerli yerince oturan, düzgün, kaslı fiziğini gösteren takım elbiseli Gökhan'ı görüyordum. Kravatından rahatsız olmuş olacak ki asansörün kapıları açılmadan hemen önce suratını buruşturarak başını sağa sola yatırdığını gördüm. Neyse ki her yerden hava alan kıyafetimle ben oldukça rahattım, ona acımadan edemedim.

Kendimizi en üst kata atarken, "Bu akşam zor geçecek derken neyi kast ettin?" diye aklımdakini soruverdim.

Cevabı fazlasıyla ketum ve sinir bozucuydu. "Her şeyi bilmek zorunda değilsin."

Sesimi yükselterek, "Bana söylediğin için tabii ki bilmek zorundayım," diye sordum.

Benim aksime onun tonlamaları daha sakin, daha yumuşaktı. "İyi öyleyse, ben söylediğim için açıklamak zorunda değilim."

"Aman, açıklamazsan açıklama," diyerek ısrarı kestim ama kurduğu cümlenin birkaç ihtimali zihnimi kurcalamaya devam etti. Ta ki Gökhan'ın Azazel'deki mekanının kendi odasına girinceye kadar. O kadar yüksek tavanlıydı ki dilim tutuldu. Üstelik tavan kubbe şeklinde, tamamen camdan oluşuyordu ve tam tepemizde, bulutların gizlediği ay zorlukla görünüyordu. Dışarıdan bu kubbemsi yapının görünmediğine bakılırsa Gökhan'ın odası Azazel'in tam ortasında yer alıyor olmalıydı.

"Buraya sık sık uğruyor musun?" diye sordum odanın ortasına geçip tavandaki camdan gözüken gökyüzünü izlerken.

Ceketini çıkarıp ense kısmından tutarak masanın karşısındaki siyah koltuğa gelişigüzel attı. "Aylar sonra ilk kez giriyorum," dediğinde başımı indirip sebebini merak ederek ona baktım. Sesli olarak dillendirmek yerine kocaman masasına geçti ve bir çekmeceyi açıp işaret etti. Görebilmek için yanına gittim. Bir sürü ses alıcısı yanan sarı, ufak ışıkları ve uzanan ince kablolarıyla birlikte çekmecenin içindeydi.

"Bunlar da ne böyle?" Konuşmayı bir dakikaya yakın süre sonra akıl edebildim. Ne olduklarını elbette biliyordum, sadece amacı kavrayamamıştım.

"Ses alıcıları," dedi basitçe. "Aşağıda, iş adamlarının gelip toplantı yaptığı bölümdeki masalarda ses vericiler var. Aptal herifler yüksek sesli müzik sayesinde kimsenin onları duymadıklarını zannediyor ancak masalarının göremeyecekleri bir noktasında sesleri filtreleyebilen vericiler var."

Şaşkınlıkla aralanan ağzımı kapattım. "Her akşam bunları dinliyor olamazsın." Adamlarına da güvenip dinlettireceğini sanmıyordum.

"Tabii ki hayır, o kadar boş zamanım yok. Sadece dinlemem gereken insanları dinlemem gerektiği zamanlarda dinliyorum. Bu da çok nadiren gerçekleşiyor."

"Sen delisin," dedim hayretle ses alıcılarının üzerinde gözlerimi dolaştırırken.

"Zeki olduğumu da söyleyen sendin, ben değil." Çekmeceyi kapatmadan önce kırmızı yanan bir vericinin ayarıyla oynadı, sarı ışığını yakmayı başarınca derin bir nefes bıraktı.

Gökhan'ın uzun, deri ve oturduğunda tüm kaslarıma masaj yapıyormuş rahatlığı veren koltuğuna oturdum. "Zeki bir delisin."

Karşıma geçip kalçasını masaya yaslayıp kollarını gövdesinde birleştirirken bir ayağının ucunu, öteki ayağının yanında çaprazlamasına sabitledi. "İltifatların her zaman tuhaf."

"Ne tesadüf, seninkilerde öyle." Orta gelirli bir ailenin toplam ev büyüklüğünde olan odasına baktım. Hemen hemen her yer parlak siyahtandı. Sağ tarafımdaki duvar boydan boya camdı ve iki tarafında kocaman yeşil, gerçek çiçekler vardı. Çiçek açmayan bu bitki gibi çiçeklerden hiç haz etmesem de odaya sıcaklık kattığını inkar edemezdim. "Evini ve burayı sen mi dizayn ettin?" Bakışlarımı etraftan zorlukla çekip Gökhan'ın beni izleyen gözlerine sabitledim.

Yine, insana kendisini aptalmış gibi hissettiren bakışlarından birini attı. "Tek tek eşya bakmamı beklemiyorsundur umarım? Katalogtan seçtim tabii ki."

Dudak büküp etrafa tekrar bakındım. "Şık ve lüks bir tarzın var. Neden siyah tonları?"

"Düşünmeme yardımcı oluyor." Biraz duraksadı. "Sen olsan hangi tonları seçerdin?" Elbiseme baktı. "Kırmızı mı?"

"Olabilir, baştan çıkarıcı bir renk." Ardından güldüm. "Ama öyle bir amaç gütmediğim için kırmızı tercih etmezdim. Sanırım ben de siyah tonlarını seçerdim. Asil duruyor." Böyle söyleyince Gökhan'ı da siyah renginin asilliğine benzettim.

Asil bir adamdı, asil bir katildi. Başlarda sinir olsam ve biraz zorlama bulsam da artık kabullenmiştim: Gökhan bir suyu bile asilce içiyordu ve bunu tüm doğallığıyla, yapmacıklıktan uzak yapıyordu. Sanki doğuştan öyle davranması ona yetenek olarak bahşedilmişti. Fazla mükemmelliğin yapmacık olması gerekiyordu, bu kadar yakışması değil.

"Bazı insanlarda belli bir renge gerek kalmadan tüm renkler baştan çıkarıcı olabiliyor," dedi başını hafifçe yana eğip. Başını her yana eğdiğinde gözlerindeki ifade sanki derinleşiyordu.

"İltifatlarının bazıları tuhaf, bazıları da çok ince ve dolaylı." Gülümsedim. Buse'yi de öyle görmüş müydü?

Düşüncelere yumruk atılabilseydi bu düşünceme sağlam bir yumruk geçirirdim. Kendimi o kızla kıyaslamak benliğime yaptığım en büyük saygısızlıktı. Tavırları bile benim dengim olmadığını açıkça belli ediyordu. Bu kesinlikle kibir değildi. Sayfasını açtığınız bir kitapta yazılmış, somut kelimeleri okuyabildiğiniz için kimse size kibirli diyemezdi. İki kere iki dört ediyordu.

"Burada ne arıyoruz, anlamadım," dedim istemsizce huysuzlanarak. "Adamlar birazdan gelecek."

"Toplantılarını bir saat ileriye almışlar," dediğinde yolda onu arayıp anlamadığım bir şeyler söyleyen telefon çağrısını hatırladım. "Gürültünün içerisinde beklemek istemedim."

"Mantıklı bir karar." Nedense o an, dışarıdan bana bakan biri için ne kadar ukala gözükebileceğimi idrak ettim. Umurumda olmayanlar listesine bir madde daha.

"Tedirgin görünüyorsun," dedi Gökhan yüzüme, sanki derimin altında bile olmayan ruhumu görüyormuş gibi dikkatle bakarken. "Ve de korkuyorsun. Korku gibi ilkel bir duygu senin gibi cesur birine hiç yakışmıyor, Balaban."

Yakalandığım, daha doğrusu duygularımı yeterince iyi saklayamadığım için mahcupça ensemi kaşıdım. "Eh," dedim. "Senin gibi profesyonel değilim."

"Henüz," diye lafımı tam bitirmeden kesiverdi. Sanki çok önemli bir detayı atlamışım gibi müdahale etmesi beni şaşırttı. "Benim yanımda kalmak istediğini söylemiştin. Sanırım profesyonel olmaktan başka çaren kalmıyor."

"Öldürmek her zaman ilk tercihim olmaz," dedim inatlaşarak.

"İlk olmasa da tercihler listesinde olması bile anormal. Katiller de anormal insanlardır. Bu dünyaya hoş geldin." Gökhan'a, o gece dört kişiyi öldürdüğüm gün zaten bu dünyaya atıldığımı söylemek gereksiz bir laf kalabalığı geldiği için sustum.

"İlk tercihim öldürmek olmaz çünkü ben kolaycı bir insan değilim. Kolaycılık güçsüzlüktür." Belki biraz kızgınlık belirtisi gösterseydi sesimi kesebilirdim ancak o sakinliğini korudukça ileriye gitme dürtümü bastırmam zorlaşıyordu.

Elbette beni şaşırtmayarak, "Belki güçsüzümdür ama böyle bir dünya düzeninde adalet aramak cesaret ister ve bu konuda mütevazı olamayacağım," dedi düz bir sesle.

"Hayat motton da "zaman tasarrufu için cesurca insan öldürmek" mi?" Gökhan kesinlikle güçsüz değildi, ayrıca söylediği ve hatta belki sandığından çok daha cesurdu. Sadece onu biraz olsun kızdırmak istiyordum, insanların sabırlarının sonları ama olur ama Gökhan'da sanki o sınır yoktu. Kukla gibi parmaklarında oynattığı duygularının iplerini bir an için bıraktığını görmek istiyordum.

"Ha ha," dedi söylediğimin hiç komik olmadığını iğneleyerek. "Bugün ne kadar da şakacısın." Derin bir nefes alıp karşılık vermeme müsaade etmeden, "Biliyor musun, yeryüzünde seninle laf dalaşına girip kazanacak tek bir insan bile yok. Bunu tüm gözlemlerime dayanarak söylüyorum," dedi.

Sırıtarak kaşlarımı kaldırdım ve yukarıya sıyrılan elbisemin eteğine aldırmadan bacak bacak üstüne attım. "Teşekkür ederim," dedim beklenmedik övgümsü cümlesine karşılık. Gökhan başını iki yana bitkince salladı.

O esnada Gökhan'ın telefonu çaldı. İşaret ve baş parmağıyla cebindeki telefonu çıkardığında her zaman kullandığı telefon olmadığını gördüm. "Evet?" dedi açar açmaz. "Kabul etme." Karşı tarafın söz hakkını umursamadan kapatıverdi.

Sırtımı oturduğum deri sandalyeden ayırıp öne doğru meylettiğim sırada, "Adamlar mı?" diye sordum heyecanla karışık gerginlikle.

"Hayır, hiç önemi olmayan bir şey. Biz planın üstünden bir kez daha geçelim. Sen öldürmeyeceğim adamı oyalayacaksın ki asıl hedefimiz üçüncü kattaki boş alana çıksın. Adamı öldürdükten sonra telefonunu alıp senin yanındaki adama görüşmeyi iptal ettiğini söyleyeceğim. Böylece çoktan ölmüş olan adamı aramaya kalkışmadan tıpış tıpış dönecek. Ölü adam arabasına bindirilip boş bir arazide kaza yapmış da arabası patlamış gibi bir izlenim vereceğim. Adamlarından birini arayıp çok önemli bir işi çıktığını ve tek başına gitmesi gerektiğini söyleyeceğim. Yüksek ses olduğu için ayırt edemeyeceklerdir." Dudak büzdü. "Karısı varmış. Belki karısına da bir veda mesajı atabilirim. İntihar mı yoksa kaza mı olduğunu düşünüp dursun herkes. Hem de zavallı karısı belki daha iyi hisseder."

Şaşkınlıkla kaşlarımı çattım. "Sen ne kadar da düşüncelisin öyle (!)."

Ellerini iki yana açıp geri bıraktı. "Tabii ki, ben iyi bir katilim."

"Kimse aksini iddia edemez," dedim onunla dalga geçmek amacıyla. "Nasıl olur da iyi niyet elçisi seçilmezsin?"

"Kesinlikle. Plaketim eksik," dedi güpegündüz sahte bir üzüntüyle. "Bir kişinin canını alarak pek çok kişiyi kurtarıyorum sonuçta." Gökhan cümlesinin sonuna doğru kaşlarını çatmaya başladı çünkü uzakta bir yerden bir kadının bağırışı duyuluyordu ve ses gitgide yaklaşıyordu. Gökhan kalçasını masadan ayırıp yüzünü kapıya dönerken ben de ayağa kalktım. Bağırış sesi artık kapının çok yakınındaydı.

"Buse," dedi bıkkın bir nefes verirken. Açık olan çekmeceleri kapattı ve tuhaf bir şey bırakmadığın emin olmak için etrafa bakındı.

Tüm bu gürültüyü çıkarttığına inanamayarak göz devirdim ancak bir yorumda bulunmadım. O kadar tadım kaçmıştı ki Buse odaya girene kadar konuşmak istemedim, Gökhan'da anlamış olacak ki konuşturma çabasına girmedi. Bağırış çağırış kapının ağzına varmıştı ki Gökhan masanın altındaki bir yere bastı ve kapı kısa bir uyarı sesi eşliğinde kilitlerini açtı.

Tabii o ana dek odada kilitli olduğumuzdan haberim yoktu.

Ve Buse, tüm sinir bozucu ifadesiyle kapının eşiğinde belirdi. Arkasındaki korumalar Gökhan'a özür diler gibi baktı fakat Gökhan bir baş hareketiyle gitmelerini işaret etti. Buse'nin kıpkırmızı olmuş suratı odaya girmek için uzun süre boyunca mücadele verdiğinin kanıtıydı. Ancak buna rağmen bakışları "ben neden sizin gibi pisliklerle aynı odadayım, beni rahat bırakın" der gibiydi. Suratının ortasına kızgın ütüyü basarak o ifadesini silme isteğiyle dolup taşıyordum. "Ah, bu kız da mı buradaydı?" dedi nefes nefese. Beni görünce iyice kudurduğu barizdi. Yüzünü ekşitmemek için çaba sarf ettiyse de başarısız oldu. "Haberim olsaydı mekânın yakınından geçmezdim, uğursuz bir hava var."

"Geleceğinden haberim olsaydı," dedim onu taklit ederek. "Önüne atmak için kemik getirirdim. Bu sayede başım şişmezdi." Bu sözüm üzerine Gökhan hafifçe öksürdü.

"Tüm bu gürültü ne Buse? Sikimsonik davranışlarından nefret ediyorum." Aylardır ilk kez Gökhan'ın birini çocuk gibi azarladığını duydum. Bu sevimli bir azarlama değil, karşıdakini yerin dibine sokacak tınıda bir azarlamaydı. Ancak Buse gibi birine karşı elbette pasif kalan bir eylemdi.

"Seninle görüşmek istedim, gelmeme en başından izin verseydin kavga çıkmazdı." Sonunda aralık olan kapıyı örtmeyi ve Gökhan'a doğru gelmeyi akıl edebildi. "Eğer baş başa konuşmazsak şimdi de burada kavga çıkarabilirim."

Ağzımı açmıştım ki Gökhan konuşmaya başladı. "Bana deli saçması tehditler savurma."

"Tehdit etmiyorum, Gökhan. Sana ihtiyacım var. Durumumu sana anlattım, senden başka yardım edecek kimsem yok ve senin on dakikanı bile almaz," diye yalvarırcasına isyan etti.

"Ha şu tefeciler," dedikten sonra aklına yeni gelmiş gibi hızla ekledi. "Uyuşturucu almak için borç aldığın tefeciler."

"Evet onlar," dedi Buse sabrının sınırına geldiğini gösteren tonlamayla.

"Borç alırken bana mı sordun da yardım istiyorsun? Gerçi sorsaydın da yardım etmezdim."

"Bana zarar gelmesine müsaade mi edeceksin?" dedi histerik, kısa bir kahkaha eşliğinde.

Gökhan cevabı çabucak yapıştırdı. "Evet. Çünkü umurumda değilsin."

"Bana yardım etmek zorundasın," dedi Buse bir ayağını yere hafifçe vururken. "Adamları yeterince oyaladım. Günlerdir sana ulaşmaya çalışıyorum."

"Evet, mekana girerken pusuda bekler gibi bir yerden gözetlediğini gördüm." Buse de ben de hayretle Gökhan'a baktık. Buse'yi baştan aşağı, yüzünde bir tiksinme ifadesiyle süzdü. Yırtık modeli olan kot pantolon ve beyaz şişme mont giyinmişti ve salık bıraktığı saçları dalgalıydı. "Biliyor musun, zavallılığından hiçbir şey kaybetmemişsin. Hâlâ gurursuz, güçsüz, birilerine muhtaç bir insansın ve bunlar benim midemi en çok bulandıran şeyler. Zavallı olarak doğdun, öyle de öleceksin. Sana yardım etmeyeceğim, üstelik benim için çocuk oyuncağı olsa bile."

Buse büyüyen bir endişeyle Gökhan'a baktı. "Bu kadar kötü değilsin sen, sadece beni süründürmek istiyorsun." Gerçekten de acınacak bir haldeydi ancak karşısında duran adam birilerine acıyacak en son kişiydi.

"Bunu sana düşündüren ne, Buse? Yoksa sana karşı fazla mı merhametliyim?" dediğinde yüzünün değişen ifadesi tüylerimi ürpertti.

"Çünkü bir geçmişimiz var. Ergenlik çağında olsak da, kötü anılarımız olsa da iyi veya kötü her ilkimizi beraber yaşadık."

Kaşlarını kaldırdı. "E, yani? Sırf bu yüzden benim için değerli mi olman gerekiyor?" Buse'ye biraz yaklaşıp yanağına düşen saçı kulağının arkasına ittiğinde gözlerimi dikerek ikisine kulağının arkasına ittiği tutama baktım ve öğürmemek için dudaklarımı birbirine sımsıkı bastırdım. "Önceden sana acırdım, bu yüzden yardım ederdim ama eski Gökhan öldü. Beklentiye girme. Artık hiçbir ucuz mala fiyat biçmiyorum."

"Beni gerçekten böyle mi görüyorsun?" dedi Buse çarpılmış yüz ifadesiyle. Feci şekilde kızgın görünüyorduç

Gökhan başını salladı. "Para dilenmeye gelmiş birini başka nasıl görebilirim?"

"Dilenmiyorum, sana geri ödeyeceğim," diye karşı çıktı. "Gökhan, o adamların şakası yok."

Ellerini iki yana açtı. "Benim de yok. Sana çoktan kör sağır olmuş birine dert yanma, Buse."

Buse'nin çenesi seğirdi. "Yani yardım etmeyeceksin, öyle mi?"

Gökhan omuz silkti. "Herkes kendi hatasının bedelini kendisi ödemeli," derken Buse'nin etrafında dolaşmaya başladı. "Seni neye benzetiyorum biliyor musun?" Tam önünde durdu. "Aslında uzun zamandır benzetiyordum ama ne olduğunu bir türlü çıkaramıyordum. Geçen gün fark ettim: solucana benziyorsun. Ayak altında dolaşan, her zaman sürünen, zayıf bir solucan."

Buse bu sözleri beklemiyor olacaktı ki bozuma uğrayarak yutkundu. "Benimle böyle konuşma. Üstelik," dedi ve ateş püsküren gözlerle bana baktı. "Şu kızın yanında."

"Neden, sözlerim onurunu mu zedeledi?" Gökhan güldü. "Ama bunun için önce onurun olması gerekmez mi? Her gün yeni bir şey görüyorum ve hayret ediyorum: Tacizci bir pisliğin teki, ona başkalarının yanında kızdığım için mi içerliyor yani?" Az önce gülen suratındaki ifade silindi. Aniden tırmanan gerilim karşısında şok oldum. "Ne kadar da gururlu." Gökhan'ı ilk kez böyle alaysız, açık ve keskin cümleler kullandığını duyuyordum.

"Ben tacizci falan değilim," diye aniden bağırdı Buse. Gökhan'ın tam karşısında durduğunda iki yana sarkıttığı ellerini yumruk yapmıştı. O bağırınca Gökhan yüzünü buruşturdu.

Gökhan onun aksine ses tonunun yüksekliğiyle değil, kelimelerinin keskinliğiyle etkiliyordu. "Ya öyle mi? Peşimi bırakmıyorsun, benimle konuşmak için kavga çıkarıyorsun." İşaret parmağını Buse'nin şakağına bastırdı. "İçi boş herhalde, bin defa seni istemediğimi söylediğim halde anlamadın." Kıza biraz daha yaklaştı. Orada durup bu tartışmayı neden izlediğimi bilmiyordum ama eğlendiğim açıktı çünkü Buse'nin insanı kudurtan surat ifadesi artık yoktu. "Beni biraz daha bunaltırsan, sonun öldürdüğüm diğer tacizciler gibi olur. Ki ölümün dünyadan bir toz parçasının silinmesiyle eşdeğer." Buse dolan gözleriyle Gökhan'a baktı. "Yüzlerce yarım akıllı insan gördüm ama en aptalı sensin. Bu yüzden sana yardım etme zahmetine girmeyeceğim."

"Söylediklerine inanıyor musun? Sadece bana hâlâ kızgınsın." Ancak Buse daha çok kendini inandırmaya çalışıyordu. Aslında tüm bu konuşma karşısında hâlâ burada durması, hatta konuşması bile mucizeydi.

Gökhan başı ağrıyormuş gibi kaşlarını kaldırıp indirdi. Bir insanın ifadesizliği nasıl böylesine tekinsiz görünebilirdi? "Şu anki öfkemin sebebi sapık gibi yakama yapışmış olman. Ayağıma dolanma, Buse. Seni yok etmek saniyemi almaz. Kendimi anlatabiliyorum, öyle değil mi?" dedi tehditkâr bir tınıyla.

Kıpkırmızı olmuş yüzü seğirdi. "Bu kız yüzünden böyle diyorsun," diye bağırdı. "Çünkü bu kızdan önce senden yardım istesem beni geri çevirmezdin." Hırstan kaynaklı olduğunu düşündüğüm bir damla yaş yanağından aktı, Gökhan'ın bu yürek kaldırmayan sözlerinin odağında başka biri olsaydı üzülürdüm. Dediğim gibi, başkası olsaydı. "Her şey bu kız yüzünden." İşaret parmağıyla beni gösterip konuştuğunda neredeyse boğazını yırtarak konuştu. "O olmasaydı beni reddedemezdin, yardım ederdin."

"Buse, çok baş ağrıtıcısın," dedim başımı ovuşturarak. "Biraz sessiz olamaz mısın?"

"Senden iğreniyorum, Buse," diye araya girdi Gökhan. "Çöplüğünden, kendinden kurtulamayan acizin tekisin. Hiç kimseye hiçbir faydan yok, ziyandan başka bir şey değilsin fakat buna rağmen hayata dört elle tutunuyorsun. " Zalimce gülümserken saniyeler boyunca Buse'nin suratına baktı. "Şimdi odamı terk etmeni istiyorum. Yanlış anlama, senin iyiliğin için."

Buse iki saniye kadar Gökhan'a baktıktan sonra, kırılacak diye endişe edeceğim kadar sıktığı çenesiyle birlikte bana döndü. "Ne bakıyorsun öyle?" diye bana patladı Buse. Kötücül, hiçbir zaman boşalmayacak nefret yüklü bakışlar atarken masanın diğer ucundan yanaştı, iki elinin avucunu da masaya yasladı. Bıkkın bıkkın gözlerine baktım. "Bana karşı zafer mi kazandığını sanıyorsun?" Saçıma yapışmak için bir hamlede bulunduğunda elini havada yakalayıp kemiklerini avucumun içinde sıkıştırdım ancak konuşmadım. "Senin canını öyle bir yakacağım ki. Ya kendini öldüreceksin ya da kendine bakmaya tahammül edemeyeceksin. Sakın bu sözlerimi unutma," dedi. Gerçekten de Gökhan'ın dediği kadar gurursuzdu. Gökhan'dan beklediği yardımı alamamıştı ve kuyruk acısı yüzünden bana bulaşıyordu. "Bunlar senin yüzünden oldu. Olmasaydın bunlar olmayacaktı."

İstemsizce sırıttım. "O zaman iyi ki varım."

"Buse," dedi Gökhan son ikazıymış gibi.

Adeta burnundan soluyordu. Gözlerinin içi öfkeden kıpkırmızı olmuş, her iki şakağındaki damar da belirginleşmişti. "Başına öyle bir iş getireceğim ki, her gün ölüp ölüp dirileceksin."

Buse Gökhan'ın onu itişine karşılık hışımla arkasını dönmüşken arkasından, "Aman bu tehditlerini başkasının yanında söyleme, alay ederler," diye seslendim. Ya duymadı ya da duymazlığa verdi. Nihayet kapı örtüldüğünde Gökhan'la odada baş başa kaldık. O an sessizliğin ne denli büyük bir nimet olduğunu keşfettim. "Ağır konuştun ama anlayacağını sanmam."

Derin bir nefes verdi. "Üzerinde konuşmaya değmez. İçi boş tehditlerini umursama."

Bu kez de ben Gökhan'a aptalmış gibi baktım. "Umursayacağımı mı sanıyorsun? Beni sadece eğlendirdi."

Bir bildirim sesi cümlemi böldü. Sanki az önce bunlar yaşanmamış gibi telefonunu rahatça çıkarıp ekrana baktı, kaşlarını çattı. "Sikeceğim, senin oyalayacağın adam gelmesi gerekenden önce gelecek. Yaklaşık on dakika sonra."

Kasılan kaslarımı gevşetmek için ellerimi birkaç kez yumruk yapıp açtım. "Tamam, sorun değil. İdare edebilirim."

"Adam ısrarla rezerve ettiği masaya gitmek isteyebilir," dedi sıkkınlıkla. "Ne olursa olsun o masaya gitmemeli. Ben asıl adamı öldürürken hiçbir şahit olmayacak."

"Tamam, bu işi bana bırak." Oturduğum yerden kalkıp elbisemi, saçlarımı düzelttim. "Sen nasıl öldüreceksin?"

Masanın etrafından dolaşarak deri koltuğun üzerindeki ceketini aldı. "Her zamanki yöntemimle," diye ucu açık bir cevap verdi. Ben ceketini giyeceğini zannederken cebinden bir enjektör çıkardı.

Sanki buna programlanmışım gibi düşünmeden, tereddüt etmeden, neredeyse irademden bağımsız olarak Gökhan'ın yanında buldum kendimi. Enjektörü tuttuğu elini tuttum. "Hayır, bırakacağına söz vermiştin." İtiraz edeceğini, bu gibi şeylerin aniden bırakılmayacağını söyleyeceğini anladığım an devamını getirdim. "Biliyorum ama en azından seyrekleştirebilirsin. Böylece zamanla bırakman daha kolay olacak."

"Nöbetim tutabilir," dedi tereddütle.

"Son raddeye kadar dayan, bana bir söz verdin. Verilen sözler insanlar arasındaki güven bağını örer. Güvenimi kırma, Gökhan." Elini daha sıkı tuttum. Sıcaklığını hissedebiliyordum ve tenim karıncalanıyordu. Gökhan'ın bakışları dudaklarıma kaydıysa da çabucak toparlandı çünkü sırası değildi.

"Tamam," dedi diliyle dudağını ıslatmadan önce. Enjektörü cebine geri koymasına itiraz edecektim ama krizi tutarsa yanında bulunması gerektiğini hatırlayınca sessiz kaldım. Ceketini giyinmesini kıpırdamadan bekledim. Gökhan elini belime zarifçe koyup beni odanın kapısına doğru yönlendirdi. Bu küçük dokunuşları her zaman daha cezbedici ve akıl karıştırıcıydı. Gözlerimi yumup açarak işimize odaklanmaya çalıştım. Bu gece yapacağımız şey öğrendiğim, kendimi güçlendirdiğim bir ders niteliğinde olacaktı. O pisliğin başıma daha ne işler öreceğini bilmiyordum. Gökhan hazırlıklıydı ama ben değildim. Bu yüzden kendimi eğitmem gerektiğini hissediyordum. Öylece ilerlerken biraz sonra yapacağımız şeyin ne denli doğru olduğunu bilmiyordum. Sadece böyle olması gerekiyormuş gibi mantığıma itaat ediyordum.

Gerginlik yüzünden bedenim ağırlaşmıştı, Gökhan'ın aksine tüm adımlarımı kendimi zorlayarak atıyordum. Sarı ışıklı koridoru arşınladık ve sola sapıp bir asansöre binerek alt kata indik. Gitmemiz gereken yere doğru yaklaştığımız her an müzik sesi artıyor, ayağımızın altındaki zeminin titremesine neden oluyordu.

Herkesin dans edip içtiği alana varınca sessizliği de tamamıyla arkamızda bırakmış olduk. Azazel her zaman olduğundan daha kalabalıktı. Sesleri umursamayacağım kadar beynimi uyuşturan parfüm kokularının karmaşası nefesimi tıkmaya yeterdi ancak birazdan algılarımın bu ani değişikliğe alışacağını biliyordum.

Hatırı sayılır sayıda kız biz kenardan geçerken Gökhan'a meraklı gözlerle baktı ama Gökhan ya farkında değildi- ki bu imkansızdı- ya da umursamıyordu. "Üçüncü katın girişinde bekle. Bu akşam orada müşteri kılığında adamlarım olacak." Eh, bir tek kendilerinin orada olduklarını bilselerdi fazlasıyla şüphe çekerdi. Eğer gerçek müşteriler olsaydı cinayeti görürlerdi ve Gökhan üzerini örtpas edemezdi. "Eğer burada öldürüldüğüne dair bir iddia atılırsa hepsi şahit olacak. Yalancı şahit tabii. Ayrıca adamı öldürdüğümde hepsi el birliğiyle onu oradan çıkarıp arabasına bindirecek. İçlerinden biri kimsenin kameradan görmeyeceği bir yolu kullanacak ve gereken yere geldiğinde arabayı son hıza aldıktan sonra el frenini çekip arabadan çıkacak. Böylece çarptığı yerde araç patlayacak." Planda yaptığı ufak değişikliğe takılmadım, böylesi daha mantıklıydı. "Benim mekanımda da kamera yok, garajdan çıkılan yolda da." Boynunu esnetti ve aklımdan geçeni okuyarak ekledi: "Kamera var ama yalnızca ben biliyorum. Adam geldiğinde onu bir şekilde alt kata inmeye ikna et. Hasta olduğunu, kendini iyi hissetmediğini falan söyleyebilirsin."

"Bu işi bana öğretme Gökhan, en az senin kadar iyi bir oyuncuyum." Ben önde Gökhan arkada sarmal merdivenleri çıktık. Ama ikinci katın da üçüncü katın da sadece sol tarafı loş aydınlıktı. Burada oturan insanlar, yalnızca aynı masadaki kişileri görebilir, diğerlerini göremezdi ama buna rağmen sağ taraf tamamen karanlığa gömülüydü. Buna rağmen dolu masalardaki insanları- Gökhan'ın adamlarını- görebiliyordum. Gökhan onlara kısa bir baş hareketi yaptı. Zemin katta dans eden insanlar tırabzanların kenarına gidildiğinde ortadan görünüyordu, dolayısıyla müzik sesi neredeyse aşağıdaki gibi netti.

Gökhan telefonuna baktı. "Geliyormuş." Diğerlerine de haber vermek için parmağını şıklattı. "Eğer hazırsan ben gidiyorum. Bir aksilik çıkarsa bu katta üç tane güvenlik var." Elimdeki eklemlerim sanki katılaştı. Ne yöntemle öldüreceği umurumda değildi. Ben sadece yapmam gerekeni en iyi şekilde yapmalıydım.

"Hazırım," diye mırıldandım. Gökhan elini belime belli belirsiz yine koydu ama bu kez tamamen yüreklendirmek amacı taşıyordu. Ona dönüp gülümsedim, o da dudaklarını birbirine bastırıp yanımdan ayrıldı, aynı katın karanlık tarafına doğru gitti ve hemen gözden kayboldu. Orada bir yerlerdeyse bile göremiyordum.

Orada gergince dikilmeye devam ettim. Ağırlığımı kah sağ ayağıma verdim kah sol ayağıma verdim. Sanki bir dakika bir saat zaman uzunluğunda devriliyordu ve üstelik yüksek müzik sesi de sinirlerimi iyice geriyordu. Sonunda Gökhan'ın fotoğrafta gösterdiği adam merdivenin ucunda göründü. Parmaklarımı esnettim, sessiz ama derin bir nefes aldım. "Yukarıya mı çıkıyorsunuz?"

Adam başını kaldırıp bana baktı. "Evet."

Baş parmağımla omzumdan gerisini işaret ettim. "Yukarı katta bir aksilik çıkmış, rezerve edilen masalar tam olarak hazır değilmiş."

Basamaklarda durdu. "Görevli misin?" diye sordu kaşlarını çatarak. "Ne demek hazır değil?" Öfkesini sesinin tonundan anladım.

"Hayır görevli değilim." Kısa bir an düşündüm. Adamın dikkatini çekmem gerekiyordu, küçük bir gizem yeterliydi. "Benim de çok önemli bir toplantım var, yetişmezse başım büyük belaya girer. İşletmenin yaptığı büyük bir sorumsuzluk."

Adam kalan üç basamağı da çıkıp elini beline koyarak düşündü. "Ben bir bakayım," diyip önünden geçtiği an gözlerim hızla güvenlikleri aradı, bir tanesiyle göz göze geldik, başımla hemen merdivenleri işaret ettim. Güvenlik çabucak anladı ve gayet doğal bir hareketle üst kata çıkan merdivenlerin en aşağısında durdu. "Üst katta kısa bir tadilat var efendim, aksaklık için özür dileriz," dedi kendisini duyurabilmek için yüksek sesle.

"Ne diyorsun lan?" dedi adam kibirli bir sinirle. "Buranın sahibini çağır çabuk, benim toplantım var."

"Maalesef kendisi burada değil, lütfen bir süre için bu katta bekleyin."

"Buraya gelmek için dünyanın parasını veriyoruz. Ya sahibini çağırırsın ya da seni gebertirim." Ceketinin ucunu kaldırıp silahını çıkarttığında gözlerim yuvalarından oynadı. Bize yakın masalardan birinin sandalyesinin çekildiğini duydum.

Düşünmeden adamın bileğine dokunarak elini indirdim. "Bunca insanın içinde abartmıyor musunuz?"

O cevap veremeden güvenlik konuşmaya başladı. "Toplantınız hemen başlayacaksa ona göre bir yer ayarlayabilirim." Tamamen siyah takım elbise giymiş güvenlik sanki az önce silah çıkartılmamış gibi sakince küçük, iş yeri için olduğu belli olan telefonunu çıkardı. "İsminiz neydi, yardımcı olalım?"

Adam bu tavır karşısında ikna olmuş olacak ki silahını gerisin geri yerine koydu ve ismini söyledi. "Toplantınızın başlamasına bir saat var, endişe etmeyin o saate kadar tadilat bitecektir."

Dudaklarımı sarkıtmadan önce adamın dikkatini çekebilmek için vücudumu tamamen ona döndüm. "Benim de aşağı yukarı bir saatim var." Ses tonumu biraz değiştirdim. "Birlikte zaman geçirebiliriz." Saçlarımı geri savurdum. Dişiliğimi kullanarak yapmak istemezdim ama bu adamın başka dilden anladığını zannetmiyordum.

Nitekim adam değişen bakışlarını boydan aşağı bedenimde dolaştırdı. "Aslında mantıklı," derken az önceki öfkesinin esamisi kalmamıştı. Güvenliğe son bir kez kötücül bir bakış attıktan sonra yeniden bana döndü. "Yukarıda odalar olduğunu duymuştum, bir saat vakit geçirmek için yeterli."

Bana pis pis bakan gözlerini tırnaklarımla oymak için o an her şeyimi verebilirdim. Dişlerimi sıktığım belli olmasın diye gülümsedim. "Ya da öncesinde burada bir şeyler içebiliriz." Dudaklarımı ıslattım. "Gevşemek için yani."

"Ağırdan alıyorsun yani?" Sırıttı ve yanaşıp kulağıma doğru fısıldadı. "Peşinden koşturan kızlara bayılırım."

Donuk, nefretle yüklü yüzümü, adam kulağımdan geri çekilince değiştirmek zorunda kaldım ve güldüm. "O zaman doğru yerdesin." Masalara doğru yürürken adamı peşimden sürüklemek için koluna hafifçe dokundum. Duvar kenarındaki boş masayı zorlukla seçebildim. Koltuklara oturduğumda adam hemen yanıma oturdu. Bacağıma değen bacağı yüzünden öğürme isteği mideme çöktü. Neyse ki garson hemen gelerek ne olursa olsun başlayacak sohbeti birkaç saniyeliğine geciktirmeye vesile oldu. "Ne isterdiniz efendim?"

Adam istediği içkiyi isterken ben karşıya baktım. Bulunduğumuz kattaki gibi üçüncü katın karanlık tarafı da oturduğumuz yerden görünüyordu ve aşağıdan ara sıra o yöne ışık vuruyordu ama kimse yoktu. Belki de o tarafta bir oda vardı ve Gökhan orada bekliyordu. Garson bana döndü. Kafamı tamamen berrak tutacak bir içki seçmeliydim. Şarap fazla dikkat çekerdi. "Ben bira alacağım."

"Bira mı?" dedi adam ve iğrenç bir kahkaha attı. "İçki zevkin amma kötüymüş."

"Tek gevşeyebildiğim içki bu." Dilimi alt dudağımın kenarında bir saniye kadar tuttuktan sonra şehvetli bakışla takınmaya çalışarak, "Tamamen de sarhoş olmak istemem," dedim.

Adam elini hemen bacağımın üzerine koydu. Bir cümlemle bile azdıracak kadar iradesiz miydi? Hayır, sapık herifin tekiydi. Elini çabucak ittim, kaşlarını çattığını görünce kulağına doğru eğildim. "Peşinden koşturan kızlara bayılmıyor muydun?"

Adam otuz iki diş halde kaşlarını kaldırıp indirdi. "Ha, anladım. Ama fazla naz aşık usandırır."

Kıkırdadım. "Çok şakacısın." Önüme dökülen saçlarımı geriye attım. "Mesleğin ne?"

"İş adamıyım." Yasallaştırılmış mafyanın bir diğer adı olabilecek meslek. "Sen?"

"Ben de iş kadını." Gözlerim sürekli istemsizce karanlık yöne kayıyordu. Adamın ismimi sorma ihtimaline karşılık: "Ama gizli olanından," diye ekledim.

"Ha anladım, uyuşturucu falan mı, yoksa kadınlar üzerinden pazarlama mı yapıyorsun?" Adam sorduğu soru çok normalmiş, sanki bir öğretmene branşını sorar gibi konuşması gözümün seğirmesine neden oldu.

"Uyuşturucu," diye yanıtladım. Diğerini yalan bile olsa söylemek istemedim.

Adam elini uzatıp omzumu erotik hareketlerle ovmaya başladı. Bu kez yine geri çekilirsem ne olurdu bilemediğim için sınırlarımı aşıp kendimi zorlayarak hareketsiz kaldım. Ama dokunduğu yer sanki çürüyüp kokuyordu. Titreyen ellerimi kamufle etmek için birini yanıma koydum, diğeriyle ensemi sıvazlamaya başladım. "Gevşemene yardımcı oluyorum," dediği anda garson siparişleri masaya koydu. Adamın içkisini alıp omzumu ovuşturan eline tutuşturarak kurtuldum.

"Hadi içelim," dedim gergin bir tebessümle. Neyse ki birbirimizin yüzünü zor seçiyorduk. Bardaktan büyük bir yudum alır gibi yaptım ama ağzıma aldığım içkiyi çaktırmadan geri boşalttım. Sarhoş edeceğinden değildi, sadece canım istemiyordu.

Aşağıdaki müzik değişti ve dans edenlerin hepsi bir ağızdan söylemeye başladı. Bu mekana yakışmayacak kadar ucuz bir eylemdi. "Nitelikli adamlarla bu beynamazların aynı yere gelmesi berbat," dedi adam.

Nitelikli adam derken kendi ve kendisi gibileri kast ediyorsa biri acilen ona gerçekleri söylemeliydi. "Ah," yüzümü buruşturdum. "Kesinlikle. Bize hakaret gibi."

Adam öyle bir yudum aldı ki bardağının yarısı boşaldı. Eli bu kez bacağıma gitti. "Ya da odayı boş verelim," dediğinde kaşlarımı çatarak, içten içe dehşete kapılarak adama baktım. Ne saçmalıyordu bu piç herif? "Daha önce hiç toplu alanda, herkesin içinde seks yaptın mı?"

Derin, sakin, ihtiyatlı bir nefes aldım. Akıl sağlığım bunca şeye rağmen bozulmamışken tam şu anda bozulacak gibiydi. "Hayır, denemedim. Benlik değil." Bedenim kaskatı olmuşken sesimin bu kadar yumuşak çıkması şaşırtıcıydı.

"Öyleyse," dediğinde eli elini kadınlığıma doğru ilerletti, öyle tiksindim ki tüylerim ürperdi. Adam şakağını burnuma sürttü. "İlkini deneyelim." Parmakları tam kadınlığıma değdi. Saatli bomba gibi tüm algılarım patladı ve tenimdeki elini hışımla tutmak için hamle yaptım. Ama tam o an bir ses eşliğinde yüzüme ılık bir şey püskürdü. Küçük, tiz bir çığlık attım. Adam içi boşalmış yastık gibi kucağıma yığılıverdi. O kadar aniydi ki ellerim titredi ve başım zonkladı. Bakışlarım sanki rotasını biliyormuş gibi karşıya, üçüncü katın karanlık tarafına yöneldi. O esnada o köhne yere ışık vurduğu için Gökhan'ı gördüm. Elinin biri, ucunu ortadaki tırabzanlara sabitlediği keskin nişancıdaydı. Öldürdüğü adama bakışlarını gördüm, damarlarımdan tenime yayılan buz gibi bir ürperti geçti. Yüzü öylesine ifadesiz fakat gözleri öylesine ölümle doluydu ki, sanki içinde o değil, şeytan vardı. Gözlerine yerleşmiş tehlikeli, kan donduran nefretle dolu bir ışıltı vardı ve sadece o ışıltı bile cinayetlerin izlerini taşıyordu. Böyle baktığı her anda, melek güzelliği taşıyan maskesiyle içindeki şeytanı sakladığına emin oluyordum.

Sonra gözleri bana kaydı ve insanı dehşete düşüren ifadesiz yüzünü ağır ağır tebessümle donattı. Bu yalnızca kanımın daha çok donmasına neden oldu. Bir elini kaldırıp parmaklarını oynatarak selam verdi. Gözlerimi Gökhan'dan zorlukla ayırmama neden olan şey az önceki güvenliğin kucağımdaki cesedi almasıydı. Ancak boş bardağı alıyor gibi rahattı.

Gökhan'ın seçtiği adamlar bile onun gibiydi.

Yerimden hışımla kalkıp üçüncü kata giden merdivenlere yöneldim. Bu adamı öldürmeyecekti. Bana öldürmeyeceğini söylemişti, bu da neyin nesiydi? Biraz da az önce yaşadığım anın şokuyla hareket ediyordum, sinir parmak uçlarıma kadar yayılıyordu. Üçüncü kata çıktığımda hemen sağ tarafa, artık ışığın vurmadığı yere gittim ama iyice yanaşınca Gökhan'ı aynı yerde gördüm. Gözüm aşağıya kaydı, ortadaki boşluktan dans pisti tamamen görünüyordu. "Ne bok yaptın Gökhan?" dedim öfkeyle. Adamın sıçrayan kanının sıcaklığını hâlâ yüzümde hissediyordum, silmek aklıma gelmemişti, Gökhan sağ olsun akıl bırakmamıştı.

"Çok mu üzüldün?" dedi katı bir alayla. Dudağının bir kenarı kıvrılsa da gözlerindeki donukluk ürkütücüydü.

"Salak salak konuşma, aniden öldürdün, beklemiyordum." Dudaklarımı ıslatıp soluklanmaya çalıştım çünkü tam o an nefes nefese olduğumu fark etmiştim.

Eğildi ve keskin nişancının dürbününden bakarak ayarıyla oynadı. "Daha önce ölü görmemiş gibi konuşuyorsun."

"Bunun ölü görmekle ilgisi yok," dedim şaşkınlıkla donanmış öfkeyle. "Ben adamı oyalayacaktım ama sen engel oldun. Sanki yapamazmışım, yeterince iradeli değilmişim gibi. Bu da yetmezmiş gibi bunu habersiz yaptın ve adam benim dibimdeydi. O görevi bana verdin fakat başaracağıma inanmadığın için müdahale ettin."

"Adam senin dibindeydi," diye benim söylediğim cümleyi tekrarladı.

Kaşlarımı çattım. "Ne?"

"Yok bir şey." Gökhan'ın alnında boncuk boncuk biriken terden ve sürekli sıkıp açtığı yumruklarından uyuşturucu almamak için direndiği belli oluyordu. "Adamı öldürdüm, zamanı geri alamayız. Şimdi beni meşgul etme. Asıl hedef üçüncü kata çıkıyor." Kulağında olduğunu fark etmediğim kulaklığının düğmesine bastı. "Işığı benim olduğum tarafa vurmayacak şekilde ayarlayın," dedi kısaca. Sonra tüm gürültünün arasında sessizliğe gömüldü. Dizlerini yere koymadan eğildi ve elini tetiğin üzerine yerleştirdi. Karanlık olduğu için tam seçemiyordum ama karşı tarafta bir hareketlilik vardı. Gökhan dürbünden gördüğü için bir sıkıntı yoktu. Aradan beş dakika geçmedi ki Gökhan tetiğe bastı. Ardından kulaklığındaki bir tuşa bastı. "İki cesedi de söylediğim gibi araca yerleştirin, belirttiğim yerde kaza yapmalarını sağlayın. Eğer ufacık bir aksilik çıkarsa anlarım ve neler olacağını tahmin edersiniz." Karşı tarafı dinledi. Sonra ellerini çırparak eğildiği yerden doğruldu. "Ve işte, plan tamamlandı. Aylardır bu anı bekliyordum. Buraya gelmek gibi bir hata yaptı ve beş dakikamı bile almadı," dediğinde benimle konuştuğunu anladım.

Çenem kasıldı. "Bir daha bunu yapma. En sevmediğim şeylerden birini yaptın." Gözleri usulca bana kayınca açıklama yaptım. "O adam benim görevimdi ve sen karışarak bana kendimi yetersiz hissettirdin."

"Yetersizdin. Yeterli olsaydın adamı oyalayacak başka bir yol bulurdun. Buradan her şeyi gördüm. Masanın altındaki alıcıdan her şeyi duydum." Başını yana eğip bana yaklaştı. "Ben kolay yöntemler kullandığım için güçsüz dedin ya, cinselliğini kullanarak işlerini halletmek de kolaya kaçmak oluyor. Ve biraz hayal kırıklığına uğradığımı söylemek isterim. Bu kadar ucuz bir yöntem kullanacağını tahmin etseydim seni bulaştırma-" Son kelimesi attığım tokat yüzünden yarım kaldı.

"Haddini aşma. Ne dediğinin farkında mısın?" Ucuz derken ki ses tonu o kadar farklıydı ki yapmamam gerektiğini bile bile tokat atmıştım. Kaslarım kaskatı kesilmişti. "O adamı oyalayacak başka hiçbir yol yoktu. Bir tek kendini mi zeki sanıyorsun? Bir tek sen mi insan sarrafısın?"

"Haddini aşma deyip tokat atarsan seni ciddiye alamam, değil mi?" Böyle sakin cevap verse de ona tokat attığımda dudağının kenarının öfke yüzünden seğirdiğini ve bakışlarını görmüştüm. Kriz anına yakın olmasına rağmen kendine bu kadar hâkim olması takdir edilesiydi. Bir adım geri atıp keskin nişancısını toplamaya başladı. "Aynaya bakmak çok önemli, Balaban. Böylece; biri hakkında konuşmadan önce kendi yaptıklarının da farkında olursun."

Bunu aynaya bakmaktan nefret eden biri mi söylüyor, diyecekken dilimi ısırdım. Çünkü eğer bunu söylersem Gökhan'la olan ilişkimiz anında biterdi.

"Ben senin işine burnumu sokup mahvetmedim. Her zaman planlarına sadık kalmaya çalıştım ama konu kendin olunca planını çiğneyip esneklik gösteriyorsun. Evet, bunu yapmayı kendim istedim ama bu senin kölen veya çalışanın olduğum anlamına gelmiyor. Ortada bir plan varsa sen de benim gibi sadık kalmak zorundasın. Plana uy deyip planı bozarsan seni ciddiye alamam, değil mi?" diye iğneleyerek onu taklit ettim.

Başını birkaç saniye ovduktan sonra takım elbisenin ceketini çıkardı, üzerine tam oturan beyaz gömleğinin sağ kolunu yukarıya katladı ve tırabzana astığı ceketinin cebinden içi dolu enjektör çıkardı, iğnenin uzun ince kapağını dişiyle açıp uyuşturucuyu enjekte etti. Bu kez karışmadım çünkü nöbet geçirmeye yakın bir evredeydi. "Kelimelerle oynamak eğlenceli mi geliyor?" Başını iki yana salladı. "Benim uğraşacak başla işlerim var."

"Ne saçmalıyorsun?" O böyle soğuk ve düz bir tonlamayla konuştukça iyice çileden çıkıyordum. "Sana diyorum ki halledeceğime inanmadın ve burnunu soktun."

Ofladığını duyamadım ama gördüm. "Biraz sakin olmayı dene. Adamın söylediklerini duydum ve müdahale ettim, öfkenin sebebi bu mu? Göz mü yumsaydım?"

"Gökhan beni anlamıyor musun yoksa anlamıyor numarası mı yapıyorsun?" Parmaklarımı saçlarımın arasından hırsla geçirirken boştaki elimle tırabzanın demirini kavradım. "Kızdığım şey planı bozman. Bana inanmaman. Bundan sonra kafama estiğinde planı değiştirirsem bana kızmaya hakkın yok."

Dudak büktü. "Sen bilirsin. Bozduğun plan yüzünden değişen şartlara göre yeni planlar da kurabilirim ve bunu senin gibi dünya meselesi haline getirmem." Artık boşalmış enjektörü ceketinin cebine geri koymadan önce gömleğinin kolunu aşağı sıyırdı.

Histerik bir kahkaha attım. "Siktir Gökhan, planı bozdun. Planı bir adamı öldürerek bozdun."

"Planı ben kurdum, ben bozdum. O adamı öldürdüm, evet ve inan bana hiç pişman değilim. Dünyanın omuzlarından bir yük daha eksildi, o kadar." Gülümsedi. "Yeterince açık oldu mu?"

Ne dersem diyeyim boşunaydı. O görmek istediğini görüyordu: Adam tacizciydi, bu konuda sessiz kalmamasını anlıyordum, hatta takdire şayan bir hareketti ama yardıma muhtaçmışım gibi benim halletmemi beklemeden müdahale etmesi gurur kırıcıydı, bunu anlamıyordu. "Eğer bu kadar kolay bir işte bile bana güvenmeyecek, korumaya muhtaç biriymişim gibi davranacaksan," dedim ve gözlerinin içine yoğunlaşarak baktım. "Bir daha benimle ilgili olanlar hariç hiçbir planında yokum." Arkamı dönüp gitmeden önce ekledim: "Şimdi mutluluktan dört köşe olabilirsin, istediğin buydu."

Bacaklarım nasıl hareket etti bilmiyorum ama ikinci kata inip varlığını unuttuğum çantamı almayı başardım. Kendimi en aşağıda, bar kısmında bulduğumda oraya kadar nasıl indiğimi hatırlamıyordum. Kafamın içi Gökhan'ın imalarıyla doluydu. Barmenden sarhoş etmeyecek ancak beni bu defa gerçekten gevşetecek bir içki istedim.

Bu tartışmadan sonra ne kendi başıma Gökhan'ın evine gidebilirdim, ne de Gökhan'ın yanına. Öfkem geçene kadar yüzünü görmesem daha iyiydi. Tüm olanlardan sonra evime gitmek bu saatte pek güvenilir gelmiyordu. Melda'ya da gidemezdim çünkü soracağı sorulara tahammül edemezdim. Burada odalar vardı, pek çoğu başka iş için kullansa da ben en azından bu geceyi çıkartmak için paramla ödeme yapıp kalabilirdim.

Barmenin masaya bıraktığı içki dolu bardağı parmaklarımla kavradım. Kulak zarımın içine yerleştirilmiş gibi hissettiğim müzik sesi rahatsız etmiyordu. Daha çok kendime kızgın olduğum konuyu düşünüyordum: Belki de Gökhan'la bu işe kalkışmamalıydım. "Selam."

Yanıma döndüğümde gördüğüm kişi yüzünden yanaklarımı sıkıntıyla şişirdim. "Koordine mi oldunuz? Canımı sıkan herkes buraya toplanmış."

"Peşinizi bırakmayacağımı söylemiştim. Bu durumda beni diğerleriyle eş tutmanız tuhaf." Kaya, barmenden bir içecek istedi.

Dirseğimi masaya yasladım ve çenemi avucuma yerleştirdim. "Yenilmene rağmen kararlısın yani?"

"Gökhan Tunalı hak ettiği cezayı alana kadar kararlıyım," dedi kendinden ödün vermez bir tavırla. Kaya'yı şöyle bir süzdüm. Sivil kıyafetlerle farklı bir havası vardı fakat hâlâ benim sinirime dokunuyordu. Hoş, gerçi her şey benim sinirime dokunmaya yeterdi.

"Acayip bir insansın. Dipnot geçeyim: Bu bir iltifat değil." Bardağımla oynamaya başladım. "Keşke aynı istikrarı iğrenç suçlar işleyen insanlar için de göstersen."

"Gökhan'ın bir katil olduğunu biliyorum. Daha iğrenç ne olabilir?" Hayretle bana baktı.

"Çok düz düşünüyorsun. Gökhan katil demiyorum ama birini öldürdüğünde bunun haklı bir sebebi olabilir. Örneğin; nefsi müdafaa. Ama birine tecavüz etmenin hiçbir haklı sebebi yok. Şimdi sence en iğrenç suç ne?"

"Onları yakalamak için de çaba gösteriyorum."

"Ya, öyle mi?" dedim sahte bir heyecan takınarak. "Mesela kaç tecavüzcünün peşine bizim peşimize takıldığın kadar takıldın?" Birbirimize sesimizi duyurmak için yaklaşmak ve bağırmak zorunda kalıyorduk.

Kaşlarını çatarak, "Nereden bileyim? Bunu sayamam ya," dedi. Tepedeki ışıklar saniyelik aralarla yüzümüzü renklendiriyordu.

"Ama kaçını tutukladığını sayarsın," diye onu köşeye sıkıştırdım. Verecek cevabı olmayınca sırıtmaktan kendimi alamadım. "Beni yanıltmadınız, Kaya Bey. Sizdeki meslek aşkı değil, hırs. Gökhan'ı kompleks haline getirmişsiniz."

"Sen buna hırs de, başkası aptallık desin. Ne olduğu umurumda değil, umurumda olan tek şey kararımdan vazgeçmemek."

Son kalan yudumu da başıma diktim ve ayağa kalkarken, "İyi, boşa kürek çekmeye devam et," dedim.

"Nereye gidiyorsun? Canını mı sıktım?" Yüzünde sanki kuyruğuma basmış gibi zafer ifadesi vardı.

Göz devirmeden edemedim. "Hayır, o kadar sıkıcısın ki uykumu getirdin." Bir şey demesine izin vermeden barmene doğru gidip, "Buradaki odalarda kalmak istiyorum, ücreti nereye yatırmam gerek?" diye sordum. Daha önce Batur'la girmiştik o odalara ama fiyatı aklıma hiç gelmemişti. Sonra zaten Gökhan araya girince ödeme gibi bir imkânım da olmamıştı.

"Odalar üst katta, rezever yapılan masaların karşısındaki alanda. Orada zaten güvenlik oluyor, sizin bilgilerinizi alacaklar ve çıkış yaptığınızda ödemesi hesabınıza otomotik olarak yatacak," dedi bardakları kurularken.

Kısaca teşekkür edip, Kaya'ya hiç bakmadan üst kata çıktım. Gökhan neredeydi bilmiyorum. Telefonum çaldıysa da duymam pek mümkün değildi ama aramadığını umuyordum, bugünlük canı cehennemeydi.

Gökhan'ın hâlâ üçüncü katta olma ihtimaline karşılık ikinci kata çıktım. Batur'la ben bu taraftaki odalara gelmediğimiz için hatırlayamıyordum ama barmenin dediğini yaptım. Bu kez karanlık tarafta koyu kırmızı ışıklar yanıyordu. O an Gökhan'ın kasti olarak ışıkları söndürdüğünü fark ettim. Köşede bekleyen iri yarı güvenlik beni görünce önünde birleştirdiği ellerini çözerek yanıma doğru hareketlendi. "Nasıl yardımcı olabilirim?"

"Bu gece odalardan birini kullanmak istiyorum."

Minik tabletini çıkardı. "Tabii, adınızı soyadınızı alabilir miyim?"

"Merve Balaban." Kollarımı göğsümde kavuşturarak bekledim. Adam bir şeyler yazdı. Sonra başka bilgilerimi de sorduktan sonra bana bir kart uzattı. "223 numaralı oda."

Kartı adamın elinden alıp tepesinde numarası yazan odamı buldum ve yandaki cihaza kartı okuttum. Kısa bir ses eşliğinde kapının kilidi açıldığında kulpunu indirip kendimi içeriye attım. Böylece müzik sesi tamamen dışarıda kaldı. Odada kırmızı ışık olmaması beni şaşırttı, sonra kapının yanındaki sayamadığım kadar çok lamba anahtarı vardı. Çantamı omuzumdan çıkarmadan bir tanesine bastım. Oda masmavi bir ışığa büründü. Sonra diğerine bastım, mor ışıklar yandı. Hepsini tek tek denedim, adını bile bilmediğim her renk vardı. Şaşkınlıkla kafamı tavana kaldırınca neredeyse her yerinde minik lambaların olduğunu gördüm. Yataklığın olduğu kısım hariç, oranın tepesinde ayna vardı.

E ama yuh.

Her insanın uçkuru düşünülerek tasarlanmış bir odaydı. Batur'la geldiğimizde bunların hiçbirini fark edememiştim çünkü acelem vardı. Kapıyı arkamdan kilitleyip çantamı kenara attım ve sırt üstü kendimi yatağa bıraktım. Bir süre tavandaki aynadan kendime baktım. Yorgun olmama rağmen makyaj sayesinde yüzüm canlıydı. Dudağımdaki kırmızı ruju çıkarmadan uyursam bulaşabilirdi ancak o an bu önemsiz bir detay gibi göründü. Yüz üstü döndüm ve saten çarşafın üzerinde sürünerek yerdeki çantamı aldım, içindeki telefonumu çıkardım.

Ne bir arama vardı ne de bir mesaj. Sessizlik ve yalnızlık ilaç gibi geldi.

Yeniden yüz üstü döndüğüm esnada kapı tıklatıldı. Kaşlarımı çatarak yattığım yerden doğruldum. Kapı bir kez daha tıklatılınca ayağa kalkmak zorunda kaldım. Yani Gökhan'ın sahibi olduğu bir mekandaydım ancak keşke silahı yanımda getirseydim demeden edemedim. Karşımda az önceki güvenliği bulunca rahatladım. "Rahatsız ettiğim için üzgünüm. Sizi başka odaya almamız gerekiyor. Bu oda başka birine rezerve edilmiş. Dikkatsizliğimizden ötürü özür dileriz."

Kaşlarımı kaldırıp indirdim ve oflayarak, "Gerçekten de dikkatsizlik," diye homurdandım. Uyuma planları yapıyordum ama uykum şimdiden kaçmıştı. Neyse ki üzerimi çıkartmamış veya eşyalarımı saçmamıştım. Çantamı alıp odanın eşiğine vardığımda kartı adama uzattım. "Kaç numara peki?"

Güvenlik kapıyı örttükten sonra, "Ben sizi götüreyim efendim," dedi. İtiraz etmeden peşine takılıp takip ettim. Üçüncü katta uzun, bitmek bilmeyen bir koridoru geçtikten sonra bir asansöre bindik. Odaların, binanın farklı yerlerinde olduğunu anladım çünkü Batur'la geldiğimiz yer az önceki yer gibi değildi, konumu başkaydı. Adam 20. katın düğmesine basınca aklıma gelen düşünceyle dehşete kapıldım ve asansörün düğmesine basarak durdurmadan önce adamın belindeki silahı rekleksî bir hızla çekip aldım ve hemen emniyeti açtım. "Kartını göster," dedim kaskatı olmuş sesle. Namlu yüzünü işaret ediyordu.

Ama adam sakince, "Sizi götüreceğim oda-" diye bir cümleye kurmaya çalıştı.

"Kes sesini ve güvenlik kartını, kimliğini göster," diye tıslayınca güvenlik başını sallayarak kartını çıkardı, net olarak görebilmem için önce kimliğini yüzüme doğru uzattı. Kimlikteki yüzüyle kendi yüzü eşleşiyordu. Ardından güvenlik kartını çıkardı. Fotoğrafı hem kimliktekiyle hem de kendisiyle aynıydı. Çalışmaya da bir yıl önce başlamıştı. İkna olsam da silahı indirmedim. "Beni nereye götürüyorsun? Mekanın içinde bir yere değiliz çünkü Azazel yirmi katlı değil."

"VIP odaları Azazel'in yanındaki, buraya bağlı olan gökdelende, efendim. Gökhan Bey'in emriyle sizi oraya götürüyorum." Gökhan mı? Bir dakika, o gökdelen de mi Gökhan'ındı? Tabii ya, odaya girerken sisteme yazdıkları bildiri yüzünden ona haber gitmiş olmalıydı. "Dilerseniz arayıp sorabilirsiniz." Adamın cüssesiyle gösterdiği kibarlık eğreti duruyordu doğrusu.

Adamı şöyle bir süzdüm ve silahı yavaşça indirdim. VIP ya da normal oda olması fark etmiyordu ve gereksiz triplerle gururlu davranmaya çalışmak da fazlasıyla iticiydi. Birkaç saniyelik tereddüdün ardından konuştum. "Gerek yok, önüne dön." Güvenlik dediğimi yaparken yine de tetikteydim. Belki paranoyakçaydı ama ben son zamanlarda normal şeyler yaşamamıştım. Her an tetikte olmam, hayatıma giren herkese şüpheyle yaklaşmam gerekiyordu. Ancak böyle dikkatli olursam hayatta kalabilirdim.

Asansörün kapıları yirminci kata açıldığında güvenlik yine önde yürüdü ve en nihayetinde çift kanatlı büyük kapıları olan bir odanın önünde durdu. Başımı kaldırıp oda numarası yazacak olan yere baktığımda 'VIP 1' yazdığını gördüm.

Cebinden çıkardığı kartı okuttu. Kapı açıldığındaysa eliyle işaret etti. "Buyurun lütfen."

"Silah bende kalacak." Güvenlik itiraz edecekti ki izin vermedim. "İtirazın varsa Gökhan'a ilet. Sonuçta beni buraya getirten o." Eh, bu bahaneyle yanımda silahın olması kendimi iyi hissettirdi. Arkamı dönüp sessizce odaya girdim ve girdiğim an dilim tutuldu. Hatta örtmeyi unuttuğum kapıyı güvenlik örtmek zorunda kaldı. Kocaman bir odaydı. Tam karşımdaki duvarda pencere olacakken komple saydam cam vardı. Tavan da aynı şekilde camdandı ama aşağıdaki oda gibi burada da yataklığın üzerine denk gelen kısımda ayna vardı. Her şey fazla lükstü. Yataklık, komodin, giysi dolabı, odanın en uzak köşesindeki, şehir manzarasını ayaklarına seren cam duvarın dibine yapılmış küvet, odanın içindeki mutfak... Sanki bilimkurgu kitabındaki varlıklı bir ailenin odası gibiydi.

Cama serpmeye başlayan yağmuru fark ettiğimde mutfakta kahve yapmak için oyalanıyordum. Yağmur yağdığını görünce duşa girmek için bastırılamaz bir istek duydum. Kahve makinesini kapatıp küvete doğru ilerledim ve musluğun sıcak tarafını açtım. Camdan dışarıya baktım, her bina bulunduğum kattan daha alçaktaydı. Bunun verdiği rahatlıkla üzerimdeki elbiseyi çıkarttım ve suyun dolmaya başladığı küvete kenardaki banyo köpüğü tabletini aldım. Çıplak halde tamamen dolmasını bekledikten sonra parmak uçlarımda küvetin içine girip oturdum ve vakit kaybetmeden bunu yaptığım için mutlulukla gülümsedim. Kaslarım ve kemiklerim rahatlamış, gevşemiştim. Bir süre gözlerimi kapatıp damarlarımdan sakince akan kanı hissetmeye çalıştım ama sonra üzerine yağmurun düştüğü şehri izlemeye karar verdim. Yağmur damlaları cama yapışıyor, yapıştığı yerde tutunamayarak aşağıya doğru süzülüyordu. Tüm şehir karanlık gökyüzünün altında ışıklarını açmıştı, eşsiz bir manzaraydı. O an için her şeyi unutmuştum, huzur buydu. Telefonumdan müzik açmadığım için kendime hayıflandım fakat kalkıp gitmeye de üşendiğim için yatmaya devam ettim. Ellerim suyun içinde hareket ettikçe kollarımın bağı çözülüyordu.

Bir saatten daha fazla öylece durduktan sonra isteksizce durulanıp küvetten çıktım, hemen küvete bağlı yüksekteki mermerin üzerinde duran bir deste havlunun üzerindeki bornoza sarındım. Neyse ki bornoz değildi, neredeyse tüm bacağımı açıkta bırakıyordu ama böylesi daha iyiydi. Vücudumdaki suyun kendiliğinden kurumasını istiyordum.

Duşa girmeden önce kapattığım kahve makinesinin yanına gittim. Üst rafa dizilmiş onlarca kupadan birini seçtim. Adını bile bilmediğim, yüze yakın kahveyi yapan makineye birkaç dakika baktıktan sonra merak ettiğim bir tanesine bastım. Kahve yavaş yavaş bardağa dökülmeye başlar başlamaz enfes kokusu burnuma doldu. Pekâlâ, daha önce bunu beş yıldızlı, gittiğim en lüks otellerde bile görmemiştim. Kupam kahveyle dolduğunda bir yudum aldım, mükemmeldi. Biraz soğuması için tezgâha bıraktım ve giysi dolabının düğmesine bastım. Saydam kapakları yana doğru açıldı. Her çeşit, her tarza uygun kıyafetler vardı, oda değildi ancak içine girilebiliyordu. Tek başına bir oda kadardı.

Ancak gecelik giymek istemediğimi o an fark edip mutfak kısmına yeniden yöneldim. Kahvemi ellerimin arasına aldım ve yatağın üzerine bağdaş kurdum.

Yine kapı tıklatıldı. Buradayken iki ihtimal vardı: ya yine güvenlikti ya da Gökhan'dı. Şüpheli birinin gelmesine imkân yoktu çünkü güvenliği aşıp bu kata, bu odaya gelmelerine imkân yoktu. Yine de silahı arkamda tutarak kapıyı açmak için hareketlendim. Ayağımın altındaki hali öylesine yumuşaktı ki içimi gıdıkladı.

Kapıyı açtığını işaret eden butona bastım, benim açmama gerek kalmadan kulpu indi ve açılan aralıktan Gökhan belirdi. Siyah ceketi yoktu. Beyaz gömleğinin de kolları katlanmış, yakasının üstten üç düğmesi açılmıştı. Silahı arkamdan çıkarıp gevşekçe yanımda sallandırdım. "Sen miydin?" dedim düz bir sesle. Cevap vermeden çıplak bacaklarıma baktı. Arkamı dönüp odanın içine doğru gitmek için davranmıştım ki Gökhan bileğimden tutup beni kendine çevirdi. Gözlerindeki patlamış volkan gibi yoğun, alev alev şehveti gördüğümde şaşırdım. "Gökhan-"

"Şş," diye fısıltıyla beni susturdu ve vücudunu benimkine yasladı. Yüzü o kadar yakınımdaydı ki başımı hafifçe geride tutmak zorunda kaldım. Ama şu anki pozisyonda algılarım çalışma yetisini tamamen kaybetmişti. "O adamın işini sonuna kadar kendim halletmem gerekiyordu ama güvenemediğim halde devamını adamlarıma yaptırdım. Senin yüzünden çünkü canımı sıktın." Tatlı nefesi dudaklarıma çarptıkça içimde bir yerler karıncalanıyordu. Bu kadar hazır olmam çok saçmaydı ancak böyle bakarken ve böyle davranırken çok... seksi görünüyordu. "Sana öyle dokunmasına izin vermemeliydin." Fısıldayarak konuşuyordu. "Başka bir çözüm bulmalıydın. Anlatabildim mi, Merve?" Mümkünmüş gibi daha da sokuldu, gözleri dudaklarıma kaydı ve dudaklarını çeneme fazlasıyla erotik bir tavırla sürttü. "Anladın mı?" Kendimi toparlayıp birkaç söz edecekken ekledi: "Senin gücünden şüphem yok. Sana izinsiz dokundu ve ölmesi gerekiyordu, o kadar." Bu kez dudakları dudaklarıma sürttü. Gözlerimi istemsizce kapattım. "Bir dahakine şahsi algılama, olur mu?" Belim tarafındaki bornozun kumaşını sıkarak avucunda topladı. Kelimelerini seçebiliyordum ama ne demek istediğini anlayamıyordum. İçim daha şimdiden ılık ılık olmuştu. Konuşmadan çenemi dikleştirdim ve sık nefes alışverişlerle gözlerine baktım. Kısık, kopkoyu mavi gözlerinde vahşi bir arzu vardı, çenesi kaskatıydı.

Önce dudaklarını çeneme değdirdi, gömleğinin ön tarafını sımsıkı tuttum. Sonra hırsla ağzını dudaklarıma gömdü fakat çabucak çekti. "Çok zor bir gece geçirdik ama birlikte kolaylaştırabiliriz." Gökhan'ın gömleğinin düğmelerini açmaya başlayarak ona cevap vermiş oldum: Birbirimize karşı içimizde tuttuğumuz şehvetin artık patlaması gerekiyordu.

❄️

Size mükemmel bir öneri bırakıyorum. PKB'yi seviyorsanız bu kitaba da bayılırsınız.

Yazar: hazalaba

Kitap: Parçalanmış Ruhlar

Görüşmek üzereee. 🌿

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 76.3K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
185K 1K 19
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
674K 25.6K 87
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
704K 29.2K 46
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...