Ben Onu Çok Sevdim

By Hayalatolyesi

48.9K 5.8K 2.5K

Süveyda... Kalbimin yarası, Kalbimin karası. Adı günah, kendisi yasak, aşkında tutsak.. Süveyda... Kalpte... More

1 *
2
@hayal_atolyesi_26
3
4
5
6
7
8
9
10(A.K)
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21 D
23
24
25
26
27
28
29
30
31(D)
32
33
34
FİNAL (Part 1)
Final part 2
DUYURU

22 D

697 141 26
By Hayalatolyesi


Selam canolar. Geçen hafta fena hasta olduğum için bölüm gelemedi malesef. Normalde bu kadar olmazdı ama hamilelikte ilaç da kullanamadığım için bayağı ağır geçti. Şimdi iyiyim çok şükür. Geçen hafta Dağhan'ın bölümü bitmemişti bu hafta devam ettik. Haftaya Akel'den devam. Aklımda bayağı eğlenceli bir bölüm var. Bol bol güleceğiz nasipse.

Keyifli okumalar.

Bugüne kadar defaatle soruşturmayı yönetmiş, bazen bir terör örgütü bazen de bir illegal kartel çökermiştik. Her halükârda ne yaparsak yapalım vatandaşı madur etmemeyi, rahatsızlık vermemeyi esas alırdık. Ancak bazen öyle durumlar olurdu ki, ip uçları olmadık kişileri gösterir, olmadık yönlere götürür, madur suçlu, suçlu madur çıkabilirdi. Bu sebeple son ana kadar kimseyi suçlamamıştım hiç.

Bazen de yeri gelir başka soruşturmalar yolumuza ışık olur, bir tek adam ipin ucu olur, biz de o ucu tuttuk mu bırakamazdık. Akel'le tanışmamız da bu sayede olmuştu.

Benim gerizekalı kardeşim nasıl becerdi bilmiyorum ama ablasıyla karıştırmıştı. Fiziken hiç benzemiyorlardı. Üstelik Akel Eda Ece'yse ablası Çağla şikeldi. Yüzlerini ben pek benzetememiştim. Akel daha güzel, daha alımlı, daha sevimliydi. Yumuşak yüzlüydü; mimikler olarak değil aynı zamanda tombik.

O gün öyle çok konuşmuştu ki, kendimi çin işgencesinde gibi hissetmiştim. Tabi bu ondan etkilendiğim gerçeğini değiştirmiyordu.  Kaçırıldığı evde 'dizilerde böyle izlememiştim,' diyen sayılı insandan biridir galiba. Korktuğu için saçmaladığı aşikardı tabi. Onun aslında ablasını öğrendiğimde bir savcı olamayacağını zaten tahmin etmiştim. Keza o tatlı şapşallığı beni de yoldan çıkartmış, haddim olmayarak asılmıştım.

Sonrasında her şey garipleşiyordu. Ablasıyla iletişime geçmemizi Akel sağlamıştı. Ecrin'i ikna eden o olmuştu ve biz birlikte çalışırken de sık sık karşılaşmıştık. Tanıdıklığımız ordan geliyordu, tabi birbirimizden hoşlanmaya başladığımız günlerde o günlerdi. Ancak o zamanlar uygun vakit değildi. Evliydim mesela. Boşanmak üzere olsam da, bana ters bir durumdu.

Market sahibi Mehmet'in evinin önüne geldiğimizde düşüncelerim dağıldı. Aracı Onur sürüyordu. Market'e gitmiştik önce ama kapanmıştı. Sonra da evine gelmiştik. Önce ben, Rena ve Onur sırayla indik. Apartmanın ikinci katında oturuyorlardı ve bina onlara aitti. Birinci kat kiraya veriliyor, üçüncü katta da beraber market işlettikleri oğlu yaşıyordu. Bir de çatı katı vardı. Zili çaldım. Otomattan önce bir cızırtı geldi. Ardından 'kim o' diye sordu bir kadın.

"Jandarma," diyerek yanıtladım. Kapı açılmadan önce bir dakika geçmişti. Ankarada marketleri vardı, ki baya büyük bir arsa üzerinde kendilerine ait mülktü. Kendi yaptırdıkları bir apartmanları vardı ve görmediğim ama kayıtlarda çıkan lüks araçları vardı. Bu kadar kazancı dört çocukla ve hepsini de üniversite dahil okutarak yapmışlardı. Bir ev bile almanın lüks olduğu bir ülkede bu kadar şey başarmak, üstelik köyden indim şehire olması, her hangi bir miras ya da köyden sattıkları tarla vesayire olmaması da işgillendiriyordu.

İkinci kata çıktığımızda ellili yaşlarda kır saçlı, sakallı bir adam karşıladı bizi. Hemen üst kattan da uzun boylu, hafif toplu otuzlu yaşlarda bir genç indi. Merakla ve öfkeyle bakıyordu oğlan. Adam ise sükunetini koruyor gibiydi.

"Buyurun jandarma bey," diyerek baba içeri davet etti. Oğlan sessizce üçümüzünde girmesini bekledi. Bir görevli memur kapıda kaldı. Bir kişi de aşağıda kalmıştı.

"Merhaba rahatsız ediyorum.  Yüzbaşı Dağhan Mirtoprak. Mehmet Yıldırım değil mi?"

"Buyurun Dağhan Yüzbaşım. Hayırdır inşAllah. Şöyle salona geçin, oturun."

"Teşekkürler. Hayır değil malesef. Birkaç şey sormak için rahatsız ettik sizi."

"Tabi buyurun. Ahmet'ime bir şey olmadı inşAllah. Askerde o da."

"Merak etmeyin. Oğlunuzla alakası yok soruşturmanın. Biz bugün sizden aldığımız güvenlik kameralarını inceledik, birkaç şey sormak için geldik."

"Bir işinize yaramıştır inşAllah," diyerek araya girdi oğlu. Yerinde duramıyor gibiydi.

"Yaradı. Sağolun çok işimize yaradı. Ancak biz daha önce kameraları sormak için gelmiştik size ve sizin çalışanlarınız bize görüş açısına girmediğini söylemiş. Siz oğlunuzun asker uğurlamasına katılmışsınız. Yokmuşsunuz."

"Allah Allah." Çenesini kaplayan sakalları sıvazladı bir süre.

"Şüpheliler mi? Biz de yeni aldık işe zaten. Kardeşim askere gidince eleman ihtiyacı hasıl oldu. On günü geçmemiştir."

"Dur bir oğlum hemen günahlarını alma. Belki bilmiyordur çocuklar.  Kameralara yaklaşmıyor onlar. Yeniler daha."

"Yaklaşmıyorlar değil baba, yaklaştırmıyorum. Bir iki kere kurcalarken yakaladım bilgisayarları. Şifre var da Allah'tan, bakamamışlardı. Ancak baya anlıyorlar. İki gün önce kilitlendi bilgisayarlar. Onlar düzeltti."

"Mahallenizde öldürülen mühendisi biliyorsunuz değil mi? Marketinizle evleri çok yakın. Kamerada bazı görüntüleri vardı. Adamların yüzünü göstersek teşhis eder misiniz?" Aslında Mert ve Onur görmüştü adamları aynı kişilerdi ancak emin olmak istiyordum. Daha fazla boşa kürek çekecek mecalim kalmamıştı. Akel'in tehlikede olduğu her saniye lav şelalesi olup içime akıyordu.

"Tabi tabi. Bir yardımımız olacaksa yaparız."

"Bir de bize şu elemanların adresi lazım. Ad soyad muhtemelen yalandır ama kaldıkları yeri söyleyebilirseniz çok yardımcı olursunuz."

Birbirlerine baktılar.

"Aslında biz işe alırken her türlü bilgilerini aldık. Kontrol de ettirdik. Bizim eniştelerden birisi polis de," güldü gevrek gevrek. Bizim ifadesizliğimizi görünce düştü yüzü. "Marketin orda bizim bir apartman daha var. Onun en alt katında bir bodrum kat gibi var. Markete de yakın, sabahları dükkana gidip gelmeleri çabuk olur, bahane bulamazlar diye orayı vermiştik."

"Adres yazar mısınız?"

Komidinden bir çekmece açıp içinden kağıt ve kalem aldı. Bu sırada baştan aşağı siyahlar içinde bir kadın elinde çay tepsisiyle geldi.  Oğlu alarak bize servis etti.

"Teşekkürler. Mesaideyken yiyip içmiyoruz," diyen Rena hepimizin adına reddetmişti. Haklıydı da. Görevi sabote etmek istemediklerini bilemezdik. Keza eniştesinin polis olduğunu söyleyerek de masumiyetini kanıtlama ihtiyacı hissetmişti. Masum insan neden böyle bir şey yapsın ki?
Tabi ben her açıdan düşünmek zorundaydım. Sıradan bir vatandaşın çakallığı ya da korkusu da olabilirdi tavırları.

Onur baba ve oğula kamera görüntülerinden çıkarttırdığı resimleri gösterdi. Adamların yüzleri net seçilmese de Onur tanımıştı. Baba çıkartamadı, vebale girmek istemedi. Zaten gözleri de eskisi kadar net görmüyordu. Oğul ise onlar olduğunu söyledi. Bulmuştuk. Şimdi geriye tutuklamak kalıyordu.

Binadan çıktığımızda oğul da bizimle kapıya kadar geldi. İstersek evin yedek anahtarlarını verebileceğini söylediğinde onaylamıştık. Şimdi ise cebimizde anahtarlar yola çıkmaya hazırdık.

"Başka bir yardım falan lazım olursa hemen yardımcı oluruz komutanım," diyerek üstünde numarası yazılı kağıdı da uzattı. Acaba ben de onların mı günahını almıştım? Konuyla bir alakaları yok gibiydi. Fakat her insan şüphelenirdi. Üstelik bir apartmanları daha varmış ve biz kayıtlarda görememiştik?

"Aslında bir sorum daha var."

"Tabi buyurun?"

"Bir apartman daha var dediniz ancak biz kayıtlarda göremedik."

"Ha o mu? Tapu dayımın üstüne. Alamancı dayım. Biz işletiyoruz orayı da. Kiracılarla falan uğraşıyoruz. Parasını da yolluyoruz." Mantıklıydı.

"Anladım. İyi geceler," diyerek çoktan arabaya doluşmuş Onur ve Rena'nın ardına bindim. Diğer memurlar da arabalarına bindiğinde yollara düşmüştük. Fazla uzak değildi verdikleri adres. İki sokak aşağı inecektik.

Apartmanın önüne geldiğimizde verdiği anahtarı çıkarttım. "Sen burada kal Rena. Kaçmaya kalkarlarsa karşıla."

Zemin kata inerken yavaşça silahlarımızı çıkarttık. Emniyetleri açtık ve olabildiğince sessiz ilerledik. Şansımıza apartmanın ışıklandırması düğmeliydi. Eski bir bina olduğu zaten belliydi. Dış mantolama yapılmıştı sadece. Kapının önüne geldiğimizde sessizce yuvasına soktum anahtarı. İçeride bir hareketlenme oldu. Nasıl duymuştu pezevenkler? Siren falan da açmamıştık. Belliki takiptelerdi. Kapıyı itmeden önce ikimizde güvence altına girdik. İçeride de ışıkları söndürmüştü çakallar. Kafamı uzatmadan bir silah patladı. Bir ah sesi geldi ardımdan.

"Onur." Daha çok bir soruydu.

"Kolumu sıyırdı komutanım. İyiyim."

"Şerefsizler. Sikmem mi sizin belanızı şimdi?" Karanlığa gözlerimiz alışmıştı artık. Üst katlardaki hareketlenmeyi duymazdan geldik. Üst katın ışıkları yanmış olmalı ki loş bir ortam olmuştu. O ışık sönmeden içeride ışık yakmalıydım yoksa gözlerimiz karanlıkta kalacak, onlardan daha zayıf olacaktık.

İçeride hareketlenen bir gölgeye ateş ettim. Yine bir ah sesi geldi. Sonrasında karşılıklı bir çatışma başladı. Küçücük alanda kaçabileceklerini zannedebilmeleri de gerizekalılıktı ya ayrı konu.

Kurşunlar havada vızıldarken üst katın ışıkları söndü. Ancak bir saniye geçmeden karşı taraftan mermi atışları kesildi. Belli ki kaçacaklardı. Az önce vurulan adamı da hesaba katarak riske girdim. "Emrim olmadan tek kurşun sıkma," diyerek Onur'u uyardım. Bir saniye bekledikten sonra yerimden çıktım. Gözlerim tekrar alışıyordu ancak yeterli değildi. Görebildiğim tek şey yerde kıpırdanan ve net olmayan bir silüetti. Işık düğmesini bulmak için duvara uzandım. Silahımı yerdekine yöneltmiştim. Işık yandığı anda kabak gibi ortada kalacaktım. Ancak ışığı elimle yakmadım.

"Sessiz ol kelleni uçururum," diyerek yerdekine fısıldadım ve karışdaki duvar oyununa sığındım. Az önce üst katın ışığı yandığında görmüştüm. Onur sessizce emir bekliyordu. Cebimden çıkarttığım cüzdanı karşı duvarda ışık anahtarı olan yere fırlattım ve ışığın açılmasıyla silahlar tekrar patlamaya başladı. Oyuk beni saklayacak kadar derindi, üst tarafımda bir askılık vardı sadece. Sessizce kurşun yağmurunun dinmesini bekledim. Şelale gibi gürül gürül akıyordu.

Sonunda şarjör değiştirmek için durdukları anda hızla yerimden çıktım. "Şimdi!" diye bağırdığımda Onur hedefindeki adamı, ben de diğer adamı yaraladım. Silahlarını aldığımızda ikisini de duvara dayayarak kelepçeledik. Onur kolundan bense elinden vurmuştum. Yerde yatan adamsa kasığından vurulmuştu.

Telsizimi çıkartarak önce ambulans istedim. Sonra Renayı ve diğer jandarmaları çağırdım. Dışarıyı sakinleştirmekle meşgullerdi. Adamları alıp çıktığımızda şerit çekip apartman sakinlerini sınır dışı etmişlerdi. Herkes merakla bakıyor, bir kargaşa almış başını gidiyordu. Market sahibi ve oğlu da içlerindeydi. Salak bu insanlar yemin ederim. İçeride silahlı çatışma var dikilmiş izliyorlar. Camdan bir kurşun sekse şiş gibi dizer bu mesafeden haberleri yok!

"Rena bu kalabalık ne? Niye uzaklaştırmadınız?"

"Komutanım uyardık. Yaralanabileceklerini, atış mesafesinde olduklarını söyledikte bu kadar uzaklaştırabildik."

Cevap vermedim.  İki tane ambulans geldi ve kasığından vurulan adamla Onur'u bindirdik. Sağlık teknikerleri ilgilenecekti ikisiyle de. Diğer ambulans kolundan ve elinden yaralanan adamlara pansuman yaptı. Onların mühim bir şeyi yoktu. Ekip aracına bindirerek Jandarma Komutanlığına götürmek için savuşturduk. Evi araştırmak için Rena ile geri döndüğümüzde bir şey bulamamıştık. Her yeri temizlemişlerdi. Önceki geldiğimizde gürül gürül yanan kovalı sobaya baktığımda içindeki kağıtların delillerimiz olduğunu anladım. Bu sıcakta soba neden yanardı zaten? Çoktan sönmüş yerini küllere bırakmıştı.

Adamları konuşturmak şarttı. Anahtarı tekrar cebime koydum. Eve dokunmamalarını söyledim baba ve oğula. Belki şu an fark etmediğimiz bir delil bulabilirdik.

Jandarma Komutanlığına geldiğimizde Mert karşıladı bizi. Adamlar sorgu odalarına alınmıştı. Ancak öncesinde sıcak bir çaya ve yiyecek bir şeylere ihtiyacım vardı. Gece yarısını çoktan geçmişti.

"Onur yaralandı. Hastanede," dedi Rena.

"Ağır mı yarası?" Diye sordu Mert.

"Hayır. Kurşun sıyırmış. Komutanımız bir tanesini çükünden vurdu. Onun başında hastaneye gitti."

"Vay be! Gece gece iyi aksiyon olmuş. Şansa bak adamdaki."

"Bir dahakine de seni götürürüm aslanım. Sen vurursun taşaklarını."

Benden sonra sesleri kesildi. Başım ağrıdan geberiyordu. Çayımızı içerken dönen muhabbet keyif değil acı veriyordu. Bir an önce bir şeyler yiyip ağrı kesici ve kas gevşetici almak istiyordum. Mert dalga geçse de o da biliyordu tek bir kurşundan sonraki adres al bayrağa sarılı tabutun içiydi. Çatışma sırasında kendimi kasmaktan bütün bedenim ağrımıştı.

"Komutanım plakayı araştırdım," bayat poğaçayı tek lokmada tepti ağzına. Sıcacık taze çayla destekledi. Şu an şu bayat poğaca bile bal börek gibiydi.  Aykut Keskin'inki de öyle miydi acaba? Evdeki poğaçalarla Aykut Keskin'i öldürenler aynı gün yapılmıştı. Evdekilerde maydonoz, maktuldekilerde baldıran otu vardı. Sokrates idam edilirken kullandığı zehir. Maydonozla çok rahat karıştırılan, ancak fazla tüketildiğinde zehirleyen bir ottu. Sonuçlar Akel vurulduktan sonra çıkmıştı ve ben de henüz söylemeye fırsat bulamamıştım. Yarın bunu da söylesem iyi olacaktı.

"Eee?" diye sabırsızlıkla uyardı Rena. Lokmasını kolayca yuttu öbürü. Biraz öteden mavi renkli bir dosya getirdi. Önüme bıraktı ve anlatmaya koyuldu.

"Plaka Hamdi Melik Papazgil adında çifte vatandaş bir adama ait. Adam Ermenistanlı ama ikibinin başlarından beri Türkiye'de. Biraz araştırma yaptım hakkında. Adam yenilerde bir yerde faaliyet göstermemiş ancak yetmişler, seksenler ve doksanlarda, Orta Doğu'da faaliyet gösteren Asala terör örgütü listelerinde adı var. Örgüt kapatılmıştı ancak örgüt ağları hala aktifmiş anlaşılan. Daha önce ele geçirdiğimiz Gulnaz Ananyan da Avrupa da birkaç olaya karışmış. Eski Asala üyelerinden."

Asala terör örgütü 1975'te Agop Agopyan tarafından Beyrut'ta, sempatizan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin yardımlarıyla kurulmuştu. Türkiye'nin 1915 olaylarını bir soykırım olarak kabul etmesini ve tazminat ödemesini isteyerek Türk düşmanlığı yapıyor; aynı zamanda Amerika, Avrupa ve Orta Doğu da faaliyet göstererek Büyük Ermenistan'ı kurmak için eylemler yapıyordu. Elliden fazla olayı üstlenmiş yanısıra türk diplomatları ve ailelerini öldürmüşlerdi. 1983 yılında Paris'te havaalanında yaptıkları bir saldırıdan sonra küçük gruplara ayrılmaya başlayarak ermeni halkından yeterli desteği göremeyince 1994 yılında dağılmışlardı. Agop Agopyan Abdullah Çatlı tarafından öldürülmüştü. 

Bundan yirmi yedi yıl önce dağılmış olan bir örgüt şimdi neden tekrar hareketlenmeye başlamıştı? Türkiye ile dertleri neydi? Ermenistanın ardındaki Rusya mı destekliyordu? Yoksa zamanında istihbarat ağlarını kullandıran, özel eğitimler veren Yunanistan mı? Ya da Yunanistanı maşa yapan Avrupa Birliği mi? Kim neden kaşımaya başlamıştı.

Son zamanlarda Ermenilere soykırım yapıldı iddiası birçok ülke tarafından atılmıştı. Ama neden Koral Türk? Koral Türk şu an Suriye de kullanılıyordu.

"Koral Türk nerelerde kullanılıyor araştırın demiştim? Kime demiştim?" Bakıştılar. "İlla ki demem mi gerekiyor? Açık bariz bir şey! Koral Türk'ün yazılımcısı öldürülüyor ve siz hala nerelerde kullanılıyor bilmiyorsunuz! Sana güvendim de kurdum bu ekibi Rena! Böyle mi iş yapıyorsunuz siz yarım yamalak! Kalkın gidin Allah aşkına! Gelmişler bir de taşak geçer gibi karşımda oturuyorlar!"

İkisi de toparlandığı gibi çıktılar. Bir süre sessizliğe ihtiyacım vardı. Sabah getirdiğimiz adamlar sorgulanacaktı, Akel'i tehdit eden kadın teşhis edilecekti ve muhtemelen babası tutuklanacaktı. Yorulmuştum. Gözlerim ağrıyordu. Ecza dolabına ilerleyerek bir tane ağrı kesici ve kas gevşetici aldım. Bir bardak suyla ikisini de yuttum. Akel'in sıcacık koynunda olmak vardı şimdi. Toplantı odasına üçlü bir koltuk aldırtmıştım böyle sabahlama gecelerinde dinlenmek için. Birkaç dakika gözlerimi dinlendirmek amacıyla uzandım.

Bölüm Sonu

Continue Reading

You'll Also Like

254K 12.7K 18
"Feyza anlıyorum intikam istiyorsun ama bin kez pişman olduğumu söyledim beni artık bununla itham etme. Yaşadığım bir travma, bir şok anıydı asla ger...
Mum By ~

Romance

3.8K 188 8
Onlar aşk denilen bu yolun sonunda bir mum gibi içten içe erimek de varsa razıydılar. (Bölümler birbirinden bağımsızdır.)
1.8M 129K 30
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
985K 54.6K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...