küçük işlerin adamı ve ebruli...

By Nneoll

23.1K 2.8K 9.5K

Küçük işlerin adamı, uydurma tamam mı? More

1| Yolları karıştırmayan Yibo.
2| Düş kapanı ile kandırılamayan çocuk.
3| Mevzubahis cılız bir çiçek,
4| Tek bir saç teli ve onun anlamları.
5| Yine olsa yine ve sadece senin için.
6| Küçük işlerin adamı ve günlük sayfaları.
7| Senin adın Ebruli.
8| Uykusuz uyku.
9| Sevilmeye yakın kediler.
10| Kendi düşmeyen ağlar.
11| Kıskançlık denizinin sıcak suları.
12| Göğsünde, sol kaburgalarının orada bir yerde.
13| Kavgacı çocuklarla baş etme rehberi.
14| Seni öptüm ve kıyamet bu yüzden koptu.
15| Ölen bir çocuk için hiç üzülmeyen dünya.
16| Her insan, bulutlara kafasını kaldırarak bakar.
17| Şanslı olanlar ve daha çok.
18| Tanrının yardımcı olduğu konular.
19| Kalbimiz neden böyledir?
20 | Ağlayan çocuğun rüyası ve bu rüyanın sahipleri.
21| Evden ayrılmak ve hatırlanması gereken öpücükler.
22 | Sadece aptalların baktığı haksız parmaklar.
23 | Zamanı telafi edebilmek.
25 | Uçsuz bucaksız bir oda; kahvesini soğuk içenler.
26| Hak ettiği gibi...
27| İnsanlar ve heykeller.
28| Kazanılamayan savaşlar, bir gemi ve yenik düşmüş yalnızlar.
29| Sevgili baba,
30| "Benim sesim, kalbim ve buraya gelme cesaretim."
31| Yibo amcanın duydukları.
32|Patikalar, kımıl kımıl gölgeler.
33|Buradayım ve gittiğin yerde de olacağım.
34 | Zamanın terk ettiği yer ve dönüp dolaştığımız düşünceler.
35 |Ev olmak, eve dönmek.
36| Görünmez kapıyla tanışan adamın bir günü.

24 | Ben anlamam, hiç kimseyi dinlemem; asla da vazgeçmem.

706 64 227
By Nneoll

"Yaşlı adam?"

Oturdukları bankın üzerine tepedeki ağacın gölgesi düşüyor ve Yibo seslendiği adama bakmak yerine bu gölgelerin küçük hareketlerini seyrediyordu. Xiao Zhan ise çoktan dünya üzerinde bakmaya değer başka bir şey yokmuş gibi kendisine seslenen genci seyre dalmış bir haldeydi. Elinde onun aldığı bir meyve suyu, dudağında onun yapıştırdığı bir yara bandı vardı ve kaçtıkları nokta evlerinden fazla uzak olmayan bir parkta olsa epey uzaktaymış gibi yaşadıklarını hatırından çıkarmıştı.

"Bir daha yanımıza para almadan evden kaçmayalım tamam mı?"

Biraz sonra kendisine hayranlıkla bakan ve ağzında tuttuğu pipete rağmen meyve suyunu içmeyi unutan Zhan'a döndüğünde sözlerinin devamını getirmeyi erteledi. Hareketsiz kalırsa o bakışların altında kalacağını sanmıştı. Bundandır ki kapanmak için inat eden göz kapaklarını ovalamış, omuzlarını birkaç kez aşağı yukarı indirip kaldırmış ve biraz evvel, avarelikten ters giydiği terliklerini düzeltmişti. Yanındaki adam ise hala gözünü kırpmadan yüzüne bakarak düşüncelerini yalnızca ona adıyordu.

Neredeyse az önce konuştuğu lafı unutur gibi olduğunda kulağına dolan sesle yeniden yana kaydı gözleri, istemeden göz göze geldi büyük olanla.

"Cebimizde paramız olursa kaçmış olur muyuz ki?"

"Niye olmasın? Daha güzel kaçılır hem de."

Dedikleri üzerinde fazla düşünmemişti; bu konu hakkındaki tek birikimi çocukken evden kaçtığı ve en fazla beş sokak öteye gidebildiği denemelere aitti. Belki de sadece duyduklarına karşı çıkmak için konuşmuştu, bilemiyordu.

Büyük olan meyve suyunu kenara bırakıp ona yaklaştı, parmak ucunu gözlerinin altında hafif kızarık ve uykusuzluktan nasibini almış ince deriye uzattı. Bu yakınlık kendisine Zhan'a daha dikkatli bakması için uygun bir an yaratmış olsa da hayranlıktan öte, can sıkıntısıyla izlemişti yüzünün tüm detaylarını. Onun yüzünü yaralarla görmekten hoşlanmadığına bir kez emin oluşu da aynı ana denk gelmişti.

"Paramız olursa gidecek yerimiz olur. Gidecek yerimiz olursa da hep kaçar dururuz." Zhan başını küçüğün omzuna koydu. Dinlenmek için en uygun yeri bulduğunu düşünüyordu. "Oysaki ben seninle bir parkta oturmaya bile razıyım."

Sol yanında, artık kendisiyle güzelce anlaştığı çocuk duyduklarına karşılık sağa sola koşturarak sevinç gösterileri yapmayı uygun bulsa da Yibo ona karşı çıktı ve yüzünü buruşturup omzunda dinlenen adamın bacağını çimdikledi.

"Uydurma uydurma!" Dedikten hemen sonra ise Zhan'ın bacağındaki küçük sızıya abartıyla tepki vereceğini bildiğinden, ondan önce elinin ayasıyla orayı ovalayarak kendince acısını almıştı. "Birde böyle her şeye razı olma yaşlı adam."

"Ama ebruli sensin."

"Ha?"

Zhan onun çıkardığı meraklı sese güldü. Kafasını kaldırıp hızlı bir öpücük çaldı onun aralıklı duran dudaklarından ve kısaca açıkladı. "Ama söz konusu sensin, nasıl kabul etmem? Hem baksana parkta oturmak ne güzel."

Yibo dudağına bırakılan ikinci öpücükten sonra elini hırsla dudağına götürüp üzerini kapadı. Duydukları hoşuna gidiyordu ve ne var ki bunu söyleyemez, üstelik benzer şeyleri düşündüğünü de kıyamet kopsa dile getiremezdi. Bunun yerine kolları göğsüne doğru çekip başka yöne bakarak huysuzca mırıldanmıştı.

"Yüzüne yediğin yumruklar da benimle alakalı sanırım. Şikayet ettiğini hiç duyamadım da."

Söylenecek çok şey olsa bile sustular. İkisi de aynı şeyi düşünüyor ama farklı sonuçlara ulaşıyorlardı. Bunun için Zhan dudağındaki yarayı önemsiz bulurken Yibo yan tarafa dönüp baktığında ricası önce gözlerine, sonra da diline misafir etmişti. 

"Bir daha kimsenin sana vurmasına izin verme."

Sözlerinin bedeli zorlama bir yutkunma denemesi ve büyük olanın gözlerini kaçırması olsa da Yibo ona bakmaktan vazgeçmedi. Xiao Zhan ise yeri izlerken ihmal ettiği düşünceler çoktan aklındaki gizlerden kurtularak yalın bir halde sıraya girmişti. O anki fikirleri ne olursa olsun, gerek Zhuocheng'e gerekse de Yibo'ya söyleyebileceği tek bir şey vardı.

"Özür dilerim."

Özründen hemen sonra küçük olan elini alnına götürüp bıkkınlıkla soluk alıp verdi. Bunu duymak istemiyordu, elinden gelse bu iki kelimeyi yasaklar ve temelli uzağa gönderirdi. Ama o an yalnızca öfkeli sayılacak bir sesle, "Özür dileme be adam! Öleceksin şimdi kibarlık edeyim, anlayışlı olayım diye!" Diye söylenmekle yetinmişti.

Zhan'ın konuşmasına izin vermeden serçe parmağını uzattı yana doğru. Sesindeki beklentinin aksine hareketleri bir başkasının zoruyla yapıyormuş gibiydi.

"Söz ver bana. Tıpkı benim kavga etmeyeceğim sözü verdiğim gibi."

Bir uzattığı eline, bir de kararlı gözlerine bakan Zhan beklemeden kendi parmağını uzattı ona; ellerini birleştirdi ve böylelikle bu şekilde verilmiş sözlerin ikincisinin ismi koyuldu. Ama bu sözün nişanesi olan parmakları birbirinden hemen ayrılmamıştı.

Geçen saniyelerde bakışıp durmalarının bir sonu yokmuş gibi görünüyor olsa da, Yibo yutkunarak geri çekildi ve gözlerini zar zor büyük olanın dudaklarından çekti. Son zamanlarda sıklıkla kafasında uçuşup duran yaş sınırına sahip fikirlerden kaçmak içinde sordu.

"Çok acıyor mu?"

Zhan onun yüzündeki dengesiz ifadeden, korkarak kaçırdığı gözlerinden anlamıştı. Bu yüzden dudağının bir kenarı haylaz çocukları aratmayacak bir halde yukarı yükseldi ve gözlerinde parıl parıl ışıklar yanıp söndü.

Yibo'nun kulağına doğru, "Acıyor ama öpersen geçer." Dediğinde karşılık olarak öfkeli bir karşı çıkma duyacağını biliyordu. Ama ne var ki, hiçbir sebep onun öfkesine sakladığı utancını görmek istemesinin önüne geçemezdi.

"Acısın!"

Yibo geriye çekildiğinde üflenen nefes yüzünden huylanan kulağını eliyle kapattı ve gözlerini büyütürken hınçla elini Zhan'ın yanağına uzatıp kızarık duran yere yakın bir yeri parmakları arasına aldı.

"Hatta daha çok acısın." Dedikten hemen sonra ise Zhan'a ait, abartılmamış gerçek bir sızlanma duyarak ayağa kalkmıştı Bu yaramazlık yapan ve yakalanmak istemeyen birinin kaçışıydı; Xiao Zhan yanağını tutarken elini ona uzatsa da tutamamıştı.

"Yibo buraya gel."

Yibo iki metre ötede dururken omuz silkti. Gölgeden kalkıp gittiği güneş gözlerini kamaştırmıştı ve, "Gelmem gelmem." Derken elleriyle yüzünü gölgelemeye çalışıyordu.

Büyük olan elini sızlayan yanağından çekip nefesini yavaşça dışarıya bıraktı. Kısık gözleri ayakta duran gencin üzerindeydi ve onun elini yavaşça tişörtünün önüne sürterek, "Oh olsun." Demesini seyrederken neredeyse dayanamayıp gülecekti.

Mizacı gereği öfkeyi sevmez ve genelde sakince yaşayıp giderdi. Fakat söz konusu Yibo olduğunda kendisini tümden bırakıyor, öfkenin ne demek olduğunu bile unutacak hale geliyordu. Şimdi ise Yibo'nun bunu görmesine engel olmak için kaşlarını çatmıştı ve zorlukla ciddi kalmak için uğraşıyordu.

Eliyle oturduğu bankın boş tarafını gösterdi. "Ya kendin gelirsin, ya da ben getiririm."

Yibo nefesini tutarken karşısında oturan ve alışılmışın dışında bir ciddiyetle kaşlarını çatan Zhan'ı sorguladı. Kendisine kızmayacağına emin olsa da her daim kapısında bekleyen suçluluk yüzünden düşünmeden edememişti.

Hızlanan kalbini eliyle kontrol etti, dizlerini ellerine uzatıp eğildi ve daha dikkatli baktı. Hoşlanmazdı, ciddiyet çoğu zaman başını ağrıtıyordu ve şimdi de güneş yüzünden şakaklarına misafir olan ağrıyı farklı değerlendirmek için mükemmel bir zamandı.

"Gelmiyor musun?" Diye soran Zhan hala aynı şekilde baksa da direncinin kırılmak üzere olduğunu biliyordu. Ayağa kalktığında kendisini tutamayıp gülümsemişti bile. Ama gökyüzünü göstererek, "Yaşlı adam bak uçak." Dedikten hemen sonra koşmaya başlayan Yibo onun güldüğünü görememişti.

Koşturarak parkın taş yolunu geçerken terliğini her zaman olduğu gibi yolda bıraktı ve bunu umursamadan arkasına dönerek şaşırmış bir halde kendisine bakan Zhan'a dil çıkardı.

"Ah ebruli ah." Diyerek yürümeye başlayan Zhan ise önce yerdeki terliği almak istemişti.  Yüzünde çoktan silinip gitmiş ciddiyetin belirsiz izleri vardı ve onun adımlarıyla daha da uzaklaşan Yibo'nun bağırmasıyla bu izler endişenin bir parçası haline gelmişti.

"Ayağım ayağım!"

Yibo çıplak ayağını tutarak sekmeye başladığında Zhan çoktan elindeki terlikle koştura koştura yanına gitmişti. Bir yandan da telaşla, "Ne oldu ayağına, dur bakayım bir." Diye konuştuğunda ise Yibo abartıyla acı çekiyor ve aralıksız sızlanıyordu.

"İmdat çok fenayım!" Yere eğilerek havada savurup durduğunu ayağına bakmaya çalışan adamdan uzağa kaçtı. Üzerine basmanın yasak olduğu çimleri önemsemeden birkaç kere daha sekti. "Koptu ayağım koptu, benim bir tanecik ayağım. Yaşlı adam senin yüzünden! Zavallı ebruli."

Zhan çaresiz bir halde,  artan korkusuyla çöktüğü yerden ayağa kalkıp hızlıca ağlamaklı sesler çıkartan Yibo'nun yanına ulaştı ve üzülerek tuttuğu ayağına bakmak istedi. "Çok mu kötü? hadi bana göster, hemen bir çaresine bakalım olmaz mı?"

Yibo hareket etmeyi bırakıp üzüntüden ve endişeden basit bir tabirle kahrolan adamı izlemeye başladı. Dudağında beliren çarpık bir gülüşün ve gözlerinde fırıl fırıl dönüp duran oyuncu bakışın sebebi belliydi. Ayağında bir şey olmadığını gören Xiao Zhan ise karmaşık bir suratla kafasını kaldırdığında oyuna geldiğini anlamıştı.

Yerdeki diz çöken pozisyonunu bozmazken omuzları çöktü, kollarını aşağıya indirdi ve durgun bir tavırla sordu.

"Ebruli, kandırdın mı beni?"

Yibo yere indirdiği ayağına ağırlığını verdiği sırada göğsünde kollarını birleştirdi ve daha da keyiflenerek başını salladı. "Evet kandırdım seni."

Biraz, belki de birkaç saniye konuşmadıkları o arada Zhan elini saçlarına götürerek amaçsızca alnına dökülen tutamları geriye çekmiş ve sıkıntılı denilebilecek bir halde düşüncelere dalmıştı.

"Çok korktum canın yanıyor diye." Dediğinde Yibo gülmeyi bıraktı ve dudaklarını bükerek ona baktı. Oyun etmişti çünkü, her ne kadar başta inansa da Zhan'ın da kendisine rol yaptığını anlamıştı. Bunun için saniyelik korkusunun bir karşılığı olmalıydı. Hem dürüst olması gerekirse; sonunda ceza almayacağını bildiği şeyleri oyuna çevirmek gayet de güzeldi.

Biraz sonra, "Kıyamam hiç." diyerek büyük olanın önüne eğildi ve bir çocuğu avutur gibi bir tavırla elini ona uzattı. "Çok mu korktun sen, gel öpeyim de geçsin." 

Zhan'ın kendisini öptüreceğini düşünüyordu ama onun kendisini geriye çekmesiyle ileriye uzanan elleri boşta, aralanan gözleri de elleriyle yanağını kapatan adamın somurtan yüzünde kalmıştı. Bu Xiao Zhan'ın Yibo'dan kaçtığı ilk seferdi ve onu şaşırtmakla birlikte hayali bir elin göğsünde hop oturup hop kalkan kalbini sıkıştırmasına benzer bir etki bırakmıştı.

"Ne yani?" Dediğinde sesi şaşkınlığına iyi bir ayna görevi görerek karmaşık tınılarda çıktı. "Sen şimdi öptürmüyor musun?"

Xiao Zhan yanaklarını elleri ardına daha çok sakladı ve başını iki yana salladı. Küskün bir halde somurtmaya devam ediyordu. Genelde küsen Yibo, ona karşı adım atan Zhan olurdu ama şimdi yerleri değiştirmek ikisine de garip geliyordu. 

"Yaklaş." Dedi Yibo. İleriye uzanırken yüzü ciddi, belki de biraz hırslıydı." Öpeceğim dediysem öpeceğim."

"Olmaz öpme, kandırdın beni. Yine kandırırsan dayanamam."

Zhan geriye giderken mantığını yitirmediği için orada, çimlerin üzerinde durmalarının yasak olduğunu hatırlasa da bir şey yapmadı. Üzerine atlamaya hazır gence bakarken nedense sürekli olarak biraz daha, az daha diyerek zaman tanıyordu kendilerine.

"Beni kışkırtma." Diye konuşan Yibo kendisinden uzağa kaçan adamı tutmayı bırakıp tehditkar olduğuna inandığı bir sesle konuşmuştu. İnatçıydı; önüne sunulanı kabul etmemişti çünkü reddetmek bir şeyleri başarmış gibi hissetmesine neden oluyordu. Şimdi ise ondan kaçırılan şeyi elde ederse kazanmış olacaktı ve konuyla alakasız, söz konusu Xiao Zhan ve onu öpmekse eğer bu elinden alınamayacak bir hak sayılırdı.

Hemen hemen her insana ait olan bu kaybetme ve kazanma algısı belki de en çok Yibo'nun kafasını kurcalıyordu. Bu konuda kendisinin farkında sayılırdı, zaten o anki duraksaması da bunu düşündüğü içindi. Basit bir düzeneğin kurulu olduğu zihninde bunun bu kadar anlaşılır olmasını neredeyse kabul edemeyerek, aceleyle bilincinden öteye iterken yeniden konuştu. "Seni düzgünce öpmezsem asla rahat bırakmayacağım."

Zhan ellerini yanağında tutmaya devam etse de, sorgulayan bakışları iş başındaydı ve Yibo'nun reddedemeyeceği kadar yumuşak bir sesle, "Sahi mi? Düzgünce öpecek misin beni?" Diye sormuştu.

Yibo doğrulup bir elini beline koydu ve diğer eliyle öpmek için değil de ciddi bir mevzuya davet ediyormuş gibi bir tavırla biraz uzağında duran Zhan'ı çağırdı. "Gel tamam gel, kandırmak yok bu sefer."

Xiao Zhan nihayet çocuksu küskünlüğünü bırakarak hızlıca kendisini bekleyen gencin yanına gitti. Parmağı dudağındaki yara olan yeri gösteriyordu, Yibo ise nihayet bir zıtlaşmayı kazandığı için zaferle ellerini Zhan'a doğru uzatmıştı. O an parkta oldukları kendisinin aklında değildi ama Xiao Zhan, Yibo kendisini öpmeye başlamadan önce kısa bir etrafa bakınmayı akıl edebilmişti.

Kısa bir öpücük olmalıydı. Hatta Yibo ilk başta büyük olanı dudağından öpmeyi bile düşünmemişti. Ama şimdi sırtı en yakındaki ağaca yaslanmış bir vaziyette sadece iki saniyenin hesabını yapacak bir halde olduğuna inanması zor geliyordu.

Zhan'ın dudağındaki yara bandı yüzünden dikkatli olsa da onun ağzının içinden yükselen ve kendi dudakları arasında dağılan inlemeyi duyunca hızlı bir şekilde geriye çekildi. Nefesini düzene bile koymaya çalışmadan gözlerini öptüğü dudaklara çevirip kanamadığını görünce rahatladı ve gülümseyen adamın omzuna vurdu.

"İyi ki zor ikna ettik öpmeye, şuna bak! Başka türlü olsa kim bilir şimdi parkın ortasında beni yatırıp-"

Birden, dilinin ucuna nereden geldiğini anlamadığı sözler Zhan'ın gözlerini büyüterek ve biraz da telaşla ağzını kapatmasıyla yarıda kalmıştı. Dudakları üzerine duran el varlığını korurken tuttuğu nefesi burnundan dışarı bıraktı; gözlerine yansıyan şaşkınlıktan kurtulmak için ise bir şey yapamamıştı.

"Bir gün beni kalpten götüreceksin." Diye konuşarak elini geriye çeken Zhan, Yibo'nun yüzünden silinip gitmeyen şaşkınlığından onun da böyle bir şey ima etmeye niyeti olmadığını anlamıştı ama ikisinin de aklına gelen şey belliydi. Yibo ise sessizdi; hiç planında yokken konunun geldiği yeri düşünüyor ve bastırdığı düşüncelerin tehlikeli bir şekilde açığa çıkabileceği gerçeğini kabul etmeye çalışıyordu.

Biraz sonra geriye çekilen adam elini uzattığında bir süre eline baktı ve tutmak yerine vurarak önden yürümeye başladı. "Yaşlısın ya ondan kalbin dayanmıyor demek ki." Dediğinde ise Zhan sesli bir nefesle arkasından yürümeye başladığını duymuş, kafasını kaldırıp uzun bir aradan sonra ilk kez çevresine bakınmıştı. Birilerini görmeyi beklemiyordu ve yol kenarında ellerini beline koyarak kendisine bakan yaşlı bir kadını görmesiyle adımları istemeden durmuştu.

Saniyeler sonra yanına ulaşan Zhan önce anlamayarak onun yüzüne baktı, sonra bakışlarını takip ederek hala olduğu yerde duran kadını fark etti. Kadın ikisine ayıplar gibi bakıyordu ve ikisini de soğuk terlere boğan bu bakışlar biraz sonra kadının başını iki yana sallayarak konuşmasıyla zirve noktasına ulaşmıştı. Yibo bilinçsizce Zhan'ın kolunu sıkıca tutunuyor ve az önceki öpüşmelerini kadının gördüğü düşüncesinin yarattığı gerilimi, kolundan tuttuğu adamın üstüne atlayarak senin yüzünden diye onu hırpalayarak çıkarmak istiyordu.

"Parkın ortasında ne yapıyorlar şuna bak, şimdiki gençler hep böyle." Diye söylenen ve nihayet kendi yoluna devam eden kadın yan yana duran ikiliden gözlerini çekmiş olsa da Zhan eğilerek sessizce, "Rahatsızlık için özür dileriz hanımefendi." Diye konuştu. Yibo ise yüzünden eksik olmayan 'ne yapıyor bu?' bakışıyla selam vererek kadını uğurlayan adama baktı uzun uzun.

Biraz sonra yeniden, ama bu sefer el ele yürümeye başladıklarında Yibo kendisine eğlence bulma derdiyle aklına gelenleri söylemekten çekinmedi.

"Sen niye özür diledin ki? Kadın senden bahsetmemişti bile."

Zhan anlamamış ona baktığında dudaklarını gülüşünü tutmaya çalışıyormuş gibi birbirine bastırdı, yanaklarında belirsiz bir çukurluk oluştu ve sonra da kendisine güvenen ifadesine gölge düşürmeden sözlerini tamamladı. "Gençlerden bahsediyordu. Üstüne alını özür diledin boş yere, ama olsun üzülme sen benim yanımda olduğundan genç duruyorsun."

Yanında eve dönüş yolunu adımlayan Zhan gözlerini devirmekle gülmek arasında bir yerde karşılık verdi ve tuttuğu eli kendisine doğru çekerek Yibo'yu yanına yaklaştırdı. Sessizce konuştuğunda Yibo'nun bu keyifli hali çok hoşuna gitmiş ve yanağından makas almadan yapamamıştı.

"Hakkın var, ben de senin yanındayken her gün yeniden doğmuş gibi hissediyorum. Yaşlanmaya son verdim." Adımları birbirine dolanan ve tökezlemekten son anda kurtulan Yibo'ya göz kırpıp elinden daha sıkı kavradı. Huysuzlanması an meselesi olan gencin kalbinin gümbürtüyle isyan ettiğini tahmin edebiliyor olsa da sözlerine, "Acaba her gün yanında olsam ölümsüzlüğe ulaşır mıyım ki?" Diye sorarak devam etmişti.

"Beleşe olmaz."

Yibo'nun hızlı cevabı onu güldürdü. Zaten tam da böyle bir karşılık beklediği için şaşırmamıştı. Tek yaptığı tanıdık sokağa yaklaştıkları sırada ne gibi bir karşılık istediğini sormak olmuştu.

"Bilmem dur bir düşüneyim." Diyerek zaman kazanmaya çalışan Yibo, önüne bakmak yerine adımlarına bakıyordu ve Zhan'ın kendisini birden kenara çekmesiyle düşünmeyi bırakıp kafasını kaldırmıştı. Sormasına gerek kalmadan Zhan arkada kalan direği gösterdi, başının üstünü okşadı ve önüne döndü.

Yibo ise aklına direklere dair anıları geldiğinde ister istemez yüzünü buruşturmuş ve gerçek olmayan bir ölümsüzlük için Zhan'dan istediği şeyin ne olduğunu bulana dek öyle kalmıştı.

Biraz sonra parmağını havaya kaldırıp hevesle bağırdı. "Buldum tamam!"

Cevabını bekleyen adama dönerek dudağındaki beliren keyifli gülüşü ve kısılan gzölerini gösterdi. "Final sınavlarım için bana yardım edeceksin."

Xiao Zhan kabul etmeliydi ki aldığı cevap onu şaşırtmıştı. Çünkü bu vakte kadar Yibo hiç ondan dersleri ile ilgili yardım istememişti. Hatta birlikte geçirdikleri ve sohbetlerine dahil ettikleri onca şeye rağmen dersler, üzerinde durmadıkları bir konu olarak kalmıştı.

"Her ne olursa olsun sana yardım etmekten çekinmem ama sanırım benden tam olarak ne istediğini anlamadım." diyerek dürüstçe konuştuğunda Yibo sıkıntıyla iç geçirdi.

Normalde sınav zamanlarını kendisi gibi çok çalışmayan Haoxuan ile birlikte Jiyang'ın tepesine çökerek ders notu için yalvarmayla geçirirdi. Ama bu sefer arkadaşları her ne kadar kendisini görmeye gelmiş olsa bile yaklaşmakta olan sınavlarla başka bir yolla baş etme ihtiyacı hissetmişti.

"Kitapları okumak çok vaktimi alıyor ve  okusam bile anlamıyorum."

Sözlerinden sonra yanındaki adam, "Tamam." Diyerek kabul ettiğinde onun yüzüne iyice bakabilmek için öne eğildi. "Getir kitaplarını sınava kadar senin için not çıkartırım."

Birden kabul edilen isteği Yibo'yu kötü hissettirse de bir süre sessiz kaldı. O sırada aklını okuduğuna bazen ciddi ciddi inandığı Zhan ona bakıp gülümsemişti.

"Küçük işler bunlar, tam benlik. "

Alışkanlığı gereği düşünürken somurtur gibi dursa da biraz sonra Zhan'ın yeniden konuşmasıyla düşünmeyi bırakıp tamam demişti.

"Ebruli, düşünme çok fazla. "

Ve ikisi biraz sonra dükkana ulaştıklarında Yibo kapıda durup elini tutan Zhan'ı da kendisi gibi durdurdu. O an içeride Zhuocheng'in olduğunu bildiğinden içeriye girmek istemiyordu ve okula gitmeden önce hazırlanabilmesi için evinin anahtarını istemişti.

"Telefonumla ev anahtarını getirsene bana."

Zhan ona bakarken isteksizliğinin altında yatan nedeni anlamaya çalışarak harcadı vaktini. Zhuocheng ile Yibo kötü bir başlangıç yapmış olabilirlerdi ama her zaman arkadaşı ve sevgilisinin arasında tartışmalar yaşanmasını istemezdi. Hem şimdi içeride kendisini bekleyen bir yüzleşme vardı, aniden mutluluğa ait yüz ifadesi bozguna uğrayarak düşünceli bir hale gelmişti. Yibo'nun bunu fark etmemesi imkansız, bir şeyler yapması çok olağandı.

"Yaşlı adam!"

İçeriden anahtarı alıp getiren Zhan yüksek sesiyle irkildiğinde Yibo elini ona uzatıp kendisine çekti. "Fazla düşünme." Dedi usulca ve onu öpmeyi düşünürken vazgeçerek yanağından yeniden çekiştirdi. Fakat bu sefer eli oldukça hafifçe hareket etmiş, Zhan'ın canını yakmamıştı.

"Okula gitmem gerek, o yüzden evine girmiyorum." Anahtarı elinde oynatıp çıkardığı sesi dinledi ve gözlerini karşısında duran adamın yüzünün her yerinde hızlıca gezdirdi. "Kesinlikle o adamın tepesine atladığımla ilgili bir şey değil. Tamam mı?"

Xiao Zhan'ın güçsüz gülüşüne ufak bir baş sallama eşlik etti ve sırtını vitrine verip Yibo'yu evine gittiği kısa yolda seyretti. Ona bakmanın hayal gibi olduğunu biliyordu ve yine o hayallerden birine düşmüştü ki, arkasından yaklaşan bedenin adım seslerini işiterek sırtını dayadığı yerden ayırdı.

"Sonunda gelmişsin."

Zhuocheng sabahki öfkesinin aksine oldukça sakin ve uysal bir sesle söylemişti bunu ona. Eli Zhan'ın omzundaydı ve yüzüne baktığında sözlerine, "Yaralarını da sarmışsın." Diye devam etmesinin nedeni hem gerçek hem de mecazın buluştuğu bir noktayı bulmuş olmasıydı.

Cevap vermeyen arkadaşına bakmayı sürdürürken ise az önce Yibo'nun gittiğini bildiği yönü işaret etti. "O çocuk mu yaptı?"

Xiao Zhan başını salladı apartman girişine göz attığı sırada. Az kelimeyle anlaşabildiği arkadaşı biraz sonra sabırsızlığına yenilip ayrı geçirdikleri zamanları atlayarak en çok merak ettiği şeyi sormuştu.

"Peki, bu yeterli mi Xiao Zhan?"

Sorduğu asıl şey arkadaşına tanıdığı zaman ve bu zamanın onu ne derece iyileştirebildiğiydi; tabi birde Yibo vardı ve onun Zhan üzerindeki etkisini konuşmaya kalksalar saatler harcarlardı.

Zhan dürüstçe, "Bilmiyorum." dediğinde Zhuocheng'in dudakları düz bir çizgi halini aldı ve anladığını göstermek için ufak bir onaylama sesi çıkardı. Kendisinin de dürüst olması gerekseydi eğer sabırsızlık için arkadaşını omuzlarından tutarak sarsar ve ona mutlaka mesleğine geri dönmesi gerektiğini dile getirirdi. Ama şimdilik yan yana gelebilmiş olmalarıyla yetinecek; bu meselenin derinlerine sonra selam verecekti.

Bunun için fazla beklemeden arkadaşının omzuna hafifçe vurup içeriye girmişti. Girmeden önce söylediği son şey ise Xiao Zhan'ın neredeyse bir dakika kadar orada donup kalmasına ve yüreğinde tertemiz bir korkunun doğmasına sebep olmuştu.

"Emin olduğun vakit umarım geç kalmış olmazsın. "

------------------

"Ben var ya ben!" Yibo dengesiz adımları Jiyang'ın kolundan tutmasıyla düzelecek gibi olduysa da sadece saniyeler sonra tökezledi ve öteki yanından yetişmeye çalışan Haoxuan'a rağmen dizi yere değdi. "Ben adam olmam arkadaşlar."

"Ya bu ne konuşuyor?" Diye soran Haoxuan yere diz çöken genci kolundan yakalayıp ayağa kaldırdı. Jiyang da öbür taraftan başını olumsuz anlamda iki yana sallayarak umutsuzca iç çekmişti.

"Fazla da içmedi ama. Neyse hadi uyuyup kalmadan önce götürelim şunu."

Haoxuan sarhoş Yibo'nun ceketini kafasına bırakıp Jiyang'ın onu yürütmeye çalışan adımlarına ayak uydurdu. Önünü göremeyen Yibo ise sanki o şekilde yürümek dünyanın en normal olayıymış gibi ses etmemiş, anlamsız cümlelerine boğuk çıkan sesiyle devam etmeye koyulmuştu.

Ne yaptığını fark eden Jiyang ona kısa bir bakış atıp, Haoxuan'a seslendi. "Yüzünü niye kapattın?!"

Haoxuan her zamanki gibi umursamaz tavrıyla omuz silkmişti yürürken. "Zaten gözünün önünü göremiyordu boş ver."

Üçlü sokakları aşıp sabah uğradıkları dükkana ulaşmak üzerelerken konuşması tek bir an bile bırakmaya Yibo yeniden tökezledi ve kendisini tutmaya çalışan kollara aldırmadan yeniden yere düştü. 

"Ulan çocuk." Diye kızan Haoxuan tüm ağırlığın kollarına bırakan arkadaşının kafasındaki ceketi çekti ve etrafı görmesini sağladı. "Kalk çabuk daha gelmedik."

Yibo önce yere baktı, hatta çekinmeden kaldırım taşlarını yokladı. Orada olduğuna şaşırmış gibi etrafına bakınırken Jiyang yorgun sesiyle sormuştu.

"Taksiyle mi gitseydik acaba? Sızıp kalacak şimdi bu buraya."

Nihayet Yibo'yu ayağa kaldırmaya başaran Haoxuan nefes nefese kalmış olsa da hemen karşı çıktı. "Uzun zamandır birlikte bir şey yapmıyoruz diye gitti en pahalı içkiyi sipariş etti bu salak. Birde taksiye mi para verelim, yaklaştık zaten yardım et hadi."

Yibo epey sarhoş olsa da, konuşulanları duyuyor ve tam kapanmayan algısı yüzünden anlayabiliyordu. Ama yine de saf diye tanımlanacak bir bakışla kolunu Jiyang'tan kurtarıp elini havaya kaldırmış ve sonra parmağını göğsüne uzatıp kendisini göstermişti. "Ben sarhoş mu oldum?"

Haoxuan cevap vermek yerine tanrıdan sabır diledi; Jiyang ise yeniden onu kolundan yakalayıp tembel adımlar atan bedenini destekledi.

"Genelde olmazsın, ama bugün olacağın tuttu." Demişti uzakta görünen dükkana bakarken. Gündüz vakti sahip olduğu enerjiden eser kalmamıştı ve şimdi Yibo'yu evine sağ salim bırakmak için uğraşırken zihni açık olsa da bedeni aniden kendisini yarı yolda bırakacak gibi hissediyordu.

"Ee o zaman biz niye dayak yemedik?"

Yibo'nun şaşırarak sorduğu soruyla birlikte iki yanındaki beden duraksayarak birbirine bakmıştı. Aslında soru şaşkınlık uyandıracak kadar tuhaf değildi. Asıl şaşırtıcı olan Yibo'nun aklı başında değilken bile bunu sormuş olmasıydı; yoksa birlikte bir şey yaptıklarında kavgalara karışıp dayak yemeleri çok da şaşırtıcı bir olay sayılmazdı.

Haoxuan yeniden yürümeye başladıklarında geçmeyen bir öfkenin tesiri altındaymış gibi söylendi. "Senin yüzünden dayak yemedik. İyi adam olacağım, kötü işler yapmayacağım diye tutturduğun için kimseyle kavga etmedik. Oldu mu?"

Jiyang bunun iyi bir şey olduğu halde Haoxuan niye öfkeli sesiyle konuştuğunu biliyordu. Öfkesi Yibo'nun tercihlerine değildi; o sadece bir noktada hatalı olduklarını fark ediyor ama bunu öyle kolayca kabul edemiyordu. Yibo'yu görmeden geçirdikleri günlerin hepsinde de benzer bir tavırla Jiyang'a çıkışıp durmuştu. Neyse ki Jiyang arkadaş grubunun en umursamazı ve sakini olduğundan bunu fazla takmadan Haoxuan'ı dinleyebilmişti.

"O zaman." Yibo yürürken bilinçli bir bakış attı arkadaşlarına. Önünde hiçbir engeli yokmuş gibi tasasız adımlar atıyordu ve abartılı bir şekilde gülüyorduç "Bir şey değil canım arkadaşlarım."

"Teşekkür etmedim." Diye konuşan Haoxuan Jiyang'tan boşuna uğraşıyorsun bakışı alsa da umursamadan Yibo'nun kolundan sertçe tuttu. Söylemek istediği şey yalnızca iki kelimeydi ama söylese mi emin olamıyordu. Ama Yibo ayıkken de söylemek zor gelecekti; bunun farkındaydı. Bu yüzden yeniden Jiyang'la bakışmayı bırakıp önüne bakarken mırıldandı. "Ama özür dileyebilirim."

Jiyang duraksayarak ona baktığında ona yüzünü dönmese bile şaşırdığını biliyordu. Çünkü günlerce Jiyang kendisine Yibo'nun bir özrü hak ettiğini söylese de ona karşı çıkmış ve asla dikkate almamıştı. Huysuzluk onların yaşlarında evrensel bir huy değildi fakat arkadaş olmalarının ve arkadaş kalabilmelerinin nedenlerinden birisiydi.

Yibo sesini çıkarmazken ulaşmak üzere oldukları dükkanı fark edip kollarını tutan arkadaşlarından kurtularak dükkana doğru koşturmaya başladı. Arkasından bağıran gençleri duymamış ve kulpunu bulamayarak açamadığı kapı içeriden açıldığında kendisini Zhan'ın üzerine atmak konusunda hiçbir sakınca bulmamıştı.

"Ben geldim!"

Sesindeki dengesizlik bedeninde de vardı ve Zhuocheng'i gönderdikten sonra yorgunlukla uykuya dalan Xiao Zhan uykulu haliyle neredeyse onunla birlikte yere düşecekti.

"İyi geceler." Diyerek selam veren Jiyang duraksayarak karşısındaki adama nasıl hitap edeceğini düşündü ve onun kararsızlığını anlayan, bir yandan üzerine tüm ağırlığını veren Yibo'yu tutmaya çalışan Zhan gülümseyerek konuştu. "Gege diyebilirsin."

Jiyang konuşacağı sırada yanındaki Haoxuan çatık kaşlarını düzeltme ihtiyacı hissetmeden arkadaşı yerine sözü devraldı. "Normalde sarhoş olmaz bugün çok içti. Gelene kadar da zırvalayıp durdu ve onu kendinizden uzak tutsanız iyi olabilir çünkü huyudur her an kusabilir."

Sessizce ayakta uyuklama işlemini yerine getiren Yibo kendisine bakan insanları umursamadı ve burnunu büyük olanın boynuna uzatıp kokladı. Aslında hala söylenenleri anlıyordu ama tepkileri daha kontrolsüz, sözlerinin de hiçbir dengesi yoktu. "Acıktım."

Zhan Yibo'nun belindeki kolunu çekmeden yüzüne bakmaya çalışsa da başarılı olamadı. Karşısındaki gencin dedikleri ve Yibo'nun üzerine kusacak olma ihtimalini dikkate almış olsa da onu kendisinden uzaklaştırmamış olması Jiyang'ı şaşkın bıraksa da dile getirmeyi gereksiz, göstermeyi yorucu bulduğundan ifadesiz yüzüyle yeniden selam verdi Xiao Zhan'a.

"Biz artık gidelim Zhan gege. Yibo'ya dikkat edin."

Haoxuan'ı kolundan tutup geriye doğru peşinden çekerken ikili arkalarındaki adamın seslenmesi ile durdu ve arkaya döndüler.

"Bu sabah biraz garipti. Sizi burada bıraktığımız için kusura bakmayın." Xiao Zhan tutmaya devam ettiği Yibo yüzünden yorulmuştu. Nefesi kesilirken dudaklarını ıslattı ve gençlere karşılık yeniden üzgün olduğunu dile getirdi.

Jiyang Haoxuan'ın konuşmayacağını bildiğinden anlayışla gülümseyerek bunun sorun olmadığını ve özür dilenecek bir meselenin bulunmadığı söylemişti. Zhuocheng'in kendilerini süpürge ile kovalaması ise dile getirmek istemediği bir şeydi.

Saniyeler sonra ise Zhan yeniden önlerine dönerek uzaklaşan gençlere bakarken omzuna yaslanan Yibo'ya bakmış ve son bir gayretle onu içeriye doğru yürütmeye başlamıştı.

Yibo burnunu büyük olanın boynuna sürtüp dururken, "Zhan-ge güzel kokuyor." Diye konuştu. Eli tembel hareketlerle kendisini içeriye doğru yürüten adamın tişörtüne uzandı, yakasını çekiştirdi. "Bizim böyle parfümümüz yoktu, nereden çaldın doğru söyle."

Gözlerini kapatarak dayanmaya çalışan adam salonuna girer girmez dinlenmek isteyerek küçüğü koltuğuna oturttu. Normalde Yibo'yu taşırken böyle çok zorlanmazdı ama Yibo şimdi yürümeyi unutmuş gibi davrandığı için fazla yorulmuş, nefes nefese kalmıştı. Koltuğun önünde diz çöktüğünde kısa bir an dinlenmek için kendisine zaman tanıdı ve sonra bakışları küçük olanın uykulu yüzüne çıkardı. Gözlerinde en iyi tabirle bir anneye çok yakışacak şefkatin ışıkları yansıyordu. Yüzünde dalgalanan duygu ise daha olumsuz, daha mutsuz sayılırdı.

Yibo'ya kızamazdı ama böyle dağılmış bir halde eve gelmeyeli çok olduğu için huzursuz hissetmekten de kaçamıyordu.

"Bir şey mi oldu?" Dediğinde önündeki koltukta oturan genç ne demek istediğini sarhoş olsa bile anlamıştı. Kaşlarını havaya kaldırarak önce reddetti, sonra da elini önünde diz çöken adama uzatırken kabul etti. "Babam aradı. Sonra bir baktım sarhoş olmuşum."

Cevap vermeden sessizce duran adamın banyodan çıktığına işaret eden nemli saçlarıyla oynarken yüzü ciddi, sözleri ne dediğini bilemiyor olsa bile oldukça anlaşılırdı. "Sabah günaydın dediği yetmemiş de, sonra da ne yaptığımı sormak istemiş. Bense ona ne günaydın diyebildim ne de yaptığını sorabildim. "

Anlamsızca kıkırdadı. Ne hissettiğini tarif edemezdi; tıpkı düşüncelerini anlamlı bir hizaya sokmayı bir türlü yapamadığı gibi. Bunun için ellerinin ardından yüzünü de büyük olanın saçlarına uzatıp yeniden kokladı onu. Öteki elinden tutan Zhan ise bir şeyler söyleme isteği ile dolup taşıyor olsa bile sözlerinin tam yerine ulaşacağından emin olmayarak suskunluğuna devam etmişti.

"Yaşlı adam?" Yibo sadece hm'layarak sözlerinin devamını duymak için bekleyen adamın saçlarını yeniden kokladı. "Parfümü nereden çaldığını söylemeyecek misin?"

Birden bire yaptığı konu değişikliği önünde oturmaya devam eden Zhan'ın ayağa kalkmasına neden olduğunda bakışlarıyla onu takip etti. Biraz boş da olsa gözleri sarhoş birine ait değil gibiydi ama ellerini ona uzatarak ayağa kalkmasına yardım eden Xiao Zhan onun ne denli uykulu olduğunu biliyordu. Zihnindeki karmaşanın da farkındaydı ve parmaklarında, özellikle tırnaklarının kenarlarına bırakılan küçük yaralarında sebebini öğrendiğine göre artık bir şeyler yapmalıydı.

"Kalk hadi, seni uyutalım."

Yibo itiraz etmeden onun ellerini bırakmayarak yürümeye başladığında yüzünü buruşturdu ve başka hiçbir fiziksel belirti göstermezken, çok olağan, gündelik bir şeyden bahsediyormuş gibi konuştu. "Kusacağım ben galiba."

Zhan telaşlı bir halde, "Ne? Gel hemen banyoya gidelim." dediğinde elini tuttuğu genci banyoya sürüklemiş ve banyoya adım atar atmaz midesini tutarak yere eğilen Yibo'ile birlikte aynı şekilde hareket etmişti. Bir eli onu sırtında duruyor, öteki eli de alnında saçları kaldırarak gözlerinin önünü açmakla ilgileniyordu.

Yibo ise bulanan midesi yüzünden yere kıvrılıp kalmamak için direnmekle meşguldü. İçinde mide bulantısı yüzünden olup olmadığına emin olamadığı garip bir sıkıntı vardı. Başını kaldırıp yanında ilgiyle duran Zhan'a baktığında hızlı ve kesik nefesleri birden durulmuş ve şaşkınlığından habersiz bir halde sormuştu.

"Yanımda mı duracaksın?"

"Evet, yanında duracağım."

"Ama ya kusarsam?" Dediğinde yüzüne bakmaya devam ettiği adamın her daim kendisinden ayrılmayacağı gerçeğini unutmuştu sanki. Garipsemesi gerekmezdi ama anlam veremediği bir sakinlik ve belki de kanına karışan alkol rüyadaymış gibi hissetmesine neden oluyordu. Farklı gözlerle bakmak, bir başkasının kulağından duymak gibiydi.

 İşte şimdi Xiao Zhan gülümsemişti, kesinlikle hayal olmalıydı.

Xiao Zhan şefkatle gülümsemeye devam ederken, "Sorun değil, buradan gitmeyeceğim." Diyerek parmakları arasından kurtulan saç tutamlarına yeniden uzandı ve Yibo'ya hemen yan tarafta kalan lavaboyu gösterdi. " Hadi mideni rahatlatalım artık, rahatsız hissettirir seni."

Yibo başını sallayarak hareketlendi ama içindeki sıkıntının yok olması yüzünden kusma isteği de kaybolmuştu. Göğsünü kalbine dar eden sancıların da izleri siliniyordu, sol yanındaki çocuk rahat bir uykuyu hak etmişti.

Yeniden yanına dönüp, "Geçti." Dediğinde her şeyden bahsetmiş olsa da Zhan yalnızca mide bulantısını anladı.

"Emin misin?" Diye sormuştu ona kendisi emin olamazken. Yüzünün rengi yerine gelen Yibo başını sallayarak onay verse de bir süre daha anlamaya çalışarak seyretti ve en sonunda o da başını sallayarak ayaklandı. Elinden tutarak ayağa kaldırdığı beden kendisine yeniden yaslandığında onun," Başım döndü de biraz. Tut beni, düşersem kavga ederim. "Dediğini işitmişti.

Bu sözler üzerine sesli gülmemiş olsa bile nefesinden kaçan neşeli tınıyı duyan Yibo koluna vurdu sarıldığı adamın. Yüzünü yıkamak için bedenini lavaboya doğru yürütürken nihayet huysuzlanmak için fırsatı olmasına sevinmişti ama bunu neden göstermeliydi ki?

"Boşuna gegemiz yapmadık ya seni."

Yüzünü yıkan adam ona onaylar bir sesle cevap verdiğinde burun kıvırdı ve suyun soğukluğundan kaçınmaya çalıştı. Ama n var ki ensesindeki el buna izin vermemiş, üşüse de yüzünün yıkanmasına mani olmamıştı.

"Kıskandın beni." Dediğinde yüzünden aşağıya süzülen damlaları durdurmak gibi bir amacı yoktu. Yalnızca dudağının üzerine ulaşanları yaladı ve ne demek istediğini anlamadan kaşlarını çatarak yüzüne bakan Zhan'ın koluna vurdu hafifçe. "Yanaklarımı kıskandın. Ondan soğuk suyla yıkadın değil mi?"

Havlu almak için kenara uzanan Zhan birden Yibo'ya dönmüş ve ağzından kaçıp giden zayıf şaşkınlık nidasını durduramamıştı. Gülmek de istiyordu ama en azından Yibo yeniden konuşana kadar en azından bu isteğinin önüne geçebilmişti.

Yibo ellerini küçüldüğüne inandığı yanaklarına bastırıp abartıyla üzüldü ve olduğu yerde tepindi. "Küçülmüş yanaklarım işte. Soğuk suyla yıkadın diye hem de, senin yüzünden yaşlı adam!"

Yanaklarını tutup çekiştirme işine devam ettiği sırada büyük olan birkaç saniyeliğine de olsa gözlerini kırpıştırıp ona alık alık baktı. Yibo'nun bu hali hem çok acayipti hem de onu kucaklayıp dakikalar boyu sevecek kadar da hoşuna gitmişti. Her ne kadar bu hale gelmesinin nedeni kontrolsüzce alkol tüketmesi olsa da gülümsemeyi bırakamıyordu.

"Ebruli."

"Ebruli kim?"

Yibo yanaklarını ve onlara dair konuştuklarını unutarak sorduğunda ağırlığını çekinmeden bir kez daha kendisine kollarını açan adamın üzerine bıraktı. Yere sağlam basmayan ayakları yüzünden kafasını kaldırarak ona bakıyordu ve yüzündeki gülümsemenin ne kadar  hoş olduğunu düşünürken alakasız bir şekilde parmağını onun gözlerine uzatmıştı.

"Aldatıyor musun beni? Hangi gözünle ona baktın söyle çabuk!"

"Yibo... hadi uyuyalım." Diyerek onu yatak odasına götürmeye çalışan Zhan duyduğu öfkeli sözlere bir karşılık vermeyi düşünmese de, gözünü dürten parmaktan sonra mecburen Yibo'nun ellerinden tutarak ona engel oldu.

"Bırak ellerimi." Diyerek kollarını rasgele savurmaya çabalayan Yibo ise Zhan'ın ellerinden ne yapsa da kurtulamamıştı. Yatak odasına girdiklerinin bile farkında değildi; tek istediği kaşınan dişlerini karşısında duran adamın tenine hırsla geçirmekti.

"Bir şey söyleyeceğim."

Hareket etmeyi bırakırken dediklerini tekrarladı ve onu dinleyen Zhan'ı kafasıyla yakınına çağırdı. Ama daha çok onaylamaya benzeyen hareketlerini karşısındaki duran kişi anlamamıştı. Bu yüzden, "Yaklaşsana biraz." Diye konuştu sakince.

Aslında hiçbir şey demeyecekti ve Xiao Zhan bunun farkına çok geç, yani kulağı ısırılana dek fark edememişti. Yibo'dan kurtardığı kulağını tutarak kendisini geriye çekebildiğinde ise yüzündeki şaşkınlık emareleri oldukça güçlüydü. Kulağının ısırıldığı ilk sefer de değildi ama Yibo ilk kez sarhoşken böyle davrandığı için kısa bir süreliğine ne yapacağını bilemeyerek bakakalmıştı.

Yibo gözlerini kırpıp, masum masum "Acıdı mı?" Diye sordu biraz sonra ve  Zhan eliyle alnını ovalayarak başını salladı. Ama bu küçük hareket, hiçbir şeyi umursamıyor gibi duran Yibo tarafından anlaşılamamıştı. Neyi neden yaptığını bile tam olarak bilmiyordu ve zihninde yalnızca tek bir şeyin adı dönüp durduğundan olsa gerek Zhan'ın sözlerini bir kulağından karşılıyor ötekinden yolcu ediyordu.

Bunu anlayan Zhan konuşmayı bırakmış ve dolaptan tişört alıp getirirken de, küçüğün önüne eğilirken de sessiz kalmıştı. Ellerini Yibo'nun tişörtüne uzatıp çıkartmayı denediğinde onun tepkisizliği ellerine mani oldu, böylelikle konuşmadan önce dediklerinin anlaşılması için kafasını kaldırıp tam gözlerinin içine baktı.

"Ebruli, kollarını kaldırsana, bu tişörtün önü ıslanmış. "Diye konuştu elleri hala tişörtünün eteklerindeyken. Ama hayır, Yibo ona hiç yardımcı olacak gibi durmuyordu. Tek yaptığı bir yana düşürdüğü başını öteki tarafa çevirirken Xiao Zhan'a bakmak ve anlamayarak sormaktı.

"Hala ebruli diyorsun, kim bilmiyorum ama döverim onu. Sen yalnızca benim gegemsin."

Zhan'ın dudakları arasında kararsız  bir tebessüm, gözlerinde şaşkınlığın gölgeleri kendisine yer bulurken Yibo yüzünü buruşturdu ve iğrenerek ağzını kapadı.

"Iyy, ben ne dedim sana öyle?" Dedikten hemen sonra elleriyle yüzünü kapatıp sıkıntılı sesler çıkarmaya başladı. "Filmlerde böyle söylediklerinde romantik oluyordu, ben söyleyince niye kamyon arkası yazısı okuyorum gibi oldu?" Diye hayıflanmaya devam etti. Zihnindeki her şey bir mantık süzgeci olmadan dile geliyordu ama bunun farkında olsa bile utanç duymuyordu. 

"Tamam yalnızca senin gegenim." Diye konuşan Zhan gülümseyerek doğruldu yerinden ve yeniden Yibo'nun tişörtüne uzandı. Bir çocukla konuşuyor gibi tane tane söylemişti tüm söyleyeceklerini. "O yüzden şimdi dediğimi yapacaksın değil mi?"

Yibo bu sefer ona engel olmasa da önce gözlerini devirdi, sonra kafasından çıkartılan tişörte bakıp sakince cevap verdi. "Yaşlı adam sarhoş olabilirim ama hala 22 yaşındayım."

Hm'layarak kenara koyduğu tişörte uzanan adam, "Biliyorum ebruli" Diye mırıldandı. Tamamen alışkanlığı gereği böyle söylemişti ve onu ebruliden, farkında olmasa da bir bakıma kendisinden kıskanan Yibo için bu sesleniş sabır bardağını taşıran son damla olmuştu. Bunun için bileğinden yakaladığı Zhan'ın oturduğu yatağa tüm gücüyle çekmekle kalmayıp sadece birkaç kısa saniye sonunda öfkeyle üstüne çıkmıştı.

"Başlarım şimdi Ebruli'ne!" 

Büyük olan aralanan gözleriyle ve kalp atışlarının tüm bedenini sarsan sesleriyle öylece kalakaldı. Nefesini bile birkaç saniye tutarak bırakmıştı.

"Sadece beni." Yibo daha önce konuşmadığı bir sesle, son derece kışkırtıcı olacak şekilde dudaklarını Zhan'ın dudaklarına sürttü. Öpmüyordu ve bir süre daha öpmeyecekti. En azından söyleyeceklerini bitirmeden bunu yapmayı düşünmüyordu ama ilk kez üzerinde hakimiyet kurabildiği adamın yarıya kadar kapanan gözlerine ve hiçbir direnç göstermeyişine dayanamayıp kısa bir an dudaklarını öpmüştü.

"Ebruli'yi değil. "Dedi ayrılır ayrılmaz. Sonra henüz kurumayan nemli dudaklarını Zhan'ın boynuna uzatıp kısa bir an kokusunu içine çekti. İşte şimdi elleriyle birlikte gözlerini de birleştirmişti ve bulunduğu açıdan Xiao Zhan'ın yarı kabullenmiş, yarı beklentili suratının güzel göründüğünü sarhoş olsa bile tek seferde zihninin sağlam bir yerine işlemişti. "O yüzsüz kediyi hele hiç değil."

Cevap niteliği taşıyan herhangi bir şey duymasa da devam etti. "Yalnızca beni..."

Devam edemediği bu sözlerinin altında derin bir korku yatıyordu. Bu kaybetme korkusunu ilk zamanlar hareketleriyle belli etmeyi denese de bir süre sonra yalnızca kendi içinde yaşamış ve bir tek ona ait olan başka Yiboların korkudan titremesine izin vermişti. Oysa biliyordu ki korkusu yersizdi, ama şimdi ne bunu ne de kontrolsüz dilinden dökülmesini düşünüyordu. 

Kendisini altındaki bedene bastırdığında onun gözlerini sıkıca kapatarak nefessiz kaldığını fark etti. Bakışlarındaki boşluklar anlamlarla dolmuştu ve artık hiç sarhoş gibi durmuyordu. Bir tek dili onun iradesini aşıyor ve yalnızca sözlerinin önüne engeller koyamıyordu. Düşünceleri ise artık tümüyle onundu. 

"Ödüm kopuyor başkasına kanacaksın; Ebruli'yi de alıp gideceksin diye."

"Ama Ebruli sensin."

Kısık bir ses kulağına ulaştığında bunu tanıdık buldu ama aynı cümleyi nerede duyduğunu hatırlayamadı. Sadece biraz daha doğruldu ve nihayet tuttuğu bileklerden birisini bırakıp kendisini gösterdi. O an ebruli olduğuna inanası gelmemişti; çünkü Xiao Zhan'ın dilinden şarkı gibi dökülen kelimeyi, bu yalansız ve yalın haliyle kendisine atfetmekte zorluk çekiyordu. Bu da, uzun süredir zihninde kıyı köşe demeden her noktasına kazınan başka bir fikirdi.

Ebruli'nin anlamını duyduğundan beri bir yanı hep kendisine biricik ve özel olmayı yakıştıramamıştı. Kabul etmek istemediğinden olsa gerek bunu da hiç dile getirmemişti ama şimdiki haliyle dile getirmek çok zor gelmiyordu.

"Ben neden Ebruli'yim ki?"

Saf merakını sesinden sakınmamıştı. Kucağında oturmaya devam ettiği Zhan sorusu üzerine elini tuttu ve doğrudan kendi yanağına götürdü. Hafif bir gülümseme hediye etti kendisine bakan gence. Gözlerini kapatmış, başını Yibo'nun avuç içine yaslamak için vakit kaybetmemişti. "Çünkü seni seviyorum. Kediden ve diğer herkesten daha çok, en çok seni, hep seni." 

Dile getirdiği sözlerin kendilerine ait ruhları ruhuna karışmış, sanki her bir kelime elle tutulur, gözle görülür hale gelmişti. Gözlerini açtığında gördüğü yüz ise bütün her şeyi yanında sönük bırakacak kadar çok güzel gelmişti. 

Yibo cevap vermek yerine öptü onu. Bu zamana dek güven dolu geldiği ve yüreğinde bir yer tamama erdiği için öpmüştü Xiao Zhan'ı. Tutku hep vardı lakin hiçbir zaman o anki gibi yakıcı bir zevki de yanına getirmemişti. Omzundan saçlarına uzanan ellerin gücüne boyun eğerek daha çok eğildi ve kokusuyla sarmalandığı adamın dudaklarının tadıyla kutsandığını hissetti. 

Az önceki gibi kendisini oturduğu yere bastırdığında Zhan'ın boğazından hırıltılı bir ses yükselerek kendi ağzı içinde kayıplara karıştı. Durmayacaktı; zihninde dönüp duran her şeyi eyleme dökecek kadar gözünü karartmıştı ve altındaki bedenden dudağını gürültüyle ayırdığında bir süredir farkındalık alanından çıkan şeyi, üst bedeninin çıplak olduğunu fark ederek tenini yoklamıştı.

Xiao Zhan ise hareket etmiyordu. Normal vakitlerde kontrolünü elinde tutan kişi olsa da o an bunu yapmamıştı, çünkü Yibo tam kendinde değilken işi ileriye götürmek gibi bir amacı yoktu. Yalnızca bir süre daha ayak uydurmanın zararsız olduğuna kendisini inandırmıştı.

Yibo onun elinden tutup her bir noktası gerilen omuzlarından aşağıya  göğsünün hizasına getirdi. Onun parmaklarının, yandığını düşündüğü teninin üzerinde gezinmesini ve hissedebilmeyi istiyordu; bunu dile getirecek kadar da arsızdı.

"Dokun bana." Bakışlarını tuttuğu elden, yüzündeki sabit ifade bozguna uğramış olan Zhan'a çıkardı. Kararlıydı ve isteğinin yerine getirilmeme olasılığını sadece bakarak bile yasaklamıştı. "Önceki gibi."

En son yakınlaştıkları günün hatırası o vakitten beri aklında canlı kalabilmişti. Özellikle bunu belirtmesinin sebebi ise gerçekten hoşuna gitmiş olmasıydı. 

İsteğini yerine getirme konusunda tereddüt yaşayan Zhan, kendisinin  tam aksine ve kararsızlık içinde adını seslendiğinde istenmeme hissinin tanıdık adım seslerini zihninde işitir gibi oldu. İşte geliyor diye düşündü, beni yine mahvedecek.

Ama göğsünde hareketsiz duran elin geriye çekilmesine izin vermemişti ve aklı ne kadar sallantıda olsa da sözleriyle kendisine meydan okumak istiyordu.

"Ben anlamam."

Gördüğü gözler devam edip etmemenin hesabını yapmaya devam etse ve kafasının içindeki ses yine acımasız sözlerle onu en dibe çekmeye çalışsa da buna direndi. Dile getirdiği her şeye ve yüzüne bakan Zhan'a meydan okur gibi boşta kalan elini aşağıya doğru düşürdü. 

"Hiç kimseyi dinlemem." Diyerek o an kendisine karşı çıkan tüm Yiboları susturmuştu. Gözleri baktığı gözlerde kendi siluetini yarattığı sırada kalçasını kaldırarak doğruldu; tereddütsüz elinin belirsiz bir yolu takip ederek ulaştığı yer Xiao Zhan'ın henüz erekte olmamış penisinin tam üstüydü ve tam o an bileğinden kavrayan el ona yapmak üzere olduğu şeyi yapmasına engel olduğunda ise kaşlarını çatmıştı.

Şaşkın ve bir o kadarda sıkıntıda olan Zhan, "Yibo," Dedikten sonra kuruyan boğazı yüzünden duraksamak zorunda kaldı ama tuttuğu bilekten elini çekmedi. Yibo'nun her ne kadar kendindeymiş gibi baktığını görse de sarhoş olduğunu ve bazı şeyleri kırılan direnci yüzünden düşünmeden yaptığını biliyordu. Niyeti onun pişman olacağı şeyleri yapmasının önüne geçmekti ve, "Kendinde değil gibisin." Dediğinde ona da bunu hatırlatmak istemişti.

Ancak Yibo çoktan tüm bunlara karşı çıkarak kendi içinde bir kavgayı başlatmıştı. İstiyordu; öyleyse vakit cesur olabildiği bir vakitse fırsatı kaçırmadan istediği almalıydı. Bunun için geri çekilmiyordu; kalbinin çığlıklarını da zihninin merhametsiz sözlerini de geri plana atarak talep ediyor ve sahip olduğu her şeyle, kötü benlik algısına karşılık dünyada başka kimse orada olamaz, yaptığını yapamazmış gibi davranıyordu. Bu büyük bir ikilem, aynı zamanda kazanmak istediği bir savaştı.

Ve bileğini tutan elden kurtularak biraz evvel yapmak istediğini yaptığında Xiao Zhan da başını geriye atıp dünyasının kaç bucak olduğunu görmüş, her yere kendi varlığının adını koyan Yibo'nun koyulaşan gözlerindeki aklı başında olmakla delilik arasındaki yeri tanımıştı. Kendisini yeniden Yibo'nun elleri arasında bulduğunda inledi ve yatağa çekildiği andan beri ikinci planda bıraktığı hazzın nasıl da bedenini talan edebileceğini hatırladı.

"Asla da vazgeçmem." Diye konuşan Yibo kıyafet üzerinden okşadığı organın sertliğinin saniye saniye arttığı hissederken keyifli bir gülüşle Xiao Zhan'a yaklaştı. Onun üzerinde bırakabildiği etki tüm sesleri susturmaya yetmezdi ama kendisiyle olan savaşında lehine yaptığı sağlam bir darbe olabilirdi.

"Bekle biraz." Diyerek elini tutan Zhan'ın zorlukla sahip çıkmaya çalıştığı iradesini bütünüyle yok edebilmek için aklından arsızca pek çok şey geçirdiği anda dikkati dağıldı, gücünü yitirdi ve sırtı yatak örtüsüyle buluştu; yerleri değişmişti ama Yibo hala sonuna dek gitmek için istekli, Zhan ise hala tereddüt içinde son bir kez iradesini kullanabilme derdindeydi.

"Yibo eğer devam edersen işin sonu kötü bitebilir."

Bahsettiği kötü son sabah uyandığında onun pişman olması ve kendisine kızmasıydı. Yibo'nun öfkesinin ne denli acıttığını biliyordu ve bunun için kendisine eziyetler edip, canını yakmasına razı gelemezdi. Boş veremiyor, hatta zor dayanıyor olsa bile iyi olacağından emin olmak istiyordu. Ama Yibo onun sözlerini daha farklı anlamıştı. Neredeyse küskün bir halde, "Neden? Benimle birlikte olmak kötü mü?" Diye sormasının nedeni de tam olarak buydu. 

Zhan onun bu haline bakarken yüreğinin burkulmasına engel olamadı ve yok saydığı her şeyi tam karşısında bulsa da eğilerek alınlarını birleşti. Tenini onun teninden uzaklaştırmadan hafifçe hareket edip dudaklarını yanağına sürttü, sıcak bir öpücük verdi ona. Sesi derinleşmiş ve zorlanmalarının belirtileri alnındaki belirsiz bir çizgiye dolmuştu. 

"Hayır tabi ki de." Dedi yumuşak sesiyle. Fısıltısı küçüğün kulağından içeriye süzüldüğünde Yibo çıplaklığı yüzünden ilk kez titremiş ve üzerindeki bedenden yayılan sıcaklığa  sahip olmak istemişti. Öyle şiddetliydi ki bu isteği ellerini Zhan'ın sırtına uzattı, bir daha bırakmayacakmış gibi sıkıca sarıldı. Bu sırada bir kez daha duydu onun sesini. "Seni her şeyden çok istiyorum, kalbim.. kalbim şahit. Ben bunu tarif edemem bile. "

Yibo gücünün birazını bacaklarına verdi ve kalçasını kaldırarak büyük olana sürtündü. Tüm bu hareketleri nefeslerini eş zamanlı olarak sekteye uğratsa bile Yibo'nun tavrı kararlı, devam etmeye oldukça hevesliydi.

Biraz sonra gözlerini kapatarak beklemede olan adamın omzuna hafifçe vurarak, "Hareket et o zaman." Diye sızlanmıştı ve onu yeniden öptüğünde aldığı karşılık en az kendisininki kadar istekliydi bu sefer.

Xiao Zhan kabul etmiş, kendisine engel koyan iradesini sıcak ama hırçın dudaklar arasında eritmişti. Çünkü Wang Yibo karşı koyulamazdı; onu hiç bırakmayacaktı ve bu gece ateş olup bedenini yakacaksa bile her şeyiyle razıydı.

○○○○○○○

Merhaba.

Okul yüzünden iki arada bir derede yazdım, hatalarım olabilir üzgünüm.

Böyle bir yerde bitirdim diye ettiğiniz güzel(?) sözleri duyar gibiyim ama olsundu, fazla bekletmeden yazarım diye düşünüyorum.

Umarım beğenmişsinizdir.

Teşekkürler, kendinize güzel bakın.

Continue Reading

You'll Also Like

247K 26.5K 21
Tek başına bebeğiyle Seule taşınan omega jeon jungkook ve komşusu safkan alfa kim taehyung . Omegaverse! SafkanAlfatae! Omegakook! Text&Düzyazı!
39K 3.5K 17
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...
277K 26K 31
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
19.9K 1.3K 34
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?