Flowers Blooming in the Dark...

By cooljhope

39.7K 6.9K 1.3K

Ölüm Tanrısı Wei Wuxian, Bereket Tanrısı Lan Wangji ile tanıştığında beklediği son şey ayaklarının yerden kes... More

1- kim olduğunu biliyorum
2- saça konan lotus
3- yenidünyalar
4- Wei Ying'i bekliyordum
5- biriyle tanıştım
6- bu senindir
7- ben sadece doğruları söylerim
8- varsayımsal olarak
9- seni öpebilir miyim?
10- bin öpücük
11- fısıltıların tanrısı
12- ceza
13- Yiling
14- sözler tutulmalıdır
15- kehanet
16- görmek ister misin?
17- Xian-gege, Sebze-gege
18- A-Yuan öyle demek istemedi
19- kanıtla
20- hiç aşık oldun mu?
21- ikinci görev
22- bekle beni
23- sebze-gege nerede?
24- senin için
25- nezaket ismi
26- küçük bir Lan
27- güneş feneri
28- tavşan feneri
29- Gecesiz Şehir ve Jinlin Tai
30- böğürtlenler ve pembe cüppe
31- bizi ayıramayacaklar
32- boom!
33- bana güvenmene ihtiyacım var
34- Yiling Piri'nin planı
36- sevgi ve şefkat
37- en iyi şans sensin
38- solup gitmek
39- ruh bağı
40- onlara inanıyorum
41- evlilik ve ruh bağı töreni
42- beni geçmen gerekecek
43- sana güveniyorum
44- mum alevleri
45- buradayım, Lan Zhan
46- final

35- son aptallık girişimi

621 127 33
By cooljhope

Jiang Cheng binadan ayrılıp göze çarpmamak için elinden geleni yaparak, dar bir dağ yolundan aşağı doğru yürüdü. Konsey karargâhı; teknik olarak hiçbir tanrının bölgesinde yer almadığı için, gözlerden uzak bir dağın zirvesinde yer alıyordu. Ayrıca bu bölgede yaşayan kimse de olmadığından, saray topraklarından çıktığı vakit Jiang Cheng'in fark edilme konusunda çok da endişelenmesine gerek yoktu.

Ya da o, hafif bir hışırtı takip edildiğini söyleyene kadar böyle düşünüyordu.

Takipçisine, onu fark ettiğine dair görünen herhangi bir işaret vermemeye dikkat eden Jiang Cheng patika dışına çıkarak, sık ağaçlı ormana girdi. Ağaçların arasından ve dalların altından geçerken rastgele bir yol çiziyordu.

Bu da ondan kurtulmasını sağlamadığında, Jiang Cheng büyük bir kayanın arkasında eğildi. Onu takip eden hafif ayak sesleri durmuş, sonra temkinli bir şekilde yaklaşmaya başlamıştı. Jiang Cheng beklerken iki büklüm ve gergindi ve o kişi nihayet köşeyi döndüğünde, saklandığı yerden fırlayarak adamın bileğini kavramış ve onu kayaya sabitlemişti.

"Ah!" Tanıdık bir ses, yere düşen yelpazenin takırtısıyla birlikte bağırdı.

Jiang Cheng gözlerini kırpıştırıyordu. "Nie Huaisang?"

Nie Huaisang pembe dudaklarını bükerek ona baktı. "Jiang-xiong, ne yapıyorsun?"

Jiang Cheng'in içinde oldukları pozisyonu fark ettiği an, bu andı. Diğer tanrının narin bileklerini hâlâ başının üstünde tutuyordu ve yüzleri arasında santimler vardı. Sıcaklık Jiang Cheng'in yanaklarına üşüşürken, geriye doğru sıçradı.

"Bu benim repliğim olmalıydı." Kaşlarını çatma girişiminde bulunarak utancını gizlemeye çalıştı. "Neden beni takip ediyorsun?"

Nie Huaisang sinir olmuş gibi sesli bir şekilde nefes vererek, yelpazesini almak için yere eğildi. Üzerindeki pisliği temizledikten sonra ise sallamak için yelpazesini yüzünün önünde açmıştı.

"Saraydan ayrıldığını görüp endişelendim. Üzgün görünüyordun."

Jiang Cheng'in küçük bir kısmı Nie Huaisang'ın onun için endişelendiği düşüncesiyle neşelense de, diğer bir kısmı kuşkuculuğunu korumuştu.

"Hâlâ konsey salonunda olduğunu düşünüyordum," dedi. "Yokluğumu kapatacağını söylememiş miydin?"

Nie Huaisang, "Sen gittikten kısa bir süre sonra konsey ara verdi," deyip omuz silkti. "Jiang-guniang geri geldi ama sen yoktun. Bu yüzden ben de seni aramaya çıktım."

"Oh," Jiang Cheng zayıf bir şekilde yanıtladı. Koşullar gereği şu an daha şüpheci olması gerektiğini biliyordu ama Nie Huaisang'ın yelpazesinin üzerinden bakan gözleri çok büyük ve masumdu. "Eh, bir dahaki sefere beni garip bir ucube gibi takip etmek yerine bir şeyler söyle."

Nie Huaisang'a hakaret ettiği için anında kendini yumruklamak istemişti ama diğer tanrı yalnızca çınlayan bir kahkaha attı.

"Gereğince not alındı," dedi Nie Huaisang.

Birbirlerine gülümsedikten sonra Jiang Cheng baş parmağını omzunun biraz üzerine kadar kaldırıp arkayı gösterdi.

"Pekâlâ, şey, benim gitmem gerekiyor," dedi. "Ah, sonra görüşürüz." Lanet olsun. Neden bu kadar garipti ki?

O birkaç adımdan fazlasını atamadan önce, Nie Huaisang, "Bekle!" dedi. "Wei-xiong ile konuşmaya mı gidiyorsun? Seninle gelmeme izin ver."

Jiang Cheng gerilmiş bir hâlde diğer tanrıya baktı. "Sana bunu düşündüren nedir?"

Nie Huaisang omuz silkti, yüzünün yarısı bir kez daha yelpazesinin arkasında saklanmıştı. "Wei-xiong ile iletişime geçebilecek biri varsa o ya sen ya da ablandır. Ve böyle bir zamanda onun yanından başka nereye gidersin bilmiyorum."

Jiang Cheng gözlerini kıstı. "Tamam, diyelim ki bu doğru. Yine de neden benimle gelmek istiyorsun?"

Nie Huaisang, "Wei-xiong benim arkadaşım," diye yanıtladı. "Ona pek yardımcı olamayacağımı biliyorum ama en azından denemek isterim."

Jiang Cheng aniden bileğini yakalayıp yelpazeyi kibar ancak kararlı bir şekilde yüzünün önünden çektiğinde, Nie Huaisang kendi konuşmasını ciyaklayarak kesmişti. Artık kâğıt bariyer tarafından korunmadığından, Jiang Cheng, Nie Huaisang'ın yüzünü inceledi. Sıcak, kahverengi gözleri ürkmüş görünse de o gözlerde düzenbazlığa dair hiçbir işaret yoktu ve Jiang Cheng, o ve Wei Wuxian'ın yüzyıllardır yakın arkadaş olduklarını biliyordu. Bu yüzden Nie Huaisang'ın yardım etmek istemesinde sorgulanacak bir şey yoktu. Jiang Cheng her zaman Nie Huaisang'ın gizli bir derinliği olduğuna inanmıştı ancak bu adamın arkadaşlarına olan sadakatinden hiçbir zaman şüphe etmemişti.

"İyi," dedi en sonunda. Nie Huaisang'ı da serbest bırakmıştı. "Ancak acele etmeliyiz. Ve bundan hiç kimseye söz edemezsin."

Nie Huaisang kafasını sallarken dudaklarında sevimli ve yaramaz bir gülümseme vardı.

Dağdan aşağı yol aldıktan sonra, sonunda Jiang Cheng'in aradığı geniş nehre ulaştılar. Sandu'ya bindikten sonra, beklentiyle Nie Huaisang'a baktı.

"Ah," diğer tanrı aşağı doğru kendi kılıcına bakıyordu. "Uçmakta pek iyi değilim."

Bunu zaten bilen Jiang Cheng, Nie Huaisang'ın yanaklarının kızarmasını büyülenmiş bir şekilde izleyerek, ona yalnızca elini uzattı. Nie Huaisang elini tutmuş ve kılıcın Jiang Cheng'in arkasındaki boşluk kısmına adım atmıştı. Hafif bir tereddütten sonra, iki ince kol Jiang Cheng'in beline dolanmış ve Jiang Cheng Sandu'yla nehre doğru inerken tutuşu sıkılaşmıştı.

"Jiang-xiong, yavaşla." Nie Huaisang, Jiang Cheng'in omzunun üzerinden feryat etti.

Jiang Cheng gözlerini devirse de, nazik bir şekilde hızını düşürdü. Tılsımı kol yenlerinden bulup çıkardıktan sonra küçük bir ruhsal enerjiyi açığa çıkararak tılsımı etkinleştirdiğinde, önlerinde içinden geçerek diğer tarafa doğru süzülmelerini sağlayan gölgeli bir portal belirmişti. Nie Huaisang, ölüler nehrinin üzerinden uçarlarken merak içinde etrafına bakmak için yüzünü Jiang Cheng'in sırtından ayırmıştı. Jiang Cheng ise, Wei Wuxian'ı çok kez ziyaret ettiğinden çevresine fazla ilgi göstermedi.

Yani, ta ki, Mezar Tepeleri'nin dibine ulaşana kadar.

"Bu ne böyle lan?" Jiang Cheng şok içinde dağa bakıyordu.

"Sorun ne?" diye sordu Nie Huaisang. Sağlam bir zeminin üzerine döndüğünden rahatlamış görünüyordu.

Jiang Cheng önlerindeki manzarayı işaret etti. "Burası... burası... yeşil."

"Öyle olmaması mı gerekiyor?"

Jiang Cheng tek kelime etmeden yalnızca başını sallayıp yola devam etmiş, Nie Huaisang ise yakın bir şekilde onu arkasından takip etmişti. Dağın eteklerindeki her şey, her zaman oldukları gibiydi; çorak ve cansız. Ancak onlar yukarı doğru yürüdükçe bitkiler daha sıklaşıp daha da hayat dolu hale geliyordu. Öyle ki, çok geçmeden sanki yüzeydeki herhangi bir dağdalarmış gibi hissetmeye başlamışlardı. Hayır, ondan bile daha canlıydı. Ağaçlar meyve doluydu ve toprak çiçeklerle dolup taşıyordu. Hakikaten de Nilüfer Rıhtım ya da Bulut Kovuğu ile aynı seviyede olan ilahi bir mesken gibi görünüyordu.

Cidden, buraya ne halt olmuştu böyle?!

Jiang Cheng sarayın kapılarını büyük bir gürültüyle açtı. Wei Wuxian ve Lan Wangji ana salondaydı ve görünüşe göre bir müzakerenin ortasındalardı.

"Jiang Cheng?" dedi Wei Wuxian ve yüzünde çileden çıkaran şaşkınlık ve kafa karışıklığı ifadesi vardı. "Burada ne yapıyorsun?"

Sabahtan beri yüzeyin altında kaynayan tüm öfke, endişe ve hayal kırıklığı en sonunda Jiang Cheng'den taşmıştı. Koridordan aşağı fırtına gibi giderken, etrafında şimşek kıvılcımları çatırdadı.

"Burada ne mi yapıyorum?!" derken soru sormuyordu. "O burada ne yapıyor?!" Jiang Cheng suçlayıcı bir şekilde parmağını Lan Wangji'ye uzattı.

Lan Wangji, hiçbir tepki vermeden sadece Wei Wuxian'ı kardeşinin gazabından korumak ister gibi ölüm tanrısının önüne doğru bir adım attı, ki bu, Jiang Cheng'i daha da sinirlendirmişti.

"Ah, bu biraz uzun bir hikâye," dedi Wei Wuxian. "Anlama-"

"Oh, her şeyi biliyorum," diye araya girdi Jiang Cheng. "Tüm kutsal alem senin son aptallık girişiminden bahsediyor-"

"Hey!"

"-ve şimdi ise konsey Yiling'i kuşatmak için hazırlık yapıyor!"

Wei Wuxian'ın alıngan dudak bükmesi ortadan kalkmıştı. "Bekle, ne? Kuşatma mı? Neden?"

Jiang Cheng, "Sence neden, geri zekalı?" diye tersledi. "Herkes Hanguang-jun'u kaçırdığını ve eğer seni tanrıların imparatoru ilan etmezlerse dünyayı sonsuz kışa sokacağını düşünüyor!"

"Ben... onlar... ne?" dedi Wei Wuxian. Ağzı bir balık gibi açılıp kapanıyordu. Durum bu kadar içler acısı olmasaydı, komik olabilirdi. "Bu fikre nereden kapılmışlar?"

Bir ses, "Sanıyorum ki bu teoriyi ortaya atan kişi Wen Ruohan'dı," dedi.

Tüm gözler, hızla yelpazesinin arkasına saklanan Nie Huaisang'a döndü. Jiang Cheng onun da burada olduğunu neredeyse unutmuştu.

Wei Wuxian'ın yüzü karardı. "Elbette öyleydi," diye mırıldandı. Sinirle solurken ellerini beline koymuştu. "Her neyse, yanlış bir fikre kapılmışlar! Lan Zhan'ı kaçırmadım. Bilakis, Lan Zhan beni kaçırdı!"

"Kendi sarayına mı?" derken Jiang Cheng kaşlarını kaldırdı.

Wei Wuxian duraksasa da, ardından omuz silkti. "Bu karmaşık bir mesele."

"Yine de, Wei-xiong," dedi Nie Huaisang. "Bir yabancının bakış açısından bu durumun pek de iyi görünmediğini anlayabilirsin."

Lan Wangji en sonunda konuştu. "Kişi, yalnızca ikinci derece tanıklara dayanarak hüküm vermemelidir."

"Evet fakat hepimiz saygıdeğer Hanguang-jun kadar dürüst olamayız," diye alay etti Jiang Cheng. Ardından tekrar kardeşine dönmüştü. "Hadi. Yüzeye dönelim, böylece olanları konseye açıklayabilirsin. Büyük ihtimal yine de seni cezalandırırlar ama en azından savaştan kaçınmış oluruz."

Lan Wangji, Wei Wuxian cevap veremeden araya girerek "Hayır," dedi.

Jiang Cheng kaşlarını çatıp sert sert baktı. "Ne demek hayır?"

Lan Wangji, "Eğer şimdi dönersek konsey birlikteliğimizi yasaklama kararı alabilir," dedi.

"Bunu her türlü yapacaklar!" diye bağırdı Jiang Cheng. "Burada kalmak yalnızca onları daha da kızdırıyor!"

Nie Huaisang, "Aslında ben Wangji-xiong'un tarafındayım," dedi. Jiang Cheng'in bakışlarıyla karşı karşıya geldiğinde yelpazesinin arkasına sinmiş olsa da, konuşmaya devam etti. "Wen Ruohan, Lan Qiren ve Jin Guangshan çoktan kararlarını verdiler. Herkes, Wen Ruohan ve Jin Guangshan'ın binlerce yıldır Yiling'ten bir parça istediğini biliyor ve şimdi böyle bir fırsat kendiliğinden onların ayağına gittiğinde göre, bundan kolayca vazgeçeceklerinden şüpheliyim."

Dudakları küçümseme ve alay etmeyle kıvrılan Jiang Cheng, Wei Wuxian'a bir bakış attı. "Ve sen gidip bunu onlara gümüş bir tepside sundun. Sanki o piçlerin daha fazla güce ihtiyacı varmış gibi."

Fakat bu andan sonra bile geri çekilmek yerine, Wei Wuxian'ın yüzünden düşünceli bir bakış geçmişti.

"Yine de yapmış bulundum, değil mi?" diye sordu. "Şu an üzerinde düşününce, olanlar onlar için son derece elverişli görünüyor."

"Ne," Jiang Cheng gözlerini devirdi. "Yani şimdi Wen Ruohan'ın Yiling'i istila edebilmek için sizin tüm kur ilişkinizi yönettiğini mi söylüyorsun?"

Wei Wuxian, Lan Wangji'nin koluna tutunarak, "Tabii ki hayır," dedi. "Lan Zhan ve ben birbirimize aşığız! Bunu bizden başka hiç kimse sağlayamazdı!"

Lan Wangji, Wei Wuxian'ı daha da yakınına çekmek ve kulaklarının pembeye dönmesi dışında bir tepki vermemişti. İğrenç.

"Bu," diye ekledi Wei Wuxian. Diğer tanrının kollarının arasında olmaktan iğrenç bir şekilde mutlu görünüyordu. "Eğer Wen Ruohan veya Jin Guangshan bizi bir şekilde erkenden fark etmiş olsalardı perde arkasındaki şeyleri manipüle edeceklerini ve böylece ilişkimiz açığa çıktığında sonuçların pek de iç açıcı olmayacağı anlamına geliyor. Ki bu da, onlara bana saldırmak için bir bahane vermiş olurdu. Eh," kafasını yana eğdi. "Bunu Wen Ruohan yapabilirdi. Jin Guangshan bunun için yeterince zeki değil."

Jiang Cheng homurdandı.

"Belki o değil," diye mırıldandı Nie Huaisang. "Ama Jin Guangyao öyle."

Oda sessizliğe gömüldüğünde, neşeden eser kalmamıştı.

"Sikeyim," dedi Jiang Cheng. "Onu düşünmemiştim bile. Gerçekten de sana karşı çalışıyorsa, bu işleri yüz kat daha zorlaştırır."

Anlaşılan kırk yılın başı Lan Wangji, Jiang Cheng ile aynı fikirdeydi. Kafasını sallarken ifadesi ciddiydi. Şey, her zamankinden de ciddi.

"Jin Guangyao neden Yiling'e saldırmak için kumpas kursun?" diye sordu Wei Wuxian. "Ona hiçbir şey yapmadım."

"Bu senin bildiğin kadarıyla," deyip ona karşı çıktı Jiang Cheng. "Bok gibi hafızan var. Jin Guangyao ise tam tersi, her şeyi hatırlıyor. Muhtemelen bir ara ona dikkatsizce bir şey söyledin ve şimdi intikam istiyor."

Lan Wangji ise, "Alternatif olarak, babasının emirlerine göre hareket ediyor olabilir," dedi.

"Tamam," dedi Wei Wuxian. "Fakat yine de bunun neden bu kadar büyük bir olay olduğunu anlamıyorum. Elbette, Jin Guangyao kurnaz, ama ben de öyleyim. Dördümüz birlikte, onu zekamızla alt edebiliriz."

"O yalnızca kurnaz değil, moron," dedi Jiang Cheng. "O fısıltıların tanrısı. Kim bilir Wen Ruohan'a ne kadar bilgi veriyordur. Hatta muhtemelen şu anda bizi dinliyor!"

Lan Wangji tekrar kafasını salladı. Belki de Jiang Cheng tamamen ümitsiz bir dava değildi. Bu tabii ki, Jiang Cheng'in bereket tanrısını onayladığı anlamına da gelmiyordu.

Wei Wuxian duruma uygun şekilde endişeli görünmek yerine, sadece gözlerini kırpıştırdı.

"Bekle," dedi. "Jin Guangyao'nun fısıltıların tanrısı olduğunu mu düşünüyorsun?"

Böyle bir cevap beklemeyen Jiang Cheng, Lan Wangji ile bakıştı.

"Ah, evet? Yoksa bildiği her şeyi nasıl bilecekti?"

Lan Wangji, "Abim ondan birçok kez bilgi almıştı," diye ekledi. "Her zaman doğru çıktı ve o tür bilgileri sıradan yollarla kazanmak imkansızdır."

"Hah," Wei Wuxian buna uzun bir süre kafa yordu. Hâlâ ikna olmamış göründüğünde ise Jiang Cheng, Nie Huaisang'a dönmüştü.

"Sen de öyle düşünüyorsun değil mi?"

Nie Huaisang sıçradı. "Bi-bilmiyorum! Gerçekten bilmiyorum!"

Jiang Cheng, "Ne demek bilmiyorum?" diye tersledi. "Başka kim olabilir ki?"

Nie Huaisang cevap vermemiş, yalnızca kafasını sallamaya devam etmişti. Jiang Cheng onu daha fazla darlamadan önce, Wei Wuxian araya girdi.

"Yanlış şeye odaklanıyoruz," dedi. "Jin'leri umursamıyorum, umursadığım şey Wen Ruohan. Yiling'e erişmek istemesinin tek sebebi, toprağımdan bir parça almak değil."

Dört tanrı da birbirine sertçe baktı. En sonunda sessizliği bozan Lan Wangji oldu. "A-Yuan."

Wei Wuxian kafasını salladığında, Jiang Cheng homurdanarak kollarını göğsünde kavuşturdu.

"Onu başka bir yere gönderemez misin?" diye sordu. "Tüm bunlar olup biterken onu saklarsın?"

Kardeşi bunu bir süre düşünüyor gibi göründükten sonra, "Hayır," diye yanıtladı. "Mezar Tepeleri'ne saldırsalar bile, burası yine de onun için en güvenli yer. Eğer uzağa gönderirsem onu koruyamayız. Tabii," Lan Wangji'ye soru sorar gibi bir bakış attı. "Biri onunla gitmezse."

Lan Wangji derhal, "Hayır," dedi. "Seni bırakmayacağım. Birlikte daha güçlü olacağız."

Wei Wuxian omuz silkerken yeniden Jiang Cheng'e döndü. "Cevabını aldın."

"Öyleyse ben de kalıyorum," dedi Jiang Cheng. Şaşkın suratlarına bakarken kaşlarını çatmış ve eklemişti, "Sanki o piçin yeğenimin tek saç teline zarar vermesine izin verirmişim gibi."

"Awww, seni koca yufka yürek seni," diye alay etti Wei Wuxian.

"Siktir git."

Wei Wuxian'ın kıkırdaması git gide azalırken, ifadesi ciddileşti.

"Eh, en azından biraz zamanımız var. Konsey birlikte çalışsa bile, Yiling'e gedik açmak günlerini almasa da saatlerini alacak. Yani," odada etrafına bakmış, yoldaşlarının her biriyle göz göze gelmişti. "Hadi bir plan düşünelim."

Continue Reading

You'll Also Like

65K 6.1K 32
Genç Wang Yibo Xiao Zhan ile ,daha olgun ve daha deneyimli bir adamla, tanıştığında babası tarafından kısa bir süre önce evlatlıktan reddedilmişti. B...
1.7K 184 18
Park Chanyeol, halkının hayatını ve refahını korumak zorunda olan düşünceli bir prensti. Byun Baekhyun ise, insanların kanıyla beslenen ve hatta k...
22.5K 579 30
"Senden nefret ediyorum Wu Yifan!" dedi diğerine göre kısa ve fazla masum çocuk. "Ne sandın Xingxing seni sevceğimi mi?? Ahaha komiksin. Ben. Seni. S...
3.1K 419 14
Xiao Zhan zor bir durumdadır. Banka hesabı neredeyse bostur, isi yoktur ve ailesinin onun için sectigi işi reddettigi için kaçarcasına şehire yerleşm...