toxic / taejin

By alluringpsh

185 36 54

jin, okul dışında cebine beş kuruş girsin diye arkadaşıyla birlikte gittiği modellik ajansında gördüğü soğuk... More

un
trois
quatre
cinq

deux

38 9 12
By alluringpsh






Beni K-pop'a sokan adamı hikayemde kötü karakter yaptığım için üzülsem de baskın ve yaşı büyük biri gerektiğinden uydu bence?? Bu instant regret yaşayan yazarınıza yardım edip bana yakıştığını söyleyin lütfen... :( Neyse, ilk bölümde Jiyong'a değinmediğimi fark ettim. Kwon Jiyong'u (yani G-Dragon'ı) hepinizin bildiğini düşünüyorum ama bilmeyenler varsa medya kısmına fotoğrafını bıraktım, hikayede 36 yaşında kendisi.

-

Herkesin özünde iyi olduğunu düşünürdüm. Kimsenin doğuştan kötü olmadığına, biz iyiyi düşünürsek başımıza hep iyi şeylerin geleceğine, insanlara hep iyi yaklaşmak gerektiğine inanırdım. Annem bana küçükken hep bunları öğütlerdi çünkü. Beni nazik biri olarak büyütmüştü. Ne zaman birine kaba olduğumu görse/öğrense bana çok kızardı.

Babam ise hep aksini düşünürdü. Annemin aksine, o zengin bir ailede büyümüştü ve dedem onu şirkete bir varis olarak yetiştirdiğinden olsa gerek, ağır bir karaktere sahipti. Babamdan korkarak büyümüştüm. Bana karşı yaklaşımı hep çok soğuk olmuştu çünkü. Benimle duygusal hiçbir bağ kurmazdı. Belki kendi babasından gördüğü bu olduğundan o da bana böyle yaklaşması gerektiğini düşünüyordu, belki de sadece karakteri buydu. Diyorum ya, hep insanların hareketlerine bir bahane bulmaya çalışıyor, iyi biri olduklarını düşünmek için uğraşıyordum.

Ama bunu Jiyong için yapamamıştım. Onu gördüğüm ilk andan beri ısınamamıştım ve o adamda bir şeyler olduğunu biliyordum. Başta onu sevmediğimden ajansa girmemeyi bile düşünmüştüm ve beni bu düşüncemden Jungkook vazgeçirmişti. Bu fırsatın bize gelecekte de yararı olabileceğini düşünüyordu. Psikolog olmak isteyen bana ne yararı olabilirdi bilmiyordum ama Jungkook müzisyen olmak istediği için adını duyurmaya dair her şansı değerlendirmek istediğinden onu yalnız bırakmak istememiştim. Şimdi düşünüyordum da, iyi ki beni vazgeçirmişti. Taehyung'ı görme, bir bakıma tanıma şansı yakalamıştım. Onunla yakınlaşmak istiyordum ilk günden beri. Soğuk ve umursamaz gözüken maskesinin altındaki gerçek benliğini çok merak ediyordum. Onun aslında böyle biri olmadığı benim gözümde bariz ortadaydı çünkü, biz Jungkook ile konuşup gülüşürken hevesle bize kayan gözleri, ne zaman diğer modellerin onun hakkında konuştuğunu duysa yere düşen başı, Jiyong onu peşinden bir yerlere sürüklerken önce itiraz edecekmiş gibi açılıp ardından hemen kapanan dudakları... Benim gözümde her şeyi ele veriyordu işte.

Yine de anlamlandıramadığım şeyler vardı... Acaba Yoongi ve Hoseok'un dediği gibi birilerinin kahramanı mı olmaya çalışıyordum? Taehyung'ın bu hareketlerini çok mu abartıyordum? Yoksa hepsini yanlış mı yorumluyordum? Taehyung bu kadar mutsuzsa neden Jiyong'u terk etmesindi? Yoksa Jiyong onu bir şekilde zorla mı yanında tutuyordu? Ama neden böyle bir şey yapıyordu?

Jiyong ile arabada yaptığım o konuşmanın üstünden iki gün geçmişti ve ben iki gündür aklımı kurcalayan bu sorular yüzünden uyuyamaz, hiçbir şeye odaklanamaz olmuştum. Taehyung'ı da o günden beri görmemiştim, sanki özellikle yapmışlar gibi tüm programımı değiştirmişlerdi ve Taehyung ile asla denk gelmiyorduk. Büyük ihtimalle bilerek de yapmışlardı. Tüm bunlar ise sadece şüphelerimi daha da doğruya çıkarıyorlardı.

"Hyung, beni duyuyor musun? İyi misin sen?"

Koltuğumda oturmuş bir şekilde derin düşüncelere kapılmış halimden Jungkook'un sesiyle çıktım. Beni düşüncelerimden kurtardığı için ona minnettardım, çünkü kendimi delirtmeme ramak kalmıştı.

"Evet evet iyiyim, Jungkook. Televizyona dalmışım."

"Ama televizyon kapalı."

Ben şaşkınlıkla açılan gözlerimi önümdeki gerçekten kapalı olan televizyona çevirirken Jungkook ise sıkıntılı bir ses çıkararak kendini kucağıma atmış, kollarını boynuma dolamıştı. Biz çocukken de ne zaman benim bir sıkıntım olsa bunu yapardı. Kendini benim üstüme atar ve ben ne olduğunu anlatana kadar üstümden kalkmazdı. Tabii artık küçük olmadığımız için bir sıkıntı vardı.

"Jungkook, küçük çocuklar değiliz artık çok ağırlaştın kalk üstümden. Nefes alamıyorum."

"Hayır hyung, sen ne olduğunu anlatana kadar kalkmayacağım. İki gündür yemeden içmeden kesildin resmen, uyumuyor olduğun da belli gözlerin kızarmış uykusuzluktan. Sürekli düşünceli bir haldesin ve dalgınsın. Bir şey var belli. Yine annen mi?"

Jungkook sinirli başladığı cümlenin sonunu yumuşak bir şekilde bitirirken, annemin konusunu açar açmaz pişman olmuş gibi alt dudağını ısırdı. Aile konusunun benim için çok hassas olduğunu biliyordu, her şeyin yaşanışına canlı canlı tanık olmuştu. O zamanlar yanımda olan tek kişiydi ve arkadaş grubunda geçmişimi tüm ayrıntılarıyla tek o biliyordu. Yoongi, Hoseok ve Jimin'e de her şeyi üstünkörü anlatmıştım ama onlar Jungkook'un aksine detayları bilmiyorlardı. Jungkook bunun bilinciyle ne zaman ailemden konu açılsa üstüme çok düşer, ne zaman moralimin iyi olmadığını görse bana annemin iyi olup olmadığını sorardı. Ona minnettar olduğum bir konuydu bu, içimi dökecek biri vardı çevremde. Oturup ona saatlerce annemi anlatıyordum ve beni büyük bir sabırla dinliyor, bana destek çıkıyordu. Böyle anlarda rolleri değiştiriyorduk sanki, o benim abim oluyordu. Jungkook hakkında hayran olduğum konulardan biriydi bu. Küçük olduğundan şımarmayı ve yaramaz davranmayı seviyordu ama yeri geldiğinde gördüğüm çoğu kişiden daha olgun davranıyordu.

"Hayır Jungkook. Annem... İyi değil ama her zamanki annem işte. Bir gelişme yok, bu hafta sonu yine onu görmeye gideceğim."

"Kendine dikkat et olur mu hyung? Son seferde çok kötü olmuştun."

"Merak etme Jungkook. Kendime dikkat edeceğim."

Aklıma gelen sevimsiz anıların hepsini boş vermeye çalışarak ona sahte bir gülümseme sunmayı denedim ama ne kadar başarılı olduğum tartışılırdı. O gün Jiyong ile yaptığım görüşmeden hiçbirine bahsetmemiştim çünkü karşımdaki adam arabanın her yerine yaymış olduğu baskın kişiliği ve dominantlığı ile kelimenin tam anlamıyla ödümü koparmıştı ve o günü birilerine anlatmayı bırakın hatırladıkça bile tüylerim diken diken oluyordu.

Acaba Taehyung bu baskınlık ve dominantlıkla nasıl başa çıkıyordu? Ya da çıkabiliyor muydu?

"Yine daldın hyung... Hadi bu akşam içmeye gidelim, hem kafanı da dağıtmış olursun. Ne dersin?"

Jungkook, hevesle kurduğu cümleyle birlikte kucağımda heyecanla zıplayınca ağırlığıyla birlikte yüzümü buruşturmuştum. Bu çocuğun gerçekten sınırları yoktu...

"Jungkook, düz olabilirim ama ben de bir erkeğim ve bir penisim var. Onun üstünde tepinmeyi kes lütfen."

Dişlerimin arasından kurduğum cümlenin sonunda Jungkook yüzünü ekşiterek kucağımdan hemen kalkmış, dehşetle yüzüme bakmıştı. Kızaran yanakları utançtan mı, başka bir şeyden mi kızarmıştı bilmiyorum ama sonrasında yüzüme yediğim yastık kızgınlıktan olduğunu belli eder gibiydi.

"İğrençsin, hyung! Hem sevgilim var benim! Bana dokunursan seni keser!"

"Sana dokunmak isteyen kim be? Hem neyle kesecekmiş beni? Anca minik patileriyle tırmalamaya çalışır o."

Gülerek kurduğum bu cümleden sonra suratıma başka bir yastık yemiş, Jungkook'un bana "ne kadar gıcık olduğum" ile ilgili söylenmeleri eşliğinde odasına gitmesini izlemiştim. Yine de bir konuda haklı olabilirdi. Jimin minyon ve çelimsiz gözüken biri olsa bile aslında çok güçlüydü tersi çok pisti, sinirlendiği zaman büyük patlamalar yaşayabiliyordu. O yüzden biri Jungkook'a dokunursa kendini ölmüş sayabilirdi.

İç çekerek yerimden kalktım ve saate baktım. Bugün yine çekimlerim vardı ve o olaydan sonra ilk kez ajansa adım atacaktım ama hiç gidesim yoktu. Yine de korkunun ecele faydası olmadığını bilerek kısa bir duş almak, ardından da üstümü giymek üzere banyoya adımladım. İşlerimi halledip evden çıkarken, yolda ve ajansın önüne vardığımda aklımda sadece beni yine bir şeyin bekleyip beklemediği vardı.

"Seokjin, sonunda geldin. İçeri geçip hazırlan. Taehyung ile geçen gün bitiremediğiniz çekimi tamamlayacaksınız."

Ajansa girer girmez kulağıma gelen bir görevlinin sesi, başımdan aşağı kaynar suların dökülmesi için yeterliydi. Ettiğim onca dua boşa mıydı yani? Tanrım, bir kez yüzümü güldüremez miydin?

Düşen yüzümü fark eden görevli, yerimden hareket etmediğimi görünce önce etrafına bakınmış, ardından ise bana yaklaşarak sesini kısmıştı.

"Merak etme, Bay Kwon bugün yok. Geçen günkü olaydan sonra çekimlerin devam etmesine karar verip sonra çekim günü gitmesi normal değil ama. Yine de hareketlerine dikkat et sen."

Bana verilen bilgi ve tavsiyeyle içim biraz rahatlamış bir şekilde görevliye başımı salladım. Çok vaktimin kalmadığının bilincindeydim, hemen odama girerek geçen günle aynı kıyafetlerimi giydim ve saçımla makyajımı düzelttim. Son dokunuşları yine burada, kıyafetlerime göre yapsam da evde saç/makyaj yaparak gelmek hep daha az vakit öldürüyordu ve evde kendime uygun malzemelerimi bulundurabildiğimden daha rahat oluyordu. O yüzden saç ve makyajımın uzun sürmemesinin rahatlığıyla üstümü giydikten sonra rahat bir şekilde kalan vaktimi üstümü düzeltmeye harcamış, tertipli gözüktüğümden emin olmuştum. Takım benim için çok bol olduğundan ve vücut hatlarımı çok gizlediğinden bu hoşuma gitmese ve gömleğimi içine sokmak gibi büyük arzularım olsa da bana sıkı sıkı gömleği dışarıda bırakmamı tembihleyen stilistler yüzünden bu isteğime engel olmaya çalışıyor, görüntüm tamamen içime sinmese de pozitif kalmak için uğraşıyordum. Sonuçta her şekilde oldukça yakışıklıydım. En azından kendi gözümde.

Kendimi her şeyiyle seven biriydim. Doğrumla da yanlışımla da, iyimle de kötümle de, ben beni oluşturuyordum. Şanslı doğduğumu bile düşünüyordum bir bakıma. Çoğu kız, hatta bazen erkekler bile bir ortama girdiğim an gözlerini bana çeviriyorlardı. Çoğu kişi görünüşümü beğenirdi ve görünüşümden dolayı çoğunlukla bulunduğum ortamlarda popüler olurdum. Tabii bunun artıları olduğu gibi eksileri de vardı.

Çevremdekileri iyi seçmem, kimseye kendimi kullandırtmamam gerekti. Yine de bundan kesinlikle şikayet etmiyordum çünkü insan analizinde hep iyi olmuştum. Çevremde beni gerçekten seven kişileri tutardım ve hiçbir zaman geniş bir çevreye sahip olmak gibi amaçlar gütmezdim. Gerçekten beni seven üç kişiyi, sahte dostluk yapacak üç yüz kişiye tercih ederdim. Çokla işim olmazdı, önüme gelenle yetinmesini bilirdim. Zengin bir ailede büyüdüğümden dolayı herkes benden tam tersini, kendini beğenmiş biri olmamı bekliyordu ama hayır. Annem beni böyle yetiştirmemişti. Babamın baskılarına rağmen beni çok iyi yetiştirmişti ve ben anneme ne kadar teşekkür etsem azdı.

Kendimi aynada bu şekilde telkin ettikten ve iyi gözüktüğüme karar verdikten sonra, saatin geldiğinin bilincinde olarak giyinme odasından çıkmak için hazırlandım. Nadir durumlar olmadığı sürece bu kadar geç saatte çekim yapılmazdı, o yüzden şu an giyinme odasında gitmek için hazırlanan birkaç modelden başka kimse yoktu. Onlarla da selamlaşıp bana kolay gelsin dileklerine teşekkür ettikten sonra odadan ayrılmıştım.

Set tamamen aynı döşenmişti. Ben önce gelmiş olacağım ki, Taehyung henüz ortada yoktu.

"Hoş geldin Seokjin, istersen yerine geç. Taehyung da az sonra burada olur."

Kameramanın yönlendirmesine başımı sallayarak uyup bana durmam gerektiği söylenen yere geçtikten sonra başımı kaldırır kaldırmaz onun geldiğini görmüştüm. Her zamanki ruhu çekilmiş ifadesi yüzünde yine kendini gösteriyordu. Jiyong'un olmaması beni rahatlattığı gibi onu da rahatlatır sanıyordum ama belli ki durum onun için aynı değildi.

Gerçi, düşününce eve gittiğimde göreceğim surat yine onunki olsa ben de buna sevinemezdim.

"Taehyung, sen de yerine geçtiğin an başlayabiliriz. Şimdilik sizden istediğim poz Seokjin, sen arkanı dön kameraya. Taehyung, senin de önün dönük olsun ve birbirinize bakın."

Biz kameramanın dediğini aynen uygularken, çekimlere başlanmıştı. Taehyung'a baktığım an içim donmuştu resmen. Bakışları her zamanki gibi sertti. Yine her zamanki gibi geldiği an kimseye selam bile vermemiş, kimseye bakmadan yerine geçmiş ve poz vermeye başlamıştı. Neden böyle olduğunu bilmiyor ve anlamlandıramıyordum. Bu kadar soğuk olmasına neden olacak bir şey mi yaşamıştı geçmişinde? Ya da sadece karakteri mi böyleydi acaba? Bir nedeni var mıydı? Her zamanki gibi insanların hareketlerinin ardında iyi bir neden aramak için, onların iyi olduğunu düşünmeye çalışmak için fazla uğraştığımın farkındaydım. Yine de elimde değildi. Birinin kendiliğinden bu kadar soğuk ve duygularından arınmış olabileceğine inanmak istemiyordum.

Ben bunları düşünürken ikimiz de sadece poz vermeye devam ediyor, hiç konuşmuyorduk. İnsan analizinde iyi olduğumu söylemiştim ya, boş verin işte onu. Bu çocuğun gözleri de, duruşu da koca bir kara delik gibiydi. Bomboştu. Ne olduğunu, o kalın duvarlarının ardındakileri asla anlayamıyordum ve bu çocuğun kahverengi boşluklarında resmen kaybolmuş gibi hissediyordum. Bir daha bulunmamak üzere.

"Şimdi Taehyung, Seokjin'in bulunduğu bölüme gel oradaki sandalyeye otur. Seokjin sen de tam iki yeri ayıran çizgide dur ama bedenin şu an bulunduğun bölümde kalsın. Önüne dönebilirsin."

İkimiz de konuşmadan bize denileni yaptık. Benim bulunduğum bölümde bir sandalye, önünde bir fiskos masası ve o masanın üstünde de birkaç kitap vardı. Taehyung o sandalyeye oturup bacaklarını açmış, sandalyeye arkasını yaslayarak oldukça erkeksi bir poz vermişti. Onu set çıkışlarında kendi kıyafetleriyle gördüğüm birkaç sefere bakacak olursak, normalde bu kadar erkeksi bir tarzı olmadığını biliyordum ve çekimlerde gösterebildiği bu değişim açıkçası beni etkilemişti. Çünkü onun daha yumuşak, hatta bazen feminen çekimlerde bulunduğunu da görmüştüm.

Ben ise ona ters olarak daha aydınlık bir görüntü vermem gerektiğinin bilincinde olarak gülümsemeyi seçtim. Hafif gülümsemiş, elimi cebime atmıştım. Bu çekimlerde Taehyung karanlık tarafı temsil ederken ben aydınlık tarafı temsil ediyordum ve pozlarımızı buna göre veriyorduk.

"Çok güzel, uyumunuzu beğendim. Şimdi de Taehyung geri yerine geçsin. İkiniz de bulunduğunuz tarafın sonuna gelin. Tek eliniz çenenizde poz verin ve yeniden kameraya bakın."

Kameraman "Uyum." dediği an içten içe kahkaha atma isteğime engel olamamıştım. Taehyung buradaki varlığımı bile tüm bedeniyle reddederken bu adam neyin uyumundan bahsediyordu ki?

Bu pozun, onunla bedensel olarak yakınlaşmak demek olduğunu biliyordum ve bu beni ister istemez germişti çünkü Taehyung ile son yakın oluşumuz pek de güzel bitmemişti. Yine de bunu belli etmeden kameramanın dediklerini uygulamayı seçtim. Burada kameramana karşı gelme gibi bir şansım yoktu. Taehyung da benim gibi sadece kameramana uymuş, o da onun istediği pozu vermişti. Birbirimize bakıyor olmadığımız için üç gün önceye göre daha rahattı şu an poz vermek benim için. Taehyung'a baktıkça düşüncelerim yüzünden başım dönüyor gibi hissediyordum çünkü.

"Tamamdır, çekimler bu kadardı çocuklar. Harika bir iş çıkardınız. Giyinmeye gidebilirsiniz."

Omzumdan çok büyük bir yük kalkmışçasına rahatlamışken büyük bir nefes verdim ve bakışlarımı Taehyung'a çevirdim. Beni şaşırtan ise, onun da bana bakıyor oluşuydu. Normalde gidebileceği söylendiği an giden çocuk, öylece durmuş bir şekilde bakışlarını bana yönlendirmişti.

Bir şey olup olmadığını merak ederken kaşlarım merakla kalkmıştı ve önce onun konuşmasını beklemeye karar vermiştim. Çünkü benim diyecek pek bir şeyim yoktu. Sürekli açılıp kapanan ağzıyla bir şey demek isteyen o gibiydi.

Tabii ki de bu kararı fark ettiğim bir ayrıntıya kadar vermiştim...

"Hey, o boynun da ne öyle."

Başta şaşkınlıkla kalkmış kaşım bu sefer çatılmışken ister istemez Taehyung'ın boynuna doğru yaklaşmıştım. Çünkü bu çocuğun boynu resmen mosmordu ve bu normal bir morluk değildi. Saf değildim, çocuğun bir sevgilisi olduğunu ve bundan dolayı hareketli bir seks hayatı olabileceğini, boynunda aşk ısırıkları olabileceğini biliyordum ama bu morluk, öyle bir morluk değildi asla. Bu daha çok... Biri onu boynundan onu sert bir şekilde sıkmış ve bunu kısa bir süre de yapmamış gibiydi. Makyajla kapatılmaya çalışılmıştı ama Taehyung'ın terlemesinin etkisiyle olsa gerek, bir kısmı silinmişti makyajın ve o silinen kısım şu an gün yüzü gibi ortada bana bakıyordu.

Ona yaklaştığım an fark ettiğim tek şey bu da olmamıştı. Far görmüş tavşan gibi cümlemle birlikte yerine mıhlanmış çocuğun hafif şişmiş yanağını da yeni fark ediyordum. Yine makyajla kapatılmış bir morluk olduğu çok belli olsa da şişliğini kesinlikle saklayamamışlardı.

"Bu... Bunları sana o mu yaptı?"

Titreyen elim onun boynundaki morluğa sanki dokunsam kırılacakmış gibi gitmeye çalışırken, yarı yolda bunu engelleyen önümdeki bedenin bir adım geri çekilmesi olmuştu. Çatık kaşları ve kızarmış gözleriyle bana bakan Taehyung, ağzından çıkan şeylerle beni şaşırtmıştı. Burada kızılacak bir şey yapmış olan kişi ben miydim?

"H-hayır bir kere... Alakası yok! Yanlış görmüşsün bir şeyim yok benim! Kendi işine bak! İlişkimden de uzak dur tamam mı? İyiyim ben! Geçen gün bir kavgamıza denk geldin ve o kadar! O bana bir şey yapmıyor! Bir şeyleri kendine göre yorumlayıp aramızı bozmaya çalışma! Bozamazsın çünkü!"

Ağzına gelen her şeyi bağırarak saymış ve sonra soyunma odasına doğru koşarak kaçmış olan Taehyung, aslında söylediği şeylerle beni inandırmak yerine kafamdaki birkaç yapboz parçasını yerine oturttuğunu bilmiyordu. Anlamıştım çünkü. Ağzı başka, gözleri başka konuşuyordu. Beni değil, kendini inandırmak istiyordu iyi olduğuna. Ona bir şey olmadığına. Ama canı bu kadar yanarken, gözleri acısını böyle bağırırken kendini nasıl inandırmayı planlıyordu ki? Gözler yalan söyleyemezken ve iyi olduğuna daha kendini inandıramazken beni inandırmayı nasıl planlamıştı?

Biraz düşününce, aslında son sorumun cevabı çok basitti. Taehyung, bu atağı beni azarlamak için yapmamıştı. O aslında bana iyi olduğunu söylerken, iyi olmadığını söylemişti. "O bana bir şey yapmıyor." diye bağırırken, aslında Jiyong'un ona yaptıklarını haykırmak istemişti. En önemlisi de, ağzı yardıma ihtiyacı olmadığını belirtirken gözleri "Beni kurtar." diyordu. Onu neyden, nasıl kurtacağımı bilmiyordum ama kurtarmam gerektiğini kesinlikle biliyordum.

Gözlerime uyku girmeyen üçüncü gecede, yine kendimi delirtene kadar bu olayları düşünürken anlamıştım her şeyi. Hala kafamda birkaç soru işareti vardı, hala emin değildim. Hala bir şeyler yerine oturmuyordu. Yine de zor değildi olayların bir kısmını anlamak. Taehyung'ın kötü bir durumda olduğunu anlaması zor değildi. Yardım istediğini anlamak zor değildi.

O gece düşüncelerim bana iyice ağır gelirken daha fazla dayanamayarak uyuyakaldığımda, ona nasıl yardım edebileceğimi hala bilmiyordum ama bildiğim bir şey vardı. Ona yardım etmem gerekti. Nasıl yapacağımı bilmiyordum ama yavaş yavaş bir şeyler yerine oturmaya başlamışken, benim de bir yerden başlamam gerekti.

-

Her şey hızlı ilerliyor gibi hissediyorum ama bir yandan böyle olmalıymış gibi de hissediyorum. Jin, Tae'de bir şeyler olduğunu geç anlasa o araya bir şey sıkıştırabilir miyim, sıkıştırsam sizi sıkar mıyım bilemedim ve o yüzden aklımdaki şeyi direkt yazmaya karar verdim. Yine de bu başlangıçtan sonra yaşananları bu kadar hızlı ilerletmeyi düşünmüyorum. Aklımda bir şeyler var.

Umarım eğlenerek okuyorsunuzdur hikayemi. Ne düşündüğünüzü belirtin ve bir hatam varsa lütfen söyleyin. Bu benim ve hikayenin ilerleyişi için çok önemli. Seviliyorsunuz. 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

52.2K 4K 29
jungkook kendisine takıntılı eski kız arkadaşından kurtulmanın tek yolunu eşcinsel olduğunu ileri sürmekte görüyordu ve bunun için taehyung'tan yardı...
163K 14.3K 26
Taehyung ve nefret ettiği yeni üvey kardeşi Jeon. texting + düz yazı
220K 9.1K 38
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
186K 19.4K 33
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️