Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat

By WattpadClassicsTR

17.7K 572 103

Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat, Tanzimat Edebiyatı'nın birçok türünde eserler vermiş yazarlarından Şemsettin Sami... More

I
II
III
IV
V
VI
VII
IX
X
XI
XII
XIII

VIII

548 35 1
By WattpadClassicsTR

BOŞANMA

 Şimdi Tal'at Bey'le, bir başka deyişle Râgıbe Hanım ile Fitnat Hanım görüşmekte, konuşmakta, sevişmekte olsunlar, biz bir az Üsküdar'a geçelim: Üsküdar'da Toptaşı'nda bir büyük konak vardı (belki hâlâ vardır). Bu konağın harem-lik-selâmlık (1) olarak yirmi otuz odası vardı.

Her tarafı pek güzel, süslü, değerli döşemelerle döşenmişti. Pek geniş bir bahçesi vardı, içinde bir iki bahçıvan hep çalışıyordu. Büyük ahin vardı, içinde beş altı pek güzel at bağlanmıştı. İki üç araba vardı. Beş alü uşak vardı. İspir,(2) seyis,(3) bilmem ne de aynı. Haremlikte beş on câriye4 vardı; kimi yaşlı, kimi kız. Eninde sonunda büyük bir konaktı. Oldukça büyük ve zengin bir adamın konağı kısacası.

 Bu konağın uşaklarını, cariyelerini uzun uzadıya anlattık. Ya bu konağın efendisi yok muydu? Onun da haremi,(5) evlâdı,(6) anası, babası yok muydu? Haa! Bu konağın yalnız bir efendisi vardır ki, kırk kırk beş yaşında ve Ali Bey adında bir kimseydi.


(1)Konağın kadınlar ve erkeklerin yaşadığı bölümleri,(2) Arabacı,(3) At bakıcısı,(4) Hizmetçi,(5) Eşi,(6) Çocukları.

 Ali Bey, on altı yıl önce, yani yirmi dört yirmi beş yaşında olduğu sırada evlenerek bir yoksul familyadan,(aileden) ama pek güzel ve akıllı bir kız almıştı. Birbirlerini pek çok severlerdi. Bununla birlikte, bir yıl ve bir kaç ay birlikte yaşadıktan sonra, Ali Bey bir gün bir nedenle karısına darıldı. Kendisi o kadar öfkeli ve titizdi ki, en küçük bir nedenle darılır ve dargınlığı bir haftadan çok sürerdi. Darıldığı gibi, karısını boşadı. Kadınsa onun inadını bildiğinden, istiyordu ki, kocasının inadı geçinceye kadar beklesin. Ancak kocası beklemedi; birdenbire (onu) kovdu, kapısından dışarı çıkardı.

 Zavallı kadın, bir yandan uğradığı bu türlü bir aşağılanmadan: öte yandan sevdiği ve bir yıldan çok zamandır birlikte yaşadığı bir kocadan ayrıldığından hüngür hüngür ağlayarak, kendi getirmiş olduğu bir cariyeyle birlikte iskeleye indi; bir kayığa binerek İstanbul'a geçti, evine gitti. Evinde yalnız bir yaşlı anası vardı. Ağlayarak ve gözyaşları çeşme gibi dökülerek anasına başından geçeni bildirdikten sonra, bir odaya çekildi, ağlamaya başladı ve kendi kendisine:


— Ah zâlim... Ah hâin!.. Ben onu o kadar seviyordum! O ise beni aldatmak için, severim me verim, diyordu. Yalandan bir muhabbet' gösterirdi. Beni gerçekten seveydi, böyle sebepsiz kovar mıydı? Ah! Erkeklerin muhabbetine inanmak! Onların sadâkatine' aldanmak! Ne büyük kabahat! Ah zavallı biz kanlar!(kadınlar) Biz, evlendiğimiz vakit de zannederiz ki, bir koca, bir refik (arkadaş) alıyoruz. Halbuki erkekler bize o nazarla(bakışla) bakmıyorlar. Onlar, evlendikleri vakit, kanlarına verdikleri ehemmiyet,(önem) satın alacaklan bir beygir yahut bir arabaya verdikleri ehemmiyetten azdır! Evet... Haklan var a... Çünkü, bir beygir alacaklar, eğer iyi çıkmazsa, yine satmaya mecbur olacaklar.

 Lâkin aldıkları fiyatla belki satamazlar. İşte bir zarar korkusu var. Fakat, kanlan iyi çıkmazsa (!), tab'lanna muvafık (yaratılışlarına, huylarına sularına uygun) gelmezse (!) hiç bir zarar etmeksizin onları bırakırlar; başkaları, daha iyilerini (!) alırlar. İşte bizi hayvan mesabesinde (değerinde) bile tutmazlar. Ne yapalım?


 Hüküm onların elinde. Nasıl isterlerse öyle yaparlar! diyerek, bir kaç gün bir düziyde ağladı.

Fakat anası:
— Kızım, ne ağlıyorsun? Eğer kocasız kaldığına ağlarsan, ben sana ondan iyisini bulurum. Yok, kocandan ayrıldığına ağlarsan, pek alçak imişsin! O seni sevmez! Seni kovdu! Seni o kadar tahkir eyledi (aşağıladı) de sen hâlâ onu seviyorsun! diyerek, (onu) Ali Bey'in aslandan soğutmaya çalışıyorduysa ve kızı dahi kanar gibi görünüyorduysa da, hemen düşüncelerini değiştirerek:

— Ah anacığım! Seviyordu, seviyordu...

Ama, bilmem nasıl oldu? (diyordu).
— Ah zavallı! Seviyordu! Hâlâ inanıyorsun ha?


 Sonunda kızın aşk ve sevgisi bütün bütün yok olmamış idiyse de, inadı aşkından fazlaydı. Belki de kimi zamana aşkından, kimi zaman inadından, zavallı hep ağlıyordu.


NEDAMET

 Ali Bey ise, karısını gerçekten seviyor idiyse de, inadı sevgisine üstün gelerek karısını kovduktan sonra iki gün, ayrılığından değil, inadından gözyaşı döküyordu. Üçüncü gece uyurken, düşünde gördü ki:


 Haremi (eşi) bir bahçede, bir ağacın dibinde oturmuş ve bir siyah giysi giyinmiş, yüzü sapsarı olmuş, hazin hazin ağlıyor. Ali Bey, hareminin bu durumunu gördüğü gibi, pek üzülerek yanma gider. Bakar ki haremi, sesi titreyerek, boğulurcasına içini çekerek, "Sen beni kovdun. Beni istemiyorsun. Artık yanıma gelme!" diyerek kaçar. Kendisi o zaman, "Aman! Pişman oldum, affet," demek ister, fakat söz söyleyemez. Arkasından gitmek ister, fakat yürüyemez. Sevdiği kadınsa gözünden kaybolur.

 Ali Bey o acıyla uyandı. Baktı ki, hava pek açık ve duru; ay on yedi on sekiz günlük olmakla ay aydınlığı pencerelerden odaya girmiş. Oda çok hazin bir görünüm almış. Ali Bey uyandığında (öyle) bir durumda bulunuyordu ki, kendisini öldürmek, yok olmak istedi. Saatine baktı. Yediymiş. Kürkünü sırtına aldı, bahçeye bakan bir pencerenin yanında oturdu. Bahçedeki ağaçlar, yapraklar ay aydınlığından bir görünüm almışlar ki, gören ne kadar neşeli ve gamsız, ne kadar ağırkanlı ve tesirsiz olsa, imkânı yok ki, bir hüzün ve hayrete dalarak etkilenmesin, üzülmesin! Yüreği parça parça olmasın! Bütün halk uykuda. Uyanık bulunan sanır ki, doğanın bu cilveleri yalnızca onun içindir. Bütün ortalığı rakipsiz görür. Bir sessizlik, bir dinginlik ortalığı kaplamış. Gül dalları arasında saklanmış bir bülbülün ara sıra çıkardığı hazin hazin çığlıklardan başka, kulak bir şey işitmez.


 Ali Bey, bir yandan, gördüğü düşün ve öte yandan doğanın gösterdiği bu güzel görünümün etkisiyle pencerenin yanında oturmuş, başını duvara dayamış, gözlerini karşısında, bahçede rastgelen bir şeye dikmiş, hiç kımıldanmıyordu. Ara sıra iki gözünden birer damla yaş akıyor, yanaklarından iniyor, yastığa düşüyordu. Yine, eli gözlerini, yanaklarını silmek için hareket etmeye üşeniyordu. Vicdanı, doğanın bu hazin görünümüyle birleşerek zavallıyı azarlıyor, kınıyordu. Kabahatlin) kendisinde olduğunu ve karısının hiç bir kabahati olmadığını anladı. O kadar sevdiği karısından ayrıldığına ve onun dahi o kadar aşağılanmayla gönlünü kırdığına üzüldü, pişman oldu. Kendi öfkesine lanet okudu. Kendi kendisine dedi ki:

— Ah! Ayağına düşsem. Affını rica etsem. Halt ettiğimi söylesem. Affetmezse, evvelki muhabbetimiz dönmezse, kendimi telef etmek (1) istediğimi bildirsem! Oh! Elbet de affeder. Benim kusuruma bakmaz. Yine gelir. Ah! Onun gönlü! O nâzik gönül çabuk müteessir olur. (2) Benim bu hâlde durmama kail (3) olmaz. Ah! Bilse benim bu hâlde bulunduğumu, benim böyle ağladığımı!


 İşte, Ali Bey bu türlü düşünerek, içini çekerek, hiç bir yerini kımıldatmaksızın durur. Doğanın görünümüyse değişmeye başladı. Yıldızlar, yağı kalmamış ya da fitili tükenmiş kandiller gibi yavaş yavaş gözden kayboldular. Ayın etkisi gittikçe azaldı. Görünen tepelerin, ev damlarının birer tarafı kızarmaya, kuşlar daldan dala uçarak ve birbiriyle oynayarak dolaşmaya ve bir ağızdan ince sesleriyle ötmeye başladılar. Sonunda, doğanın her gösterdiği yüz, Ali Beyi başka bir türlü etkiledi.

(1)Öldürmek,(2) Etkilenir,(3) Razı.



SONSUZA DEK AYRILIK 

 Bu olayın üzerine Ali Bey karar verdi ki haremine haber göndersin, affını istesin, yine gelmesini teklif etsin. Gerçekten, aynı gün yaşlı bir kadını gönderdi. Bu kadın gitti, gelinin anasını buldu, macerayı bildirdi. Ancak Ali Bey'in aşağılamasının zehri hareminden çok kaynanasını etkilemişti. Çünkü ötekinde aşk denilen panzehir vardı. Bu nedenle, Ali Bey'in kaynanası, şu dediğimiz kadına:

 — Eğer, kadınımdır diye isterse, madem ki tatlîk eyledi,(boşadı) artık karısı değildir ve istemeye hiç bir salâhiyeti(yetkisi) yoktur. Yok, eğer yeniden nikâh kıyacak gibi kızımı isterse, bilmiş olsun ki, ben kızımı satacak değilim. Kızıma efendi aramam. Kızımı evlendirmek, kendisine bir refik (arkadaş, eş) bulmak isterim. Öyle istediği vakit almak, istediği vakit kovmak isteyen adamlara esir edecek kızım yoktur. Benim kızım bir fakir kızıdır. Kendisi gibi bir fakir adamla evlensin de müsavat (eşitlik)üzere yaşasın. Sizin efendi de kendine münâsip (uygun)bir kan bulsun, diye pek sert bir yanıt verdi ve kızma, "Şayet, aşkı galip gelerek razı olur" korkusuyla bu öneriyi hiç haber vermedi.

 Kocakarı bu yanına aldığı gibi, gitti efendisine söyledi. Ali Bey pek çok üzüldü. Sıradan yaşamından umutsuzluğa kapıldı. Odasında kapanarak bir kaç gün hiç çıkmadı. Bir düziyde ağlıyordu. On beş aydan sonra, (eski) eşinin evlendiğini haber aldı. Üzüntüsü iki kat oldu. Daha bir yıl sonra zavallı kadının, belki kahrından, öldüğünü duydu. Üzüntüsü daha o kadar arttı. Vicdanı heyecana geldi. İşte o zamandan beri on beş on altı yıl geçmişti. Ancak Ali Bey, karısını bir dakika unutmadı. Çok defa görüyorlardı ki odasında kapanarak karısından kendisine yadigâr kalmış kimi eşyaları çıkamıyor ve önüne koyarak, saatlerle ağlıyordu.



EVLENME NİYETİ 

 Ali Bey'in cariyeleri arasında, on üç on dört yaşında, pek güzel ve akıllı bir kız vardı. Ali Bey, bu kızın eğitimine dikkat etmiş; özel keman ve nakış ustası dahi tutmuştu. Bu nakış ustası, tesadüfen, Fitnat Hanım'a nakış gösteren Şerife Kadın'dır ki, her iki günde bir bu kıza dahi gider, nakış öğrenirdi.

  Bir gün Şerife Kadın, konakta bulunan kendisi gibi bir yaşlı kadınla konuşurken dedi ki:

— Canım, bu sizin efendi niçin evlenmiyor? Böyle, hanımsız ev olur mu? 

 Bu soruya yanıt olarak kocakarı, Şerife Kadın'a efendisinin ne türlü evlendiğini ve nasıl karısını boşadığını ve karının öldüğünü ve efendinin hâlâ ağlamakta olduğunu anlat-ü. Şerife Kadın:

— Vah, vah, vah! Yazık gençliğine! Zavallı, daha genç de... Ömrünü böyle kederle mi geçirmek istiyor? Ne demek olsun? Evvelki karısı öldüyse canına rahmet olsun. Bu, ömrü oldukça matem (yas) mi tutacak? Kan kıtlığı mı var? Buna kim varmaz? Her hangi kızı istese, alabilir. Yazık hem kendisine, hem evine, hem size! Siz hiç evlenmeye teşvik etmiyor musunuz? — Ah! Çok defa istemişim ki söyleyeyim, lâkin ben söylemeye başlar başlamaz gözyaşları dökülür, "Bana böyle söz söylemeyin, evlenecek değilim vesselam,"(sözün kısası) der. Daha ne söyleyeyim? — Dur, ben gideyim, söyleyeyim bir defa.

 Şerife Kadın böyle diyerek kalktı, Ali Bey'in odasına girdi. (Onu) bir şey yazarken buldu. Kendisiyle söze girişti. Sonunda bir yolunu bulup dedi ki:

— Beyefendi, size bir şey söyleyeceğim ama rica ederim gücenmeyesiniz ve sözümü dinleyesiniz, söylemeye de haddim yok ama... — Nedir? Söyleyin. — Allah'a bin şükürler olsun, hiç bir şeyce noksanınız yok. Yalnız, bu eve bir hanım lâzım. Bir evde emir eder bir hanım olmadıkça, o eve ev denilmez. Siz daha gençsiniz, böyle bekâr durmanın sebebi? — Başka bir şey söyleyin rica ederim. Bırakın şu sözü. — Yok bey, yok! Ben sizin evlenmemenizin sebebini sordum. Ben şu sebebi bilmez değilim. Lâkin ma'kul (akla uygun) bir sebep olmadığından çürütmek için soruyorum. Sizin bir karınız varmış, severmişsiniz; ölmüş. İşte evlenmemenizin sebebi bu değil mi? Lâkin bak beyim: Siz o kan ile beraber yaşadığınız ömrü mü, yoksa şimdiki ömrü mü tercih edersiniz?— Ah! Onunla yaşadığım ömür! Şimdi bana cihan zindandır. Ben şimdiki ömrü istemem, ama kendime kıyamıyorum. — Ee, şimdi evlenirsen o eski saadetin avdet edecektir.(1) Yine, ömründen hoşnut olacaksın. Bu meyusluktan (2) kurtulacaksın, değil mi? Birinci karını sevdiğin gibi öbürünü dahi seveceksin. — Ah! Bundan sonra ben kan sevmek! Başkasını sevmek! Benim sebebimden, zavallı, on beş senedir ki gençliğini bırakıp toprak altına girdi! O, toprak altında yatsam da ben başkasını seveyim! Yok, yok. Bana rahat haram olsun! Bana düğün yakışmaz. Benim matem tutacak, ağlayacak vaktimdir, deyip elini gözlerinin önüne koyarak düşünmeye daldı. — Beyim, vazgeç bu efkârdan.(3) Ağlamaktan ne çıkar? Zannedersin ki, senin bu türlü hareketinden o merhumenin(4) ruhu hoşlansın? Beyim, ölülere rahmet, dirilere rahat lâzım. Senin gençliğine yazık! Gel seni evlendirelim. Sana dür dânesi (5)gibi bir kız bulmuşum. Gayetle (6) güzel, gayetle ırzlı, namuslu... Her şey elinden gelir. Nakısın pek âlâsını bilir. Hattâ okumak yazmak bile öğrenmiş...

(1) Mutluluğun geri dönecektir,(2) Umutsuzluktan,(3) Düşüncelerden,(4) Rahmetli kadının,(5) İnci tanesi,(6) Pek.

 Ali Bey, başını eline dayamış ve gözlerini yine eliyle örtmüş; ağlıyor muydu, düşünüyor muydu, yoksa Şerife Kadının söylediği sözleri mi işitiyordu, belli değildi. Şerife Kadın ise, şu söylediği kızın niteliklerini ve birer birer cümle organlarını tarif eylemeye devam ediyordu. Ali Bey, bu niteliklerin hepsini işittiği gibi, yüreğine bir telâş, kanına olağanüstü bir hareket geldi. Kendi kendisine,

 "Hepsi o merhumenin evsâfı! (rahmetli kadının nitelikleri) Acaba o olmasın? Belki ölmemiş! Belki odur..." diyerek Şerife Kadın'a: — Bu kız kaç yaşında var? dedi. — On beş on altı yaşında. Cevher parçası gibi bir kızcağız!.. — Daha yaşlı değil mi? İyi bilir inisin? — Aa! Ben yalan mı söyleyeceğim? İş meydanda. — Kimin kızıdır bu? — Babasını bilmiyorum, ölmüştür. Anası da ölmüş. Üvey babası var; tütüncüdür. Zararsız bir ihtiyarcağız, onun yanında oturur. — Anası da yok, babası da yok a? Ah! Zavallı kızcağız!— Bu kızı alırsanız, hem siz pek hoşnut olacaksınız ve iyi ömür süreceksiniz, hem de bir sevap etmiş olursunuz. Çünkü onun haddi yok ki, sizin gibi bir... — Bakalım. Bir düşüneyim de, kısmetse olur inşallah... Lâkin kızın üvey babasına söylediniz mi siz? — Onu merak etmeyin siz. Ben bilirim ki o verir. Nasıl vermez? — Peki, ona da bir kere söyleyin. Lâkin benim haberim yok gibi... Çünkü ben daha karar vermedim.
 

 Şerife Kadın, bir kale feth etmiş gibi, Bey'in odasından çıktı. Konakta bulunan yaşlı kadınların bir ikisine beyin evlenmeye razı olduğunu gizlice söyledi. Ancak bu söz ağızdan kulağa gezerek yarım saat içinde cümle halayıklarca,(hizmetlilerce) uşaklarca öğrenildi. Ali Bey'in ise, birdenbire düşüncesini değiştirerek evlenmeye karar vermesi, bir yandan kızın cümle niteliklerini birinci karısının niteliklerine uygun bulduğundan ve kızın, birinci karısına pek çok benzeyeceğini anladığından ve öte yandan, böyle güzel bir kızın anasız babasız olduğuna acıdığından kaynaklandı. Ali Bey bu kızı hâlâ görmemişken sevmeye, eski karısını aynı saatte unutmaya, zihni gelecekteki eşiyle meşgul olmaya, sonunda avunmaya, o on yedi yıllık hüzün ve kederden kurtulmaya başladı.








Continue Reading

You'll Also Like

12.2K 1.1K 26
"Beni Tanrı bile kurtaramaz Ymira'm." [Kitap için hazırladığım playliste profilimden ulaşabilirsiniz.]
48.5K 1K 50
Araba Sevdası her ne kadar yazarı Recâizâde Mahmut Ekrem tarafından "eğlenmek için" yazıldığı söylense de Tanzimat devrinde yetişen alafranga tiplerl...
156K 5.2K 25
"Çıkacağım piknik için ne giyeceğim konusunda kararsız kaldım. Arkadaşıma danışayım derken görevde olan bir komutana yazdım." [Yarı Texting]
185K 16.3K 28
İki senedir oturduğu apartmandaki Ev sahibi Taehyung'un fazla ses yapmasından rahatsız olan Jungkook, bunu dile getirmek için ev sahibine yazar.