XI

494 26 1
                                    

BENİ SEVMİYOR 

 Akşam saat ikide Fitnat Hanım, Serfirâz ile birlikte oturuyordu. Her bir iki dakikada bir gözyaşı, yanaklarının üzerinden dökülerek yere düşüyordu. Ara sıra. gönlünün içinden bir "Ah!" çekiyordu. Serfirâz, bir düziye Fitnat'ın yüzüne bakıyordu. Bir söz söylemeye cesaret edemiyordu. Fitnat Hanım ara sıra gözlerini kaldırıp Serfirâz'a bakıyor ve hemen başını eğip gözyaşları dökülüyordu. İşte bu iki kızcağız böyle bir şaşkınlığa dalmış, bir söz söylemeksizin ve kımıldanmaksızın bile otururken, saat ikide dedik. Kâhya kadın kapıdan girdi.

  Bir işaretle Serfirâzi dışarı çıkardı ve bir sandalyede oturarak Fitnat Hanım'a dedi ki:

— Kızım, şimdi güvey bey gelecek. Sizi böyle bulmasın. Gözlerinizi siliniz... Aa! Bu nedir? Hepimiz, gelin olduğumuz vakitte ağladık, nazlandık... Böyle şeyler yaptık... Yaptık ama, bu kadar da değil. Aa! Siz beş saat var ki, ağlıyorsunuz... Hele şimdi, susmalı... Ağlamanın vakti değildir. Bak güvey bey geliyor... Gözlerini sil de kalk...

 Kâhya Kadın böyle söylemekte ve Fitnat Hanım içini çekmeden başka bir yanıt verememekteyken kapı açıldı. "Geliyorlar!" sesi her yerden yansıdı. Bir halayık perdeyi kaldırmış, açık tutuyordu. Kâhya Kadın, Fitnat Hanımı elinden tutarak kapının yanına getirdi. Zavallı kızın hiç aklı başında yoktu. Kendisini bilmiyordu, dizleri tir tir titriyordu.

 Ali Bey girdi. Odanın ortasında yayılmış olan seccadede iki rekât namaz kıldıktan sonra oturdu. Kâhya Kadın, Fitnat Hanımı elinden tutmuştu. Zavallının vücudu bir türlü titriyordu ki, Kâhya Kadın tutmasaydı yere düşecekti. Kâhya Kadın, Fitnat'ın bu durumunu gördüğü gibi bir sandalye yanaştırdı, oturttu. Bir azdan sonra Kâhya Kadın çıktı ve kapıyı kapayarak gitti.

 Ali Bey, başını kaldırıp Fitnat'ın yüzüne baktığı gibi, bir duruma geldi ki, anlatılamaz. Pek etkilendi. Nasıl etkilenmesin ki, Fitnat'ı görmekle, sanki eski karısını gördü: Aynı boy, aynı yüz, aynı göz... İşte, tıpkı o! Ali Bey bunu gördüğü gibi on yedi seneden beri ayrılmış ve evlendiğini işitmiş ve ölümüne kendisinin neden olduğu sanısına kapılmış olduğu eski karısını görür gibi oldu. Hem de ne durumda gördü! İki gözünden çeşme gibi gözyaşı dökülüyordu. Başını eğmiş, içini çekiyordu... İşte böyle bir durumda gördü. Artık nasıl etkilenmesin, üzülmesin? Ali Bey şaşırdı. Ne düşüneceğini bilmiyordu. Kendi kendisine:

— Bu ne müşabehet! (benzerlik) Bu ne müşabehet... O olmasın? Ne münâsebet! (ne ilgisi var) O vakitten beri on yedi sene var. Bu kız on yedi yaşında değil ki... Subhânallah! Bu ne tuhaf şey, yoksa rüya mı görüyorum? Âlem-i ma'nâda (düş) mıyım? dedi.


 İşte, Ali Bey böyle bir şaşkınlığa uğradı. Bu bilmeceyi nasıl çözsün? Cigarasını bir düziye çekip duruyor; ara sıra gözlerini kaldırıp Fitnat'a bakıyordu. Öyle ağladığım gördüğü gibi yüreği bin parça oldu. İstiyordu ki bir şey söylesin, ağlamamasını rica etsin; ama cesaret edemiyordu. Sonunda kendisini zorlayarak bir az iltifat filân gösterecek oldu. Bir de baktı ki, kız iyice ürkmeye ve daha çok ağlamaya başladı. Bunun üzerine Ali Bey sessiz kaldı.

 Başım yastığa dayadı, düşündü... Bir saat geçtikten s o m a birdenbire başım kaldırıp: — Hanımefendi, ne düşünüyorsun(uz)? Bir şey söylesenize... Uykunuz gelmedi mi?

 Fitnat Hanım'ın bu soruya verdiği yanıt, bir ürkmeden ve bir içini çekmeden ibaretti.

 Ali Bey yine hayâle, yine düşüncelere daldı iki saat daha böyle geçti ki, ne Ali Bey Fitnat Hanımın yüzüne bakmaya ya da bir söz söylemeye ve ne de Fitnat Hanım gözlerini ayaklarından kaldırmaya cesaret edebiliyordu.

Taaşşuk-ı Talat ve FitnatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin