Fabrikatörün Kızı

By hqlivelly

1.5M 91.5K 25.9K

"Yanlış anlamayın lütfen, bir anneye göre çok gençsiniz, bekar mısınız?" Kucağımda ki bebeğin bana ait olduğu... More

Tanıtım|Fabrikatörün Kızı
Bölüm 1 'Koş Onu Yakalayana Kadar'
Bölüm 2 'Kelepçelenmiş Aşk'
Bölüm 3 'Cesaret Kırıntıları'
Bölüm 4 'Kurtarıcı Melek'
Bölüm 5 'Tıkırında İşleyen Planlar'
Bölüm 6 'Karmaşık'
Bölüm 8 'Vurgun'
Bölüm 9 'İntihar ipi ve Yıldızlar'
Bölüm 10 'Hayal Kırıklığı'
Bölüm 11 'İhanet Ateşi'
Bölüm 12 'Saklanmalıyız'
Bölüm 13 'Duman karası Yalanlar'
Bölüm 14 'Sınanmalar'
Bölüm 15 ' Belirsiz Kıskançlıklar'
Bölüm 16 'Serhat Şehrine Veda'
Bölüm 17 'Yokuş Aşağı Düşen Gerçekler'
Bölüm 18 'İntihar Kokan Öpücük'
Bölüm 19 'Dört Rakamına Asılan Geçmiş'
Özel Bölüm '23 Mayıs 2018'
Bölüm 21 'Kefareti İkimizin Boynuna'
Bölüm 22 'Tek Yol Bileti'
Bölüm 23 'Anlamsız Zincirlemeler'
Bölüm 24 'Mecruh'
Özel Bölüm 'Geçmişe İltica'
Bölüm 25 'Ebediyete İntikal'
Bölüm 26 'Ruha Kelepçe'
Bölüm 27 'Plan Dışı Olaylar'
Bölüm 28 'Aşkta ve Savaşta Her Şey Mübah
Bölüm 29 'Tehlike Benim'
Bölüm 30 'İnşiraha Kavuş'
Bölüm 31 'Hayaller Alemi'
Bölüm 32 'Tanışma'
Bölüm 33 'Sırlar Perdesi'
Bölüm 34 'İntikam Kokusu'
Bölüm 35 'Savunma'
Bölüm 36 'Dinle Beni'
Bölüm 37 'Sarhoş Olmak İstiyorum'

Bölüm 7 'Tehlikeli Sular'

51.7K 2.9K 1.2K
By hqlivelly

Multi: Boran 🥵

Hayat insanın karşısına ders alabilmesi için türlü insanlar sererdi.
Kimisi sana deva olurdu kimisi ise dert.

Cihangir'in derdime deva olmasını istiyordum...

Çok muydu?

Orasını da zaman gösterecekti.

Önümdeki tabaktan bakışlarımı, yanımdaki bar taburesinin çekilmesiyle ayırdım.

Hiç beklemediğim birinin yüzünü gördüğüm an da kocaman gülümsemiştim.
"Uğur'um hoşgeldin."

Kolunun birini anında belime sardığında, burnuma dolan kokusuyla parfümünü tekrar değiştirdiğini anlamak zor değildi.

Uğur'un parfüm kokularına takıntısı vardı. Hatta odasının büyük bir kısmını sadece parfüm şişeleri kaplıyordu.
Garip bir özellikti fakat asla kötü değildi.

Benden ayrıldığında, yüzümdeki tebessüm anında ona da bulaşmıştı.
"Güzelim, nasılsın?"

Uğur ile en son Cihangir'in vurulduğu gece konuşmuştuk.
Telefonumun yere düşmesi ile otomatikman çağrısı kapanmıştı ve o da anında Nil'i arayıp iyi olup olmadığımı sormuştu.
Canım kuzenim ise profesyonel yalanlarıyla Uğur'u iyi olduğuma inandırmıştı.

"Orta şeker... Sen nasılsın, haftalardır gelmiyordun mekana."

Gözleri çok da kalabalık olmayan kafemde dolaştığında, bende onu inceleme fırsatı bulmuştum.

Uzun saçlarını, kısacık kestirmişti.
Üstündeki buz mavisi gömlek de ona oldukça yakışmıştı.

"İşlerim vardı. Sonra seni özledim, bir bakmışım buradayım."

Dudaklarımı birbirine bastırıp, gözlerimi kaçırmıştım.
Bana sadece aylar öncesinde aşk itirafında bulunmuştu... Cihangir'i sevdiğimi bile bile.

Çok yakın arkadaşlarımdan biriydi fakat o itiraftan sonra göremediğim bir güç aramızı açmıştı.
İstemsizce ondan uzak duruyor gibiydim ve o da bunun farkındaydı.

"Kaçırma gözlerini hemen... Tamam bir şey demedim. Beni bırak sen, nedir bu kadar dalgın olmanın sebebi?"

Beni seven adama, başka bir adamdan bahsetmem oldukça acımasız olurdu.

"Hiç. Hiçbir şey."

Bir süre sessizce yüzümü izledi. Ve sanki aradığını bulmuş gibi kısacık saçlarının arasında ellerini gezdirdi.

"Benden uzaklaştığının farkında mısın?"

Zira ona her şeyimi anlatırdım ben. Aramızda açılan uçurumu hızlıca kapatmak istiyor gibiydi.
Ben de istiyordum... Fakat en yakın arkadaşımın bana aşık olduğunu bilmek tuhaftı. Ona nasıl davranacağımı kestiremiyordum.

"Sana öyle geli-"

"Efsun!"
Sitemli sesine karşılık anında gözlerimi ona çevirdiğimde, devam etti.
"Sana hiçbir zaman gerçekleri söylememeliydim."

Ellerim anında bar tezgahı misali dizayn edilen masanın üstünde duran eline kaydı.
Onun üzülmesi isteyeceğim en son şey bile değildi. Zira o benim dostumdu...

"Hayır hayır böyle düşünme..."
Derince yutkundum. Neler söyleyeceğimi kafamda birleştirip devam ettim.
"Uğur, ben senin kalbini kırmaktan korkuyorum. Ona aşık olduğumu biliyordun ve göz göre göre beni sevdiğini söylemen-"

İkinci kez sözümü böldü ve söylemekte zorlandığım şeyleri bizzat kendi söyledi.
"Göz göre göre seni sevdiğimi söylemem, sonunu bildiğim bir yolda ölüme yürümem gibi, öyle değil mi?"

Bakışlarım, elimin altında ki eline kaydı.
Fazla temiz seviyordu. Zorlamadan, incitmeden...

"Bir şeyi çok merak ediyorum Efsun."
Bakışlarım anında kahve gözlerine tırmandığında, söylemesi için başımı aşağı yukarı salladım.

"Eğer o lanet gece de hayatını ben kurtarmış olsaydım, bana da aşık olur muydun?"

Hareketlerim anında sekteye uğradı.
Zehirli bir yılan kaburgalarımın arasında süzülürken, aldığım her nefeste ciğerlerime kan doldu.

En yakın arkadaşımın, bana olan aşkını bir kefene gömmesini gözlerimi kırpmadan izledim. Bu kadar acımasız olma Beria...

"Özür dilerim Uğur."

Sessiz mırıldanışım bir nevi 'hayır' demekti.

Uğur idi o. Benim Uğur'um idi. Fakat her şeyden önemlisi çocukluğumdu. Ona o gözle bakmam mümkün değildi.

"Dileme Efsun... Mutlu ol yeter benim için."

"Nasıl yapıyorsun bunu."

"Neyi?"

Kaşları neyden bahsettiğimi anlamadığı için küçük bir açıyla çatılmıştı. Omuz silktim, ve cevabını oldukça merak ettiğim semi akıttım.

"Her şeye rağmen, nasıl oluyorda beni düşünebiliyorsun?"

Kırık bir tebessüm can çekişti dudaklarında. Bir intihar ipi asıldı gözlerine ve ben bunu fark edemedim.

"Her şeye rağmen sana aşığım. Her şeye rağmen... Senden gelen her şeye razıyım. Kalbine de, kalbindekine de."

Bu seni seviyorum ama kaybedeceğimi bildiğim bir savaşa giremem demenin afilli yoluydu.

Oturduğum sandalyeden hafifçe ona doğru uzandım. Ve elmacık kemiklerinin üzerini öptüm.

Acıta acıta da olsa o benim dostumdu.

********

Etraf tıka basa doluyken, birazdan canlı müziğin başlaması için gerek hazırlıklar yapılıyordu.

"Samet, mikrofonu her zamanki yerine koyalım."

Samet'in gözleri bana hiç değmedi ve dediğimi anında yaptı.
O sırada yanıma gelen, garsona çevirdim bakışlarımı.

"Bir sorun mu var Osmancığım?"

"Efsun Hanım, A1 numaradaki müşterimiz sizinle görüşmek istediğini söylüyor."

Bakışlarım anında hemen ilerdeki masaya çevrildiğinde gördüğüm yüzlerle kaşlarım anında havalanmıştı.

Berfu Maranoğlu ve Boran doğrudan bana bakıyordu.

Burada ne işleri olduğunu bilmiyordum fakat Berfu'nun ısrarlarıyla buraya geldiklerine emindim.

Pekala, biraz stres olmuştum. Cihangir neredeydi acaba? Gelmiş miydi ki?

Anında tüm masalara oranla yüksekte olan sahneden indiğimde, adımlarım onların olduğu yere doğru ilerledi.
Geldiğimi gören Berfu anında gülümsediğinde, bende ufak bir tebessüm hediye etmiştim.

"Hoşgeldiniz."

"Ay hoşbulduk Efsun... Burası şahane bir yermiş, neden daha önce gelmediğimizi konuşuyorduk... Değil mi Boran abi."

Boran masasının üstünde duran kuruyemişlerden ağzına birkaç tane atarken, bakışlarını yüzüme dikmişti.

"Yo. Öyle bir şey konuşma-" Yüzünü buruşturarak Berfu'ya bakmıştı ve anında devam etmişti.
"Yani evet... Güzelmiş baya."

Pekala, Berfu'nun ona dirsek atmasını göz ardı edebilirdim sanırım.
Boran'a inat kocaman gülümsedim.

"Çok sevindim beğenmenize. Her zaman bekliyorum."

Berfu anında kafasını aşağı yukarı sallarken, Boran göz devirmişti.
Benden hoşlanmadığını daha ne kadar belli edebilirdi, bilemiyordum.

Dilimin ucunda kıvranan bir soru vardı. Sorup sormamak arasında gidip geliyordum ve galip gelen taraf merakım olmuştu.

"Abin yok mu?"
Berfu tek kaşını kaldırıp, yüzüme bakarken anında sorduğum sorudan pişman olmuştum.

Ah salak kafam!

Kız kardeşine sorulacak soru muydu bu?

Berfu, tam cevap verecekken omzumun üstünden bir yere baktı. Ve başka birinin sesi duyuldu... Onun.

"Var... Abisi olmadan olur mu?"

Koca bir siktir!

Anında arkamı döndüğümde, Cihangir'le burun buruna gelmiştik.
Derince yutkunup, kokusundan uzaklaşacağımı bile bile birkaç adım geriledim.
Ve ardından acel acele konuştum.

"Size iyi eğlenceler, ben işimin başına geçeyim."

Koşar adım yanlarından uzaklaştığımda, tekrar sahnenin merdivenlerinden çıkmaya başlamıştım.
Benim geldiğimi gören Tolga, gitarıyla ilgilenmeyi kesip yanıma gelmişti.

"Efsun, gözünü seveyim. En azından bu akşam şu adamdan uzak dur. Uğur burada." Bakışlarım, bu seferde Uğur'un oturduğu yere kaydığında o bana değil de Cihangir'e bakıyordu.

"Tolga, lütfen bir de sen başlama."

"Efsun!"
Sesi katıydı ve asla itiraz istemiyor gibiydi.
Ve işin kötü yanı haklıydı.

Uğur'u üzmek istemiyordum...

"Tamam..." Ellerimi havaya kaldırdım, teslim olur gibi ve tekrarladım. "Haklısın tamam."

Tolga yanımdan uzaklaştığında, bu seferde bakışlarımı Samet'e çevirdim.
"Her şey hazır mı, başlayalım mı?"

"Şunu da hallettim mi... Heh tamamdır, başlayabiliriz."

"Süper."

Anında benim yerim olan, sandalyeye kurulduğumda, herkesin bakışları bana çevrilmişti.
Ve onunda...

Bakma Efsun.

Bakma Efsun.

Bakma Efsun.

"Hepinize merhabalar. Bugün ki parçamızı..." Bakışlarımı hemen çapraz masamızda oturan ve gözlerini gözlerimden çekmemek için büyük bir  çaba sarf eden adama baktım. Ve devam ettim.
"Uğur Refahiyeli seçsin istiyorum."

Çoğu kişinin bakışı Uğur'u tanıdıkları için ona dönmüştü.
Bunu beklemediği açıktı zira şaşırmıştı fakat bu durum kısa sürdü.
Önce bana ardından hemen önünde oturan Cihangir'e baktı.

"Meyhaneci," dediğinde alt dudağımı ısırarak bakışlarımı yere indirdim ve güldüm.

Amacı bana ilanı aşk etmekse eğer bunu başarmıştı.

Kabul etmem gerekiyorsa etkileyici bir hareketti.
Ona umut verme Beria.

"O zaman," dedim ve bakışlarımı Samet'e çevirdim. Verdiğim komutla şarkının giriş müziği tüm mekanı doldurmuştu.

"Meyhaneci, sarhoşum bu gece.
Aşığım aşık çal bu gece.
Tak etti canıma yalnız her gece.
İçiyoruz yine bu gece."

Şarkıya başlamam ile birkaç liseli gencin ıslık çalmaları birebir olmuştu.
Gözlerim usulca kapandı ve sözler dudaklarımın arasından akıp geçti.

"Meyhaneci, sarhoşum bu gece.
Aşığım aşık çal bu gece.
Tak etti canıma yalnız her gece.
İçiyoruz yine bu gece."

Sonra Uğur'un neden bu şarkıyı seçtiğini düşündüm. Uzaklardan bir ses tekrar fısıldadı. Tak etti canıma yalnız her gece... Beria, Uğur iyi görünmüyor.

Onun kötü olduğunu düşünmek istemiyordum. İrkilerek gözlerimi açtığımda bu sefer Cihangir'e baktım.
Lacivert gözleri tüm yüzümü talan ediyordu. Mikrofonda olan parmaklarımı, dudaklarımın her cümlede birbirine kapanışını bir avcının avını izlemesi misali izliyordu.

Neden sürekli beni izlerken buluyordum onu?

"Meyhaneci, sarhoşum bu gece.
Aşığım aşık çal bu gece.
Tak etti canıma yalnız her gece.
İçiyoruz yine bu gece."

"İçiyorum her gece.
Her gece başka bir eğlence.
İçiyorum gönlümce.
Hayat güzel sevince."

Mikrofonuma iyice sarıldım. Ve insanın göğsünü darladığı halde, sanki çok mutluymuş gibi şarkı söylen Ebru Gündeş'in gölgesi altında devam ettim.
Fakat sesimin desibeli bu nakaratta daha çok artmıştı ve insanların hoşuna gitmiş olmalı ki oldukları yerde sallanmaya başlamışlardı.

"Patlat bir şarkı, koy bir kadeh.
İçiyoruz yine bu gece.
Her şeyi boşver çal bu gece.
İçiyoruz yine bu gece."

"Patlat bir şarkı, koy bir kadeh.
İçiyoruz yine bu gece.
Her şeyi boşver çal bu gece.
İçiyoruz yine bu gece."

Mavi gözlerim tekrar Uğur'u bulduğunda, Cihangir'e olan bakışlarımı görmüş olmalı ki, güya alkol olmayan fakat içtikçe kafasını dumanlı hale getiren bardağını bana doğru kaldırdı.

Ve bu mesafeye rağmen ağzını okudum.
'Sana,' diyerek kaldırmıştı bardağını.
Ardından aralıksız kafasına dikmiş, boşalan bardağını sertçe masaya vurmuştu.

Şarkının en sevdiğim kısmı geldiğinde, dudaklarımda acı bir tebessüm gezindi.
Gözlerim tekrar usulca kapandı ve bir daha hiç açılmadı.

"Meyhaneci, durma söyle bu gece.
Aşkın asıl adı, çile mi sence?
Ne çilesi babam sanki işkence.
İçiyoruz yine bu gece."

Ne çilesi babam... Sanki işkence.

Aşk; beterdi. Önce seni güllerle donatılmış bir yola dolardı ardından o güllerin, dikenlerini tek tek koparıp ayaklarının altına sererdi.

Ve en kötüsü de buydu sanırım.

Yürüdüğün yol acı verse dahi vazgeçemiyordun...

"İçiyorum her gece.
Her gece başka bir eğlence.
İçiyorum gönlümce.
Hayat güzel sevince."

Hayat sevince güzel olduğu kadar ızdırap doluydu. Sevme azizim sevme. Canının azıcık kıymeti varsa kendinden başkasını sevme.

"Patlat bir şarkı, koy bir kadeh.
İçiyoruz yine bu gece.
Herşeyi boşver çal bu gece.
İçiyoruz yine bu gece."

"Patlat bir şarkı, koy bir kadeh.
İçiyoruz yine bu gece.
Herşeyi boşver çal bu gece.
İçiyoruz yine bu gece."

Ağır çekimdeymiş gibi gözlerimi araladığımda, kafenin içinde alkış sesleri yankılanmıştı.
Alkışlamayan tek bir kişi vardı.

O da dört sene önce kalbimi çalan ve bundan haberi bile olmayan adamdı....

**********

Telefon ekranından gelen bildirimi son kez okudum.

Kimden: Bilinmeyen
Neyse ki numaranı bulmak çok da zor olmadı.
Saat 20.00'da dediğim otelde ol lütfen.

Dediği gibi ikinci günün sonunda, istediği saatte, istediği yerdeydim.
Taksiciye istediği kadar para verdikten sonra, üstünü almadan inmiştim.

Vakit kaybetmeden otelin içine girdiğimde, danışma kısmında olan bir genç kız koşar adımlarla yanıma gelmişti.

"Siz, Cihangir Beylerin misafiri olmalısınız... Buyrun lütfen."

Önümden ilerlemeye başladığında, her şeyin oldukça spontane ilerlemesi içten içe kuşkulanmamı sağlamıştı.

Otelin, restaurant kısmına asansör yardımı ile vardığımızda beni Cihangir'in tek başına oturduğu masaya götürmüş ve anında yanımızdan ayrılmıştı.

Sandalyeme otururken aynı zamanda meraklı bir ses tonu ile konuştum.
"Özellikle neden burada buluşmak istediğini sorabilir miyim?"

"Bir süre hiçbir şey sormasan daha iyi olur aslında."

Bozulmuş muydum?

Kesinlikle.

Belli edecek miydim?

Asla.

Bakışlarını bir kez dahi bana değdirmeden etrafı kolaçan etmeye başladığında birini beklediği oldukça belliydi. Bir şeyler dönüyor gibi Beria.

Çatık kaşlarım ile pür dikkat yüzünü süzdüğümde, eli giydiği takım elbisenin kratına uzandı ve sert hamleler ile çekiştirdi.

"Ee?" Tek kaşı havalandığında, yüzüme daha çok 'ne istiyorsun' der gibi bakıyordu.

"Kolyemi versene artık."

Tam bir şey söyleyecekken, yanımıza garson olduğunu düşündüğüm bir adam geldi. Fakat bu garson tanıdıktı.

Ah, siktir!

Neler dönüyordu burada?

Boran, giydiği garson kıyafetleriyle beraber masamıza geldiğinde çatık kaşları arasından beni süzmüş, ardından Cihangir'e bakmıştı.

"Hacı... Problem büyük."

Bunu duyan Cihangir, stresli olsa gerek anında gevşettiği kravatı, hırsla çekiştirip boynundan çıkarmıştı.

"Seni de, yapacağın işi de..."
Bakışlarını bana çevirdiğinde kendini frenlemiş ve küfür etmemişti.
Ardından tekrar Boran'a bakıp devam etmişti.
"Ne problemi?"

"Tuğba topuklamış, adamın yanına gönderecek karı yok."

Cihangir, sabır çeker gibi yüzünü sıvazladığında benim içimde ki korku biraz daha artmaya başlamıştı.

Neler oluyordu ve ben tam olarak hangi konumdaydım?

En sonunda dayanamayıp konuştum. Zira çok bile dayandığımı düşünüyordum.
"Biri bana olayı anlatabilir mi... Mesela benim neden burada olduğumla başlayabilirsiniz."

Boran, anında dik bakışlarını yüzüme çevirdiğinde, Cihangir onun aksine beni umursayıp konuşma zahmetinde bile bulunmamıştı. Piyon olacak son insansın Beria.

Boran bir süre yüzümü ardından ise kıyafetlerimi incelemişti.
Sonra çok dahice bir fikir bulmuşcasına konuşmuştu.
"Buldum lan, bunu gönderelim."

Cihangir, öfke kusan gözlerini anında Boran'a çevirdiğinde dişlerinin arasından tıslamıştı.
"Aklından bile geçirme. Sakın!"

"Cihan, başka çaremiz yok. 15 dakika içinde ben sana nereden bulayım güvenilir eleman."

Eleman... Ne saçmalıyordu bunlar?

Söyleyecekleri bitmemiş olacak ki devam etti.
"Bak ben liderin yanına emaneti almadan geldik, diyemem. Gözünü seveyim az mantıklı düşün."

"Ulan, kızın hiçbir şeyden haberi bile yok. Kendi pisliğimize niye onu bulaştırıyoruz."

Boran, Cihangir'in bu sözlerine karşılık güler gibi bir ses çıkardı ve saçlarını gelişi güzel dağıttı ve alaycıl bir tonlamayla konuştu.

"İdris, kafana sıktığı zamanda böyle konuşursun artık."

Gözlerim dehşetle açıldığında, nasıl bir bok çukurunun içine düştüğüm hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.

Fakat bu sözlerden sonra aşık tarafım baş göstermişti.

Zira onun kafasına sözde silah dayanması bile kalbimin sıkışmasını sağlamıştı.

"Tamam yaparım... Ne yapacağım?"

Lacivert gözler anında bana döndüğünde bu seferde öfkeli bakışlarının hedefi ben olmuştum.

Ayakta duran iblisin yancısı Boran, kafa karıştırmak istiyor olmalı ki araya lafını sıkıştırmıştı.

"Son 10 dakika, vakit daralıyor."

Cihangir, masaya yasladığı dirseklerinin arasına kafasını yerleştirip, saçlarını çekiştirdi ve ağzının içinden birkaç küfür mırıldandıp, göz göze gelmemizi sağladı.

"Bu benim için yaptığın son iyilik."

*********

Kulağıma yerleştirdikleri küçük işitme cihazını son kez kontrol ettikten sonra Boran'ın sesiyle ona döndüm.

Elindeki siyah telefondan, adamın fotoğrafını gösteriyordu.
Hafif kilolu, kafasında tek tük saç olan orta yaşlarda bir adamdı.

"Ne yapacağını anladın değil mi?"

Defalarca kez anlatmıştı. Yapacağım şey kolay değildi fakat Efsun Beria Çakas'ın üstesinden gelemeyeceği hiçbir şey yoktu.

Şeytan diyordum... Yanımda halt etmiş.

"Anladık herhalde gerizekalı değiliz."

"O konuda biraz şüpheliyim."

Başbaşa olduğumuz odanın içinde bakışlarımı gezdirdiğimde, dilimi ağzımın içinde sinirle yuvarlamıştım.

"Bana muhtaç olan biri için fazla iddialı konuşmuyor musun?"

Dudağının kenarını hiç de tekin olmayan bir ifade ile kıvırdığında, çene ucu ile balkona çıkmış olan Cihangir'i gösterdi.

"Sırf onun için yardım ediyorsun değil mi? Yoksa senin gibi kızlar, bir başkası için kılını dahi kıpırdatmaz."

Boğazıma anında bir yumru oturduğunda, kaşlarımı olabildiğince çatmıştım.
Bu kadar belli mi ediyordum ona aşık olduğumu?

"Nereden çıkarıyorsun bunları?"

"Benden sana bir tavsiye küçük kız..."
Bana bir adım yaklaşıp iyice önümde durduğunda, yüzüme aşağılayan bakışlarını atmaya başlamış ve eklemişti.
"Onun gibi adamlar, parfüm değil kan kokar. Elleri ellerini değil, silahını tutar. Ve menfaatleri için herkesi harcar."

Bildiğim gerçeklerin bir an da yüzüme vurulması beni içten içe afalatırken derinlerden bir ses zehrini akıtmak istercesine fısıldamıştı. Onu gafil avla Beria.

Kendimden asla taviz vermeyen bir ifade ile gülümsedim.
Ve tıpkı onun bana yaklaştığı gibi yaklaşıp, üstten bir bakış attım.

"Peki ya o kan kokan, eli silah tutan adam... En yakın arkadaşının, kız kardeşine deli divane yanık olduğunu bilse ne yapar?"

Gözlerine bir perde oturduğunda, benden bu hamleyi beklemiyor olduğu aşikardı.
Bir adım geri attığında, kaburgamın altında ouroboros yapan yılanlar keyifle kendi köşelerine çekilmişti.

Şaşkın bakışlarını, balkonun sürgülü kapısının çekilmesi ile benden çekti.

Cihangir, hararetli bir şekilde konuştuğu telefonunu kapatmış olacak ki hızlıca balkondan çıkıp yanımıza gelmişti.

"Hazır mısın Efsun?"
Başımı sadece olumlu manada salladığımda, lacivert gözleriyle giydirdikleri elbiseyi süzmüş ve devam etmişti.
"O zaman... Gitme vakti geldi. Her şeyi eksiksiz anladın öyle değil mi?"

"Oradan bakınca gözünüzde nasıl bir imaj çizdiğimi bilmiyorum fakat üstesinden gelemeyeceğim bir durum yok ortada."

Pekala, şu an planlarını küçümsüyor olabilirdim. Fakat değildi. Kurdukları teşkilatı, ağzım açık izlemiştim.

Daha fazla konuşmadan odadan çıktığımda, hemen arkamdan Cihangir'in de geldiğini görmek beni şaşırtmıştı.
Bu duruma tek şaşıran ben olmasam gerek Boran anında konuşmuştu.

"Sen nereye Cihan?"

"Yalnız mı bırakalım kızı, kapıda bekleyeceğim."

Dudaklarım gülümsemek için can çekiştiğinde, izin vermedim ve olabildiğince düz tuttuğum yüzümle beraber ona döndüm.

"Gelmene gerek yok, halledebilirim."
Hayatında kaç kere bir erkeğin odasına gittin Beria?

"Seni bu işe ben bulaştırdım... Bensiz hareket edemezsin."

Başımı usulca aşağı yukarı salladığımda, beraber odadan çıkmış ve asansöre binmiştik.
Parmakları 21. Katta durduğunda derin bir nefes almıştım.

Sakin ol Efsun.

Sakin ol Efsun.

Sakin ol Efsun.

O da tıpkı benim gibi karşımdaki asansöre duvarına yaslandığında göz göze gelmiştik.

"Korkmuyor musun?"

Bir an da sorduğu soruyla afalamıştım.
Korku... Yok demem için bin şahit gerekiyordu. Elbette korkuyordum fakat kafasına silah doğrultulacağını duyduğum zaman daha çok korkmuştum.

O da farkındaydı, gözlerimden geçen tedirginliği okuyabiliyordu. Konuşmayacağımı anladığında devam etti.

"Seni ve Yılmaz'ı bir bir izleyeceğim. Sana yaklaşmasına izin verme. Eğer olurda işler kötüye giderse... Arkana bakmadan kaç. Kendi canını düşün sadece."

Kendi canını düşün sadece.

Eğer o zor durumdayken ben kaçarsam, ona duyduğum aşk bana lanet okumaz mıydı?
Yapamazdım ki onun canı bir acıdığında benim ki bin yanıyordu.

Yine de başımı salladım. Ve esas merak ettiğim şeyi sordum.
"Neden ben... Yani neden beni de çağırdın buraya?"

Dertli bir şekilde yüzünü sıvazladığında, asansör çoktan durmuştu.
"Sen sadece benim iş arkadaşım gibi yanımda oturacaktın ama soktuğumun işleri planladığım gibi gitmedi."

Yüzümdeki ifade nasıldı bilmiyorum ama o bunu görmüş olmalı ki, bana bir adım yaklaşıp elleriyle kafamı tutmuş ve ardından devam etmişti.
"Vazgeçmek için çok geç değil. Yapmak zorunda değilsin."

Lütfen buradan defol git, der gibi konuşuyordu.
Pekala, aksiyona susayan bir tarafım vardı ve orası asla mantıklı hareket etmezdi.
Ben anı yaşayan kesimdendim, hayat önüme ne koyarsa onu yerdim ve bir an olsun itiraz etmezdim. Ölmeden önce başıma gelebilecek her şey gelsin de öyle öleyim istiyordum.

"Biliyorum değilim ama..."
Dudağımı hafif dişleyerek fısıldadım ve ekledim.
"Azıcık tehlikenin kanımıza karışmasında zarar görmüyorum."

Dudağının kenarı bu sözümden sonra havalandığında, bende gülümsemiştim ve bizi bölen şey asansörün kapanan ışığıydı. Karanlıkta kaldığımızda ondan bir adım uzaklaşmıştım.

Cihangir'den ayrılıp,asansörden direkt çıktığımda Yılmaz Acar'ın olduğu odaya doğru ilerledim.
O ise hemen arkamdan gelmek yerine, köşede duran trabzanlara sırtını yaslamıştı.
Kapının önünde durduğumda, bakışlarımı ona çevirmiştim.
Güven vermek istercesine gözlerini sadece birkez yummuştu.

Elim anında yumruk olup, kapıya indiğinde içeriden çok geçmeden pürüzlü bir ses duyulmuştu.

"Hele şükür geldin be kızım."
Çok geçmeden kapı onun aracılığı ile açıldığında, Yılmaz Acar tüm heybetiyle karşımda durmuştu.

Beni gördüğü anda yüz ifadesi değişmiş ve pis pis sırıtmıştı.
Anında bana yaklaşıp, burnunu boynuma gömdüğünde gözlerimi büyütmüştüm.
Bu adam, bana şimdiden böyle yaklaştı ise ilerleyen saatleri düşünemiyordum.

Tam o sırada koridorda bir şeyin devrilme sesi geldiğinde bakışlarımı Cihangir'in olduğu köşeye çevirmiştim.
Orada olduğunu biliyordum, bizi izliyordu.
Ve devrilme sesi de onun olduğu yerden gelmişti.

Bu sesle beraber Yılmaz'ın dikkati dağılmış olmalı ki, kafasını boynumdan kaldırıp sesin nereden geldiğini anlamaya çalışmıştı.

"Kedidir canım kedi."
Bakışları bu sefer de konuşan bana döndüğünde, bir şeylerden kuşkulanmaması için ellerim omuzlarını buldu ve içeriye doğru onu ittirdi.

Bu hareketim hoşuna gitmiş olmalı ki, arkamdan kapıyı sertçe kapattı.

"Adın ne senin?"

Sorduğu sorudan çok dişlerine odaklanmıştım.
Bir insan hiç mi dişini fırçalamazdı. Her an kusabilirdim. Benim için bir erkekte en önemli olan şey temiz dişlerdi. Konumuz şu an adamın dişleri mi Beria?!

"Adım... Helin"

Tek kaşını kaldırıp, yüzümü pür dikkat süzdü. Biraz daha böyle bakmaya devam ederse, heyecandan kollarında bayılabilirdim.

"Size daha basit isimler koyduklarını sanıyordum. Senin ki fazla afilliymiş."

Basit isimler girsin sana.

"Benim gibi bir kadına basit isim koymak mı, düşüncesi bile kötü."

Kilolu kollar, belime sarıldığında beni aniden kendine çekmişti. Göğsüm onun göğsüyle çarpıştığında yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tutmuştum.
Gözlerim, hemen odanın içini taradığında böceği nereye koyduklarını merak etmiyor değildim.

Tam o sırada kulağımın içinden bir cızırtı geldi ve onun sesini duydum.
"Uzaklaştır şu iti kendinden... Hemen."

Bu konuşan Cihangir'di.
Dediği gibi yapıp, Yılmaz'ın omuzlarında olan ellerimi indirmiş ve ondan bir adım uzaklaşıp, sahte bir gülümseme kondurmuştum dudaklarıma.

"Yılmazcığım, önce rahatlayacak bir şeyler mi içsek?"

Bakışları yüzümü asla değmeyip, elbisenin açıkta bıraktığı göğüslerime kaydığında anında ona sırtımı dönmüştüm.

Bir sapıktan farkı yoktu.

Onun cevabını beklemeden odanın içine koydukları küçük buzdolabına doğru ilerlemiştim.
Dolabın kapağını açıp, hemen ilk gözesinde duran beyaz şarabı elime aldığımda aynı zamanda planı yavaş yavaş işleve koymaya başlamıştım.

"Yılmaz ama benim bir fantazim var..."
Bunu söylediğime inanamıyordum!
Bakışlarıyla beni boydan boya süzdüğünde devam ettim.
"Ellerini bağlasak?"

Yılmaz arsız bir şekilde sırıttıktan sonra keyifle yatağa uzanmış ve ayak ayak üstüne atmıştı.
"Hareketlerimin kısıtlanmasını sevmem... Senin ellerini bağlayalım."

Koca bir siktir!

Hadi Beria, bitir şu işi ve arkana bakmadan kaç.

Elimdeki şarabı, kadeh bardaklarına boşaltırken ona arkamı çoktan dönmüştüm.
Elbisemin kolları arasında kalan küçük şişeyi parmaklarımın arasına alırken, Yılmaz'ı kontrol etmeyi ihmal etmemiştim.

Bakışları doğrudan sırtımdaydı ve arkam ona dönük olduğu için ne yaptığımı göremiyordu.

Şişenin içindeki sıvının birini onun şarabına dökerken, hızlıca kapağını kapatıp, tekrar kolumun içine yerleştirmiştim.

Bardakları elime aldıktan sonra, birkaç küçük adımda tıpkı onun gibi yatağa adımlayıp, elimdeki kadeh bardağını ona uzatmıştım.

Saniyeler içinde uzattığım bardağı aldı ve hemen yanında ki sehpaya koydu.

Nefesimi tuttum. Eğer o içkiyi içmezse buradan nasıl çıkacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Titrek bakışlarımı bardaktan çekip, ona çevirdiğimde elleri sanki bu anı bekliyormuş gibi elbiseme uzanmıştı.

Dehşetle gözlerimi büyüttüm.

Cafer bez getir aslanım!

"Hey hey hey, dur! Ellerini bağlayacağım."
Planda ellerini bağlamak gibi bir seçenek yoktu fakat işimi garantiye almak amacıyla bunu yapacaktım.

Yılmaz, anında kaşlarını çattı ve korkutucu bir ses tonuyla homurdandı.
"Ee, sıktın ama. İşini yap ve defolup git."

Kaşlarım anında havalandığında, kulağımın içinden tekrar bir ses duyuldu.
"Efsun, içkisini içsin yeter."
Cihangir'in sesi epey stresli geliyordu.
Çok geçmeden birkaç hışırtı beraberinde, bu seferde Boran'ın sesi duyuldu.

"Güzel fantazilerin varmış ama beğendim."

Gözlerimi omzumun üstünden, masanın üzerinde duran çiçeğe doğru çevirdim. Tam orada beni izlediklerini biliyordum ve atabileceğim en korkunç bakışı atmıştım.

Umarım demek istediğim şeyi anlamıştır Boran!

Onlardan tekrar bir ses duyulmadığında, gözlerimi gayri ihtiyari Yılmaz'a çevirmiştim.

"Pekala, en azından bir şeyler içip gevşeyelim."

Bu dediğim ona cazip gelmiş olacak ki az önce bıraktığı kadehi tekrar eline almış ve beni süzerek içmeye başlamıştı.

"Kaç yaşındasın sen?"

Sanane!

Hakkımda bir şeyler öğrenmeye çalışıyor gibi bir hali vardı fakat nafileydi. Ondan çok daha akıllıydım, üstelik bana güvenerek içkiyi çoktan içmişti bile. Sadece saniyeler içinde gözleri kayacaktı.

Önce gözleri gözlerime tırmandı. Ardından bir bana, bir de içtiği şaraba bakıp kaşlarını çattı.
Eli anında başına gittiğinde, başı dönüyor olmalıydı.

"Seni sürtük!"
Bir şeyleri yeni yeni idrak etmeye başlıyordu fakat biraz geç kalmıştı.

5.

4.

3.

2.

Ve Bingo!

Yılmaz'ın koca cüssesi anında yatağa devrildiğinde gülümsemiştim.
Çok geçmeden kulağımın içinde birkaç cızırtı olmuş ve tekrar Cihangir'in sesi duyulmuştu.

"Kasayı bul... Efsun acele et, vakit daralıyor."

Hızlı hızlı konuşması heyecan kat sayımı arttırıyordu.
Yataktan kalktıktan sonra, direkt önümdeki dolaplara ilerlemeye başlamıştım.

Zira otel odalarında kasaları çoğu zaman dolaba koyuyorlardı.

İlk kapağı açtığımda, bulamadığım için sertçe kapatmış ardından diğer kapağı açmıştım. Fakat sonuç yine aynıydı.

"Nerede bu lanet kasa!"
Sorudan çok sitem cümlesiydi bu söylediğim.

"Ne bilelim kızım, arasana işte."

"Cihangir, şu Boran'ın çenesini kapatır mısın lütfen."

Arkadan birkaç hışırtı sesi geldiğinde, bir an gerçekten de kavgaya mı tutuştular diye düşünmüştüm.

Vakit kaybetmeden, dolabı es geçip, odanın içinde duran makyaj masasına doğru ilerlemiş ve onun çekmecelerine bakmaya başlamıştım.

Burada da yoktu. Yere düşen birkaç kağıt parçasını umursamadan, odanın içine yerleştirilen deri kanepeye ilerledim. Ve alt kısımlarının açılıp açılmadığını kontrol ettim.
Fakat açılmıyordu.

Hırsla saçlarımı çekiştirdim. Bir türlü bulamıyordum.

"Hiçbir yerde yok bu kasa."

Karşı taraftan derin derin nefes sesleri duyuyordum.
"Yatağın altına falan bak."

Anında eğilip yatağın altına baktığımda, boş boş olmasıyla hırsla kalkıp, banyoya doğru ilerlemiştim.

Lavabo tezgahının üstünde duran dolapları hızlıca açıp kontrol ettiğimde, içlerinde sadece birkaç krem ve sabunun olduğunu görmek içimdeki adrenalini daha da körüklemişti.

Tam tekrar odaya gireceğim zaman gözlerim jakuzinin içine kaydı.

Hassiktir ama!

"Buldum buldum... Jakuzinin içinde ne işi var bu kasanın?"

Çok geçmeden Boran'ın sesi duyulmuştu.
"Herife bak anasını satayım, kasayla mı duş alıyor?"

Gülecek gibi olsamda anın getirdiği heyecan buna engel olmuştu.
Stresle dudağımı dişleyip jakuzinin içine eğilimiş ve kasayı kontrol etmiştim.
Açmak için şifre gerekliydi.

"Ay şifreyi unuttum. Şifre neydi?"
İçimde bir ürkü vardı ve çığ olup, büyüyor, elim ayağım zangır zangır titriyordu.

Cihangir bunu fark etmiş gibi yatıştırıcı bir ses tonuyla konuşmuştu.
"Sakin ol, panikleme."

Ellerimi yüzüme doğru yelpaze misali salladığımda, derin bir nefes vermiştim.
Dediği gibi sakin olmalıydım, bu saatten sonrası kolaydı kasanın içindekini alacak ve kimseye görünmeden tüyecektim.

"Tamam tamam, sakinim. Şifreyi söyleyin siz."

"2112008"

"İyi de bu şifre yedi haneli." Kasa şifreleri her daim altı haneli olmak zorunda değil miydi? Bu özel bir kasa falan mıydı? Her şeyi geçtim, bunlar şifreyi nasıl öğrenmişti?

Kafamın içinde bir sürü tilki dolanırken, delirmeme ramak kalmıştı.

"Sen orasını boşver ve dediğimiz şifreyi gir."
Boran'ın desibeli yüksek çıkan sesine karşılık göz devirmiş ve dedikleri şifreye tek tek girmiştim.

Beklenilenin aksine kasa küçük bir tık sesiyle açılmıştı.
Sağa doğru savrulan kapağını hiç umursamadan içindekilere tomar tomar birkaç dolar destesi ve şeffaf bir poşete konulmuş bir silah vardı.

Benden istedikleri emanette bu olmalıydı.
Silahı anında poşetle beraber aldığımda, içinde duran iki boşalmış kurşun dikkatimden kaçmamıştı.

Remixi ana  hiç uygun olmasa da zihnimin içinden şu şarkı sözleri süzülüp geçmişti.
Acılar yürüyor, korkmuyorum...

"Şimdi, hemen oradan çık. Arkana bile bakma."

Banyodan çıktığımda anında gözlerim Yılmaz'ın devrilen bedenine kaymıştı. Fakat hiçbir şey olmamış gibi tekrar önüme dönüp, silahı çantamın içine koymuş ve odadan çıkmıştım.

Benim çıkmamla beraber, Cihangir sanki bunu bekliyormuş gibi saklandığı merdiven köşesinden çıkmıştı.
Hızlı adımlarla anında yanına gittiğimde sanki o da bunu bekliyormuş gibi, bir kolunu belime sarmıştı.

Bir dakika ne!

Kolunu belime sarmıştı. Sarılıyor muyduk şu an biz?
Kokusu... Her zamankinden çok daha güzel geliyordu, hep sarılsaydı ya bana.

Aklım durmuş gibi ona bakakaldığımda, o benim aksime gayet soğuk kanlı bir şekilde gözleriyle çantamı göstermişti.

"Ver silahı bana. Taşıma sen."

Çantamdan silahı çıkarıp ona doğru uzattığımda, ceketinin iç cebinde poşetiyle beraber koymuştu.

Beraber sessiz bir şekilde asansöre bindiğimizde, lacivert gözleri anında boynuma kaymıştı.

"İyisin değil mi?"

Oysa izlemişti bizi. İyi olduğumu biliyordu, sanki ağzımdan duymak ister gibi bir hali vardı.
Gözlerimi birkez açıp kapadım ve konuştum.

"İyiyim."

Kısa bir süre sadece yüzümü inceledi ve çok geçmeden asansör kapıları açıldı.
Beraber dışarıya doğru adımladığımızda, benim gözlerim hemen kapının girişinde bana bakan üç adama kaymıştı.

Üçünün de kaşları çatıktı.
Ve bana oldukça kötü bakışları atıyorlardı, birine benzettiklerini düşünerek göz ardı ettiğimde çoktan dışarıya çıkmıştık.

Akşamın soğuk rüzgarı anında tüm vücuduma akın ettiğinde, gözlerimi hemen yanımdaki Cihangir'e çevirmiştim.

Tam o sırada bir ses duyuldu.
"Helin, Yılmaz abinin yanından niye bu kadar erken ayrıldın?"

Helin... Bendim, benden bahsediyorlardı.

Fakat çakma adımı nereden biliyorlarlardı?

Omzumun üstünden arkama baktığımda, bu az önce bana bakan üç adamdan biriydi.
Adam önce bana ardından, yanımda ki Cihangir'e baktığında sanki bir şeyleri anlamış gibi anında bağırmıştı.

"Yakalayın lan şu ikisini!"

Zaman durdu. Etrafta küçük bir çınlama sesi gezindiğinde, elime sarılan iri elin farkında bile olmadım.

Oysa ikinci kez el ele tutuşuyorduk.

"Koş!"
Cihangir anında beni sürüklemeye başladığında, saniyesinde gerçek hayata dönmüştüm. Dışarda olan insanların bakışları bize ve arkamızdan koşan üçlüye kaydığında, birkaç kişi telefonlarına sarılmıştı bile.

Hızlı adımlarını takip etmekte zorlansam da o, tecrübeli bir şekilde ilerliyordu.

Şah damarımdan tüm vücuduma ılık bir sızı süzüldüğünde, hasta kalbim ilk kez böylesine hızlı atıyordu.
Bir labirent vardı ve beni giriş kapısından içeriye doğru çoktan iteklemişlerdi... Oysa bilmedikleri ne çok şey vardı. Ben isteyerek girmiştim o kapıdan. Neler olacağını bilmeden, başıma gelebilecek her şeyi göze alarak yürümüştüm o yolları.

Şimdi ise çıkış kapısına ulaşabilmek adına koşuyordum. Fakat ilk kez tek değildim bu yolda, elimden tutan biri vardı. Adı Cihangir'di.

Omzumun arkasından bize doğru koşan üç adama baktığımda, yaklaşmış olduklarını gördüğümden ötürü ufak bir çığlık atmıştım.
"Cihan, geliyorlar. Hemen arkamızdalar."

Tam o sırada hayatın bana gösterdiği cilve ortaya çıkmış ve topuklu ayakkabım kırılmıştı.
Ağzımdan bir çığlık daha kaçtığında, Cihangir gözlerini bana çevirmiş ve tüm vücudumu süzmüştü.

"Topuğum kırıldı, nasıl koşacağım?"

Gözleri anında bize yaklaşan adamlara kaydığında bir saniye dahi düşünmeden beni kucağına almıştı. Siyah saçlarım rüzgarın etkisiyle, savrulduğunda onun sakalları arasında birkaç tel süzülmüştü.

Anın getirdiği etkiyle bir şaşkınlık nidası döktüğümde kollarım anında boynuna sarılmıştı.

Şu an ne yaptığımız ya da başımıza neler gelebileceği zerre umrumda değildi. Zira daha önce hiç bu kadar eğlenmemiştim. Can korkusu vardı fakat deli gibi kahkaha atasım geliyordu. Öyle de oldu zaten. Cihangir'in kulağının dibinde kocaman bir kahkaha attığımda, o benim aksime sadece sırıtmıştı.

Bakışlarımı arkaya çevirdim ve bağırdım.
"Cihangir, koş koş geliyorlar."

Ve sanki mümkünmüş gibi daha çok hızlanmıştı.
Arkamızdan gelen adamlardan git gide daha çok uzaklaşmaya başladığımızda, havada bir silah sesi patlamıştı.

Kollarımı Cihangir'in boynuna daha çok doladığımda, muhtemelen arkamızdan silah sıkmışlardı.

Kısa bir süre sonra, Cihangir İstanbul sokaklarında eski püskü bir evin bahçesine girdiğinde, kafamı saklandığımız duvarın arkasından uzatmıştım. Bunu yaparken Cihangir'in burnu, boynuma değmişti. Vücudu anında gerilmişti, beni tutan kolları sayesinde bunu anlamam çok da zor olmamıştı.

"Ay atlattık galiba. Kimse ortalıkta görünmüyor," dedim boş sokağa bakarak.
Ardından gözlerimi ona çevirdim. Lacivert gözleri pür dikkat gözlerimdeyken bana büyülenmiş gibi bakması yutkunmamı sağlamıştı.

Hala kucağındaydım... Hala bana bakıyordu.

Ateş bastı ateş!

Nefesi yüzümü yalayıp yutarken bakışları anlık dudaklarıma kaydı fakat dikenli bir yolda yürüyormuş gibi anında geri çekti.

"Sanırım bir şeyi öğrenmenin vakti geldi."
Sessiz fısıldayışı, damarlarımda gezen kanın tersine bir yol izlemesini sağladığında, devam etti.

"Kalbinde biri var mı?"

Sanki kalbinde bana yer var mı, demek ister gibiydi...

~~~~~~~~~

Efsun, niye kendini sürekli tehlikeye atıyorsun anneciiim.

Şu ana kadar yazdığım en uzun bölüm olabilir. Parmaklarım felç.

Bölümü nasıl buldunuz?

Uğur hakkında ne düşünüyorsunuz?
Platonikler kervanının baş ağası olur kendisi.

Peki ya Cihangir?

Boran?

Olaylar hızlı ilerliyor mu sizce? Bana bu bölüm öyle geldi, kararsız kaldım.

Eğer bölüm kesitlerinden ve bölümü ne zaman paylaşacağımı öğrenmek istiyorsanız beni takip edin.
Wattpad :hqlivelly
Instagram: hqlivelly

Yorumlarda buluşalım.

Sizi seviyorum ❤️

Okur kalın 🥀




Continue Reading

You'll Also Like

2M 127K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...
1.5M 81K 46
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...
24.7K 2.4K 65
Gözler görmese de olur, kalp gözüyle görür insan...
6.8M 179K 63
* Oğlanın evlenmek için zorlandığı hikayeleri bilirsiniz. Hani şu evlenmezsen para yok tarzı olanlar... İşte yine o tarz bi hikaye ama bu sefer küçü...