ALTINDAĞ MAHALLESİ

By cokkonusanpapatya

5.1M 206K 88.9K

Yavuz abi, topuzumdan firar eden saçımı okşayarak kulağımın arkasına ittirdi. Ilk defa bu kadar yakındık ve i... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29. Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
Final
ÖZEL BÖLÜM

17.Bölüm

158K 5.8K 2.2K
By cokkonusanpapatya

Model / Değmesin Ellerimiz

17.Bölüm

Uzattığı kaskı almayı redderek kafamı iki yana doğru olumsuz anlamda salladım. Korkuyordum. O şeyin üzerinde asla dengede duramazdık. Kaza yapma ihtimalimiz de çok yüksekti. Ben korkuyordum ve onu da bu şekilde paniğe sokma olasılığım yüksekti. Üstelik bu motorlar çok gıcık bir ses çıkarıyordu. Hiç sevmezdim. Genelde mal olan erkekler bir kızın yanından geçerken motordan o sesi çıkartıyorlardı.

Bir dakika.

Acaba Yavuz da bir kızın yanından geçerken böyle bir şey yapmış olabilir miydi?

Yok canım. Daha neler.

Ama ya yaptıysa? Bana ne? Evet, beni ilgilendirmezdi. Ama çok itici bir şeydi.

"Sahra," diyerek karşımda durdu ve eliyle saçlarımı omzumun arkasına ittirdi. "Gidiyoruz değil mi?"

"Korkuyorum." Dedim ama bunu ne için dedim bilmiyordum.

Uzatmasa mıydım acaba? Bineceksem binecektim. Binmeyeceksem binmeyecektim. Bu kadar uzatmaya gerek yoktu.

"Tamam," diyerek başımı kararsız bir şekilde salladım. "Gidelim ama yavaş süreceksin."

Gülümsedi ve "Tamam,"  diyerek kaskı yavaş ve temkinli bir şekilde kafama taktı. Neyse ki kaskın önü açıktı. İlk defa kask taktığım gerçeğini görmezden gelecektim. Eğer kaskın önü açık olmasa büyük ihtimalle kaskın içinde daralır ve nefessiz kalırdım. Kendimde o potansiyeli görüyordum.

Kaskın önünü bağladıktan sonra önümden çekilde ve kendi kaskını çıkartıp onu da taktıktan sonra ellerine siyah bir eldiven geçirip motora bindi. "Hadi gel," diyerek bana döndüğünde onu ilk defa o şekilde gördüğüm için afalladım. Çok... Nasıl desem? Havalı gözüküyordu. Normalde motor binicileri, daha doğrusu motorla ilgili olan her şey bana itici gelirdi ama şimdi...

Daha fazla ortalıkta direk gibi dikilmeyi bırakarak yanına gittim ve arkasına bindim. "Bu dengede durmuyor ama," diyerek telaşla konuştum. Sanki biraz yamuk duruyordu ya da bana öyle geliyordu.

"Hayır," diyerek güldü. "Şu an sana öyle geliyor. Yoksa dengedeyiz." 

"Ayaklarımı," diyerek ayaklarıma baktım. "Nereye koyacağım?"

"Şuraya," diyerek ayaklarıyla motorun kenarını gösterdi. Ayaklarımı gösterdiği yere koyduktan sonra çekingen bir şekilde ellerimle ceketine tutundum. Bunun sonunun sarılma olacağını tabii ki biliyordum. Ama şimdilik sadece bu kadarına cesaret edebilmiştim. Eğer biraz daha samimi olsaydık hiç sormadan ya da çekinmeden direkt ellerimi beline sarardım. Ama şimdi sarılmak için onun iznine ihtiyacım vardı.

"Sarıl," diyerek elinin tekini arkaya getirdi ve ceketinin ucunu tutan elimi tutup karnının üzerine koydu. "Böyle."

Kalbimdeki bu his de neydi böyle?

"Tamam," diyerek diğer elimi de beline sardım.

Kalbim bu denli atmayı bırakırsa çok sevinecektim zira sadece destek almak için olan bir sarılma eyleminde bile bu denli atıyorsa... Tamam, yeterli. Kalbim zaten atmak için var.

Elimin altındaki karın kaslarının gerildiğini hissettim. Onu bir dokunuşumla bu hâle düşürmek, özellikle bunu haberli bir şekilde yapmıştım, kabul etmek gerekirse beni mutlu etmişti.

"Gitmeyecek miyiz?" Diyerek dudağımın kenarını ısırdım ve göğsümü, sarılmanın vermiş olduğu yakınlıkla sırtına yasladım.

"Gideceğiz," dedi ama nefesi kesilmiş gibiydi.

Kaza yapmazdık değil mi?

Aklı beş karış havada gibiydi çünkü şu an. Nefes bile alamıyordu doğru düzgün.

"Bak, kaza falan yapmayız değil mi?"

"Geleceği göremediğime göre?"

"Geleceği göremediğime göre?" Diyerek onu gıcık bir şekilde tekrar ettim. "O zaman inelim. Yol yakınken..."

"Yol yakın olduğu için inmeyelim..." diyerek motoru bir anda çalıştırdı ve hızlı bir şekilde ana yola girdi.

"Ne yapıyorsun!?" Diye bağırarak belindeki ellerimi daha çok sıktım ve ona daha çok yaslandım. "Yavaş sür şu illeti!"

"Yavaş sürersen tadı çıkmaz!" Diyerek güldü. İkimiz de sesimizi birbirimize duyurabilmek için bağırıyorduk. Kaldırımdan geçen inasanların ise deli görmüş gibi bakmasına değinmek bile istemiyordum.

"Öbür tarafa gittiğimizde göstereceğim sana ben tadı tuzu!"

"O zaman gidelim hemen öbür tarafa!"

"Sen var ya!" Diyerek ona daha sıkı tutundum. "Tam bir manyaksın! Bu kafayla nasıl doktor oldun sen!?"

Güldü ve elinin birini ellerimin üzerine koydu. "Manyak doktorlar daha çekici oluyormuş, öyle demişlerdi."

"Elini çek," diyerek korkarak elimle elini savuşturmaya çalıştım. "Tut şu direksiyon mu artık her ne haltsa! Öleceğiz! Manyak doktor seni!"

"Manyağım, değil mi?" diyerek güldü.

Allah'ım etrafımdaki insanlar neden kendisine hakaret ettiğimde mutlu oluyorlardı? Serkan kulun yetmiyor muydu da bana bir de Yavuz kulunu vermiştin?

"Evet, manyaksın!"

"Sen de akıllısın, zıt kutuplar birbirini çekermiş. Manyak akıllıyı, akıllı da manyağı... Çekermiş yani."

Konunun birden neden buraya döndüğünü anlamasam bile motorun az da olsa yavaşlamasıyla çenemi omzuna koydum. "O saçmalıklara asla inanmam. İnsanlar için oluşturulan zıt kutup teoremi çok saçma. Bir insan neden kafa yapısı uymayan birisiyle birlikte olmak ister ki?"

"Sıkılmamak için?"

"Her gün bir fikir ayrılığından çıkan kavgayı çekmek yerine sıkılmayı tercih ederim."

"O zaman sen de manyaksın."

"Hayır, değilim." Diyerek kaşlarımı çattım. "Bunu da nereden çıkardın?"

"Madem zıt kutup teoremine inanmıyorsun o zaman biz de zıt kutuplara inat birlikte oluruz. Birlikte sıkılırız?"

Bir de evlenme teklifi et tam olsun.

"Tek başıma sıkılmayı tercih ederim."

"Seni tek bırakmaya hiç niyetim yok."

"Bırakırsın o zaman," diyerek çenemi omzundan çektim. "Beni."

"Bırakmam," diyerek hâlâ ellerimin üstünde olan eliyle elimin üstünü okşadı. "Seni."

Şu an hayatımda yapıp yapabileceğim en saçma konuşmayı; en saçma şekilde, en saçma yerde yapıyordum.

"Nereye gideceğiz?" Diyerek konuyu değiştirdim. "Havalı havalı kaçıracağım seni dediğine göre güzel bir yere gidiyor olmalıyız?"

"Yoo," diyerek elini çekti ve tekrar direksiyonu tuttu. "Parka gideriz, orada takılırız işte."

"Senin gibi bir odundan da fazlası beklenemezdi zaten."

"Ben mi odunum?" diyerek alayla söylendi. "Ben odunsam sen kütüksün. Bir tane bile güzel söz söylemedin bana."

"Söylemişimdir, sen hatırlamıyorsundur."

"Evet, tabii tabii. Sen bana güzel söz söylersin, ben de unuturum. İnsan bir yiğidim, yakışıklım, aslanım, koçum der."

"Çok saçma. Hayvan mısın sen? Hem yiğidim ne ya? Aklıma abim geliyor." Abimin adı Yiğit olduğu için dalga geçmek için ona arada böyle seslenirdik.

"O zaman yakışıklım de?"

"Yakışıklı değilsin."

"Hayır, yakışıklıyım." Dedi kararsız bir tonla. Ona yakışıksız demem canını sıkmıştı galiba. Daha çok canı sıkılacaktı. O da benim canımı sıkmıştı zamanında. Bak yine imalı lafları aklıma gelmişti ve sinirlerim tepeme çıkmıştı.

"Değilsin," diyerek üsteledim.

"Hayır, yakışıklıyım. Kimde var; bu boy, bu endam, bu ela gözler, bu saçlar, bu muhteşem yüz hatları?" Diyerek bana dönmeye çalıştığında "Önüne bak!" diyerek ona engel oldum.

"O kadar da muhteşem değilsin. Abartma."

"Muhteşemim ama değil mi? O kadar bile olmasa muhteşemim?"

Tam olarak o kadar muhteşemsin ama boş ver.

"Hayır ikisi de değilsin."

"Çok kötüsün."

Mızmızlanarak söylediği şeye gülmemek için kendimi tuttum ve konuyu eski yerine çektim. Hayır, sürekli nasıl bir konudan alakasız bir konuya geçiş yapabiliyorduk  anlamıyordum.

"Çocuk parkına gidelim bari," diyerek göz devirdim. "Ben kaydıraktan kayarken sen kaydırağın önünde beklersin. Düşersem tutarsın."

Ciddi ama gülümseyen sesiyle, "Sonra sen salıncağa binersin, ben de seni sallarım. Sonra da tahterevalliye bineriz." dedi.

"Şaka?" Diyerek çenemi tekrar omzuna koydum ve yan profilinden ona bakmaya başladım. Ama kasktan dolayı hiçbir şey göremiyordum.

"Gayet ciddiyim. Hem çocuklar varsa onlarla da oynarız."

"Çocukları uzaktan sevmeyi tercih ederim. Hem onların oyununa karışan gıcık bir yetişkin olmak istemiyorum."

Çocuklar nasıl hem bu kadar tatlı hem de çok yaramaz ve şımarık olabiliyorlardı, anlayamıyordumHepsi şımarık değildi ama geneli öyleydi. Mesela bizim akrabaların çocukları...

Ama çocuklar bu dünyadaki en masum insanlardı. Onlar hiçbir kötülüğü ve kırıcı bir sözü hak etmiyorlardı. Hele ki bunlardan daha da ağırlarını... Çocuklar masumdu, onlar zararsız canlılardı, zarar verilecek değil...

Çocuklarla anlaşamadığımız için yıldızımız barışmamıştı. Anlaşabildiğim çocuk sayısı çok azdı. Yoksa çocuklar sevilmeyecek canlılar değildi. Ben uzaktan sevmeyi tercih ederdim.

"Motora binmeyi de sevmiyordun ama bak şimdi biniyorsun."

Aaa evet! Ben şu an motora binmiştim. Hem de bu motor hareket ediyordu. Ee hani neredeydi benim bu korkum?

"Aynı şey değil. Hem ben çocukları sevmiyorum mu dedim?"

"O zaman bir sorun yok. Hem çocuklar yetişkinlerle oynamayı severler."

"Nereden biliyorsun? Ben çocukken bizden büyükler benimle oynayınca çok gıcık oluyordum."

"Her şeye de bir cevabın var," diyerek motoru durdurdu.

"Geldik mi?" diyerek ellerimi bedeninden çektim ve dikkatli bir şekilde indim.

"Geldik." Diyerek o da motordan indi. "Aç mısın?" diye sorduktan sonra kaskını çıkarmaya başladı.

mıydım?

Evet.

Ama ona bunu söyleyecek miydim?

Hayır. Çünkü ben yanımdaki eğer çok yakın olduğum biri değilse onunla yemek yemekten çekinirdim.

Zaten karnım falan da guruldamadığı için o saçma sahnelerden birisini yaşama olasılığımız da yoktu. Canım guruldamayan karnım, seni çok seviyorum.

"Aç değilim," dediğimde kaskını çoktan çıkarmış benimkini çıkarmak için bana yaklaşmıştı. Onun çıkarmasına müsade etmeden elimi, kaskın çenemin altında olan iplerine götürdüm ve çözmeye çalıştım. Benim bu hareketimle birlikte hareketleri dondu ve geri çekildi.

Tamam hiç kask takmamış olabilirdim ama bu kaskı çıkaramayacağım anlamına gelmezdi. Hem gereksiz romantizme ve yakınlığa gerek yoktu. Racona tersti. Anlatabiliyor muydum? Biz de böyleydi kardeşim.

Yavuz'un bakışları eşliğinde ve kısa bir uğraşla kaskı kafamda çıkarmayı başarıp saçlarımı düzenlemiştim. Hayır, saçlarımı düzenlerken rüzgar esmemişti dolayısıyla hava bir görünüm elde edememiştim. Neyse canım. Ben hep havalıydım.

"Ben açım." Diyerek elimdeki kaskı aldı ve motora koydu. "Hadi yemek yiyelim."

"Sen açsın diye ben de mi yemek zorundayım? Bak," diyerek karşıdan gelen simitiçiyi işaret ettim gözlerimle. "Bir simit ye açlığın yatışsın."

"Yazar," diyerek işaret parmağını göğsüne bastırdı. "Yani ben, burada demek istedi ki: Sahra lütfen benimle öğle yemeği yiyebilir misin?" Diyerek gözlerime bıkmışlık ve ona rağmen umutla baktı.

"Yazar," diyerek işaret parmağımı sağ göğsümün üzerine bastırdım. "Yani ben, burada demek istedi ki: Aç değilim yani yemek yemek istemiyorum."

"Sen gerçekten odunsun," diyerek sahte bir şaşkınlıkla yüzüme baktı.

"Teşekkür ederim canım," diyerek itici bir şekilde gülümsedim.

Benim içimde kaç kişilik vardı acaba? Bir saniyem bir saniyemi tutmuyordu.

"Canın kurban olsun sana canım," diyerek göz kırptı.

"Kalsın canım." Diyerek göz devirdim. "Ee ne yapıyoruz şimdi?"

"Aç ayı oynamazmış," diyerek yanıma geldi ve kolunu omzuma atıp elini omzumdan aşağı sarkıttı. "Yani önce beni doyurmamız lazım." Diyerek beni kendisine biraz daha çekti. Bu ani hareketiyle kalbim sekteye uğrasa bile bozuntuya vermemeye çalıştım.

Altüstü kolunu omzuma atmıştı ve ben rahatsız olmamıştım.

"Doyuralım o zaman ayıyı," diyerek karşıdaki köfteciye gözlerimi diktim. "Köfte sever misin?"

"Hıhım. Severim."

"O zaman köfteler benden," diyerek kolunun altından çıktım ve gülerek köfteciye doğru koşmaya başladım.

Dışarıdan bakan birisi için şımarık bir çocuğa benziyor olabilirdim ama ben ona ve o güzel kokusuna daha fazla kapılmamak için bu kadar hızlı davranmıştım.

Her geçen gün ona daha çok çekiliyordum ve bunu inkar etmem imkansızdı.

Arkama dönüp baktığımda bıraktığım yerde durmuş gülerek bana baktığını gördüm. Ona tebessüm ettim ve köfteciden iki tane  yarım ekmek arası köfte yapmasını rica ettim. Köfteci köfteleri yaparken Yavuz yanıma gelmişti.

Neyse ki o gelmeden parayı ödemiştim. Tabii ki abimin verdiği parayla ödemiştim. Abimin verdiği parayla, abimin görüşmemi istemediği kişiyle birlikte köfte yiyecektim. Harika birisiydim ya ben.

Köfteleri alıp bir ağacın altına geçip yan yana oturduk. Sırtımızı ağacın gövdesine yaslamıştık.

"Tutar mısın?" diyerek elimdeki köfteyi ona uzatıp ayranı çimlerin üzerine koydum ve üzerimdeki deri ceketi çıkarıp çimlerin üzerine koydum. Ayranı çalkalayıp kapağındaki plastiği yarım bir şekilde açtıktan sonra köftemi aldım. "Teşekkür ederim."

Tam ekmekten bir ısırık alacakken, "Hani aç değildin sen?" dedi.

"Ben mi?" Diyerek daha bir ısırık bile alamadığım ekmeğimi indirdim. "Biri yer, biri bakar; kıyamet ondan kopar diye bir söz var biliyor musun?"

"Ee?" Diyerek ekmeğinden bir ısırık aldı.

"Ee," diyerek ben de ekmekten bir ısırık aldım ve lokmamı yuttuktan sonra devam ettim. "Kıyamet benden kopmasın diye yiyorum."

"Lütfettiniz matmazel," derken güldü. "Ayrıca parayı sen ödedin gözümden kaçmadı."

"Yani?" Diyerek ekmeğimi yemeye devam ettim. "Köfteler benden dememden parayı benim ödeyeceğimi anlaman gerekiyordu. Hesabı erkekler öder olayına girmeyeceğiz herhalde?"

"Hayır, ondan değil." Diyerek ciddileşti. "Öğrencisin sonuçta para lazım olur diye söyledim."

"Para bir tek öğrencilere mi lazım oluyor? Neyse, kapatalım bu para mevzusunu."

"Bir dahakine de benden olacak o zaman?" Dediğinde asıl amacının bir dahakine altyapı hazırlamak olduğunu anladım.

"Bir dahaki olursa tabii,"

"Olmaz mı?" Diye sorarak bana döndü. "Bence olmalı yani neden olmasın?"

Dudağımın kenarı kıvrılırken omuz silktim. "Bilmem."

"Bunu bir söz olarak kabul edeceğim o zaman?" Dedi sorarcasına. "Şu anda sana bir ekmek arası köfte borçluyum. İleride istediğim zaman borcunu ödeyeceğim."

"Borç?" Diyerek kaşlarımı kaldırdım. "Hem de istediğin zaman ödeyeceksin? Ya senin istediğin zamanda ben istemezsem?"

"Evet," diyerek gülümsedi. "Olur da bir gün benimle konuşmak istemezsen bu bahaneyi kullanacağım."

Söyledikleriyle birlikte ağzımdakini zorlukla yuttum ve dudaklarımdan dökülen sözlere engel olamadım. "Böyle bir bahaneyi kullanacak bir şey yaşamayız umarım."

Ela gözleri parlarken,"Umarım," diyerek gülümsedi. "Seni bulmaya çok yakınken kaybetme ihtimaline katlanamam."

Gözlerimiz bir süre birbirimizde kaybolduğunda yüzlerimizin biribirine ne kadar yakın olduğunu bir kez daha kavradım ve boğazımı temizleyerek ondan uzaklaştım. Elimle alnımın kenarını kaşıdım ve çöpleri alarak ayaklandım. Yavuz elimdeki çöpleri alıp kendisi atmak istediğini belirten bir hareket yaptı ama ona aldırmadan biraz ötedeki çöp kutusuna doğru yürüdüm. Zaten onun da telefonu çalmıştı.

Çöpleri çöpe attığımda duyduğum ağlama sesiyle çöpün yanındaki banka baktım. Ama kesinlikle bankta uzanmış bir şekilde ağlayan erkek çocuğunu görmeyi beklemiyordum. Ağlayan çocuklara asla ama asla dayanamazdım.

Yüzümde acı bir ifade oluşurken temkinli bir şekilde çocuğun yanına gittim. "Merhaba!" Diyerek bankın önünde diz çöktüm. Ne diyebilirdim, ne yapabilirdim, bilmiyordum. Şu andan itibaren ağzından çıkacak olan kelimeler belki ağlayan bir çocuk için işe yaramayacaktı ama bir yerden başlamak gerekiyordu. Onunla iletişim kurmazsam içim asla ama asla rahat etmezdi.

Çocuk beni fark ettiğinde ilk yaptığı şey gözyaşlarını temizleyip uzandığı yerden kalkmak oldu. "Merhaba," dedi hissiz ama merak içeren sesiyle.

"Ben Sahra," diyerek yanına oturmak için gözlerine baktım. Gözlerimizle izin alıp gözlerimizle izin verdik. Yanına oturduğumda uzattığım elimi küçücük eliyle tuttu. "Ben de Ayaz,"

"Memnun oldum," dedim gülümserken. "Ayaz, ne güzel bir ismin var."

"Gerçekten mi?" Diyerek gözlerini kocaman açtı.

"Evet," diyerek gülümsedim. "Gerçekten. Anlamını biliyor musun peki?"

Küçücük çocuk isminin anlamını nereden bilebilirdi acaba?

"Evet," diyerek atıldı. Beklemediğim bir şekilde. "Ablam bana söylemişti. Birçok anlamı varmış aslında."

"Yaa," diyerek merakla onu dinlemeye başladım ve elimi çeneme koyup dirseğimi bacağıma dayadım. "Bana da söyler misin?"

"Ama sen çok büyüksün, bilmen lazımdı. Derslerine çalışmıyor musun yoksa? Ama çalışmalısın," diyerek benim cevap vermeme izin vermedi. "Hem derslerine çalışıp hem de güzel düşüncelere sahip olmalısın. Ancak o zaman iyi ve bilgili bir insan olursun."

Onu gülümseyerek dinliyordum. Tatlı bir çocuktu. Al al yanakları, kocaman yeşil gözleri ve kumral saçları vardı.

"Ama merak etme," diyerek devam etti. "Ben sana ismimin anlamını söyleyeceğim. Aydınlık, ışık, sert soğuk ve mehtap anlamları varmış. Ama ben sert soğuk anlamını sevmiyorum."

"Neden ki?" Diyerek kaşlarımı kaldırdım.

"Çünkü soğuktan hoşlanmam. Sen de hiçbir şey bilmiyorsun, nasıl büyüksün sen?"

"Çocuklar," diyerek gülümsedim. "Büyüklerden daha güzel düşünceli, daha iyi ve daha bilgili insanlardır. Büyük olmak bazen güzel bir şey değil."

"Büyük olmak neden güzel bir şey değil ki?" Diyerek kaşlarını merakla kaldırdı.

"Büyüdükçe kötü bir insana dönüşme ihtimalin artar ve bazı acıların farkına varmak insanı korkutur."

"Kötü insan yoktur," diyerek başını olumsuz anlamda salladı. "Ben hiç görmedim. Hem büyükler hiçbir zaman korkmaz. Büyükler çocukları korumak için vardır. Korkmak için değil. Onlar korkarsa ve kötü olursa bizi kim koruyacak?"

Umarım hiçbir çocuk kötü insanlarla karşılaşmaz ve o kötü o insanların içinde büyümezdi.

"Sen ne çok şey biliyorsun öyle," diyerek gülümsemeye çalıştım. Ona yanlışlıkla bile olsa kötü bir şey söylemek istemiyordum. "Eğer seni üzmeyeceksem bir şey sorabilir miyim?"

"Sormadan beni üzüp üzemeyeceğini nerden bilebilirim ki? Hadi sor."

"Beni bozuyorsun," diyerek güldüm. "Ağzın, küçük olmana rağmen çok iyi laf yapıyor."

Gururlandı ve gülümsedi. "İyi bir şey dedin değil mi?"

"İyi bir şey. Peki, soruyorum o zaman. Neden ağlıyordun?"

"Ablamla kaydırakta kayıyorduk," diyerek direkt anlatmaya başlayınca şaşırdım ve merakla onu dinlemeye başladım. "Yani ben kayıyordum o da beni bekliyordu. Sonra ablam başka bir kız ağladığı için beni  bırakıp onun yanına gitti. Sonra ben de kaçıp buraya geldim. Sonra da ablam beni bulamadığı için ağlamaya başladım. Kayboldum yani," diyerek dudak büktü.

"Yalancı," dediğini duydum bankın arkasındaki birinin. İkimiz de şaşkınlıkla bankın arkasına baktığımızda boylu boyunca yere uzanmış Rana'yı görmeyi asla beklemiyordum. "Abla," diyerek şaşkınlıkla konuştu Ayaz. "Beni bulmuşsun.

"Buldum tabii," diyerek ayağa kalktı Rana. "İki saatten beri sizin konuşmalarınızı dinliyorum."

"Aaa," diyerek kınayan bakışlarımı üzerine diktim. "İnsanları dinlemek hiç güzel bir şey değil, değil mi Ayaz?"

"Evet," diyerek bana arka çıktı Ayaz. Ablasına tripli olduğu her hâlinden belliydi. "Kötü bir davranış bu. Ayıp!"

"Ha," diyerek şaşkınlıkla bize baktı Rana. "Gelin ikiniz de üzerime. Birlik oldunuz resmen."

"Biz ortağız, değil mi ortak?" Dedikten sonra gülerek Ayaz'a baktım.

"Evet, ben çok sevdim Sahra'yı."

"Hop hop!" Yavuz'un hem sinirli hem de yumuşak çıkan sesini duyduğumda gülümsemem hâlâ yüzümdeyken ona döndüm. Ben onu tamamen unutmuştum. Hayır ya hayır! Şu an Rana ve Yavuz karşı karşıyaydı!

"Sevmek falan, hayırdır?"

"Sana ne ya?" Diyerek diklendi Ayaz. "Sevdim işte ben Sahra'yı."

"Abla!" Diyerek ciddiyetle konuştu. "Abla diyeceksin. Kaç yaş büyük o senden?"

"Sen onun abisi misin?" Diye sordu Ayaz.

Dudağımın kenarını kemirirken Yavuz'un vereceği cevabı beklemeye başladım. Çok eğleniyordum şu an.

"Ne?" Diyerek afalladı Yavuz. "Hayır tabii ki. Abisi falan değilim ben onun. Ağzından yel alsın."

"Neyisin o zaman?" Diyerek gözlerini kıstı Ayaz.

"Sev-"

"Aa!" Diyerek araya girdim hemen. Bu konuşmanın sonu hiç iyi yerlere gitmiyordu çünkü. Hem burada Rana da vardı. Her şeyi anlaması an meselesiydi. Eğer anlamadıysa tabii. Ama yüzündeki gülümsemeye bakılırsa anlamıştı. "Arkadaşım o benim."

"Arkadaşın mı?" Diye konuştu Yavuz ve Ayaz aynı anda.

"Ama o çok büyük. Ona abi demelisin Sahra." Ayaz'ın dediği şeyle birlikte Yavuz'un kaşları an be an çatılmaya başladı.

"Bak hâlâ Sahra diyorsun. O senden büyük. Abla diyeceksin."

"O zaman o da sana abi desin." Diyerek karşı çıktı Ayaz.

"Abi diyor zaten o bana," diyerek yutkundu.

Hayır, demiyordum. Yalancı.

Rana araya girme ihtiyacı hissetmiş olmalı ki Ayaz'a döndü. "Hadi ablacım toparlan da gidelim biz."

Evet, evet. Gidin siz.

"Bu arada," diyerek Yavuz'a döndü Rana. "Sahra'yı tanıyorum. Sizin yüzünüz de tanıdık geliyor ama çıkaramadım."

Sert sesiyle, "Tamam," diyerek anlamsız bir cevap verdi Yavuz.

"Tamam?" Diyerek yüzünü buruşturdu Rana. "İnsanlarla iletişiminizde sıkıntı var galiba. Ahh!" Diyerek elini anlına vurdu Rana. "Tabii bu iletişimsizliğin kimde olduğunu biliyorum ben. Yavuz'du değil mi?"

Hayır canım. Ne alakası var? Yavuz kim? Bu kim?

"Evet," diyerek aynı şekilde cevapladı Yavuz.

Rana ise işte şimdi eğleniyor gibi gözüküyordu. Bana döndüğünde... İşte o anda bittiğimi anladım. Koşarak kaçsam çok güzel olacaktı. Şu an eğlenmiyordum, oysaki az önce eğleniyordum ben.

"Hani şu; yakışıksız, yaşlı, aklını mesleğiyle bozmuş, sigara içtiği için leş gibi kokan, kötü adam olan Yavuz?"

"Sen de hiçbir şeyi unutmamışsın maşallah," diyerek mırıldandım. Bu dediklerimi ben bile unutmuştum.

Yavuz kaşlarını kaldırmış bana dikkatle bakarken ben bakışlarımı ondan kaçırıp Rana'ya döndüm.  "Karıştırıyor olabilir misin?" diyerek tatlı tatlı ve biraz da zoraki bir şekilde gülümsedim. "Biz öyle birini tanımıyoruz çünkü."

"Ya yok muydu, bana bakmaya gelmiştiniz hani Hatice teyzeyle. Onun çocuğu olan Yavuz işte. Bu değil mi?" Diyerek eliyle Yavuz'u gösterdi.

Rana seni çok sevmiştim. Neden şimdi bunu bana yaptın ki?

"O," diyerek yutkundum. "Bu mu?"

"Bilmem," diyerek göz kırptı Rana. "Sana sormak lazım." Sonra da bize anlamsız bakışlar atan Ayaz'a döndü. "Hadi gidelim ablacım," diyerek elini uzattı. Ayaz onun elini tuttu ve beraber buradan uzaklaştılar.

Yavuz ise bir şey demiyordu. Bu iyi bir şeydi galiba.

"Yakışıksız?" diyerek bastırarak konuştu.

Hani bu adam konuşmuyordu?

Gülümsedim ve gözlerimi kırpıştırarak bir adım geri çekildim. Gözleri hem tehlikeli hem de yumuşak bakıyordu. Bu iki duyguyu nasıl aynı anda hissettirebiliyordu anlamıyordum.

"Yaşlı?" Dediğinde üzerime doğru bir adım daha geldi ve ben bir adım daha geri gittim. "Leş gibi kokan? Kötü adam?"

O benim üstüme üstüme geliyor ben de geri çekiliyordum. Gülerek, "Gelme!" diye bağırdım ve ona arkamı dönerek koşmaya başladım. Ama o da direkt arkamdan koşmaya başlamıştı ve beni anında yakalayıp kendini yere attı ve ben de onun üzerine düştüm.

Bu biraz klişeydi. Klişe sevmememe rağmen bütün klişeler beni buluyordu.

Saçlarım yüzüne doğru dağılmıştı, kollarım yere değiyordu ve ellerim başının iki yanına denk geliyordu.  Göğüslerimiz hızlı hızlı nefes alıp verdiğimiz için birbirine sürtünüyordu. O bana gülümseyerek bakarken ben ona şaşkınlıkla bakıyordum.

Şaşkınlıktan sıyrılıp kalkacağım esnada elinin biriyle belimden tutarak beni kendine daha çok bastırdı. "Kıskandın mı sen beni?" Diye sorduğunda nefes nefes olmasına rağmen gülümsüyordu.

"Ne?" diyerek anlamamazlığa vurdum ama gayet net anlamıştım.

"Anladın bence," diyerek diğer eliyle yüzüne sürtünen saçlarımın bir kısmını kulağımın arkasına itti.

"Ha sen Rana'yı diyorsun!" Diyerek sahte bir şaşkınlıkla konuştum. "Ama ben seni kıskanmadım ki. Bunu da nereden çıkarttın?"

"Kıskandın, kıskandın. Beni bildiğin kötülemişsin kıza."

"O öyle değil bir kere," diyerek tekrar kalkmaya çalıştım ama bana tekrar engel oldu. Ona bu kadar yakın olmak ve boylu boyunca üstünde uzanmak... Garipti.

"Öyle, öyle..." diyerek tekrar gülümsedi.

"Öyle değil," diyerek fısıldadım ve yüzümü biraz daha ona doğru yaklaştırdım. Bu hareketimle birlikte gülümsemesi dondu ve gözlerinden derin bir ifade geçti. O ifade... Arzuydu. İkimizin de kalp atışları birbirimizin bedeninde hissediliyordu ve birisinin kalp atışlarını kendi bedeninde hissetmek... Güzeldi...

"Öyle değilse," Diyerek o da benim gibi fısıldadı. "Nasıl o zaman?"

"Ne zamandan beri," diyerek fısıldadım ve biraz daha ona doğru yaklaştım. Bakışları dudaklarımla gözlerim arasında gidip gelirken bana yenildi ve bakışlarını dudaklarımda sabitledi.

Aynı fısıltılı sesle fakat kesik kesik "Ne zamandan beri ne?" dedi.

"Doğruları söylemek kıskanmak sayıldı?"

"Evet, kesinlikle sana katılıyorum." Dediğinde beni dinlediğini hiç sanmıyordum.

Bütün dengelerini altüst ediyordum ve bu benim hoşuma gidiyordu.

"Bana katılıyor musun?" Dediğimde burnum burnuna sürtündü ve gözleri  yavaşça kapandı.

"Katılıyorum."

"Tamam o zaman," dediğimde aniden üstünden kalktım. "Hadi gidelim!"

"Ne?" Diyerek şokla gözlerini açtı ve baştan ayağı beni süzdü. "Nereye gideceğiz?"

Aklı karışmış gibiydi.

"Ben eve gideceğim. Sen de istediğin yere gitmekte özgürsün."

"Olmaz, öyle şey." Diyerek elini kalkmasına yardım etmem için uzattı ama ben sadece eline boş boş bakmakla yetindim. "Daha kaydırağa, salıncağa ve tahterevalliye binmedik... Kaldırsana beni ya!" Diyerek isyan etti ve elini salladı. "Hadi!"

"Kalkabilirsin," diyerek gülümsedim

"Kalkamam," diyerek gözlerini kıstı. "Hani ben yaşlıydım? Şimdi bu yaşlı adama yardım etmen gerekiyor?"

Tek kaşımı kaldırarak, "Hani ben bu lafları seni kıskandığım için söylemiştim?" dedim.

"Hani doğruları söylemek kıskançlık sayılmıyordu?"

Demek dediklerimi duymuştu. Oysa ben o an beni dinlediğini bile düşünmüyordum. "Evet, kesinlikle sana katılıyorum." Diyerek onu taklit ettim.

"Sen var ya," diyerek ayağa kalktı. "Ben ölüm döşeğinde olsam bir damla su bile vermezsin."

"Onu da o zaman düşünürüz," diyerek ağacın altındaki ceketimi almak için yürüdüm.

"Çok romantiksin!" Diye bağırdı arkamdan. "Biliyorum," diyerek karşılık verdim ona. Arkamdan geldiğini tahmin edebiliyordum.

Ağacın altındaki ceketimi elime aldım ve ona döndüm. "Ben eve gideceğim,"

"Daha erken," diyerek karşı çıktı bana.

"Saat dört oldu," diyerek kolumu havaya kaldırdım ve bileğimdeki saati gösterdim.

"Ama erken,"

"Ama geç,"

"Tamam, ben bırakayım o zaman." Diyerek daha fazla ısrar etmek istemedi.

"Yok," diyerek başımı olumsuz anlamda salladım. "Mahallede bizi öyle görürlerse hoş olmaz. Hem abim..."

"Başlayacağım şimdi mahallesine de abine de!" Diyerek söylendi.

"Başlayacağın kişi benim abim yalnız," diyerek ciddi kalmaya çalıştım.

"Benim de," diyerek aramızda bir nefeslik bir mesafe bıraktı. "Sevdiğim kadınla arama giren bir engelden ibaret. Yani öyle olduğunu sanıyor," dedi ve geri çekildi.

*

"Anne!" Diyerek seslendim. "Benim mavi elbisemi yıkadın mı? Yıkadıysan nerede? Bulamıyorum."

"Dolabına kaldırdım, iyi bak oralardadır." Diye seslendi annem Serkan'ın odasından. Kendisi şu an Serkan'a bir daha kitaplarını her yere dağıtmaması için bir nutuk çekiyordu.

"Baktım ben dolabıma yok orada." Diye seslendim tekrar. Ama belki gözümden kaçmıştır diye tekrar dolabıma baktım ama yine bulamadım.

"Abla!" Diye bağırdı Serkan. "Gel gel! Burada elbisen."

"Ya anne!" Diye söylenerek odamdan çıkıp Serkan'ın odasına girdim. "Serkan'la benim kıyafetlerimi nasıl karıştırabiliyorsun anlamıyorum valla."

"Haa!" Diyerek ellerini beline dayadı. "Şimdi kötü ben oldum yani? Hem çamaşırlarınızı yıkayayım, hem asayım, hem astıklarımı toplayıp onları katlayayım, üstüne üstlük bir de getirip dolaplarınıza kadar koyayım... Buna rağmen suçlu ben oluyorum öyle mi?"

"Anne," diyerek elbisemi aldım. "Bir sakin ol. Kimse sana suçlusun demedi."

Annem arkamdan bir şeyler daha söylenirken hemen odadan kaçıp kendi odama girdim ve elbisemi üzerime giyinip saçlarımı açık bıraktım. Yüzüme makyaj niyetine bir nemlendirici sürdüm ve aynadaki görüntümü süzdüm. Koyu mavi olan elbisem belime tam oturuyordu ve gündelik sade bir elbiseydi. Aslında elbise giyinmekten pek hoşlanmazdım ama annem sonra sanki başka kıyafetin yokmuş gibi hep aynı şeyleri giyinip giyinip duruyorsun dediği için artık elbise de giyinmeye başlamıştım. Evet, bu söylenmeleri her zaman vardı ama bu günlerde ona hak vermeye başlamıştım. Resmen kıyafetlerim dolabımda çürüyordu. Beğenip beğenip alıyordum sonra dolabıma atıyordum ama buna rağmen onları giyinmeyip diğer kıyafetlerimi giyiniyordum. Sonra da çıkıp benim hiç doğru düzgün kıyafetim yok diyordum.

"Abla, giyindin mi? Geliyorum bak!"

"Gel," diye seslendim kapının arkasındaki Serkan'a.

Serkan içeri geldiğinde elbisemi gösterdim. "Abartı olmamış değil mi?"

"Yok yok!" Diyerek geçiştirdi beni. "Yavuklunun yanına gideceksin olacak o kadar."

"Bak ağzını kırarım çocuk," diyerek elimi yumruk yaptım ve öne atıldım .

"Aman neyse ne! Hadi annemler bekliyor. Damat beyleri geldi taa İstanbullar'dan görmeden duramayacaklar. İki hafta gitti adam. Ben iki haftalığına bir yere gitsem bu kadar özlemezler valla."

"Kıskandınbakayım sen?" Diyerek yatağımın üstündeki telefonumu aldım.

"Ne kıskanacağım be?" Diyerek yüz buruşturduğunda odadan çıkıp aşağı indik. "Onu benden önce kıskanacak kişiler var," diyerek aşağıda burnundan soluyan abimi işaret etti. "For example: my brother."

Abim asla ama asla gitmek istemiyordu. Elinden gelse beni de göndermeyecekti hatta. Ama babam ve annem ısrar edince daha doğrusu öfkelenince gitmek zorunda kalıyordu.

"Sen niye böyle giyindin?" Diyerek bana çattı abim.

"Nasıl giyinmişim?" Diyerek tek kaşımı kaldırdım.

"Abartılı,"

"Hiç de bile! Abartılı falan değil. Sana öyle geliyor."

"Sana ne?" Diyerek abime baktı babam. Ardından bana baktı. "Gayet güzel üzerindeki. Abartılı falan değil. Çok güzel olmuşsun kızım."

"Aman bir kere de benden arka çıksanız kıyamet kopar zaten." Diyerek söylendi abim.

"Beğenmiyorsan bakma abi," diyerek koluma girdi Serkan. "Hadi gidelim ablacım."

Abime zafer bakışı attıktan sonra Serkan'la birlikte yürüdüm. "Bunun bir karşılığı var biliyorsun değil mi?" Diyerek pis pis gülümsedi Serkan. "50₺ kurtarır."

"Dolardan vazgeçtin herhalde."

"Dolardan vazgeçmek değil de akraba indirimi diyelim."

"He canım he. Hem sen bana ne yaptın acaba?"

"Abimden kurtardım seni," diyerek bana döndü. "Ne çabuk unuttun?"

"Abimden mi kurtardın?" Diyerek güldüm. "Babam araya girmese ben zaten abimden kurtulurdum."

"Cimri!" Diyerek tısladı Serkan. "İnsan kardeşine hiç mi para vermez?"

"Allah'dan kork!" Diyerek şaşkınlıkla ona döndüm. Bu sırada hep beraber evden çıkmıştık. "Bir ayda 500₺'mi yedin."

"O bir ayın altından çok sular aktı Sahra Hanım,"

"Yav kes!" Diyerek kolundan çıktım. "Elin ablası kardeş parası yiyor ben sana para yediriyorum. Ya bizim ev doğru ya da bizim evde her şey ters."

"Hani sen el lafından nefret ediyordun? Şimdi niye gelmiş bana el lafı açıyorsun?"

"Off Serkan!" Diyerek göz devirdim ve annemin arkasında kapıdaki bekleme yerimi aldım.

Bir süre sonra hepimiz içerideydik. Yavuz ve Rümeysa tam abimle benim karşımda oturuyordu. Serkan ise bizim oturduğumuz koltukların arasındaki tekli koltukların birine oturmuştu. Annemler de bizim yanımızda oturuyorlardı. Yavuz'la ara sıra göz göze geliyorduk ama kesinlikle kimseye bir şey çaktırmıyorduk. Yani en azından ben her zamanki gibiydim. Abim sürekli kötü kötü Yavuz'a bakıyordu. Yavuz'la göz göze geldiğimiz her an sabır diliyor ve yumruklarını sıkıp sıkıp duruyordu.

Elimdeki telefonum titrediğinde bakışlarımı ikisinden de çekerek telefonuma odaklandım.

Allah'ın belası: Abim Yavuz abiyi öldürecekmiş gibi bakıyor. Yavuz abi de sana yiyecekmiş gibi.

Mesajı okur okumaz sinir katsayılarım artarken uyarıcı bir şekilde Serkan'a baktım ama o hiç bana bakmayı tercih etmeyip gülerek telefonuna bakıyordu.

Siz: Terbiyesizleşme!

Allah'ın belası: Doğruları söylemek terbiyesizleşmek değil, doğru söylemektir!

Allah'ın belası: Üstelik şu an Yavuz abi senin telefonuna kıracakmış gibi bakıyor, kesin kiminle konuştuğunu bilmediği için kıskançlıktan kuduruyor.  Abim de senin telefonuna bir velinimetmiş gibi bakıp Yavuz abiye nispet yaparcasına gülüyor.

Serkan'ın yazdıklarından sonra kafamı kaldırıp etrafa baktığımda gerçekten her şeyin yazdığı gibi olduğunu gördüm. Buradan hemen gitmem gerekiyordu. Yoksa sıkıntı ve stresten ölebilirdim. Neyse ki kurtuluşum hemen gerçekleşmişti. Annemler mutfağa çayı hazırlama bahanesiyle kalktığında onların arkasından Rümeysa ile ben de kalkmıştım.

"Sahra yok mu kız ufukta birileri?"

Hatice teyzenin sorusuyla gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum.  Konu dönüp dolaşıp sürekli benim evliliğime geliyordu.

"Yok teyzem yok, henüz benim kriterlerime uygun kimse çıkmadı karşıma." Onlar sormaktan ben de keyfim yerinde olunca şakaya vurmaktan vazgeçemiyordum. "Karadenizli yağız delikanlı birisi çıkmadı ki karşımıza evlenelim. Zengin olup aklı kıt da olursa daha da makbul olur. Eğer böyle bir tanıdığınız varsa hemen istemeye gidebiliriz."

Eğer okuyup da bir şey olamazsam zengin koca şart olacaktı. Çareyi Şeyma Subaşı'nın kitaplarında aramayı düşünüyordum ama o da dolandırılmıştı. Artık kendi şansımızı kendimiz oluşturacaktık.

Şaka şaka! Kocayı ne yapayım ben? En olmadı gider Amerika'da garsonluk yapar Türkiye'ye gelince zengin olurdum.

Gelecek planlarım ne kadar da harika ve gelecek vaat edicilerdi. Amerika fikri güzeldi ama oraya gidecek param yoktu.

"Bak sen deyince aklıma geldi," dedi Hatice teyze. "Benim görümcenin kocası Karadenizli. Onun akrabalarından birine bakalım mı?"

"Olur olur bakalım," diyerek sahte bir heyecanla atıldım. Hepsi benim ciddi olmadığımı biliyordu. Bu Karadeniz sevdası da küçüklükten beri geliyordu. Karadeniz'e ayrı bir hayranlığım vardı ve sürekli orada yaşamak istediğimi söylerdim.  Büyüyünce de annem sürekli seni Karadenizli biriyle evlendireceğim deyince öyle kalmıştı işte.

Biz öyle kendi halimizde konuşurken kapıda sinirli bir boğa gibi dikilen Yavuz'u görünce paniğe kapıldım. Kesin konuştuklarımızı yani benim konuştuklarımı duymuştu.

Annemlere tuvalete gideceğimi söyleyerek yerimden kalktım ve bir hışımla Yavuz'un kolundan tutup çekiştirdim. Ama sonra o beni mutfağın yanındaki odaların birisine soktu.

"Ne yapıyorsun?" Diyerek sinirle fısıldadım.

"Ne mi yapıyorum!?" Diyerek yüksek sesle konuştuğunda elimi karanlık odada görebildiğim kadarıyla dudaklarına bastırdım. "Sessiz ol! Birisi gelecek şimdi!" Dediğimde ben hâlâ fısıltılı ama baskın bir sesle konuşuyordum.

"Siz orada ne konuşuyordunuz farkında mısın?" Diyerek dudaklarındaki elimi ittirdi.

Unutmuştum. O öfkeli bir adamdı.

"Gayet farkındayım ama neden bu kadar sinirlendiğine anlam veremedim. Her neyse. Ben gidiyorum. Sen de düzgün davran, yanlış anlayacaklar." Diyerek çıkmak için kapıya yöneldim ama bana engel oldu.

Beni kapı ve kendi arasına aldığında ikimiz de sinirden derin derin soluyorduk. "Nereye gidiyorsun?" Diyerek sinirini yatıştırmaya çalıştı. Sakinleşmek için gözlerini kapattı.  "Beni bu hâle soktuktan sonra nereye gidiyorsun?"

"Kimsenin seni bir hâle falan soktuğu yok. Kendi kendini dolduruşa getiriyorsun," diyerek yükseldim. "Bak ortada ciddiye alınacak bir konuşma yoktu. Hepsi şakaydı. Söyleyiş tarzımdan ve mimiklerimden bunu anlaman lazımdı."

"Adının yanında benden başkasının ismini duymak da görmek de istemiyorum," diyerek yutkundu. "Ben seni alıkoyacak ya da sana zarar verecek bir şey yapmam. Bu sözlerimden bunu çıkardıysan eğer çıkarma. Bu zamana kadar kıskançlığımı da sevgimi de içimde yaşadım ben," diyerek alnını alnıma yasladı. O an vücuduma bir elektriklenme geldi ve geri gitmedi. Gözlerimi kapatarak yutkundum.

"Ortada kıskanacağın birisi bile yok," diyerek gözlerimi açmaya çalıştım ama açamadım. Bu yoğunluk bir gün beni bitirecekti.

"Var," diyerek itiraz etti. "Var Sahra. Ben seni kendimden bile sakladım. Aklımdan, kalbimden, herkesten... Sakladım ben seni. Şimdi bir o kadar yakın ama bir o kadar da uzaksın... Biliyorum bunu. Dedim ya: Seni bulamamışken kaybetmekten korkuyorum ben."

"Yavuz," diyerek sızlandım.

Ona ilk defa adıyla hitap etmem şu an için önemli değildi.

"Işte ben bu bir kelimeyi senin dilinden duymak için günlerce, aylarca, yıllarca bekledim. Ve sen bugün söyledin ama ne var biliyor musun?" Diyerek alnını alnıma daha çok bastırıp burnunu burnuma sürttü. Kalbime, aklıma... Bir şeyler oluyordu. Nefesime çarpan sıcak nefesini nefesimi kesiyordu.

"Sen," diyerek devam etti. "Yarın hatta yarından bile daha erken sürede bu yaşadıklarımızı yok sayacaksın. Biliyorum, artık her şey eskisi kadar imkansız değil..."

"Değil," diyerek fısıldadım. "Bunu sana zaten söylemiştim."

"Söylemiştin değil mi?" Diyerek yumuşadı. "Hatırlıyorum. Peki bir şey daha sorabilir miyim?"

"Hıhım?" Diyerek başımı salladım ve burunlarımız tekrar birbirine sürtündü.

"Öpeyim mi bir kere? Ama bu sefer yanağından değil."

Nefesim boğazımda kaldı sanki. Hayır, olmazdı. Daha ben kendimden emin değildim. Erkendi. Bu andan sonra pişman olabilirdim. Pişman olabilirdi.

Ama sonrayı düşünerek anı mahvetmek istemiyordum.

Ama sırf anı mahvetmemek için kalbine geri dönülmez umutlar ekmek istemiyordum.

Ama ben zaten o umudu onun kalbine çoktan ekmemiş miydim?

Anı ben değil ama başkası bozdu. Bu benim için kurtuluş muydu yoksa batış mıydı? Tartışılırdı.

Kapının kolunun zorlanmasıyla ikimiz de birbirimize şokla baktık ve kapı bir kez daha zorlandı.  Kısık sesli bir küfür ettiğini işittim ama aldırmadım. Küfürden daha önemli bir konumuz vardı şu an.

💫

Oh! Bu bölümü de böyle saçma bir şekilde atlattık.

Alın size bol bol Sahra ve Yavuz.

Ciddi ciddi bu bölüm resmen onlarla dolu oldu.

Ikisini yazarken bütün ruh hallerime giriş yaptım herhalde.

Fark ettiyseniz bu Yavuz yine acı çekmedi. Uygun an bulamadım ama halledeceğim yani umarım.

Sonda gelen kişi kimdi diye sormayacağım çünkü siz zaten tahmin etmişsinizdir.

Bölüm nasıldı?

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen🌸

Sizi seviyorum🤍

Haftaya perşembe görüşür müyüz? Açıkçası pek emin değilim ama deneyeceğim. 💕

Buraya yazmayı hep unutup sonradan ekliyorum. Instagram: ckknsnpapatya
                     Twitter: konusanpapatya_

Bana Instagram ve Twitter'den de bölüm hakkındaki görüşlerinizi iletebilirsiniz. ❤

Continue Reading

You'll Also Like

530K 34.7K 28
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
8.3K 752 91
Bu hikaye Hakan ve Minenin asla unutamadığı ve atlatamadığı geçmişinden bahsedicek
1.5M 81.2K 46
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...
783K 29.2K 44
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...