Papatyalar Karanlıkta Büyür

By kariabenam

769K 47K 81.9K

Soğukkanlı bir seri katille yolu kesişen bir kız... Üstelik kaderleri ortaktır ve sır perdesi aralanana kada... More

I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XI
XII
XIII
XIV
XV
XVI
XVII
XVIII
XIX
XX
XXI
XXII
XXIII
XXIV
XXV
XXVI
XXVIII
XXIX
XXX
XXXI
XXXII
XXXIII
XXXIV
XXXV
XXXVI

XXVII

14.9K 1K 3.5K
By kariabenam

Gökhan'ın bu bölümde Merve'ye karşı hislerini kelimesi kelimesine anlatan şarkı medyada. Allah Gökhan'ın ağzından yazamadığımı bildiği için böyle şarkıları karşıma çıkarıyor. 🛐

Dinledikten sonra şu kısma fikirlerinizi yazar mısınız?

Keyifli okumalar!


XXVII

Korku, pişmanlık ve kendime duyduğum öfke kabararak göğüs kafesimi doldurdu. Neredeyse patlamak üzere olduğumu sandım. Nefes alışverişlerim öylesine şiddetliydi ki oksijene fazla maruz kaldığımı düşündürtecek bir göz kararması yaşadım. "Ve tabii evi arama iznimiz de var," dedi iki kanattan evin kapısında duran polislerin başında ve ortasında duran adam. Avını yakalamış bir avcıya ait olabilecek bir neşeyle parlayan bakışlarını Gökhan'dan ayırıp bana çevirdi. "Merve Hanım, sizi karakola kadar götürmek zorundayız."

Ağzımı tam iki kez açıp kapattım ancak rahatsız edici sessizliğin içini dolduran, telsizden gelen sesleri dinlediğimiz bir süre boyunca tek kelime edemedim. Aklımda iki şey vardı: Bu işten nasıl sıyrılabilirdim ve o flashı nasıl ortadan kaldırabilirdim?

İki boktan soru.

Geri dönüşü olmayan çıkmaz bir sokağa girmişim gibi bir çaresizliğin yarattığı tedirginlik damarlarımın içinde dolaşan kana karışıp tüm vücuduma yayılıyordu. Seçeneğim çok azdı. Şimdilik ilk düşünmem gereken flashtı çünkü benim sorgulanmamdan önce evi arayacaklardı. Bu yüzden aklıma gelen fikirle, "Üzerime bir şeyler almam gerek," dedim ve itiraz etmelerinden korkarak arkama dönüp yürümeye koyuldum.

Adam arkamdan, "Evin etrafı sarıldı, kaçmanız mümkün değil," diye seslenince olduğum yerde durdum ve adama omzumun üzerinden baktım. Adamın en belirgin özelliği genç yaşı, kemikli çenesi ve devlet dairesinde çalışan biri olmasına rağmen çıkmasına izin verdiği kirli sakallarıydı.

Olabildiğince sakin, doğal ve mağdur gibi mağrur görünmek zorundaydım. Ve biraz da hüzünlü. Korkunun getirisiyle birlikte biraz öfkeli. Bakışlarına o delilik ifadesini yerleştirme, Merve. Bana baktıklarında benden bir katil olamayacağını düşünmeliler. Bu yüzden, "Aksiyon filminde değiliz. Bir yere kaçacağım yok, üzerimizi değiştirip geleceğim," demek yerine sahte bir şaşkınlıkla baktım. "T-tamam," dedim kekeleyerek. Henüz kendimi kurtarmak için bir planım yokken dik başlı olamazdım. "Ama üzerime bir şeyler alabilirim, değil mi?" Diğer tüm polisler öylece bir emrin gelmesini bekliyorlardı.

Bu kasti itirafım karşısında adamın yüzü aydınlandı. Ve tak. Beklediğim etki. İnkâr edecek, bir sürü yalan sıralayacak kadar uyanık olmadığımı anlamış gibi baktı. En azından şimdilik inkâr edemezdim. O flashı güvenli bir yere saklayana kadar. Güvenli bir yer...

Kabullenişimin yarattığı rahatlıkla, "Tamam ama çabuk olun," dedi.

O koridoru ve üst kata, çantamın bulunduğu odaya giden merdivenleri nasıl çıktığımı bilmiyorum. Kapıyı açıp çantama doğru koştuğumda dişlerimi sıkıyordum. Nasıl böyle bir aptallık yapabilirdim, nasıl... Travmaya kendimi böylesine kaptırmak akıl karı değildi.

Flashı kalorifer peteğinin bir köşesine, klozet rezervuarına yerleştirebilirdim. Ama ne gibi bir cihazla evi arayacaklarını bilmiyordum. Kısacası evin uzağında muhafaza etmek dışında çok fazla bir seçeneğim yoktu. Evin flashı aldığım gibi valizimin olduğu odaya, Gökhan'ın odasına gittim, kapıyı kilitledim.

O kadar hızlı hareket ediyordum ki yukarıya çıkalı bir dakika yeni olmuş olmalıydı. Evin dışında bir yere atabileceğim bir tek yöntem vardı. Gökhan'ın kitaplığında duran kalemlikten iki kalemi hızlıca aldım, V harfi gibi alt kısımlarını yapıştırıp saç tokamla sımsıkı bağladım. O esnada birilerinin yukarıya çıktığını duydum. Giydikleri botlar zeminde sert sesler çıkarıyordu. Elimin titreyişi bedenime elektrik akımı gibi yayıldı. Valizimden bir hırka çıkarıp bahanemle çelişmemek için giyindim, ardından bir çorap çıkarıp lastik kısmını mümkün mertebe pratiklikle söküp ayırdım ancak telaş yüzünden, normalde olacağından daha uzun sürdü. Ayak sesleri olduğum kata ulaştı. Birkaç saniye sonra kapının kulpu sertçe aşağı indi. "Üzerimi değiştiriyorum!" diye seslendim. Soyunmama karşı saygılarının uzun sürmeyeceğini biliyordum çünkü görevlerini yapıyorlardı. Cinayet soruşturması gibi bir görev.

Lastiği, küçükken yaptığım onlarca sapana yaptığım gibi kalemlerin etrafından doladım. Elimin içinde terden ıslanmış flashı lastiğin tam ortasına yerleştirdim. Yapabilirdim, sapan yapmak ve sapanla en uzak noktaya taş atmak küçükken ustalaştığım bir konuydu.

Tamam, taşla flashın hiçbir benzerliği yoktu.

Yerden tavana kadar yükselen pencereye koşup ses çıkarmadan açtım. "Merve Hanım, son bir dakikanız var, zorlamadan kapıyı açın," dedi polislerden biri. Alt kata baktım. İkinci katta olmama rağmen yüksek tavanlar sayesinde normal bir binanın dördündü katına tekabül ediyordu. Sol köşede yalnızca bir polis omzuna astığı uzun silahıyla volta atıyordu. Havadan bir şey geçtiğini göremezdi. Karşıma baktım. Sonra bu aptalca plandan son saniyede vazgeçtim. Pencereyi örtüp tuvalete girdim, oranın da kapısını kilitledim. Etrafıma bakınır bakınmaz gözüme ilk çarpan ince, zarif ve otomatik lambanın ışığı altında parlayan makas oldu.

Sırf elimde koz olsun diye, henüz Gökhan'dan bana karşı yanlış bir hareket gelmediği halde onu tehlikeye atamazdım. Az önceki planı yaparken ne düşünüyordum bilmiyorum ama bu büyük bir bencillikti. Ve polislerin köpek yardımıyla bulduğu flashı oraya atanın ben olduğu herhalde bir kameradan tespit edilebilirdi. Yüzüm görünmese bile, bu odadan dışarıya bir şeyin fırladığı görülebilirdi çünkü bu evdeki tüm güvenlik sistemi olağanüstüydü. Odanın kapısı gürültüyle açılmadığını fark edince Gökhan'a bir kilitle açtırdıklarını tahmin ettim. Ayak sesleri hemen beş adım ötemde duran kapının ardındaki odanın içinden geliyordu.

Makasla flashı parçalamaya çalıştım. Metal olan giriş ucunun da birazını deli gücüyle yırttım ve o yırttığım yere tüm gücümü verip yarığı büyüttüm daha da büyüttüm. Onarılamayacak bir hale gelinceye kadar. Banyonun kapısı açılmaya çalışıldı. Daha fazla parçalamaktan vazgeçip makası hızla yerine bıraktım. Sonra da klozete atıp sifona bastım. İşte bu kadar. Elimdeki kozu sıkı sıkıya korumaya çalışsam buraya kadardı. Kötü bir olasılık Gökhan'ı tehlikeye atmama değmeyecekti.

Hala daha titreyen ellerimi iki saniye kadar suyun altında tutarken gözlerim aynadaki yüzüme kısa bir anlığına takıldı. İfadesizliğimi, kanı çekilmiş rengim gölgeliyordu. Oyalanmadan kilidi açılmak üzere olan kapıyı açtım ve Gökhan'la karşı karşıya geldim. Onun arkasında ise kollarını gövdesinde birleştirmiş halde bana bakan o adamı gördüm. Diğer polislere emir verebilecek konumda olmalıydı ama ben rütbesini veya konumunu tahmin edecek kadar bu konuya hâkim değildim. Yeniden Gökhan'a baktım. Sanki günlük sohbetimizi yapıyormuşçasına, "Gece'nin yarattığı etkiden daha az etki yaratacak," dediğinde cümlesinin altında yatan anlamı kavradım.

Eğer keyfim yerinde olsaydı, Gece ismini ben koymama rağmen kara it diye düzeltirdim. En azından iki sorundan biri çözülmüştü. Odayı arayan iki polise baktım. Gökhan'ın bu kadar rahat olmasına bakılırsa etrafta bulunacak herhangi bir kanıt yoktu. "Üzerinize bir şeyler giyinmek için bu kadar oyalanmak gerçekçi değil," dedi direkt gözlerimin içine bakarak.

Flasha ulaşmak için oynadığım saf kız ayağına rolüne devam etmek zorunda mıydım? Cinayeti işleyen kişi ben değildim ve bunu ikna etmek için saf gibi görünmeye gerek yoktu. Ve biraz da Gökhan'ın az önce verdiği güven vardı. "Boşaltım sistemim adına özür dilerim." Ama çuvalladığım konusunda taze olan korkumu bastırmanın bir yolu yoktu.

Adam göz devirmekle yetindi. "İyice arayın," diye seslendi adam. "Herhangi bir şey bulana kadar buradayız." Gökhan'ın aksine ben, sanki içlerinden biri aradıkları bir yerden delil bulacakmış gibi gergin ve tetikteydim.

Gökhan ağır bir hareketle adama döndü. "Bağışla ama sizi sonsuza kadar evimde misafir edemem."

"Çok durmayacağız zaten," diye diklendiğinde ikisinin arasında küçük bir mücadelenin başladığını hissettim. Bir tür dominantlık mücadelesi gibi geldi.

Gökhan gevşek bir nefes alıp verdi. "Kendinden emin insanları severim ama iddiaları boşa çıkan insanlara aptal gözüyle bakarım. İçi boş bir özgüvenden daha kötüsü yoktur."

"Bana aptal mı diyorsun?" dedi adam hafifçe kasılan yüzüyle. Duruşunda kendine hâkim olmaya çalıştığına dair izler vardı. Gerçi henüz gördüğüm hiç kimse duygularını saklamada Gökhan kadar profesyonelleşmemişti.

"Demek iddialarınızın boş çıkacağını siz de biliyorsun, yoksa neden alınasınız?" Gökhan gülümsedi. Tebessümünün gerçekliği, içinde olduğumuz durumla kıyaslanırsa fazlasıyla yapmacıktı. Yalnızca karşısındaki kişinin damarına basmak için yapılmış küçücük ama etkisi büyük bir mimik.

Adam bana kısa bir bakış atıp "Bir süre bekleyin lütfen," dedi. Ardından Gökhan'a döndü. "Beni gerçekten tanımadın mı?" diye sorduğunda şaşkınlıkla bakakaldım. Tek mantıklı cevap birbirlerini daha önceden tanıdıklarıydı.

Gökhan kaşlarını çattı ancak yüzündeki ifade benim gibi şaşkın değildi, daha çok umurunda değildi. "Tanımam mı gerekiyordu?" Kitaplıkları arayan polisler birkaç kitabı yere düşürünce Gökhan onlardan kitaplarına karşı biraz daha nazik olmalarını rica etti.

"Adım Kaya. Kaya Kandemir." Nihayet adını öğrendiğim adam kollarını birleştirerek isminin Gökhan'daki karşılığını beklemeye koyuldu.

"Kaya Kandemir mi?" Yüzü gevşedi. "Hatırlayamadım ama alınmanızı istemem, bu size özgü bir şey değil. Başarısız insanları genelde hafızamda tutmam." Aslında bu, benim için tehlikeli olmayan insanlar demekti. Kaya da bunu çok iyi anladığından sıktığı dişleri sebebiyle çenesindeki kaslar kasıldı.

"Beni hatırladığını o kadar iyi biliyorum ki, yalnızca beni küçük düşürmeye çalıştığın için bilmiyor ayağına yatıyorsun."

O sırada odayı arayan polisler durdu ve içlerinden biri, "Burada bir şey bulamadık, komiserim," dedi.

Gökhan üzülmüş gibi başını yana eğerek Kaya'ya baktı ama gözleri, adamın moralinin bozulduğunu bildiği için gözleri parlıyordu. "Keşke hatırlasaydım, güçlü veya güçsüz her insanı aklımda tutacak kadar sağlam hafızalı olmak isterdim." Asıl konudan uzaklaşmadan o çizginin üzerinde devam etmeyi tercih ediyordu. Omuz silkip açıklamaya geçti. "Polislerle sık sık sorun yaşayan biriyim, siz de onlardan yalnızca birisinizdir diye düşündüm. Yoksa hatırladığım falan yok. Ve şimdi de muhtemelen kırılan egonuzu tamir etmek için benimle ilgili olan bir davaya bulaştınız. Aşağılık kompleksinin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum ama zor olduğunu tahmin ediyorum."

"Öyle mi? Doğru, buradan da kırılan egomu tamir etmiş halde dönecek olmak çok keyifli olacak," dedi sırıtarak.

Gökhan çenesini dikleştirdi. "Köpeklerinize evimi koklatarak mı delil bulacaksınız?"

Kaya her ne kadar kontrollü davranmaya çalışsa da bu söz üzerine Gökhan'ın yakasına yapıştı. "Sen kimsin de polislere köpek diyorsun?" dedi öfkeden soluyarak. Gökhan'ın yakasını tutan ellerindeki damarlar belirginleşmişti.

Buna rağmen Gökhan mükemmel bir kararlılıkla sakindi. Adamın ellerine baktıktan sonra yüzüne baktı, Gökhan ondan yalnızca birkaç santim uzun olmalıydı. "Polislerden bahsetmedim, köpeklerden bahsettim," dediğinde Kaya ve ben odanın kapısının girişindeki hareketliliğe döndük. İki tane arama köpeği, başlarında tasmalarını tutan polislerle birlikte duruyordu.

Hiçbir şey bulunmadığını söylemelerine rağmen köpeklere de aratmaları Kaya'nın ne kadar kararlı olduğunu gösteriyordu.

Gökhan ellerini iki yana açıp bırakarak duvar kenarına çekildi. "Umarım bugün kırdığım egonuzu tamir etme şansı bulursunuz," dedi gözdağı vermeye çalışırcasına.

Kaya, Gökhan'ın suratını parçalamamak için kendine zor hâkim oluyormuş gibi görünüyordu. "Benimle alaylı konuşma ve tepeden bakma."

Birden saygı ifadesi takınarak mahcup göründü. O an hem benim, hem de adamın Gökhan'a çatık kaşlarla baktığımızı fark ettim. "Estağfurullah, polise tepeden bakmak ne haddime. Sizin için güzel dilekler diliyorum, komiserim." Komiserim kelimesini daha kısık ve daha yavaş tonlamayla söyledi.

Öfkesi adamın yüz kaslarını gevşetti, açık kahve gözlerine intikam isteği yüklenmişti. Ne olursa olsun bu evden bir delil bulup Gökhan'ı içeriye attırmak istediğini görebiliyordum. Gökhan da görebiliyordu, aralarındaki soğuk rüzgârların sebebi de buydu. "Bakalım kız arkadaşın cinayetle yargılandığında da böyle rahat olacak mısın?"

Adamın bu sözü üzerine yerimde kıpırdandım. Ne olursa olsun, daha önce bu tarz işlerle uğraşmayan biri için korkusuz olmak fazlasıyla fantastikti. Korkuyordum elbette ve ilk defa kendime hak veriyordum. Gökhan'ın sesi beni ortama geri döndürdü. "Neden yargılansın ki? Sonuçta bu ülkede suçsuz insanlar asla yargılanmaz. Adaletimize güveniyorum," dedi ancak her bir kelimesinden kinaye akıyordu. "Dolayısıyla, yaşanmayacak bir olay için neden rahatsız olayım?"

Adam çelik gibi sert bakışlarını Gökhan'a kilitlemiş halde,"Merve Balaban'a emniyete kadar eşlik edin," diye yeniden seslendi. Sonra sesini düşürerek daha çok bana hitaben konuştu. "Yeterince oyalandı."

Yeterince oyalandı mı? Emniyete doğru kafama göre koşmam mı gerekiyordu?

İki polis kapıdan girip koluma girdiler. Odadan çıkmadan önce Gökhan'ın rahatlamam gerektiğini ima eden yüzüne baktım. "Avukatın gelmeden konuşma." Ama alt kata, ardından da evden dışarı çıkartılıp emniyet aracına bindiğimde kendimi aniden yapayalnız hissettim ve birden paniğe kapıldım. Avukat gelmeden konuşmamı söylerken bunu kafasında kurduğu plan doğrultusunda söylediğini biliyordum ama plandan benim haberim yokken nasıl tutarlı bir savunmam olacaktı ki?

Pekala, Gökhan için bu durum kolay atlatılabilir olmalıydı. Kim bilir onun başından ne olaylar geçmişti ve hepsini atlatmıştı. Ona güvenmek zorundaydım. Eh, hiç yoktan flashtan kurtulmamın verdiği rahatlık vardı. Her defasında ayağıma bağ oluyor, beni strese sokuyor ve ileride Gökhan öğrenirse ne olacağını düşünerek kafa yoruyordum. Artık bu sorunumun olmadığının bilincine varmak, şu ruh hali içindeyken az da olsa rahatlatıyordu.

Buz kesen parmak uçlarımı avucuma gömdüm. Telaşlı kalp atışlarım kulaklarımın uğuldamasına neden oluyordu. Yanıma oturmuş iki polis ve öndeki iki polis sohbete dalmışlardı. Dinlemediğim için tam olarak neden bahsettiklerini anlayamıyordum ama bir ara hepsi birden konuştukları bir şeye güldüklerinde düşüncelerim bölündü.

Tüm bu içsel bocalayışın sonunda araç durduğunda kafamı kaldırıp baktım ve bir ilçenin Emniyet Müdürlüğü'ne geldiğimizi gördüm. Şafak sökerken polisler eşliğinde araçtan indiğim sırada arkamızdan iki aracın daha gelmiş olduğunu gördüm. O uzun merdivenleri çıkarken gerginlik mümkünmüş gibi daha da üst seviyelere tırmandı.

Önümüzden giden polis kapının kulpunu tutarak açtı ve içeriye geçmemiz için kenara çekildi. Telsiz seslerine karışan nöbetçi polislerin mırıltılarla burnuma dolan kolonya, oda parfümüyle karışık koku beni iyiden iyiye huzursuz etti. Nasıl unutabilmiştim o kemeri? Belki ben geçirdiğim şok yüzünden ihmalkârlık göstermiştim, peki ya Gökhan? Onun dikkati neden dağılmıştı?

Daha bu gece arabasının kapısını açık bırakıp bana doğru gelirken yüzünde gördüğüm endişeyi hatırladım. Gökhan'ın hata yapma lüksü olmayacağını, duygulardan tamamen arınmış olacağını düşünerek kendi gözümde fazla mı ilahlaştırıyordum?

Pişmanlıklarım üzerinde düşünmek için yeterli zamanım olmadı. Beni oradan oraya sürükleyip işlemler yaptırdılar, bunların başını parmak izimle kimliğimi doğrulatmam çekti. Uykusuzluktan gözlerimin etrafı sızlıyordu. Çalışma saati geldiğinden emniyet binası kalabalıklaşmıştı. Konuşmak için birinin odasına götürüldüğümde Gökhan'ın söylediğini yaptım. Bakışlarımı ifadesiz tutmaya özen göstererek, "Avukat gelmeden konuşmayacağım," dedim beni bile titreten bir soğuklukla. Komiserin yüzünde aşağılayıcı bir ifade belirdi.

"Suçlu olduğun buradan bile anlaşılıyor," dediğinde dilime hâkim olmak için yanağımın içini ısırdım. Beni kasten kışkırtıyor olabilirlerdi çünkü gözlerinde bariz bir şüpheliydim. Bir insanın dilini çözmek için onu sinirlendirmekten daha iyi bir yöntem olamazdı. Belki de ilk kez öfkemi kontrol ettiğim andı. Fevri davranmadan büyük bir iradeyle, masanın öteki tarafındaki deri sandalyede oturan yaşlı adamın yüzüne bakmaya devam ettim. "Avukatın gelene kadar burada otur bakalım." Kim bilir karşılarına kimler çıkıyordu, ihtiyatlı davranmalarını anlıyordum ancak o iki kişinin katili ben değildim.

Bana işaret edilen yer yer derisi kalkmış siyah koltuğa çöktüm. Önce yüzümü sıvazlayıp saçlarımı geriye atıp sonra bazı kısımlarının sıvası dökülmüş odayı inceledim. Buraya bir katil şüphelisi olarak getirilmeseydim ferah bir yer olduğunu bile söylerdim. "Bu halinle iki kişiyi nasıl öldürdün?" Bakışlarımı bana soru soran komisere çevirdim. Büyük, pörtlek gözleri ve kısacık kesilmiş ak saçları vardı. Ama buna rağmen yüzü ufacıktı.

"Kelime oyunlarınızla bana bir şeyler itiraf ettirmeye çalışmayın lütfen. Bulunan kemer benim katil olduğumu göstermez." Kolumu, oturduğum koltuğun kolluğuna koydum. Bedenimin hâlâ belli belirsiz titrediğini hissediyordum.

"Seninkinden başka parmak izi bulunmadı," dedi suçlamasına rağmen babacan bir tavır takınarak. Gözlerinin içinde, benim için üzüldüğünü resmeden bir ifade vardı.

Hayır, beni konuşturmaya başlamıştı, bir açık cümlemde açık vermem yeterliydi. Bunun üzerine yorumsuz kaldım. "Avukat gelmeden ağzımı açmayacağım," diye tekrarladım.

Komiser boynundaki gözlüğü takıp önündeki dosyaya baktı. "Babana ulaşamadık," dediği an kalbim göğüs kafesime sert bir darbe indirdi ve peşini yenileri takip etti. "Üvey annen de kısa zaman önce vefat etmiş."

Ağzımdan tek çıkan sözcük, "Ne?" oldu. Beynimden vurulmuşa döndüm. "Ne demek ölmüş? O iyiydi, yani Antalya'ya taşınmıştı. Nasıl?" diye fısıldadım. Tepeden tırnağa ürperdim çünkü bunun bir cinayet olduğunu düşünüyordum. O da öldürülmüştü, adım kadar emindim ama nasıl...

"Pencereden düşmüş. Cinayet olduğuna dair hiçbir işaret bulunamamış." Bunları önündeki dosyayı okuyarak söyledi. "Ama bu durumlar her zaman şüphelidir. Belki de onu sevmeyen birileri vardı." İmasını anlayınca ikinci kez şaşırdım. "Antalya'ya en son ne zaman gittin?"

Aptal Çınar'la seneler önce... Ama bunu komisere söylemedim. "Beni böyle bir şeyle suçlayamazsınız." Parmak uçlarıma iğneler batıyordu ve gözüm ara sıra karar gibi oluyordu. Bunu artan adrenalin seviyeme bağladım.

Kaba bir homurtuyla, "Kızmana hak veriyorum ama ben de işimi yapıyorum," dedi. "Yirmi bir yaşındasın, okuldan uzaklaştırma almışsın." Yaladığı işaret parmağının ucuyla sayfayı çevirdi. "Özel hayatın afişe edilmesi yüzünden, bakalım... Evet, bir çocuğun özel fotoğraflarını tüm okula dağıtmışsın. Çınar Dilhan'ı bıçaklamışsın ama şikâyetçi olmadığı için yırtmışsın. Ayrıca hakkında bir ihbar daha varmış ancak delil yetersizliği yüzünden sessiz sedasız askıya alınmış: Özel görüntülerini paylaştığın çocuğun babasının arabasını yakmakla suçlanmışsın."

Tamam, bundan haberim bile yoktu. Gökhan mı halletmişti yoksa komiserin dediği 'delil yetersizliği yüzünden sessiz sedasız askıya alınmış' olmasından mı kaynaklıydı?

"Anlaşılan hiç yerinde durmayan bir kızsın." Kararlı durmam gerektiğini kendime sıkı sıkıya tembihledim. Hiçbir karşılık vermedim. Bir anda hem üvey annemin öldüğünü, hem de Batur'un babasının arabasını yakmakta başarılı olduğumu öğrenmiştim ve yaşadığım duygu karmaşasının bedenimi hırpaladığını hissettim. "Üstelik Gökhan Tunalı denen zanlıyla aynı evde yaşıyormuşsun. Sana neden katil muamelesi yapıyorum biliyor musun?" Kollarını masanın üzerine koyup ellerini birleştirerek önce doğru hafifçe eğildi. "Gökhan Tunalı da katil olduğundan emin olunan ama bir türlü açığı yakalanamayan biri. Onunla kalan birinin saf, temiz, masum olma ihtimali inandırıcı gelmiyor. Eğer öyleyse bile eninde sonunda katil olur, kirlenir ve günahkâr olur."

Bu çıkarımı üzerinde irkildim, kalbim çırpındı, damarlarımın içinde akan kan bile buz kesmişti. Çünkü adamın son söylediklerinin tamamı doğruydu.

"Ama tökezledin çünkü henüz onun çırağısın." Başını hüsranla iki yana salladı. "Yüz ifadene bakılırsa Gökhan Tunalı vakit geçirdiğin için pişmansın."

Kaskatı kesilmiş çenemi açmak biraz zorladı. "Pişman değilim." İtiraf etmem gerekirse adam beni az da olsa konuşturmayı başarıyordu fakat neyse ki hiçbir sözüm avucuna koyduğum bir koz değildi.

Derin bir nefesle gözlüğünü indirdi. Sandalyesinden kalkarken, "Konuşmak için avukatını beklemeye devam et," dedi. Rahatladığımı belli etmemek için bir çaba vermeden sırtımı koltuğun arkalığına yaslayıverdim. Beceriksizce beyaza boyanmış kapıyı örttükten sonra sesini duydum. Polislere, "Kapının önünden ayrılmayın," diye emir verdi.

Yalnız kaldığımda tek düşündüğüm üvey annem oldu. Kemerde bulunan parmak izi konusunda tamamen Gökhan'a güveniyordum. Ve bir de bize bu oyunu oynayan sevgili katilimize. Oyunun sonu gelmeden benim diskalifiye olmama göz yummayacak kadar psikopat ruhlu olduğu aşikârdı. Kim derdi ki o kişinin beni kurtarmasına güveneceğimi? Emniyete getirildiğim ilk dakikaların aksine bu konuda içim artık fazlasıyla rahattı.

Ama aynısı o kadın için geçerli değildi. Ne için öldürülmüş olabileceğini düşünürken akla en yatkın olanında karar kıldım. Babam kaybolduğu zaman polise ihbar verdiğimde ihbarı geri çekmem konusunda apaçık bir tehdit almıştım. Muhtemelen kadın, parasının suyu çekildiğinde tüm çabasını kullanarak babamı bulmaya çalışmıştı. Hatta belki o da tehdit edilmiş ancak dinlememişti ve sonucu da ölüm olmuştu. Aklıma başka bir senaryo gelmiyordu çünkü yaşadığım tüm bu olayları baz aldığımda kendi eceliyle pencereden düştüğünde inanamıyordum.

Durumun dehşeti bir kez daha farkındalığını yarattı. Kiminle karşı karşıyaydık? Amaç neydi ve bunları yapan kimlerdi? Tüm bu cinayetleri kendisini gizleyerek yapan biri Gökhan kadar profesyonel olmalıydı ve bu, korkumu ikiye katlıyordu. Üstelik Gökhan bile hâlâ bulamamışsa ne tür katillerle muhatap olduğumuzu hayal etmek bile nefesimi kesiyordu. Neye şaşıracağımı, neyden korkacağımı bilmiyordum. Sanki koskoca bir kuyu vardı ve kapkara bir suyun içinde yaşamam için gerekli olan bir şeyler girdaba kapılmıştı. Ne yakalayabiliyordum, ne de gözümle seçebiliyordum.

Başımı geriye yasladım ve hızlı çalışan zihnim yüzünden ağrıyan başımı dinlendirmeye niyetlendim. Dakikalar kaplumbağa yavaşlığında ve uyanılamayan bir kâbusun verdiği sancı gibi zorlukla geçti, telsiz ve telefon seslerinin arasından kapıya yaklaşan her adım sesinde kafamı kaldırıyor, avukatın veya Gökhan'ın geleceğini düşünerek umutlanıyordum ama tok adımlar odayı vurup geçiyordu. Bir ara polislerden biri ağız tarafının kenarı ezilmiş karton bardakta bayat çay getirdi. Midemin kaldırmayacağını bildiğim için içmek istemedim fakat kuruyan ağzım için bir sıvı gerekliydi. Böylece birkaç yudum alarak dilimi ıslattım.

Gökhan'ın beni nasıl bu durumdan kurtaracağını deli gibi merak ediyordum.

Ağrıyan boynumu esnettiğim sırada kapı birden açıldı ve göz göze geldiğim kişiyle bir anlığına şok yaşadım. Adamın yürüyüp az önce komiserin oturduğu koltuğa yerleşmesini bakışlarımla takip ettim. "Gökhan'ı haklayabildiniz mi?" diye sordum Kaya'ya. Ama öfkeli oluşuna bakılırsa sonuç başarısızdı. Gergin dudaklarımın iki yana kıvrılmasını engelleyemedim.

Gülüşümü görünce, "Çok sevinmişe benziyorsun," dedi. Sonra önündeki dosyaları bir hizaya sokarken nefes alıp vererek gevşedi. "O adamla girdiğim laf dalaşına seninle girmeyeceğim. Bir ihtiyacın var mı?"

Kaşlarımı çattım. "Yok da, beni konuşturmaya çalışmayacak mısın?"

"Avukatın gelmeden konuşmayacağını söyledin, zorlamaya hakkım yok." Kravatını gevşetip sırtını sandalyeye yasladı. "Suç kanıtlanana kadar masumsun. Katil muamelesi yapamam."

"Az önceki yaşlı komiserden sonra ilaç gibi geldiniz," dediğimde kaşlarını kaldırarak baktı. "Beni çok sıkıştırdı," diye açıkladım.

"O zaman dua edelim de bu işten kurtul." Gülümsediğinde kahverengi gözleri kısıldı. "Sen o uyuşturucu bağımlısı kölenin yaptıklarına dair bir şeyler biliyor musun?"

Parmaklarımı birbirine gergince kenetledim. Evet ama bunu söyleyecek değilim. Gökhan'a köle deyişini üstün bir gayretle duymazlığa verdim. "Benim gördüğüm kadarıyla uyuşturucu kullanmak dışında gayet normal bir hayat sürüyor."

"Ya sen de bir yalancısın ya da sana da yalan söylüyor. Kibirli herif," dedi dişlerini arasından.

En sonunda kendimi tutamadan konuştum. "Hırs da kibir kadar kötü değil mi? İkisi de uçta duygular sonuçta."

"O herif gibi kibirli olmaktansa on kat daha hırslı olmayı tercih ederim. Sana söylemiş olmaları lazım, o bir katil," dedi yılgınca.

"Öyleyse bile kanıt yok." Damarına bastığımı, öfkeden seğiren gözünü gördüğümde fark ettim. "Kendinizden emindiniz ama evinde de hiçbir şey bulamadınız."

"Az önce komiserle konuştum. Üzerine gitmiş ve senin de dediğin gibi katilmişsin gibi muamele etmiş. Kendini savunmak için sessiz kalabilirken Gökhan Tunalı için dişlerini gösteriyorsun. Bu da bir kölelik değil mi?"

"Hayır, değil. Buna nerede konuşup nerede susacağını bilmek diyelim." Odanın havası sanki gittikçe ağırlaşıyor ve omuzlarıma çökerek geçen her dakika beni yoruyordu. Dışarı çıkmak hayal gibiydi. Burada tutsak kalmıştım.

Vidalarından sessiz bir gıcırtının çıktığı döner sandalyesinde usul usul bir sağa, bir sola dönmeye başladı. "Gökhan ve sen, eşittir tencere ve kapak." Buranın tam olarak kimin odası olduğunu merak ettim. Bu adamın mı, komiserin mi yoksa başka birinin miydi?

"O burada mı?" diye tırmanan gerilime aniden bir son verdim.

"Hayır, muhtemelen avukatla görüşüyordur." Çenesini sıvazladı. "Bu işten kurtulsanız bile artık kişisel olarak hep yakınınızda olacağımı bilin." Pürüzsüz, iniş çıkışları olmayan düz sesi sinirlerimi daha da geriyordu.

"Korkmamız mı gerekiyor?" dedim soğukkanlılıkla ama bunun bir sorun yaratacağını biliyordum. Biz cinayetleri araştırırken ensemizde olması her şeyi berbat ederdi.

"Bunun cevabını içten içe biliyorsunuz." Masanın üzerindeki kalemi parmaklarının arasında hızla çevirirken bakışlarını bende sabitledi. Gökhan'la kişisel bir sorunu mu vardı yoksa onu tamamen hırs meselesi haline mi getirmişti? Fakat eğer kişiselse Gökhan'ın Kaya'yı unutmak gibi bir olasılığı yoktu. O herkesin çetelesini tutabilen bir hafızaya sahipti. "Ne zamandır birliktesiniz?"

Gözlerimi Kaya'nın açık kahve gözlerine diktim. "Daha bir yıl bile olmadı."

"Daha bir yıl bile olmadı," diye beni dalgınlıkla tekrarladı, ardından tebessüm etti. "Ve şimdiden düştüğün durumlara bak. Sence akıllıca tercih mi?"

"Yaşadığım olayla Gökhan'ın bir ilgisi olmadığı halde onu günah keçisi ilan etmek kadar akıllıca değildir sanırım," dedim artık iyiden iyiye bezginleşmeye başladığım sırada. Beni bir hücreye kapatıp avukatı öyle bekleseydim daha rahat ederdim. "Ayrıca tercihlerimi sorgulamak kime düşer ki?"

"İkinizin de ağzı çok iyi laf yapıyor." Dudak büktü. "Ama bana sökmez." Kararlılığı, her şeyi biliyormuş gibi bakan gözleri ışıldadı ancak çabuk söndü.

Elimde olmadan göz devirirken ofladım. "Bence bu sohbet çok amaçsız ve gereksiz."

"Tamam başka soru sorayım. Ne kadar süredir uyuşturucu kullanıyor, kesin bir zaman verebilir misin?" Başımı geriye yaslayıp tavanı izledim. Tek istediğim beni biraz rahat bırakmalarıydı. En azından avukat gelene kadar. "Senin parmak izinle ilgili konuşmuyorum, ya da senin katil olduğunu söylemiyorum," diye beni oyuna getirmeye çalıştı. Tavanı seyretmeyi kesip gözlerimi kapadım. Güldüğünü duysam da yine tepki vermedim. Sandalyesinden kalktığını, tok adım seslerini, kapıyı açıp geri kapattığını işittim. Hırstan ziyade takıntısı canımı sıkıyordu. Gökhan, kendisine takıntılı olan bir sürü insan olduğunu bildiği için muhtemelen bu adamı zerre kadar umursamıyordu ama beni öfkelendiriyordu.

Uzun bir müddet gözlerimi kapalı tuttum. Sabah güneşi odaya yavaşça misafir olduğunda gözlerim hassaslaştı. Kaya denen adam odadan çıkalı çok olmuştu ve avukat en nihayetinde gelene kadarki süreçte polis iki kere kapının eşiğinde belirmiş, bir ihtiyacımın olup olmadığını sormuştu. Yoktu, ağzım kuruyunca hâlâ önümde duran buz kesilmiş çaydan bir yudum alıyordum. Onun haricinde ne lavabo ihtiyacım vardı ne de acıkmıştım.

Neyse ki avukat, arkasında Kaya ile birlikte ağır parfüm kokusunu önden salarak odaya girdi. Ardından oturmasına müsaade etmeden, "Müvekkilimle yalnız konuşmak istiyorum," dedi. Kırklı yaşlarında, düzgün fiziği olan ve muhtemelen siyaha boyadığı özenli saçlarıyla oldukça disiplinli birine benziyordu. Kaya sesini çıkarmadan gerisin geri çıktığında bunun da hukuki hakkım olduğunu anladım.

"Beni sorguya almadılar," dedim o an fark ettiğim için tez canlı bir şaşkınlıkla.

"Benimle konuştuktan sonra alacaklar." Uzun, deri koltuğun diğer tarafına oturarak evrak çantasını önümüzdeki geniş masaya koydu. "Merve Hanım, keşke Çınar Dilhan'ın sizi oraya zorla sürüklediğini anlatmak için bekleyip süreyi uzatmasaydınız." Çınar mı? Öylece kalakaldım. Gökhan'ın beni nasıl kurtarabileceği konusunu hiç düşünmemiştim.

"Sizin anlattıklarınızı Gökhan Bey bana aktardı. Siz kötü görünüyorsunuz, ben aktarayım. Lütfen hatalı olan kısımlar varsa düzeltin," derken kaşlarını kaldırarak bir işaret yaptı. Muhtemelen Gökhan Kaya'nın, odanın içinde dinleme cihazı ya da telefonun ses kaydı özelliğini açık bırakabileceği konusunda uyarmıştı. Başımı kısa bir hareketle salladım. "Dün gece akşam arkadaşlarınızla birlikte dışarı çıkmışsınız, gecenin ilerleyen saatlerinde arabanızı alabilmeniz için sizi evinizin önüne bırakmışlar. Aracınıza binip seyir halinde giderken takip edildiğinizi anlamışsınız, ancak Çınar Dilhan'ın adamları sizden erken davranıp sizi kamera olmayan, ıssız bir yola çekmiş. Ufak bir kaza geçirterek bilincinizin kapanmasını sağlamışlar. Arabanız muayene edildi, kaza geçirdiğiniz de onaylandı. Sonra gözlerinizi açtığınızda bir adamla, bir kadınla aynı odada olduğunuzu görmüşsünüz. Yerler ıslakmış ve tanıdık bir koku varmış ancak başta anlayamamışsınız. Onlar baygın haldelermiş ve siz de evin etrafında birisi varsa sizi duyar diye seslenip uyandıramamışsınız, birkaç kere sarstığınızı ancak uyanmadıklarını, ikisinin de kafasında darbe aldıklarını gösteren kan lekesi olduğunu söylemişsiniz. Yaşadığınız şoktan ötürü nabızlarına bakamamışsınız. Bir süre beklemiş ancak burnunuza dolan kokunun benzin kokusu olduğunu anlayınca her ne olursa olsun oradan çıkmanız, iki kişiyi de çıkartmanız gerektiği düşüncesiyle, kilitli kapıyı açmak için adamın kemerini çıkarmışsınız. Çünkü etrafta başka gereç yokmuş. Bu esnada başınızın sürekli döndüğünü, zorlukla ayakta kaldığınızı ifade etmişsiniz ancak buna rağmen dakikalarca uğraşıp kapıyı açabilmişsiniz. Biraz ilerlemiş, etrafa bakınmış ancak kimseyi göremeyince olduğunuz yere daha fazla dayanamayarak yığılmışsınız. Sonra belli belirsiz bir patlama sesi duymuşsunuz ancak bu, büyük bir patlama değil, sadece ateş çıkarmaya yarayan ufak bir patlamaymış. Çınar Dilhan bunu barakanın bir kenarına yerleştirmiş. Böylece patladığında yere döktüğü benzin alev alacak, üçünüz de yanacaktınız, tabii bu sizin iddianız. Sonra yangını fark eden, yoldan geçen araç sahibi gelip sizi fark etmiş. Sonra da yangını ihbar etmiş. O kişi de şimdi burada, tutanak tutuluyor. Aynı zamanda Çınar Dilhan sırf delil bırakmamak adına arabayı Gökhan Bey'in evinin önüne bırakmış." Gökhan saatler içinde yalnızca senaryo değil, birini de bulmuş oluşuna hayret ettim. "Eksik bir kısım var mı?"

"Hayır," diye mırıldandım, kurguyu aklımın köşesinde defalarca kez tekrarlarken. İfade veren adam, avukat ve benim anlattıklarım hiçbir çelişki barındırmamalıydı.

"Çok korktuğunuz ve suçlu konumuna düşmekten çekindiğiniz için emniyete gitmemiş olmanız tek sıkıntı. Ama Gökhan Bey yaşadığınız travma geçtiğinde Çınar Dilhan'ı ihbar edeceğinizi söyledi. Lütfen sorguda Çınar Dilhan'ın önceden size zorbalık yaptığını, kandırdığını ve ayrılmak istediğinizde tehditler savurduğunu, bunların sonucunda ise nefsi müdafaa olarak onu bıçakladığınızı belirtin. Zaten Gökhan Bey, geçen zamanlarda bardayken Çınar Bey'in sizi depo gibi bir yerde bağladığını kanıtlayan delilleri emniyete verdi. Korkmayın, siz suçlu değilsiniz ve tüm deliller de bunu gösteriyor." Profesyonel ancak güven hissi veren tebessüm dudaklarına yerleşti.

"Tamam," dedim derin nefesle. Aniden bir özgüvenle dolmuştum. Gökhan'ın kurduğu senaryoyu bu kadar gerçekçi kılan, doğruların arasında serpiştirilmiş yalanlardı. Bazı noktalar dışında yaşanan olay tamamen anlatıldığı gibiydi ve kimseye aksini ispatlayacak bir sav bırakmıyordu. Açıkçası bir adam bulup, emniyete getirtip tüm suçu üzerine çektirmesini bekliyordum ama Gökhan büyük bir gerçeklikle süslenmiş, şimdilik kusursuz görünen bir yalanı hazırlamıştı. Bir kez daha tehlikeli bir insan olduğunu anladım ve üstelik bu, yetenekleri arasında en hafif kalanıydı. Daha beteriyse bunların farkında varmak ona hayran kalmama neden oluyordu.

"Sizi en iyi şekilde savunacağımdan emin olabilirsiniz, gerçekleri anlatmanız yeterli olacaktır." Gerçekler... Yalanla kurgulanmış gerçekler. Ayaklanıp kapıyı açtığında Gökhan'ı gördüm. Duvara sırtını yaslamış, kollarını gövdesinde birleştirmişti ve kapı açıldığın geri attığı başını indirdi. Bakışlarından Yüz hatlarını hızlıca inceledim ancak ne düşündüğünü anlayamadım. Göz göz geldiğimiz o an, gün boyunca ilk kez tamamen rahatladığım o andı. Kaya, Gökhan'la aramıza girip görüş alanımı kapattı. Elindeki evraklarla birlikte içeriye girdi ve bana, "Sizi de sorgu odasına alalım," dedi.

Oturduğum yerden kalktığımda saatler boyunca hareketsizlikten dolayı tüm kaslarım sızladı. Kemiklerim paslanmış gibi sırtımı zorlukla dikleştirdim. Yüzümü buruşturup beni götürmek için gelen iki polisin kollarıma girmesini bekledim. Odadan çıkarılırken Gökhan sırtını duvardan ayırıp bana doğru iki adım attı ama beni yürümeye yönlendiren polisler yüzünden onu arkamda bırakmak durumunda kaldım. Ancak bakışlarının yaydığı enerjiyi sırtımda hissetmemem mümkün değildi.

Alt kata asansörle indikten sonra sorgulanacağım odaya nihayet gelebildik. Tepedeki bir hoparlörden zaman ve odaya giren kişilerin ismi yankılandı. Karşımda oturan iki adamda kendisini yeniden tanıttı. Sonra sorguya başladılar. Hiç konuşmayan adamsa başını kâğıttan kaldırmadan notlar tutuyordu ve gerekirse yalnızca öteki adamla konuşuyordu. Görünmezmişim gibi bir hissiyat verdi. Ona takılmadan avukatın anlattığı her şeyi anlattım. En önce Çınar'la olan ilişkimden bahsettim. Evli olmasına rağmen iki yıl boyunca bana yalan söylemesinden, öğrendiğim an onu terk edişimi ve sonra tehdit etmeye başlamasından başladım. Ardından uzun süreli sessizlikten sonra başıma yeniden musallat oluşunu ve bunu ilk yapışında, bardayken enseme silahın kabzasıyla vurup beni depoda bağlayışını ve sonra da gerçekle harmanlanmış yalanları anlattım. Dün geceyi. Uyuşturucu baronu olduğunu ve tüm pis işlerini adamlarına yaptırdığını da söyledim. Böylece dün gece evinde olduğuna dair kanıt sunsa bile polisler adamları olduğunu bildiği için bunu umursamayacaklardı. Onun için vicdanım cız bile etmedi. Hepsi daha sonra incelenmek üzere kayıt altına alınıyordu.

Birkaç daha soru sordu ama bu sorularının altında beni çelişkiye düşürüp yalan söyleyip söylemediğini tarttığını anladım. Olabildiğince dikkatli ve anlattıklarımla hiçbir açıdan çelişmeyecek cevaplar verdim. Her ikisi de odadan çıktı, odanın kasvetli duvarlarına baktım. Sonra kollarımı önümdeki masaya yaslayıp başımı gömerek sızlayan gözlerimi dinlendirdim. Yarım saat geçmiş olmalıydı ki geri döndüler. Sonra bir sürü kâğıt imzalattılar. "İfade veren öteki adamla yapılan çapraz sorgun uyuşuyor. Üç gün sonra savcı ile görüşeceksin," deyip dosyayı kapattığında savcının adını sormak için can attım ancak fazla şüphe çekeceğinden yalnızca, "Şimdi ne olacak?" diye sorabildim.

"Delil yetersizliğinden şimdilik tutuksuz yargılanacaksınız ancak savcı ile görüştükten sonra net bir karar çıkar." Sonra sorgunun bittiği saati ve odada bulunan kişileri söyleyip ayaklandı. "Yalnız mesai saatine kadar burada olmak zorundasınız, birkaç yerle daha konuşup halletmeniz gereken belgeler var. Sonrasında evinize kadar eşlik etmemizi ister misiniz?"

"Hayır." Sesimin titreyeceğini sandım ama oldukça pürüzsüz çıktı. Sevinçten gülmek, kahkaha atmak istedim. Bir an önce Gökhan'ı görmek ve hiç tereddüt etmeden boynuna atlamak istiyordum. Minnetten daha fazlasıydı, rahat olmamı söylemiş ve işi en kolay şekilde halletmişti. Kahkaha atmadım ancak ellerimi yüzüme gömüp gülümsemekten kendimi alamadım. Hatta öyle ki mutluluğu ilk defa bu kadar uç noktada yaşadığımı hissettim. Üzerinize gülle gibi çöken, sizi korkutan, hayati öneme sahip bir olayın tatlıya bağlandığını düşünün. Sanki tüm dünya aniden kuş oluvermişti ve az önce nefesimi kesen karanlık sorgu odasının havası bile ferah olmuştu. Flastan ve bu olaydan da kurtulmuşum gibi görünüyordu. Çözmemiz gereken cinayetler bile umurumda değildi. Kurtulmuştum. İlk kez katil zanlısı şüphesiyle tutuklanmıştım ve geçirdiğim zor saatlerin ardından yalanla da olsa aklanabilmiştim. Çınar'ın başına gelecekler umurumda bile değildi. Muhtemelen o da delil yetersizliğinden ya da başka bir şekilde bu işten yırtardı. Tabii temennim, o iki kişiyi öldüren kişi Çınar olmasa da öyle zannedilmesi ve tutuklanmasıydı çünkü o aşağılık daha beterini hak ediyordu.

Beni içten içe rahatsız eden konu, günahım kadar sevmeme rağmen üvey annemin öldürülmüş olmasıydı. Öyle ki, öz annemin çekip gittiğini duyduğumdan daha çok rahatsızlık duyuyordum.

*

Ancak mesai saati dolduğunda artık gidebileceğimi söylediler. Kış ayında olduğumuz için hava erkenden kararmıştı. Olduğum odadan çıkıp tepemde vızıldayan floresan lambaların aydınlattığı kısa koridoru geçip sağa saptım. Gökhan'ı gördüm. Uzun bacaklarını hafifçe açmış, dirseklerini de dizlerine yaslamış halde oturuyordu ve yayılan tüm aurasıyla burası gibi bir yer için fazla olduğu belli oluyordu. O da başını bana çevirdi, yüzünde rahatlamış ifadeyle ayağa kalktı. Aramızda adımlar olmasına rağmen derin bir nefes verdiğini gördüm. Duygusunu açıkça belli etmesine şaşırsam da adımlarımı hızlandırıp hiç düşünmeden parmak uçlarımda yükselip Gökhan'ın boynuna kollarımı doladım. Fakat Gökhan kafasını çekti ve sonra dudaklarını dudaklarımın üzerine örttü. Bir elini başımın arkasında, ötekini sırtımda sabitledi. Dilinin verdiği tatlı ıslaklığı, sıcaklığı ve boynundan yayılan kokusu nimet gibiydi. Kendini geri çektiği esnada yüzümü ellerinin arasına alıp aramızdaki mesafeyi açmadan, "Endişelenmemen gerektiğini söylemiştim," dedi. Taze nefesi dudaklarıma çarptı.

Bir öksürük sesi duyunca Gökhan bıkkın bir ifadeyle kafasını uzaklaştırdı ancak benim aksime Kaya'ya bakmadı. "Büyük bir yenilgiye uğradığın için kenarda köşede ağladığını sanıyordum ama görünen o ki işine dönmüşsün. Doğrusu senin gibi biri için bu büyük bir irade," diye alay etmeyi ihmal etmedi.

"Uyuşturucu kullanan birinden daha iradesiz olduğumu mu düşünmüştün yoksa?" dedi ve cıkladı. Kravatını gevşetmesi, mesaisinin bitmiş olmasından kaynaklanmalıydı.

"Bahse girerim seni tehdit etmem için beni kışkırtmaya çalışıyorsun." Vücuduyla birlikte Kaya'ya döndü. "Bir cümleyle öfkeme yenik düşeceğimi mi sanıyorsun? Ben sabırlı bir adamım."

"Tabii, bir de melek gibisindir kesin."

"Birkaç kusurum vardır tabii. Ama bu beni şeytan yapmaz." Eliyle adamı kışkışlar gibi bir hareket yaptı. "Zeki bir adamın yapacağı gibi; değerli vaktini benim gibi bağımlı, iradesiz bir aptalın yanında harcamaya son verip evine git. Yarın daha sıkı çalışmak için dinlenmeye ihtiyacın var." Kaya kaşlarını çatarken yutkundu, ellerini yumruk yapmamak için parmaklarını kıpırdattığını gördüm. Gökhan'sa bu esnada elimi tuttu, tam olarak bunu yaptı. Neyse ki aval aval davranmadan gayet doğal karşılamayı başardım. Kendi kazdığı kuyuya kendi düşüp öfkelenen Kaya'nın yanından geçerken göz kırptı ve ekledi: "Başarılı bir insan olmak kolay olmuyor."

Dışarı çıkarken bile hala elimi tutuyordu, dışarıdan her ne kadar rahat görünsem de bir bocalayış yaşadığımı inkâr edemezdim. Çünkü o Gökhan'dı, bu tür bir hareket ona çok yabancı gibiydi. Kendisine bakınca bir kızın elini tuttuğunu hayal etmek bile imkânsızdı. Ancak elbette bu konu hakkında konuşacak veya karnında kelebekler tepinen aklı hovarda kızlar gibi yanaklarım al al arabaya yürüyecek bir tip olmadığımdan, "Üvey annem ölmüş," deyiverdim. Adımları sanki belli belirsiz duraksadı ama bu sadece iki üç saniye kadar sürdü. "Daha doğrusu öldürülmüş."

"Ya?" diye sordu fakat ses tonu zerrece umursamadığını söylüyordu.

Emniyet binasının dış cephesine monte edilmiş lambaların aydınlatmaya yettiği açık otoparktaki arabaya binip şoför koltuğuna yerleşmesini bekledim. "Biliyor muydun?" Saatlerdir yaşadığım duygu yoğunluğu, uykusuzluk tüm bedenimi halsiz düşürmüştü. Soğuk havayı ciğerlerime çektim.

"Hayır, üvey anneni takip ettirmiyorum." Alt dudağını ıslattıktan sonra bir saniye kadar dişledi. "Öldürüldüğünü polis mi söyledi?"

"Hayır," dedim araba sessizce çalışmaya başladığında. "Ama bu olaylardan sonra çevremdeki insanların normal bir şekilde öldüğüne inanamıyorum. Muhtemelen babamı aramaya inatla devam ettiği içindir." Eğer ben de devam etseydim, şüphesiz sonum aynı olacaktı.

"Anlıyorum. Bizlik bir durum yok gibi görünüyor ama araştırırım. Eğer şüpheli bir durum olursa da sana söylerim." Sessizleşince kaşlarını çatarak bana döndü. "Bana üzüldüğünü söyleme."

Omuzlarımı indirip kaldırdım. "Garip hissettim sadece," dedim ellerimi ne zaman açıldığını bilmediğim saçlarımın arasına daldırırken. "Onun için yas tutacak değilim ama yine de..." Devamını getirmedim, o da devam etmemi beklemedi. "Eve gitmek istemiyorum. Saatlerce o odada tıkılıp kalırken tek istediğim açık gökyüzüne bakmak oldu."

Gökhan, "Hava soğuk," dedi direkt.

"Umurumda değil. Donmak pahasına açık havada kalmak istiyorum."

Güler gibi bir ses çıkardı. "İyi, tamam. Denize bakan uçurum kenarı uygun mu," es tonunu kasten sanki hizmetçimmiş gibi bir tona soktu. "Kraliçe Hazretleri?"

Gülmek istemesem de bu sözü üzerine kıkırdadım. "Uygun, hizmetkâr."

Yarı karanlık aracın içinde yüzünü buruşturduğunu yakaladım. "Bunu sevmedim."

Başımı iki yana salladıktan sonra önüme döndüm. Konuşmak istediğim şeyler vardı ama hepsini bahsettiği yere gittiğimizde anlatacak, soracaktım. "O adam neyin nesi? Şu yangını ihbar eden?"

"Gerçekten de dün gece yangını ihbar etmesi için tuttuğum biri. İtfaiyeyi ben arayamazdım herhalde?" dedi biçimli kaşlarını kaldırıp.

"Ne kadar da duyarlısın?" deyip güldüm. "Neyse ki işimize yaradı." Cevap vermeyince bir süre dışarıyı seyrettim. Sonra aklımın köşesini karıncalandıran tehlikeli soruyu bir çırpıda sorma kararı aldım. "Gökhan, aklımı kurcalayan bir şey var. Benim arabam senin evinin önüne park edildi." Ona döndükten sonra devamını getirdim. "Anlamıyorum, kamerada görünmesi gerekmez mi?" İçimde Gökhan'a karşı filizlenen şüphe tohumunun başını ezmek, bu histen kurtulmak istiyordum. Çınar'a güvenerek hata yapmıştım ancak bunu çok sonra fark edebilmiştim. Aynısını yaşamak istemiyordum çünkü bu kez, Gökhan'dan gelecek bir darbe benim için daha sarsıcı olurdu.

Kaşları çatıldı. "Evet," deyip sıkıntıyla iç geçirdi. "Evdeki güvenlik sistemi kırılmış. Daha önce bir kez daha oldu ama endişelenme diye söylememiştim."

"Güvenlik sisteminin sağlam olduğunu sanıyordum," dedim dehşete kapılarak. Gökhan'ın evindeyken kendimi güven içinde hissetmemin diğer nedeni de buydu.

"Bir sistem kırılabiliyorsa bunun tek nedeni sistemin güvenlik ağının zayıf olması değildir." Bana sert bir bakış attı. "Ya da diğer tarafın sağlam hackerları vardır."

"İçim rahatladı," dedim keyifsiz bir alayla. "Daha iyi bir güvenlik kurulumu yapamaz mısın? Tehlikedesin böyle."

Başını iki yana salladı. "Evimdeki en iyi son teknolojilerden, daha iyisi varsa bile gizli örgütler kullanıyordur."

"Yani senden daha güçlü ağlara sahip biriyle karşı karşıyayız." Gizli örgüt... Bir şimşek çaktı.

Tereddütsüzce, "İstediğimde güvenlik sistemlerini çökertemediğimi kim söyledi?" dedi.

"Bunu bir topluluğun yaptığını hayal ettim," dediğimde düşüncelerimi okudu. "Gizli örgüt mü?" Başını iki yana salladı. "Öyle olsa yalnızca benimle sorunları olurdu. Tabii bir de gizli de olsa çok fazla kişinin dahil olduğu bir plandan bilgi sızdırılması kaçınılmaz olur."

"Her şey mümkünmüş gibi geliyor artık." Özellikle de Gökhan'ın evindeki güvenliğim bile yetersiz olabileceği kanıtlandıktan sonra. Başımı cama yasladım ve dışarıyı seyrettim. En azından Gökhan'la ilgili zihnime sızan şüphe toz olmuştu. Aradan birkaç dakika geçmişti ki önceki konudan tamamen bağımsız olarak, "Çınar tutuklanmayacak, değil mi?" diye sordum. Aslında bir soru değildi. Bundan emindim.

"Tabii ki tutuklanmaz. Net bir delil olsa bile, onun gibi diğer insanlar nasıl tutuklanmıyorsa o da yırtacaktır. Ses tonun tutuklanmasını pek istemiyor gibi çıktı?" dedi neredeyse sert bir tonlamayla. Göz devirdim, cevap vermeye bile gerek duymadığım absürt bir soruydu.

Gökhan'ın bahsettiği, tam olarak uçurum sayılmasa da yüksek noktadaki bir yerleşke kenarına geldiğimizde eve gitmeme kararımın ne kadar akıllıca olduğunu anladım. Arabayı kenara park eder etmez kendimi dışarıya attım. Artık tamamen kararmış havanın içinden karşıdaki deniz sonsuzluk gibi görünüyordu. Kış ayında olduğumuz için denizden ılık bir esinti geliyordu. Düşündüğümden yüksek bir noktada olmalıydık çünkü şansımıza açık gökyüzünde yıldızlar belirgindi.

Gökhan yanıma yaklaşmadan arsızca uzanmış çimlerin nemli olmasına aldırmadan uzandım. Gökyüzündeki yıldızların görüntüsüne, denizin kayalara çarpan sesi eşlik ediyordu. "Bugün çok korktum," dedim bunu itiraf ederken biraz sıkılarak. "Korku insanı aciz hissettiriyor." Ayakta dikilen Gökhan başını yana çevirip bana baktı. "Ama sen korkusuzdun," dedim ve ne düşüneceğini kestirerek hızlıca düzelttim. "Biliyorum seni kendimle kıyaslamam saçma." Çimlerdeki nem henüz hırkamın altına geçmese de soğukluğunu hissedebiliyordum. "Yine de kendimi çok güçsüz hissettim. Tek başıma bir halta yaramıyor gibi."

"Saçmalıyorsun," diye homurdandı. Sonra o da ihtiyatlı bir hareketle dibime uzandı. Bedeni bedenime temas ediyordu. "Kendi üzerine fazla geliyorsun, Balaban. Senin yerinde kim olsa daha paranoyakça davranırdı." Gözlerimi kapatmak o an verebileceğim tek tepkiydi. Esintinin yüzümü yalamasına izin verdim. "Ben de ilk kez karakola gönderildiğimde endişelenmiştim. Bu işler filmlerdeki gibi değil. İnsan olan herkes korkar, sonuçta polislerle başın belada büyümedin. Kendinden korkusuz olmanı beklemek aptalca."

Güldüm. "İlk zamanki Gökhan olsaydı korktuğum için alay ederdi." İlk zamanki Gökhan olsaydı beni kurtarmak için bırakın bugünkü çabayı sarf etmeyi, kılını bile kıpırdatmazdı.

"Eh, sürekli karakolluk olursan ve her seferinde aynı şekilde korkarsan alay edebilirim tabii." O da benim gibi bir süre için duraksadı. Sessizlik aramızdaki boşluğa usulca yerleştiği an Gökhan konuşarak defetti. "İlk zamanlardaki Balaban olsa şimdiki gibi bir seri katil özelliklerine sahip olmayı istemezdi," diye konuyu değiştirdi.

"Ne demek istiyorsun?" dedim sözlerine karşı irkilerek.

"Yani kusursuz bir şekilde keskin nişancı olmak istiyorsun, normal silahı da kusursuz kullanmak istiyorsun ve ortada delil bırakmamak konusunda eskisinden daha endişelisin. Korkusuz olmak istiyorsun. Duygularını, parmaklarının ucunda oynatabileceğin bir kukla yapma konusunda iradelisin. Kısacası içine çekildiğimiz, etrafımız yığınla katille çevirirken içlerinden sivrilmek profesyonel olmak istiyorsun. Ve tüm bunlar için bahanen var," dediği an sözünü kestim.

Kaşlarımı çatıp sinirle, "Kendimi korumak için," dedim.

"Evet, bahanen tam olarak bu. Biliyor musun, tanıdığım çoğu seri katilin bahanesi başlarda budur." Başımı çevirdim. Yutkunduğunda yukarı çıkıp aşağı kayan adem elması dikkatimi dağıttı. "Bunu asla istemiyorum, Balaban."

"Neyi?" Sesimde Gökhan'ın söyledikleri yüzünden ortaya çıkmış endişe vardı.

"Katil olmanı." Duraksadı. "Benim gibi olmanı. Bu iş bittiğinde eski, sorunsuz hayatına dönmeni istiyorum." Eski hayatım... Düşünemedim, hayal edemedim bile. Öylesine uzak geliyordu ki, sanki elimi kaldırdığımda bir yıldıza dokunmak daha mümkündü. "Ama artık imkânsız olduğunu biliyorum." Ağzımı birkaç kez açıp kapadım ancak hava yutmaktan öteye gidemedim. Hayretten diyecek bir şey bulamıyordum. O kadar acımasızca konuşuyordu ki...

Neydi bu his? Kendime itiraf edemediğim acımasız gerçekler mi?

"Çünkü sen zaten çoktan seri katil oldun. Kendini ve beni korumak için bile olsa. Bana yardımcı olmak istemendeki amaç da bu." Gökhan da başını çevirip bana baktı. Göz göze geldiğimizde kalbim delicesine çarptı. Saçmaydı, sanki ilk kez göz göze geliyorduk ve ilk görüşte şey gibiydi... "Benim yaşadığım hayatı benliğine daha uyumlu buluyorsun, değil mi? Kendini bulduğunu hissediyorsun." İtiraz etmek istediğimi yüz ifademden seçti. "Keskin nişancı kullanırken neden o kadar hevesliydin? Ya da neden başta kimseyi öldürmeye hakkım olmadığını söylerken o gece beni koruma iç güdüsüyle hiç düşünmeden dört kişi öldürdün? Elin bile titremedi, Balaban. Silahları tutarken elin bile titremiyordu. Tuhaftı çünkü ilk zamanlar benim bile elim titrerdi. Üstelik normal bir hayat yaşayan insan için tüm bu cinayetler delirtici olacakken senin akıl sağlığında hiçbir bozulma olmadı. O cesetleri gördüğünde sadece ürküyorsun. Üzerinden saatler geçtiğindeyse gülebiliyor, eğlenebiliyorsun. Katil ruhlu olmasaydın buhran geçirmen gerekiyordu ancak sen azimle cinayetleri soruşturmaya uğraşıyorsun." Başını yeniden gökyüzüne çevirdi. "Daha saymamı ister misin?"

"Hayır," dedim direkt. "Sürekli zırlayıp duran işleri zorlaştıran biri mi olsaydın? Yanında öyle bir senin için daha mı uygun olurdu?"

"Hayır. Aslında benim için olabilecek en uygun kişisin," dedi. "Bahsettiğin biri gibi olsaydın sana bir dakika bile tahammül edemezdim. Ama hayatının mahvolmasını istediğim en son kişi de sensin." Son cümlesi üzerinde düşünmemi engellemek adına başka konuya atladı. "Elini kolunu bağlayıp seni muhafaza edemem. Yaşadığım sürece başına bir şey gelmesine izin vermem ama sen yine de her zaman dikkatli ol. Ben olsam da olmasam da."

"Yani sana yardım etmeme izin verecek misin?" diye sorduğumda cümleler ağzımdan çıkar çıkmaz ben bile şaşırdım ve kaşlarımı çattım. Gökhan'sa kahkaha attı çünkü kendime hâkim olamayarak söylediğim şey haklılığını ispat etti. Dilimi ısırıp koparmak istedim.

Neyse ki konu üzerinde durmadı. Derin, sesli bir soluk alıp verdi. "Annenle ilgili her şeyi anlatmamı istemiştin," dediğinde tekrar ciddiyete bürünmüştü. "Bu konuyu son kez konuşup bir daha hiç açmayacağım." O esnada rüzgâr sertçe esti, titredim.

Benden bir karşılık beklediğini fark edince, "Dinliyorum," dedim. Ama farkında olup görmezden geldiğim gerçekleri dinlemeye pek istekli değildim. Yine de bilmem gerekiyordu, berbat da olsa benimle ilgili olan bir konuydu.

"Annen küçük yaşta geneleve düşmüş. Doğru söylediği sayılı noktalardan biri ailesi yüzünden sokaklara, sokaklardan da hayat kadınlığına itildiği. Bakireymiş. Onun bakireliğini alan kişi ise baban." Nefesimi tuttum. "Annen bir süre babandan başka kimseyle birlikte olmamış çünkü baban böyle istemiş. Ona, onu kurtaracağına dair bir sürü vaatler vermiş. Ancak onu her görmeye gittikten sonra eline para tutuşturmaktan öteye gitmemiş. Annen babana âşık olmuş ve geneleve düşüşün verdiği travmayı bu sayede atlatmış. Ta ki sana hamile kalana kadar." Midemden yukarıya acı bir tat tırmandı. Sanki akşam karanlığının içinden uzanan eller boğazımı sıkıyormuş gibi boğuldum. Yüzümü buruşturup öksürmek zorunda kaldım. Gökhan çimlerin üzerindeki elime kararsızca dokundu. "Devamını duymak istemiyorsan söylemen yeterli." Titriyordum ama bunun sebebinin havanın soğukluğundan olduğunu söylemek istedim ancak istemekle kaldım.

"Hayır, sorun yok. Devam et lütfen." Sesim bomboştu ve sessizdi ancak kanım donmuştu.

Bir an için kararsız kalsa da devam etti. "Hamile kaldığında da ilk aylarda yanına gitmiş. Annen oradaki arkadaşlarına, babanın bebekle ilgili tek kelime etmediğini söylemiş. Bahsini ne zaman açsa çabucak konuyu geçiştiriyormuş. Sonra, karnı büyüdüğünde ve cinsel ilişki yasaklandığında işin ciddiye gittiğini görmüş. Annen orada doğuramayacağını, artık sözünü tutmasını ve kendisini oradan götürüp bir aile kurmaları gerektiğini söylemiş. Ama baban o günden beri bir daha yanına gitmemiş. Annen büyük bir depresyon geçirmiş. Defalarca kez intihar etmeye kalkıştığı için en sonunda onu bağlamışlar." Burnum sızladı, gözlerime aniden bir alev topu yerleştirilmiş gibi ısındı. Boğazım acıyordu, belki çığlık atarsam geçerdi fakat kendimde o dermanı bulamıyordum. "Sonra hastanede doğum yapmış ve seni," duraksadıktan sonra sert bir nefes verdi. "Kadınları fuhuşa zorlayan bir çeteye satmak istemiş. Arkadaşlarına da 'o domuzun picini büyütmem' demiş."

Sesli, anlam yüklü bir nefes aldım. Boş bakışlarım gökyüzünde asılı kalmıştı. Rüzgâr esintisi ve dalgaların sesi sinirimi bozmaya başlamıştı. Şimdi daha iyi anlıyordum üvey annemin bana neden "yüzsüz, istenmemesine rağmen gebermiyor," dediğini. O zamanlar küçüktüm, kelimelerin anlamını bile bilmiyordum. Sonrasında da üzerinde düşünmeye değer görmemiştim fakat şimdi anlıyordum. Ve anladığım için kalbim sancılanıyordu.

"Annenin arkadaşı babana ulaşmış ve yalvar yakar seni kabul ettirmiş," diye yavaşlayan sesiyle sonlandırdı.

"Bana en başından anlatsaydın," dedim dakikalar süren uğursuz sessizliğin ardından. "Senden bana yalan söylemeni istemedim." İçimde devasa, kocaman bir boşluk açılmış ve herkesin söylediği yalanlar o boşluğa gömülmüştü. Hepsini çekip çıkarmak istiyordum.

"Büyük beklentilerin vardı, hayal kırıklığına uğramanı istemedim." Elini elimden çekince daha fazla titredim. "Bir de belki ona yeni bir hayat verirsek düzeleceğini ve seninle ilişkisini onaracağını umdum. Artık yaptığı işe bağımlı olduğu aklımın ucundan bile geçmedi."

Elbette onu suçlamaya devam edemezdim. Çünkü ben bir dolaplar çevirdiğini anladığım halde anlamazlığa vermiş, konun üzerine kasti olarak düşmemiştim. Dolayısıyla o beni değil, ben kendimi kandırmıştım.

Zalim, boğucu soğuk gitgide kendini hissettiriyordu. Belki de soğuyan yalnızca vücudumun ısısıydı. "Hayatımdaki tek güzel şey kardeşimdi," dedim aniden duygu yüklenen cılız sesimle. O evde beni yabancı gibi hissettirmeyen tek kişi oydu... Yeniden, bu kez daha şiddetli titredim. Gökhan yan döndü, başta sarılacak sandım ama belime doladığı kollarıyla beni kendi bedeninin üzerine çekti. Sonra güçlü kollarını sırtımdan geçecek şekilde bana doladı. Bedenlerimiz aniden birbirine girmişti. Sert kaslarını hissedebiliyordum. Sarsıldım, kendimi ilk kez bu kadar güçsüz hissediyordum ve ilk kez birine sığınıyordum. Yüzümü göğsüne koyarak örttüm. Boğazımdaki yumru daha da büyüdü.

"Neden ağlamamak için bu kadar direniyorsun?" dedi usulca. Ağlamamak için direnmiyordum. Ağlayabilmek için her şeyimi verebilirdim ama sanki acılarım buzdan bir kesenin içinde gaddarca muhafaza ediliyordu. "Bir gün patladığında kolayca toparlanmayacaksın." Haklıydı, ne zaman püsküreceği belli olmayan, içinde volkanları taşıyan koskoca bir dağ gibiydim. Bir gün kendimden koca bir enkaz yaratacağımı biliyordum.

"O zaman beni toparlayan kişinin sen ol." Ağlamama rağmen sesim saatlerce ağlamışım da gözyaşlarım yeni dinmişçesine tumturaklıydı.

"Gözlerini açtığında," dedi kararla, "Yanı başında ilk göreceğin kişi ben olacağım."

Ona karşı minnetle doldum. Kimliğine rağmen benimleydi, kimsenin olmadığı kadar destek oluyor ve... Aile gibi hissettiriyordu. Özellikle son zamanlardaki beklentisiz, çıkarsız desteği daha güçlü olmama neden oluyordu: Gökhan beni güçlü kılıyordu. Katil olmasına rağmen... Başımı göğsünden ayırıp boynuna götürdüm ve dudaklarımı tenine bastırdım, bedenimin altındaki kasları gerildi. Geri çekildiğimde burnum burnuna değdi. "Teşekkür ederim," diye fısıldadım.

Çünkü hayatımda en büyük teşekkürü hak eden kişi Gökhan'dı.

❄️

Bölümü nasıl buldunuz?

Bence Gökhan ve Merve arasındaki ilişki artık daha net.

Merve'nin annesi hakkında gerçekler ne hissettirdi?

Bölümde en sevdiğiniz kısım neresiydi?

Instagram: nn.okuyucu

Continue Reading

You'll Also Like

367K 32.5K 29
Seha Bey bir ayağını öne atıp ona dengesini vererek şöyle bir durdu. Leyla'yı kısacık üstün körü süzdü. Rahatsız eden bir bakış değildi ama olmasa da...
1.3M 54.3K 46
~TAMAMLANDI~ 0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kate...
52.6K 2.1K 21
UYARI: Kitap içerisinde nude gönderme gibi olaylar var, etik kurallarınıza uymuyorsa okumanızı tavsiye etmem. Şahsıma edilen en ufak hakarette engell...
702K 26.7K 87
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...