Fabrikatörün Kızı

By hqlivelly

1.5M 91.5K 26K

"Yanlış anlamayın lütfen, bir anneye göre çok gençsiniz, bekar mısınız?" Kucağımda ki bebeğin bana ait olduğu... More

Tanıtım|Fabrikatörün Kızı
Bölüm 1 'Koş Onu Yakalayana Kadar'
Bölüm 2 'Kelepçelenmiş Aşk'
Bölüm 3 'Cesaret Kırıntıları'
Bölüm 4 'Kurtarıcı Melek'
Bölüm 6 'Karmaşık'
Bölüm 7 'Tehlikeli Sular'
Bölüm 8 'Vurgun'
Bölüm 9 'İntihar ipi ve Yıldızlar'
Bölüm 10 'Hayal Kırıklığı'
Bölüm 11 'İhanet Ateşi'
Bölüm 12 'Saklanmalıyız'
Bölüm 13 'Duman karası Yalanlar'
Bölüm 14 'Sınanmalar'
Bölüm 15 ' Belirsiz Kıskançlıklar'
Bölüm 16 'Serhat Şehrine Veda'
Bölüm 17 'Yokuş Aşağı Düşen Gerçekler'
Bölüm 18 'İntihar Kokan Öpücük'
Bölüm 19 'Dört Rakamına Asılan Geçmiş'
Özel Bölüm '23 Mayıs 2018'
Bölüm 21 'Kefareti İkimizin Boynuna'
Bölüm 22 'Tek Yol Bileti'
Bölüm 23 'Anlamsız Zincirlemeler'
Bölüm 24 'Mecruh'
Özel Bölüm 'Geçmişe İltica'
Bölüm 25 'Ebediyete İntikal'
Bölüm 26 'Ruha Kelepçe'
Bölüm 27 'Plan Dışı Olaylar'
Bölüm 28 'Aşkta ve Savaşta Her Şey Mübah
Bölüm 29 'Tehlike Benim'
Bölüm 30 'İnşiraha Kavuş'
Bölüm 31 'Hayaller Alemi'
Bölüm 32 'Tanışma'
Bölüm 33 'Sırlar Perdesi'
Bölüm 34 'İntikam Kokusu'
Bölüm 35 'Savunma'
Bölüm 36 'Dinle Beni'
Bölüm 37 'Sarhoş Olmak İstiyorum'

Bölüm 5 'Tıkırında İşleyen Planlar'

49.8K 3.1K 1.5K
By hqlivelly

Perdenin arkasında hareket eden birkaç figüran vardı ve bunlar kesinlikle benim Cihangir'e oynadığım oyunlardı.

Her şey tıkırındaydı.

Fazla tıkırındaydı.

'Telefon numaranı alabilir miyim?'

Normal şartlar altında bu teklifini asla geri çevirmemem lazımdı. Zira aşık olduğum adamdı.
Fakat öyle olmadı.

Zor kadını oynamak her zaman daha cazip gelmişti.

Sonuçta erkekler onlarla oyun oynayan kadınları severlerdi.

Cihangir yüzüme beklentiyle bakarken, gözlerimin arkasına sahte bir maske düştü.

"Üzgünüm... Tanımadığım bir erkeğe numaramı vermem pek etik olmaz."

O tanımadığın adamın hayatını kurtardın ama...

Bakışları anlık sekteye düştü. Çünkü numaramı vereceğime adı gibi emindi.
Anlaşılan yakışıklı doktoru şimdiye kadar hiçbir kadın geri çevirmemişti.

Bu duruma alışsa iyi ederdi, ben Efsun Beria'ydım.
Hiç kimseye benzemezdim.

Uzun ve ince parmaklarım havalandı ve omzuna doğru birkaç kez vurdu.
"Neyse, ben artık gideyim. Kendine iyi bak."

Bakışlarına bir öfke silsilesi indiğinde muhtemelen kendine reddedilmiş erkek profilini yediremiyordu.

Üzgünüm Cihangirciğim...

*******

Nil'in olabildiğince yavaş kullandığı arabadan hızlıca indiğimde, ters bakışları direkt yüzüme çevrilmişti.

Tek kaşım havalandığında, elini susmam için kaldırdı.
Oysa henüz ağzımı bile açmamıştım.

"Sus sus. Sakın konuşma, hala inanamıyorum. Numaranı nasıl vermezsin?"

Ona olayları anlattığımdan beri aynı tepkiyi veriyordu.
Yüzünde ki dehşet ifadeye gö, devirdiğimde devam etmişti.

"Aklım almıyor, sen ki her gezdiğin yerde 'çapkın kız, çapkın kız benim adım çapkın kız' imajını veren birisin. Telefon numaranı vermemekte neyin nesi?"

"Ya Nil yeter, biraz düşün..."
Az önce benim yaptığım gibi tek kaşını kaldırdığında, düzleştirdiği kömür karası saçlarını geriye doğru itmişti. Devam ettim.
"Eğer direkt numaramı verseydim, her şey çok basit olurdu. Şu an onun gözünde, hayat kurtarıcı bir melek ve aynı zamanda zor kız olan bir Efsun var."

Geldiğimiz hastaneye doğru ilerlerken etrafta gözlerimi gezdirmeyi ihmal etmedim.

Belki onu görürdüm.

"Erkekler net kadınlardan hoşlanır, Efusuncuğum."

Bu düşüncesine karşılık şiddetle kafamı iki yana salladım.
Eğer tüm erkekleri Tolga gibi sanıyorsa büyük yanılıyordu.

"Aksine... Gizemli tipler her zaman hoşlarına gider. Çift karakterli olacaksın ki, seni çözebilmek için peşinden gelsin."

Çoktan hastaneye girmiş ve asansöre doğru adımlamıştık.

"Ya gelmek istemezse, adam oldukça yakışıklı, zengin, dahası doktor..."
Asansör düğmesine bastı ve kapılarının kapandığını gördükten sonra ekledi.
"Onun etrafında senin gibi bir sürü-"

Asansör kapısına doğru bakan bedenimi hiddetle ona doğru çevirdiğimde anında susmuştu.
Suskunluğundan faydalanıp konuşmayı devraldım.

"Benim gibi bir sürü kız öyle mi? Kimmiş o kızlar, bana benzedikleri için tek tek arayıp tebrik edeceğim."

Zira hiçbir dişi sinek bir Efsun Beria etmezdi...

"Ay iyi be, sana burada akıl veriyorum."

Yüzümde eğrelti duran bir gülüş yerelştirdim.
Nil'i seviyordum, kuzenden öte arkadaşımdı ama malesef lanet kan bağı, belli zamanlarda baş gösteriyordu.

Baba tarafı olduğunu bazen belli ediyordu.

"Bana akıl verme kuzen, kendin için kullansan yeter."

Sonunda açılan asansör kapıları, iki yana doğru süzüldüğünde hiç beklemeden inmiştim.
O muhtemelen kendi işinin başına giderken bense hemen karşımda olan odaya doğru adımladım.

Beyaz kapısının hemen yanında yazan yazıya kaymıştı mavi gözlerim.

Doktor Pınar Bostan.

Kendisi alanının en iyilerindendi.
Ve hasta kalbimi, iyileştirmeye çalışıyordu...

Elim yumruk şeklini aldı ve beyaz kapıya tam iki kez indi.
Çok kısa bir süre içinde içeriden 'gel' komutunu aldığımda gülümseyerek içeri girmiştim.

Masasında oturmuş, önündeki birkaç dosyayı inceliyordu.
Beni gördüğü an da hemen ayağı kalktığında, kollarını çoktan iki yana açmıştı.

"Efsun'um hoşgeldin."

Normalde hastalarıyla olan ilişkisi gayet resmiyken, bizim aramızdaki sarmaşıklar fazlasıyla kuvvetlenmişti.
Ve bu sebepten ötürü gereksiz resmiyet zamanla yıkılmıştı.

Arkadaş sayılırdık.

Açtığı kollarının arasına hemen girdiğimde, gözlerimle onu süzmeye çoktan başlamıştım.

Kapalıydı ve taktığı siyah şal ona oldukça yakışmıştı.
Siyaha tezat beyaz bir elbise giymişti ve elbisesinin göğüs kısmında üç tane papatya vardı. Kıyafetlerinden bile ne kadar naif bir kadın olduğu belli oluyordu.

Güzel kadındı vesselam.

Benden ayrıldığında, kahverengi gözlerini hafifçe irileştirmişti.

"Heyecanlı görünüyorsun."

Onunla aynı yerdeydim, nasıl heyecanlı olmazdım.

"Varlığı... Beni heyecanlandırıyor, biliyorsun."

Oldukça uzun kirpikleri, alt kirpiği ile kelepçelendiğinde gözlerini birkez yumup açmıştı.
Burnunun üstünde duran dinlenme gözlüğünü, işaret parmağıyla ittikten sonra konuştu.

"Bu Cihangir'i en sonunda ortadan kaldıracağım. Hastamın kalbine iyi gelmiyor."

Oysa en çok iyi gelen oydu.

Dudaklarım iki yana hayasızca kıvrıldığında, o da gülümsemişti.

Eliyle masasını gösterdiğinde, önden kendi koltuğuna oturmuştu. Bende masasının önünde duran deri koltuklardan birine oturduğumda bakışlarımı ona çevirmiştim.

"Bir şeyler içmek ister misin?"

Kafamı hızlıca sağa sola, olumsuz manada salladım.
Dudaklarını birbirine bastırıp, omuz silktiğinde eline masanın üstünde duran kağıtları almıştı.

"Raporlarını inceledim..."
Bir eliyle dosyaları tutarken, diğer eli masada ritim tutar haldeydi."
Bakışlarım tırnaklarına kaydığında, onun stresten ötürü sürekli tırnak yediğini birkez daha hatırlamıştım.
"Her şey yolunda görünüyor. Bunda ilaçların payı yüksek tabii ki."

Lanet olasıca ilaçlar.

Gün içinde almam gereken belli başlı haplar vardı ve malesef onları içmediğim zaman kalbim beyaz bayrak sallayacaktı.

Ve sırf bu yüzden belli günlerde, kontrole geliyordum. Bana kalırsa iyiydim fakat etrafımdaki kimse böyle düşünmüyordu.

Uzun bir süre o anlattı, ben dinledim.
Bir kum saati tepetaklak olmuş bir şekilde, kumlarını süzdü ve ilk gözesinde hiç kum tanesi bırakmayana dek durmadı.

Pınar'ın bana verdiği bir ton nasihatten sonra ayağı kalktığımda, o da ayaklanmıştı.

İlk geldiğimde yaptığı gibi beni kolları arasına aldığında aynı zamanda konuştu.

"Aşağıya kadar sana eşlik ederdim ama..."
Eliyle camı gösterdi ve esen rüzgara bakarak devam etti.
"Üçgenim bozulsun istemiyorum."

"Üçgenin?"

Parmakları bonesi ve şalı arasında kalan küçük tepeciği bulduğunda kıkırdadım.

"Aman aman, üçgen önemli... Neyse gideyim artık."
Omzumdan düşen çantayı, düzelltiğimde arkamı çoktan dönmüştüm.

Birkaç adımda beyaz kapıya ulaştığımda, elim tam kapı kulpuna giderken Pınar'ın sesiye durdum. Ve omzumun üstünden ona baktım.

"Bu arada Efsun... Çok aşık olma olur mu? Kalbin zamanın birinde iflas etsin istemeyiz."

Oysa ne tecrübeler sığdırmıştı bu cümlesinin arkasına.

Ben anlamamıştım, zira henüz çok toydum.

Oysa nereden bilebilirdim ki, kalbimi iyileştirmeye çalışan kadının tüm söylediklerinin doğru olduğunu?

"Kimse... Buna o da dahil. Kalbimi iflas ettirecek güçte değil. İzin vermem."

Dudaklarına manidar bir gülümseme, intihar ipiyle asıldığında, ellerini beyaz önlüğünün cebine yerleştirdi.
Ve öylece gidişimi izledi.

*******

"Tolga, bak eminsin değil mi evde olduğuna."

Gözümün birini kapatmış, bir diğeriyle de kapının gözünden karşı eve bakıyordum.

"Yüz kere mi söyleyecek, sen gelmeden önce eve girdi. Bir daha da çıkmadı."

Derince ofladığımda, hemen nişanlısının yanında ayakta dikilen Nil lafa atladı.

"Aşkım, kızıyorsun ama numaranı verseydin eğer şu an kapı gözlemek yerine beraber yemek yiyor olurdunuz."

Olur muyduk?

Ah siktir!

"Hani bu adam her gece spor salonuna gidiyordu."
Nil ve Tolga fbı ajanı gibi Cihangir'in evini yedi yirmi dört izliyorlardı.
Ve gün sonunda da bana rapor ediyorlardı.

Planımızın bir diğer maddesine göre de Cihangir, her gece saat 2.00' da sitenin spor salonuna inip, kimse yokken spor yapıyordu.

Ve tesadüfün böylesi, bizimde bu gece spor yapasımız tutmuştu.

Bak şu işe!

"Efsun bir şey söyleyeceğim."
Nil'in hafif heyecanlı sesine karşılık ağzımdan küçük bir homurtu çıkarmıştım.

"Hım?"

"Yarın, bizim hastanenin açılış yıl dönümü ya hani-"

Gözlerimi büyüterek ona baktığımda, Tolga esneyerek bedenini duvara yaslamıştı.

"Yarın Maran Hastanesi'nin açılış yıl dönümü mü?"
Kafasını olumlu manada salladığında çok geçmeden sitemli bir ses tonu ile devam ettim.
"Benim neden bundan daha yeni haberim oluyor... Pınar'da söylemedi, görüyor musun kahpe doktoru."

"Söylemez tabii. Sadece hastane çalışanları, Maranoğlu ailesi ve onların dostları gelecekmiş."

Anında yüzüm düştüğünde, dudaklarımı bükmüştüm.
Oysa o davete katılıp, Cihangir'in sürekli etrafında olabilirdim.

Nil, düşen yüzümü gördüğünde yüzüne hain bir gülümseme yerleştirmişti.
"Ama merak etme, her çalışan yanına sadece bir tane arkadaşını getirebiliyor."

"Ve o da benim."
Kollarını birbirine kavuşturmuş ve uykulu gözlerle bizi dinleyen Tolga konuştuğunda, kaşlarımı çatarak ona bakmıştım.

Nil benim kuzenimdi. Ve tabii ki ben gidecektim.

"Seninle bunun tartışmasını bile yapamayacağım, farkındaysan biz akrabayız. Aramızda kan bağı var."

Bence önce sürdüğüm sebepler, haklı olduğumun en büyük kanıtıydı.

"Kan bağı neymiş kızım..? Bizim aramızda kalp bağı var."

Kaşlarım olabildiğince çatıldığında gözlerimi anında Nil'e çevirmiştim.
O ikimizi de eğlenen bir ifade ile izliyordu.

"Seçim yap. Canından, kanından, ailenden bir parça olan kuzenin mi yoksa..." Elimle Tolga'yı gösterdim ve devam ettim.
"Aranızda sadece soyut bir bağ olan, annesi gaddar, babası cimri olan bu adam mı?"

Nil'i bilerek can evinden vuruyordum zira Tolga'yı ne kadar çok seviyorsa, ailesinden de bir o kadar nefret ediyordu.

Nil, anında Tolga'ya tiksinç bir bakış atarken hemen kollarını bana sardı.
"Sen tabii ki aşkım."
Ben de ona sarıldığımda şoka girmiş bir şekilde Nil'e bakan Tolga'ya el hareketi çekmeyi ihmal etmemiştim.

Orta parmak göstermek bir zevk meselesiydi...

"Ulan, ben bir de bu kadınla evleneceğim. Hayatım, istersen evlendikten sonra da Efsun, benim canımdan, kanımdan diyerek aramıza yatır."

Nil benden ayrıldıktan sonra anında bakışlarını nişanlısına çevirmişti.
"Fena fikir değil aslında."

Bu fikre karşılık ben yüzümü buruştururken, Tolga aksime sessiz kalmamıştı.

"Bu Allah'ın cezası pislik öyle huzursuz etti ki beni, içime öyle bir kurt düşürdü ki. Acaba dedim."

Aynı anda kahkahalar atmaya başladığımızda, kapının arkasından gelen sesle saniyesinde susmuştuk.

Yönümü hemen kapıya çevirdiğimde, vakit kaybetmeden kapı deliğinden bakmıştım.

Cihangir Maranoğlu, tüm asaletiyle evinden çıkıyordu.
Altında çok kısa olmayan bir şort ve üstünde içini belli eden beyaz bir tişört vardı.

Gözlerimi anında tam çarpazımdaki aynaya çevirdim ve kendimi baştan aşağı süzdüm.

Siyah bir tayt ve siyah yarım bir atlet.
Elimdeki matara, boynumdaki havlu ile bence gayet de spora yapmaya hazırdım.

Bakışlarımı Nil'e çevirdiğimde onunda hazır olduğunu görmek bir nebze içimi rahatlatmıştı.

"Tolga, biz çıkıyoruz. Sakın arkamızdan gelme. Kız kıza spor yapıyormuş gibi bir imaj çizelim."

Nil'de beni tasdiklemek için kafasını salladığında heyecanla kapıyı açtım.

Geniş sırtı bize dönüktü.
Muhtemelen yüzümüze dahi bakmadan yanımızdan geçip gidecekti.
Elindeki spor çantasını, sol elinin parmaklarına aldı ve sırtına doğru çıkardığında derince yutkundum.

Bir şeyler yap Beria... Adam yüzüne bakmadan gidecek.

"İnanamıyorum, sen de mi burada oturuyorsun?"

Sesimi duyunca hareketleri anlık sekteye uğramıştı.
Ağır çekimde gibi, yüzünü bana döndüğünde tek kaşı havalanmıştı.

Bakışları, önce tüm yüzümde gezindi.
Ardından usulca bedenime baktı.
Vücuduma batan tüm oklar beni iyice tedirgin ederken, boğazıma oturan yumruyu gidermek amacı ile yutkundum.

Yanımda duran Nil'e ondan hoşlanmadığını belli eden bir bakış attığında, dudaklarımı dişledim.
Muhtemelen o geceyi hatırlatmıştı.

"Gereksiz tesadüfler..." Lacivert gözleri, gözlerime kaydığında devam etti.
"Sence de çok fazla değil mi?"

Bir şeylerden şüphelenmeye mi başlamıştı?

Kesinlikle.

Ben de zaten bunu istiyordum. Gözüne batalım, sürekli beni düşünsün ve bir an da ortadan kaybolayım.

Cihangir Maranoğlu ile kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacaktım.

Umursamaz bir şekilde omuz silktim.
"Tesadüflere pek inanmam, bizi birleştiren şey kader bence."

Kader... İkimizi kelepçelemişti.

Gözlerine bir sis dumanı düştü. Bakışları açıkta kalan boynuma tırmandı. Usul usul izledi.

Beni süzmeyi bırakabilir miydi?
Eriyip gitmekten korkuyordum.

Dudağının kenarını hiç de tekin olmayan bir ifade ile kıvırdığında, ciğerlerimden aşağı doğru ılık bir sızı akıp geçti.

********

Üzerinde olduğum koşu bandına nefret dolu bakışlar atarken, aynı zamanda salonun boş olması beni rahatlatmıştı.

Ben spor yapmaktan anlamazdım ki.

Gözlerimi hemen yanımda, müzik dinleyerek koşan kuzenime çevirdiğimde tekrar göz devirdim.

Bu ne azimdi arkadaş!

Balık etli kızlar, kim ne derse desin zayıflardan öndeydi. Konu tartışmaya kapalıydı.

"Nil, yanına gitsem mi?"

"Gidip ne yapacaksın, kaslarını mı izleceksin."

Salak salak sırıttım, izlerdim. Yani izlesem güzel olurdu.
Ah ah, kum torbasını nasıl yumrukluyordu acaba.

Yarası-

Bir dakika lan.

Bu adam yaralıydı.

Hangi ara toparlandı da, spor yapmaya karar verdi.

"Ben gidiyorum."
Koşu bandının düğmesine basıp, durmasını sağladığımda hızlıca inmiştim.

"Nereye gidiyorsun?"

"Baklava yapımını izlemeye gidiyorum... Bayramda seyranda ihtiyacım olabilir."

Yüzüme dehşet bir ifadeyle baktıktan sonra kafasını iyi yana, olumsuz bir şekilde salladı.
"Boynuna tabela asacağım artık, 'ben bir malım, gelin beni alın."

Onu umursamadan yanından gittiğimde, hemen yan tarafta olan odaya doğru ilerledim.

Derin nefes al Beria.

Altı üstü torba yumrukluyordur.
Baklavalarıyla.

Belki üstü giyiniktir.
Umarım değildir.

Gözlerim sonunda onu odağına aldığında, kaburgamın her bir parçasında dikenli güller yeşerdi.

Ellerinde beyaz sargı bezleri vardı ve önünde ki devasa siyah kum torbasını hızlı hızlı yumrukluyordu.
Her attığı yumrukta gerilen kaslarına düştü bakışlarım.

Vücudunun belli başlı yerlerine yaptırdığı dövmeler, kollarına kadar uzanıyordu ve ona oldukça maskülen bir hava katmıştı.

Şu an kafamın içinde birileri 'terliyorum terliyorum' diyerek bağırıyordu.

Sanki onu izlediğimi fark etmiş gibi omzunun üstünden bana baktığında, yumrukladığı torbayı eliyle durdurmuştu.

"Hayırdır?"

Ne kadar da kibar bir beyefendi!

"Yaralı değil misin sen..."
Ona doğru adımladım ve zemine göre yüksekte olan ringe ilerleyip, mavi kolonlarının arasından geçtim.
İşte şimdi yüz yüzeydik ve ekledim.
"Dinleniyor olman gerekiyordu."

Baş parmağı ile dudağının kenarını kaşıdığında, bakışlarım yarasının üstünü gelişi güzel kapattıkları sargı bezine kaydı.

O beni umursamadan, hemen köşede duran boks eldivenlerini bana doğru fırlattı.
Neyse ki havada yakalayabilmiştim.

"Hadi giy."

Kaşlarım anında havalandığında, dudaklarımı birbirine bastırmıştım.
"Giyip ne yapacağım... Ben anlamam bu işlerden."

"Beni izlerken öğrendiğini düşünmüştüm."

Hay aksi şeytan!

"Seni izlemiyordum."
Anında itiraz moduna geçtiğimde, gülecek gibi olsa da kendini anında toparlamıştı.

Az önce uzattığı eldivenlerin kenarlarındaki cırt cırtlarını açtıktan sonra elime geçirdim ve bakışlarımı tekrardan ona çevirdim.

"Dövüşecek miyiz?"
Yok. Sevişeceksiniz Beria.

Önce benim vücuduma, ardından ise kendi vücuduna baktı.
Pekala, bu sanırım 'senin gibi biriyle neden dövüşeyim' demek oluyordu.

Anında kaşlarımı çattım ve devam ettim.
"Sen beni mi küçümsüyorsun... Seni yere serebilirim."

Burnundan güler gibi bir ses çıkardı ve sadece dudağının kenarını kıvırdı.
"Hadi ya, nasıl olacakmış o."

Bu adam bize meydan mı okuyor Beria?

"Sen beni bayağı bayağı küçümsüyorsun."

Terlediğinden ötürü alnına dökülen birkaç saç parçasını eliyle dağıttı.
"Sen ciddisin..." Bakışları yüzümde iyice dolandığında son derece ciddi olduğumu anlamış olacak ki devam etti.
"Hay hay, bana uyar."

"Ağlamak yok ama."

Bu sefer gür bir kahkaha attığında, nefesimi tutup onu izledim.
Kalbim... Bu kadar hızlı atma. Hastasın sen, kendine gel.

Ellerimi yumruk yapıp, iki yanımda tuttuğumda, bir süre beni izledi ve en sonunda bana biraz yaklaşıp, tıpkı benim gibi gardını aldı.

"Şu an seninle bu durumda olduğuma inanamıyorum."

Kaşlarım havalandığında, konuşmayı devraldım.
"Ne halde olmak ister-"

Çeneme yediğim küçük yumrukla, mavi gözlerimi olabildiğince açtığımda yüzüme siper ettiğim ellerimi indirdim.

"Bana vurdun."

Gözlerine eğlenen parıltılar indiğinde, doğru yolda olduğumu anlamıştım.
Ona doğru hızlıca ilerleyip, sol omzuna yumruğumu indirdiğimde hiç de etkilenmiş gibi görünmüyordu.

Hadi ama, bu kadar da güçsüz olduğumu düşünmüyordum.

Ona tekrar bir yumruk attığımda, ne olduğunu anlamadan kollarını boynuma dolamıştı.
Ve arkam dönük bir şekilde onun vücuduna yaslanmıştım.

Ateş bastı!

Cam yok mu cam?

Nefesi, boynuma ılık ılık değiyordu ve bu durum hasta kalbim için pek de iyi değildi.

"Hastanede ne işin vardı?"

Hareketlerim anında sekteye uğradığında, ikimizde öylece birbirimize yaslı bir şekilde durduk.

Beni görmüş müydü?
Üstelik ben onun olabileceği her yere baktığım halde onu görememiştim.
Nasıl fark edemediğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu, fakat yalan söylemek şu an daha çok işime geliyordu.

"Klasik sağlık kontrolleri."

Pozisyonumuz şu an çok da sağlıklı değildi. Ve düşünme yetkimi her an kaybedip, saçmalayabilirdim.
Biri bu adamı benden uzaklaştırabilir miydi.

"Kardiyoloji bölümünde mi?"

Pekala, düşündüğümden daha zeki olması işimi zorluyordu.

"Kalp hastasıyım."

Ve tam onun afaladığı sırada sağ ayağına, olabildiğince hızlı bir şekilde  vurmuştum.
Kolları anında gevşediğinde, tehlikeli bir tebessüm dudaklarımda yer edinmişti.

Kollarından çıktığımda, bir bana bir de vurduğum ayağına baktığında, tek kaşı anında havalanmıştı.

Onun boş anından faydalanıp, tekrar omzuna yumruk attığımda, bu seferde diz kapağına gelişi güzel bir tekme savurmuştum.

Ortaokul yıllarında, sadece iki sene boyunca taekwondo yapmış ve ardından sıkılıp bırakmıştım.
Nereden bilebilirdim ki, günün birinde işime yarayacağını.

Beklediğim aksine yere düşmemişti, fakat dengesi hafifçe sendelemişti.
Bana bilerek güç uygulanmadığının farkındaydım ama bilmezden gelmek daha çok işime geliyordu.

Omzunda olan kolumu bir an da tutup, geriye doğru kırdığında hafifçe inledim.
Kolumu sırtıma doğru büktüğünde az önce ki gibi yine sırtım onun göğsüne yaslanmıştı.

Bilerek yapıyor olabilir miydi?

Siktir!

"Bundan sonra doktorun benim... Pınar izinli."

Kaşlarım anında çatıldığında, o beni biraz daha kendine çekmişti.
Burnu, saçlarıma değiyordu ve bu durumu göz ardı etmek benim için oldukça zordu.

"Ne izni, bana bir şeyden bahsetmedi."

Eğer böyle bir durum olsaydı. Bugün bana söylemesi gerekmez miydi?
Gerekirdi tabii.

"İzin işte... Doğum iznine ayrıldı. Hamile."

Kolumu bıraktığında, çatık kaşlarımla ona doğru döndüm ve göz göze gelmemizi sağladım.

Doktor Pınar, hamile miydi?

"İyi de o daha evli bile değil ki..? Ayrıca hamile falan da değil."

"Hamile..."
Kendinden oldukça emin konuşuyordu, bir an ben bile acaba 'hamile mi' diye düşünmeye başlamıştım. Ve devam etti.
"Ben öyle istiyorum... Hamile olası gelmiş. O yüzden artık, doktorun benim."

Senin doktorun olabilmek için bahane mi uyduruyor bu adam Beria?

Bende senin hastanım zaten diyerek boynuna atlasam... Çok mu saçma olurdu.

Dayanamayıp, oldukça büyük bir kahkaha attığımda o gözünü dahi kırpmadan beni izliyordu.

Bu hikayede yanan Doktorum Pınar olmuştu.

Sonunda gülüşüm yavaşladığında, gülüşüme bakarak yutkunmuştu. Bunu adem elmasının yavaşça hareket etmesinden anlamıştım.

Ve birazdan olacakları bilmeden konuşmuştum.
"Şimdiden zayıfladığımı hissediyorum... Yemek mi yesek?"

Kaşları hafifçe havalandığında, baş parmağı ile dudağının kenarını sildi.

"Üzgünüm... Tanımadığım bir kadınla yemek yemem, pek etik olmaz."

Ona numaramı vermediğim zaman söylediğim şeylerin, bire bir aynısını şimdi o bana söylemişti.

Bakışlarım sekteye uğradığında, bana bir adım yaklaştı ve avuç içiyle omzuma birkaç kez vurdu. Ve bu hareketi yaparken bir an olsun gözlerini gözlerimden ayırmadı.

"Neyse, ben artık gideyim. Kendine iyi bak."

O arkasına dahi bakmadan çekip gittiğinde öfkeyle dişlerimi sıktım.
Ve sadece benim duyabileceğim bir şekilde fısıldadım.

"Aslan gibi adamsın ama ben seni miyavlatırım."

~~~~~~~~

Nasılsınız efendiiim.
Hayat nasıl gidiyor, neler yapıyorsunuz.

Bölümü nasıl buldunuz?

Efsun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Cihangir?

Doktor Pınar..? Kendisi iki dakika da hamile kaldı ama yapacak bir şey yok😌

Yıldıza dokunmayı unutmayın.

Yorumlarda buluşalım.

Wattpad:hqlivelly
Instagram: hqlivelly

Sizi seviyorum ❤️

Okur kalın 🥀

Continue Reading

You'll Also Like

24.8K 2.4K 65
Gözler görmese de olur, kalp gözüyle görür insan...
82.9K 6.4K 40
Polen 24 yaşında son derece tatlı bir mankendir. Kariyerinin daha ilk basamaklarında yükselirken sevgilisinin ihanetine uğrar ve sağlam bir suç dosya...
5.7M 188K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
392K 33.1K 52
Texting ağırlıklıdır. (galiba) Dershanenin homof*bik serserisi Mete ve kalbi güzel sert oğlanımız Dorukhan arasında geçen pek de hoş olmayan mevzular.