Leo'yu Bul

By tymazerr

325K 32.6K 21.8K

2022 WATTYS KAZANANI Lale lise son sınıfa geçtiğinde düşünmesi gereken tek şey üniversite sınavı değildi. Uğr... More

Giriş | Anahtar
Bölüm 1 | Leo Bey
Bölüm 2 | Küçük Anlaşmalar
Bölüm 3 | Asi Planlar
Bölüm 4 | Kaotik
Bölüm 5 | Kırk Üç Buçuk
Bölüm 6 | Belki.
Bölüm 8 | Kızıl
Bölüm 9 | Yanılsamalar
Bölüm 10 | Gizemin Ateşi
Bölüm 11 | Zifiri Karanlık
Bölüm 12 | Gölgenin Ardındaki
Bölüm 13 | Gölgenin Öyküsü
Bölüm 14 | Sevgilim
Bölüm 15 | Rüzgârın Getirdikleri
Bölüm 16 | Karmaşa
Bölüm 17 | İncir Ağacı
Bölüm 18 | Zehirli Bağımlılık
Bölüm 19 | LEO'NUN SON GÜNLÜĞÜ
Bölüm 20 | FİNAL (İLK KİTAP)
Bölüm 21 | Esas Kız
Bölüm 22 | Hediye
Bölüm 23 | Resmin Dışarıdan Görünüşü
Bölüm 24 | DOĞRU VE YALAN
Bölüm 25 | Küçük Trajediler
Bölüm 26 | Cesaret
Bölüm 27 | Gizli Yaralar
Bölüm 28 | Yakın ve Sakin
Bölüm 29 | Tatlı Yeminler
Bölüm 30 | Pembe Gökyüzü
Bölüm 31 | KÜÇÜK KORKULAR
Bölüm 32 | BÜYÜK KARARLAR
Bölüm 33 | Dünyalar
Bölüm 34 | Dünyaların Birleşimi
Bölüm 35 | Üstü Kapatılmamış Yaralar

Bölüm 7 | Enola

11K 1.2K 511
By tymazerr




Multimedya: Leo küçüklüğü

Parça: Illenium & Nurko - Sideways (with Valerie Broussard)

Selammm! Oldukça keyif alarak yazdığım bir bölümü huzurlarınıza sunuyorum. Farkındayım arkadaşlar çok hızlı yazamıyorum ama inanın içime sinmeyen bir bölümdense beklemeniz daha iyi. Çünkü haliyle küçük bir bebekle geçiyor tüm günüm, bu kadar genç karakterin kafasına girmek onların gözünden olayları hissetmek kolay olmuyor. Ciddi zaman harcıyorum o yüzden bölümler için. Sizden ricam yorumlarınızı benimle empati kurarak yapmanız. He bir de bu kadar emeğe oy ve yorumlarınız bol olsun ki ben de size bir an önce kavuşmak için daha çok motive olayım. Sizi çok seviyorum, unutmayın burada bulunmamın ilk nedeni sizlersiniz. Öptüm çokça!

BÖLÜM 7

ENOLA


"Belki."

Dakikalarca ekrana baktım. İçimden birkaç kere söylediğini tekrarladım. Belki.

Pekala. Öncelikle yüzümde istemsizce oluşan bu aptal gülümsemeyi silmem gerekiyordu. Tenim sıcaktı, kalp atışlarım boğazımdan çıkacak gibiydi. Yanaklarıma vurdum. Kendine gel! dedim ciddileşerek. Sahi Leo bey ciddi miydi sanki? Ciddi olsa bile cevabı belirsizdi. Belki.

"Ha ha." yazdım daha fazla düşünmeye gerek duymayarak.

Leo Bey'le tanışalı daha kaç gün olmuştu ki, böylesine hayatımda yer etmesine izin vermiştim? Ya da ne zamandır fiziksel olarak yanıma olmayan biri bana bu kadar yakın gelmişti? Tamam, çocukluk fotoğrafı gerçekten ona aitse, öylesine tatlı bir çocuğun yetişkin olduğunda çirkin olmasını bekleyemezdiniz. Ki, ilginç bir şekilde fotoğrafın ona ait olduğuna inanıyordum.

Benimle ayakkabı numarası ve çocukluk fotoğrafından başka bir şey paylaşmayan bu gizemli çocuğa ciddi anlamda inanıyordum.

Telefonum titredi. Düşüncelerden sıyrılıp gelen mesaja baktım. Kalp atışım bir kez daha iznim dışında hızlandı, zaten belli ki beni dinlemiyordu.

"Ciddiyim."

Cevabıyla içime bir sıcaklık yayıldı. Derin bir nefes aldım. Parmaklarım tuşların üzerinde adeta dans etti.

"Hiç gizemli bir yürüyenim olmamıştı o yüzden ne demem gerektiğini bilemedim."

"Yanakların kızardı mı?"

Ellerimi tekrar yanaklarıma götürdüm. Tabii ki kızarmışlardı. Ama ona bunu söylemeyecektim.

"Hayır, neden ki?"

"O zaman avuçlarının içi de terlememiştir ya da sol baş parmağını kemirmiyorsundur."

Yeni bir farkındalığa ulaşmış gibi parmağımı ağzımdan çektim. Tırnağın kenarındaki deriyi çoktan koparmıştım bile. Avuçlarımı üzerime sildim ama bunu da bilmesine gerek yoktu.

"Alakası yok. Hem sen bunları nereden biliyorsun Sherlock Holmes?"

"Sherlock severim. Örnek aldığımı inkar etmeyeceğim. Sol baş parmağında hiç geçmeyen bir kızarıklık var, kemirdiğini düşünüyorum. Avuç içi terlemesi sadece tahmin."

"Beni o kadar yakından gördün yani."

"Bazen."

Karmakarışık hale geldim. Tamam gizemlilik olayını kabul etmiştim ama böyle olunca içimde yükselen sese, onu gerçekten bulma dürtüme engel olamıyordum.

"Beni kışkırtıyorsun."

"Haklısın. Kendimi tutamadım."

"Şimdi durumu özetlememe izin ver Leo efendi. Benim hakkımda her şeyi biliyorsun. Parmağımdaki geçmeyen yaradan, baktığım gökyüzüne kadar. Bu kadarı bile yeterince ürkütücüyken bir de beni duygusal bir karmaşaya sürüklüyorsun."

Mesaj yazdığını gösteren üç nokta belirdi ancak onu beklemeden tekrar yazmaya başladım.

"Ruhunu görmek istiyorum evet. Ama benimkini de sağlam tutmam lazım."

"Biliyorum." Yazdı hemen. Bu defa cevabını bekledim.

"Seninle aynı gökyüzüne bakıyoruz evet. Ama aynı yaraları paylaşıyoruz da. Bazen aynı yerden acıdığımızı hissediyorum. Aynı çığlıkları attığımızı, aynı serzenişlerde bulunduğumuzu... Dünyaya ayrı pencerelerden bakarken, aynı çaresizliklerde buluştuğumuzu... Aynı kavgayı verdiğimizi, aynı ilacı aradığımızı hissediyorum."

Mesajını doğru anlamak, kelimelerini tam olarak kavrayabilmek için iki kere okudum. Sonra devamı geldi.

"Ben seni bu seneki değişiminle fark etmedim asi kız. Biz uzun zamandır aynı gökyüzünü paylaşıyoruz. Hava aydınlanmadan bahçeye inip, çiçeklerini suladığını bilecek kadar çok geçtim kapının önünden. Aynı ormanda saatlerce beraber yürüdük belki. Aynı patikaları ardışık adımlarla geçtik. Gün be gün değişimini gördüm. Acıyla eridiğini, kavgayla kaşlarını çattığını, günlerce aynı ağaçla konuştuğunu fark ettim. Biz bütün yaz beraberdik seninle. Burnumun ucunu göremeyecek kadar çaresiz zamanlarımda, bir tek seni gördüm ben."

Yazdıklarını şaşkınca okudum. Bu kadar yakınımda ama bu kadar uzak olduğunu nasıl tahmin edebilirdim ki? Hızla bahsettiği tüm anları zihnime getirmeye çalıştım. Ormanda saatlerce süren yürüyüşlerimi, her gün derdimi anlatarak ağladığım ağacı, nefes alabilmek adına daha güneş doğmadan suladığım çiçekleri... Bu kadar çok anıma şahit olması hem ürkütücüydü hem de bir şekilde yalnız olmadığımı hissettiriyordu. Ancak kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım o anlarda kendimden başka hiçbir şey hatırlamıyordum. Hatta kendimi de fiziksel olarak değil, tamamen o anki hissettiklerimle anımsayabiliyordum.

Hatıralarımda Leo Bey'e ait bir siluet bile yoktu. O anlara dönüp her şeyi değiştirmeyi, acılarıma gömülmeme rağmen, onun da bir şekilde yanımda olduğunu bilmeyi isterdim. Belki o zaman böylesine saçma bir aykırılık peşine düşmez, Leo'nun dediği gibi asi olacağım diye kendimi kaybetmezdim. Çıktığım yolculuğun saçma olduğunu kendime ilk itiraf edişimdi bu belki de. Hatta Leo Bey hayatıma girdiğinden beri babamın ihaneti olarak algıladığım evliliğini eskisi kadar dert etmez olmuştum. Çiçek Hanım günümü işgal eden büyük bir engel olmaktan çıkmış, artık geri plana attığım bir dert gibi gelmeye başlamıştı.

Leo Bey de bana iyi geliyordu.

İçimden gelen ilk şeyi yazdım.

"Keşke yanıma gelip tanışsaydın."

"Bir keresinde deneyecektim." Yazdı. Kalbim yine dört nala koşmaya başladı.

"Ne zaman?" yazdım hemen.

"Devamlı konuştuğun ağacın orada bekledim seni bir akşam."

"Gelmedim mi?"

"Hayır, geldin. Ama biraz farklıydın."

"Nasıl yani?"

"Saçlarını kızıla boyatmıştın. Bütün akşam öylesine çatık kaşlarla oturdun ki, doğru zaman değil diye düşündüm."

Gerçekten de doğru zaman değildi. Saçlarımdan nefret etmiştim. Annem küçükken saçlarımı hiç boyatmamam için beni cesaretlendirirdi. "Altın saçlı kızım" diye severdi. Sakın bu saçlarının rengini bozma, öyle güzeller ki!" derdi her defasında. Annemin hatırasına saygısızlık ettiğimi düşünüp, hem kendimden hem de Çiçek Hanım'dan nefret etmiştim o akşam. Babamdan da tabii.

"Sonra ne oldu?" yazdım kendimle bir kez daha yüzleşirken.

"Bir süre gelmedin."

O zamanları hatırlamaya çalıştım. Depresyonun dibindeydim. Babamla Çiçek Hanım'ın mutlu hallerini gördükçe içimdeki öfke yeni kıvılcımlar saçıyordu. O sırada Leo Bey'i ya da etrafımdaki herhangi birini fark etmem imkansızdı.

"Sonra da okul başladı." yazdım sonuca ulaşarak.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        

"Evet."

Sahi Leo Bey bu şekilde karşıma çıkmasa, ruhlarımızı birbirimize açabilir miydik? İçimizdeki kavgalardan, küçük yaralarımızdan bahsedebilir miydik? Lise sona giden sorunlu iki gençten farksız olacaktık belki de. Yüz yüze tanışmış olsak, her kim olursa olsun, çocukluk arkadaşıma dahi anlatmadıklarımı ona anlatacak değildim. Zaten kimseyle bir haftada böylesine bir ilişki kurabileceğimi asla düşünmezdim. Ama şimdi, onun her satırında samimiyeti, benzer bir yarayı hissediyor, inanmaktan öteye geçemiyordum. Her ne kadar içinde bulunduğu karanlıktan tam olarak bahsetmemiş olsa da, onu gerçek Leo gibi yaralı ve kırılgan görüyordum. Çünkü kitabın sayfalarında ilerledikçe, Leonard Casey'in psikopat bir ergen değil, yardıma ihtiyaç duyan küçük bir çocuk olduğunu, çok derin bir kalbi olduğunu hissediyordum. Ve benim Leo'm böylesine yakınımda, böylesine yardıma muhtaç iken yanında olmamak haksızlık gibi geliyordu.

Benim Leo'm derken? Saçmalama Lale?

"O zaman özet geçiyorum." Yazdım hızlıca.

"43.5 numara giyiyorsun. Her sabah koşuyor, ve kapımın önünden geçiyorsun. Çocukken çok tatlıymışsın. Bir de beni uzun zamandır takip ediyorsun (ürkütücü)."

" :) karanlık bir ruha sahip olduğumu eklemeyi unuttun. Bir de bana iyi geldiğini."

"Karanlık bir ruha sahip olsan şu an farklı eylemler peşinden olurduk bence kdldkdl"

"Az önce bana random mı attın sen?"

"Hayır! Ay galiba evet..."

"Hiç randomcı biri olduğunu düşünmemiştim."

"Değilim ya! Özay yüzünden. "

"Bende konuyu kaynatmaya çalışıyorsun."

"Elbette hayır."

"Bana iyi gelmende sorun yok asi kız. Bu aramızda duygusal bir şeyler olması gerektiği anlamına gelmiyor."

"Biliyorum."

"Herhangi bir sınırı aşmıyoruz. Yasa dışı bir şey yapmıyoruz (şimdilik :)), sadece biraz gizemliyiz."

"Gizemli olan sensin kovboy, görüldüğü üzere benim hayatım kabak gibi ortada."

Hızımı alamadım. tekrar mesaj yazdım. "Gülme."

"Gülmüyorum. Bir baykuş kadar ciddiyim."

"Yalancı. Ayrıca baykuş kadar ciddiyim ne ya?"

"Hiç gülen baykuş gördün mü?"

"Ha ha ha."

"Asıl gülen sensin bak."

"Hakkında bildiklerime kötü mizahı da ekliyorum."

"Ama bu acıttı."

"Güzel, acısın."

"Ben de bilmediklerim kısmına acımasız olduğunu ekleyeceğim."

Güldüm. Yanaklarım yine ısındı.

"Odama Leo'yu Bul duvarı yapmaktan korkuyorum."

"Peki Enola, duvarın tam ortasına çocukluk fotoğrafımı da koyacak mısın?"

Sherlock Holmes'ın kızkardeşi Enola Holmes benzetmesi yapınca, ona daha çok ısındım.

"Mümkünse şu anki fotoğrafın tercih ederim."

"Onun için daha çok çalışman gerek."

"Sabah peşine düşmemi istemiyorsan daha fazla zorlama."

"Pekala. Sustum. Bir zürafa kadar sessizim."

Kahkaha attım. "Bu hayvanlarla alıp veremediğin ne senin?"

"Belgesel izlemeyi seviyorum. Ayrıca zürafaların ses telleri yoktur."

"Taaaammam :) Artık yemek yemeğe gidiyorum."

"Afiyet olsun."

Telefonu kenara koyduğumda karnımın gerçekten acıktığını hissettim. Leo Bey ile konuşmamış olsaydım bu akşam yemeğe asla inmez, çekmecemde sakladığım bisküvi ve krakerlere sığınırdım. Ama şimdi kendimi biraz daha hafiflemiş, açlığımı ise daha ağır hissediyordum.

Salona indiğimde yemek masası neredeyse hazırdı. Babamın sesi mutfaktan geliyordu. Çiçek Hanım'a yardım ediyor olmalıydı. Elinde çorba kaseleriyle beni salona girince beni gördü. Arkasından gelen Çiçek hanım açık bir şekilde şaşırdı. Aslında bu durumu anlıyordum. Çiçek hanımla en ufak bir ters bakışma anımda bile yemeğe inmezdim. Az önceki olaydan sonra şaşırmıştı. Ancak her zamanki gibi ara bulmaya çalışan dialoglarından birini başlatmadı.

"Otur kızım." dedi babam beni sus pus görünce. "Sana da çorba koyup geliyorum."

Babam hızla mutfağa gidince şaşırdım. Genelde bu işleri Çiçek Hanım kimseye bırakmazdı. Ailemizin hamarat kahramanı. Babam hemen geldi. Ben otururken çorba kasesini önüme itti. "Çiçek bugün biraz rahatsız Lale'ciğim, yemek bitince bulaşıklar için bana yardım edersin değil mi?"

Gözlerimi kıstım. Eski günlerdeki gibi işbirliği öneriyordu. Babamla beraber iş yapmaktan her zaman zevk almıştım. Ama şu an keyfim yoktu. Şımarıklık gibi gelebilirdi ancak babamla yalnız kalınca ne konuşuruz artık bilemiyordum. Eskiden doğal gelen anlar şimdi oldukça garip gelmeye başlamıştı. "Faruk gerek yok, iyiyim ben. Hallederim." Dedi hemen Çiçek hanım.

Babam bu sefer kızdı. "Lütfen Çiçek! Ben görüyorum ne kadar yorgun ve halsiz olduğunu. Yemekten sonra hemen dinlenmeye çekiliyorsun. Biz Lale ile hallederiz."

Çiçek hanım uysal bir şekilde başını salladı. Gözlerimi yine kıstım. Normal koşullarda bu hareketlerine gıcık olmam ve iştahımın kaçması gerekiyordu ama nedense yemeğe olan ilgim azalmadı. Bana bakmayı reddeden Çiçek Hanım'ı izlemeyi bırakıp, yemeğime odaklandım. Her şey bir yana yemekleri güzeldi. Zaten güzel olduğunu bildiğim halde bu yemekleri yemeyerek kendimce bir çeşit protesto yapıyordum bunca zaman. Ama işte bazen aç karnıma yenik düşebiliyordum.


Yemek boyunca babam Çiçek hanımı neşelendirmek için konuşup durdu. Arada bana da laf attı, kısa cevaplar verdim. Çiçek hanım ise sessiz kalmayı tercih ediyordu. Bana mı kırılmıştı acaba? Bana neyse. Zaten yanlış olan bir şey de söylememiştim. Yemek bitene kadar bu tempoda devam ettik. Nihayet tabağım bittiğinde, babamın ve onun da tabaklarının boşaldığını gördüm. Yavaşça boşları toplayıp mutfağa götürmeye başladım. Babam kısık sesle Çiçek Hanım'a bir şeyler söyledi ama Çiçek Hanım hemen itiraz ederek başını salladı. Onları izlemek istediğimden değil ama babam ne zaman mutfağa gelip bana katılacak merak ediyordum. Kendi babamla konuşmanın bu kadar garipleşeceği kimin aklına gelirdi.

Mutfağa girdim. Kirlileri tezgaha bırakırken, içimden bir his geçti. Bir süredir mutfağa pek girmiyordum. Çünkü Çiçek Hanım gelene kadar annemin mutfağını hiç değiştirmemiştik. O geldikten sonra bir şeyin değiştiğini göreceğim diye ödüm kopuyordu. Gözlerimi sadece tezgaha sabitledim. Dolaplara, pencerenin önündeki çiçeklere ya da buzdolabının üzerindeki magnetlere bakmak istemedim. Birinin yeri değişmiş olsa kalbim kırılırdı. O yüzden suyu açtım, bulaşık deterjanını süngere sıkıp, tabakları tek tek elimde yıkamaya başladım. Bulaşık makinesini bile açasım yoktu. Herhangi bir şekilde o kadının bölgesine girmiş olmak istemiyordum. İkinci tabağa geçtiğimde babam geldi. "Sen akıt ben yerleştireyim diyecektim ama elde yıkamaya başlamışsın."

"Sorun yok." Dedim ona bakmadan. "Hallediyorum."

"O zaman sen yıka ben durularım." sedi nazik bir sesle. Başıma onaylayıp, azıcık kenara kaydım. Ben sabunladıkça, durulamak için suyu açan babamın sesini duyuyor ama ona bakmıyordum.

"Evren nasıl?" dedi babam.

Ağzımda yemek yoktu ama yine de tıkandım. Ben öksürürken, babam güldü.

"Evren ne alaka baba ya? Arkadaşım o benim."

"E ben başka bir şey mi dedim kızım? Sormak da mı suç?"

"Ya tabii sorabilirsin de, ne bileyim Özay'ı filan sor Evren'i niye soruyorsun?"

"Gözüm tuttu o çocuğu, aranız iyi mi diye merak ettim."

Gözümü devirdim ama babam görmedi. Hızlıca kalan bulaşıkları da sabunlayıp önüne koydum.

"Benim işim bitti baba ödev yapmaya gidiyorum."

"Daha konuşmamız bitmedi ama! Ayrıca bugün Cuma ne ödevi?"

"Test çözeceğim." Deyip hızla mutfaktan ayrıldım.

Babama dediğim gibi önce biraz test çözdüm. Uykum gelmeye başladığında dizi izlemekle kitap okumak arasında kaldım. Bilgisayarımı açıp maillerime bakarken, uyku daha çok bastırdı. Dizüstü bilgisayarımı yatağa çekip Sherlock Holmes'un bölümlerinden birini açtım. İzlerken aklıma Leo Bey geldi. Hafifçe gülümsedim. Sonra da gülümsediğim için kendime kızdım. Telefonum titreyince uyuşuk hareketlerle şarjdaki telefona uzandım.

"Uyudun mu?"

"...mak üzereyim. En uykucu hayvan kimdi?"

"Tabii ki koala. Neden?"

"Heh, bir koala kadar uykuluyum."

" :) o zaman iyi geceler asi kız."

"İyi geceler Leo Bey."

*

Sabah ezanının sesine uyandım. Çok susamıştım ama komodinime uzandığımda her zamanki pet şişem orada yoktu. Hafiften ayılınca suyu gece bitirdiğim ve yenilemediğim aklıma geldi. Hiç istemeyerek yataktan kalktım. Panduflarımı giyip merdivenlerden inerken çatı penceresinden havanın güzel rengini seçebiliyordum. Birazdan şafak sökecekti. Mutfağa girip suyumu alırken her zamanki savunma mekanizmamı takınamadım. Yine kör gözlerle odağıma damacanayı alıp çıkmam gerekirdi ama uykum olmasına rağmen, buzdolabının üzerindeki magnetleri fark ettim. Sonra damacananın üzerindeki annemin diktiği örtüyü... Pencerenin önündeki menekşeleri ve annemin çok severek aldığı meyve sepetini fark ettim. Ama ilginç bir şekilde hiçbirinin yeri değiştirilmemişti. Hepsi Çiçek Hanım eve gelmeden nasıl duruyorsa hala öyleydi. Bu farkındalıkla küçük bir sarsıntı yaşadım. Bunca zaman mutfağa girmeyi reddetmiştim ama Çiçek Hanım annemin mabedine saygı göstermişti. O kadar şaşırdım ki, olduğum yer dar geldi. Hole ilerleyip dış kapıyı açtım. Kendimi bahçeye atarken duygularım karmakarışıktı. Çiçek hanıma çok mu önyargılı davranmıştım, ya da davranıyordum? Ama hayatımı mahvetmişti, her şey tepetaklak olmuştu. Hoş geldin, iyi ki rezil ettin her şeyi mi deseydim?

Birkaç adım attım. Annemin çiçeklerine baktım. Dün suladığım için bu sabah sulamama gerek yoktu. Gökyüzünün renkleri tatlı tonlara bürününce başımı kaldırdım. Karışık düşüncelerimin içine bir de Leo Bey sızdı. Tam da bu saatlerde mi geçiyordu kapımın önünden. Kapının korkuluklarından mı görüyordu beni? İçeriye uzaktan mı bakıyordu yoksa yakına gelip özellikle mi beni izliyordu?  Sorulacak ve yanıtlanacak ne çok soru vardı...

Ellerimi yüzüme kapadım. Serin havayı içime çektim. Nefes almaya, doğru düşünmeye çalıştım. Üzerimde sadece pijamalarım olduğu için soğuk hafiften ısırıyordu ama düşüncelerimi netleştirene kadar içeri girmek istemiyordum. Durdum, nefes aldım ve yavaşça açan çiçekleri, yeni uyanan böcekleri, yeni bir günün getirdiği tazeliği düşündüm. O  an bahçem, mahallem, hatta tüm dünya öylesine sessizdi ki, kısacık da olsa huzurun pençesini yakaladığımı hissettim. Sonra ayak seslerini duydum. Belki o kadar odaklanmasam duyamazdım. Ama işte duymuştum. Tempolu bir adım sesi kapımın önünden hızla geçti. Durmamıştı. Kapımdan içeri bakmamıştı. Başka biri olabilirdi. Ya da şansıma oydu ve dünkü konuşmamızdan sonra artık ifşa olma riskine girmiyordu.

Öğrenmenin tek bir yolu vardı.

Kılığıma aldırmadan bahçe kapısına koştum. Kapıyı hızla açıp kendimi sokağa attım. Köşeden dönen siyah şortlu, üzerinde de siyah kapüşon olan bir figür gördüm. Leo olabilirdi ya da tamamen bir saçmalığın peşinden koşuyordum. Ama denemeye değerdi. Hava henüz aydınlanmamıştı ama bizim muhitte öyle kötü olaylar olmazdı. Umarım.

Panduflarımın sağlam kalması için dua ederek yola atladım. Tamamen gözden kaybolmadan ona ulaşmak istiyordum. Belki de çoktan tanıyordum onu. Kulüplerden birinde tanışmıştık ya da ne bileyim bir etkinlikte beraber çalışmıştık. İlla mahşerin dört atlısından biri olacak diye bir şey yoktu. Koşmaya başladım. İşin güzel yanı ayağımdaki ev ayakkabıları hiç ses çıkarmıyordu. Kılığım pek hoş sayılmazdı. Üzerimde beyaz puantiyeleri olan kırmızı bir pijama vardı. Neon tabela gibi ilerliyordum ama neyse ki sokaklarda henüz kimse yoktu. Takip ettiğim kişi erkekti bundan emindim. Boyu kısa değildi ama tam ölçü veremezdim. Benden oldukça uzaktaydı. Eğer Leo Bey ise koşmak için ormana gideceğini bildiğimden kestirme yol düşündüm. Eh, ben yıllardır bu muhitte oturuyordum. Biz buraya ilk taşındığımızda her yer ormandan ibaretti. Babam evimizi yapana kadar yerleşim bile yoktu. O yüzden hangi yol nereden kestirmeye çıkar hepsini biliyordum. Şansımı denemek istedim. Siyah kapüşonlu sola dönerken ben sağa döndüm. Murat abilerin çiftlik evinin arka bahçesi ormana açılırdı. Murat abi babamın iş yaptığı arkadaşlardan biriydi. Biz buraya yerleştikten sonra o daha büyük bir yatırım yaparak burada bir çiftlik kurmuştu. Annemin sağlığında oraya çok giderdik. Arka kapının şifresi hala aynıysa bir şansım olabilirdi. Sabahın beş buçuğunda pijamalarla başka birinin bahçesinde yakalanmak da bir olasılıktı tabii ki. Ama bunu yapmazsam bütün gün kendimi yiyecektim.


Ara sokaktan dolanarak, yeni yapılmakta olan villaların önünden geçtim. Sonunda Murat abilerin arka bahçesinin yüksek çiti göründü. Kapıdaki şifre kutusu zamanla oldukça eskimişti. Hala çalışıyor mu bilmiyordum. Yılın bu zamanlarında Murat abiler daha merkezdeki evlerine geçerdi, bu çiftlik boş kalırdı. İçeride bir iki çalışan olurdu. Hala böyle miydi onu da bilmiyordum. Vakit kaybetmeden tuşların üzerine bastım. Bu eski bir tekerleme gibiydi benim için.

Üç beş, şakayı kes, dört sekiz her yer temiz.

Rakamlara basınca, eskiden aşina olduğum klik sesi geldi. Neredeyse ellerimi çırpacaktım. Kapıyı yavaşça açıp, gıcırdamamasına özen gösterdim. Çiftlikte birileri varsa da, henüz herhangi bir ışık yanmıyordu. Eski yolu takip ederek, ormana ulaşan kapıya doğru ilerledim. Ormana ulaşmak normal yoldan 700 800 metre ise, buradan ancak 200 metre kadardı. Nefes nefese kaldım ama orman kapısına çabuk ulaştım. Kapı içeriden rahatça açıldığı için bu sefer herhangi bir şifreyle uğraşmadım. Adımımı çiftlikten dışarı atarken kapıyı arkamdan kapattığıma emin oldum.

Nihayet ormanın içindeydim. Solumda ormanın giriş tarafı kalıyordu. Tam patikanın kenarında durdum. Bu halde onunla yüzleşecek değildim ama yine de kim olacağı konusunda bir ipucum olma ihtimalini elemek istemiyordum. Bir ayak sesi duyduğumda geriye çekildim. Gizlenmeye çalıştım. Ancak siyah kapüşonlu  yerine orta yaşlı bir adam geçti. Neyse ki beni fark etmedi. Hava yarı aydınlıktı şimdi. Belki de tamamen paranoya yapıp buralara kadar gelmiştim. Biraz daha bekleyip sonra gitmeye karar verdim. Az sonra tekrar ayak sesleri duydum. Siyah kapüşonlu sonunda önümde belirdi. Başı yere dönük koştuğu için hiçbir şey göremedim.

Ama bu durum gerçekti. Yani az önce bana birkaç metre uzakta koşan kişinin Leo olma ihtimali vardı. Kılığım burada olmaya o kadar müsait değildi ki peşinden koşup onu takip etmek istedim ama hava birazdan tamamen aydınlanacaktı ve kabak gibi ortaya çıkacaktım. Ama ona bu kadar yakın olma ihtimali de içimi kemirip duruyordu. Hem temposu çok da yüksek değildi belki biraz daha takip edebilirdim. Bu orman tüm yaz benim kaçış noktam olmuştu. Belli ki Leo Bey'in de öyleydi, beni burada fark etmişti. O yüzden kestirme yol artık işe yaramazdı.

Yürüyüş yolunda değil de, ağaçların arasında kalmaya özen göstererek takibe devam ettim. Yaklaşık 50-60 metre ilerimdeydi. Hala görüntüsü konusunda bir ipucu vermiyordu. Biraz daha yakın olabilmek adına bacaklarımı daha çok açtım. Tabi ağaçların içinde koşmak kolay değildi. Bir iki kere kolum dallara takıldı ama kurtardım. Ayağım bir çukura battığında ise o kadar şanslı değildim. Bütün üstüm balçık oldu. Kırmızı pijamam şimdi yer yer koyu kahve çamur olmuştu. Geceden yağmur yağdığı toprağın neminden belliydi ama çukura denk geleceğim hiç aklıma gelmemişti. Şahtım şahbaz olmuştum. Daha fazla devam etmenin bir anlamı yoktu. Zaten şimdi, takip ettiğim siyah kapüşonlu, ormana uzanan diğer yolları bağlayan ayrıma gelmişti. Orada ağaçlar pek sık değildi. Beni görme olasılığı yüksekti.  O yüzden geri dönmeye karar verdim. Çamura bulanmış, leş gibi olmuş ve sabah uykumdan feragat ettiğim halde Leo adına hiçbir gelişme kaydedememiştim. Enola Holmes'culuk oynamaya kalkışmıştım ama sonuç hüsrandı.

Tam dönmeye karar verdiğim esnada orman yolunun sol kısmında başka bir hareketlilik oldu. Az önce takip ettiğim kişiyle aynı kıyafette biri daha koşuyordu. Yol ayrımına gelince az önce takip ettiğim kişini yanında durdu. Şaşkınca olanları izliyordum. Olduğum yerde kalakaldığım için adeta hareket edemiyordum. İkisinin de kapüşonu kapalıydı. Şaka mıydı bu?

Ama dahası vardı. İki dakika geçmeden diğer yoldan koşarak inen iki kapüşonlu daha geldi. Dördü de aynı kıyafetlerle aynı yerde durup birbirlerine baktılar. Konuşmaya başladılar. Aralarından biri kapüşonun iplerini çekiştiriyor ama açmıyordu. Başka biri eğilip ellerini dizlerine götürdü. Yorulmuş görülüyordu. Ardından kapüşonunu açtı. Kalbim ağzımda önümdeki garip sahneyi izliyordum.

Kapüşonun altından çok da yabancı olmayan bir yüz çıktı.

Evvvett en önemli soru geliyor, sizce kim? 😁

Bu arada müthiş bir haberim var, artık bir discordumuz var arkadaşlar. Çok heyecanlıyım, bence whatsapp gruplarından daha samimi ve daha organize bir kanal. Aşağıda linkini paylaşacağım, tüm hikayelerim ve kitaplarım hakkında bolca konuşabileceğimiz bir platform oldu. Çıkın çıkın gelin! Seviyorum sizi 😍

https://discord.gg/ZU3hK3ukU7

Continue Reading

You'll Also Like

889K 29.5K 56
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
126K 13.6K 113
Karanlığın fısıltısı karışacak gecenin nefesine, Aydınlığın kaderi bağlanacak doğunun ve batının birleşimine, Ateş dönecek yangına ve güneşin doğduğu...
1.6M 59.7K 56
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
981 458 34
Yılların benden alıp götürdüğü birçok şey vardı ve bunların başını da mutluluğum çekiyordu. Geriye kalanları ise sıralasam saatlerim yetmezdi buna. E...