Adı Menekşe

By DenizKuzguun

152K 9.5K 2.3K

Gözlerim onunla kavuştuğu anda tek bir cümle dökülmüştü ellerimin arasındaki idam tahtasından. "Bana bunu yap... More

Tanıtım
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6. Bölüm
7.Bölüm
9. Bölüm
10.Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm Part I
20.Bölüm Part II
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25. Bölüm
26.Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm

8.Bölüm

5.4K 382 123
By DenizKuzguun

Babamın bana hediye ettiği ve yıllardır taktığım, benim bir parçam gibi olan kolyeyi elbisemin üzerine yerleştirirken aynadan kendime bir bakış atıyorum gülümseyerek.  Aynadan bakarken gözlerim pencere kenarındaki babamla itinayla diktiğimiz menekşelere takılıyor. Onlara doğru adım atıp su veriyorum. Gülümseyerek babam gibi olan kokularını çekiyorum içime. Son kez babamın kokusunu menekşelerden duyumsayacağımı bilmiyorum henüz. Yaşım küçük. Henüz on beş. Menekşe'nin babasının kolları altında güveni ve sevgiyi tadıyorum son kez.

Bugün babasının Menekşe'sinin doğduğu gün. Yıllar önce 2 Şubat'ta babasının hayatında tazecik menekşeler açıyor. Ve yıllar sonra o Menekşe babasının laneti oluyor.

"Menekşe'm, hadi kızım. Bak kendi doğum gününe geç kalan ilk kişi olacaksın." diyerek sesleniyor merdivenlerin ucunda. Menekşelerimden ayrılıp odadan çıkıyorum. Merdivenleri seke seke iniyorum ve salona geçen anne ve babamın yanına gidiyorum. Beni gören Menekşe'nin babası kocaman gülümsüyor.

"Babasının Menekşe'sine bak Aysun. Nasıl da güzel. Şu gözlerin güzelliğine bak." diyor Menekşe'nin babası.

"Benim kızım hep güzel " diyor annem. "Benim oğlum nerede?"

"Yukarıda süsleniyor." diyor ellerini kaldıran on beş yaşım. O yaşım kocaman gülümsüyor. Oysa ki bilseydi en lanetli yaşı  olduğunu evinden asla çıkmazdı.

Fakat Menekşe merdivenlerden inen on yaşındaki kardeşiyle arabanın arka koltuğuna geçiyor. Radyoda bir şarkı çalıyor. Babasının sol yanağında olan gamzesiyle gülümsemelerini izliyor. İlerliyorlar. Araba ilerlerken akıp giden yolu izliyor. Bugün Menekşe on beş yaşına giriyor. Bugün Menekşe son kez Menekşe olduğunu hissediyor.

Karşıdan ters yönden gelen arabayla babası bir an panik oluyor. Yol darken gidecek bir yeri yok. Direksiyonun hakimiyetini korumaya çalışırken annesi çığlıklar atıyor. Bize bakıyor. Dua ediyor bir şey olmaması için. Menekşe kardeşini kendine çekip sarılıyor sıkı sıkı. Menekşe'nin babası direksiyonu sola kırıyor ve o anda tek kolunu Aysun'a siper ediyor. Fakat o sondan kaçamıyorlar. Araba takla atıyor. Yükselen sesler birbirine karışıyor. Gözleri ilk kapanan Alper oluyor. Annesi bilincini kaybediyor. Menekşe'nin gözleri yarı açık yarı kapalıyken kardeşine siper olmayı bırakmıyor. Gözlerini açabildiği kadar açıyor ve dikiz aynasında babasına bakıyor. Başından kanlar akıyor. Gözleri görünüyor akan kandan sadece. Ve bakışlarını dikiz aynasına çevirdiğinde korku dolu gözlerle Menekşe'sini görüyor. Gülümsüyor acı içinde.

"Seni seviyorum babasının Menekşe'si." diyor zor çıkan sesiyle. Gözleri usulca kapanmak üzereyken acı bir şekilde oğluna ve karısına bakıyor. Elleri karısının ellerindeyken gözleri usulca kapanıyor. Radyoda çalan şarkı susmuyor. Bir tek o canlı kalmış.

Bütün duraklarda, kahvelerde
Büyük, küçük yalanların
Dönüp dönüp vuruyor
Ansızın beni vuruyor yerden yere

Menekşe'nin ağzından iniltiler dökülüyor, isyan eden gürültülü sesler dökülüyor. Sonra onun da gözleri kapanıyor. Menekşe biliyor, onun doğum günü ailesinin felaketi oluyor. Menekşe bir lanetti.

Buğlem gözlerini aralıyor bir hastene odasında. Bedeninde sadece kesikler var. Alper'i biricik kardeşi ise ona siper olduğu için iyi. Fakat ne babası vardı ne de annesi. Bir gün boyunca uyumuşlar kardeşiyle. O arada babasının akrabaları geliyor. Annesi kimsesizdi. Hiç görmediği aynı kandan olan akrabaları... Acılı olduklarını söylüyorlar. Ve ardından ekliyorlar "Biz iki boğaza daha bakamayız." İki boğaz onlara fazla geliyor.

Fakat daha ailesinin naaşı kalkmadan evlerini satıp paralarını alıyorlar. Menekşe hiç ağlayamıyor. O gün Buğlem olduğunu hissediyor. Menekşe'nin babasına söz verdiği için ağlayamıyor. Kardeşinin ellerini sıkı sıkı tutuyor annesi ve babası gömülürken. Ardından akrabaları olduğunu söyleyen insanlar onu alıp götürüyorlar mezarına dokunmasına izin vermeden. Biri halanım diyor diğeri amcan. Menekşe tüm acısını içinde yaşıyor. Olduğu şehirden çok uzaklara götürüyorlar. Ve o lanet şehre vardıkları günün sabahında bir karar alınıyor. "İki boğaz bize fazla. Büyüğünü evlendirelim. Zaten dilsiz. Ne işe yarayacak. Başlık parasını alırız. Diğerini de tamirciye verelim. Çalışmayana ekmek yok!" diyor.

Yok ettim salındığın billur aynaları
Şimdi uzun uykuların tam zamanıdır
Bir yorgan misali örtündüm yalnızlığı
Bu yılda aşk buraya hiç uğramadı

Menekşe'nin bir kez daha kalbine ağırlık çöküyor. Ne kardeşine eziyet edilmesine izin verebilirdi ne de evlenirdi. Babasının Menekşe'si üniversiteye gidecekti daha. İsyan ediyor. Sesi çıkmazken çığlıklar atıyor. Bedenine kemer darbeleri inerken bir kez daha siper oluyor kardeşine. Bir kez daha kollarını sıkı sıkı sarıyor ona. Sırtında ilk kez böylesine acılar hissediyor. Regl olduğu dönemlerde beli ağrırdı, babasının şefkatli kolları ona masaj yapardı. Menekşe hiç fiziksel acı çekmemişti. O gece Menekşe üzerine giydirilen beyaz bir kefenle ölüyor. Menekşe iri kaba elleriyle adamın kendisini öpmesiyle son nefesini veriyor. O gece Menekşe artık Menekşe olarak kalamıyor. Güçlü olmak için onu sonsuza dek bir mezarın içine koyuyor. Babasının mezarına gömüyor. Çünkü menekşe ölürken Buğlem kardeşi için yaşıyor. Menekşe son kez Babasının Menekşe'si olarak kalıyor ve o henüz on beşinde olan küçük kız giderken acı bir şekilde gülümsüyor.

Silinsin izim, hiçliğim sokakta kalsın
Gölgemi yakın, bu dünya beni yok saysın
Emanet ettim bıraktığın her şeyi
Dedim, Siz susuz bırakmayın menekşeyi

                                🎷

"Gerçekten onunla anlaşacağımıza inanıyor musunuz? Ben bu yayınevinin en çok satan yazarıyım ve siz beni ciddiye almıyor musunuz?" diyerek sinirli bir şekilde konuşuyordu karşımdaki adam. Fakat hangimiz daha çok sinirli tartışılır bir konu.

Baş editörüm gözlüklerinin ardından bıkkın bakışlar atarak "Bakın Mustafa bey, Buğlem hanım işinde oldukça başarılı bir editörümüzdür. Konuşamaması sizi ilgilendiren bir durum değil. İşinde asla aksaklık etmez. Ayrıca sizden önce en çok satış yapan Berna hanımın tüm kitaplarının editörlüğünü yapan Buğlem hanımdı." dedi. Buradan hemen kalkıp gitmek istiyordum fakat baş editörümün sert mizacından çekiniyor ve bana gösterdiği birçok tavizin minnettarlığıyla olduğum yerde kalıp karşımdaki adamın fütursuzca sözlerini dinliyordum.

"Ama şu an ben varım ve dediğiniz kadın tarih oldu bile."

Berna hanım oldukça iyi bir yazar ve de mütevazı bir insandı. Yazmaya kendi özel hayatından dolayı ara vermişti. Fakat buna rağmen kitapları hâlâ alınıyordu ve gittikçe artan bir okur kitlesine sahipti.

Baş editor sözlerime tercüman olmuş "Özel hayatından ötürü kendi isteğiyle bıraktı. Ayrıca konumuz şu an bu değil. Yayınevi olarak çok yoğun bir sürecin içerisindeyiz. Çevirmenimiz olan Buğlem hanımdan rica ettik ve-" demişti. Lafını tamamlayamadan Mustafa bey elini kaldırmış ve susturmuştu.

"Sizin yoğunluğunuz beni hiç alakadar etmez. Ben iletişimde olabileceğim; konuşurken beni aksatmayacak, duraklatmayacak birini istiyorum." diyerek ok gibi bakışlarını bana dikti. Küçümseyici ve de eziciydi.

Konuşabilseydim, beni anlasaydı veyahut kağıda yazacağım sözleri okusaydı ona aynen şöyle derdim: Benimle iletişim kurmak istemeyen, beni aksaklık olarak gören ve duraklama sebebi olduğumu düşünen biriyle çalışmayı ben de istemiyorum.

Bunun yerine yapabileceğim tek şey ezici bakışlarına hiçbir duygu kırıntısı katmadan bakmaktı. Farklı mıydım? Evet. Fakat bu farklılığıma ayak uyduramadığı için gözlerini kaçırması gereken oydu. Bacak bacak üstüne atmış bir şekilde otururken ayağını sallıyordu. Yosun yeşili gözlerini benden ayırmazken yeni tıraş olduğu pürüzsüz yüzüne bir yumruk geçirmek istiyordum. Boynuna doladığı, bir zamanlar çoğu erkek yazarın kullandığı fularla yazar olduğunu ispatlamak ister gibiydi. Elinde eksik olan şey parmakları arasındaki pipoydu.

Baş editörün ela gözleri bana döndü. Bir tepki vermemi ister gibi kaldı. Soğuk kişiliğinin arkasında ne kadar anlayışlı bir adam olduğunu biliyordum. Başımı iki yana sallasam benim yerime başkasını önerirdi, fakat bana güveniyordu. Bu yoğunluğun üzerinden benim kalkabileceğime emindi. Bir ikilemin içinde kalmıştım, birçok şeye aşinaydım. Asimile ediliyor oluşuma hiçbir zaman aldırmamış başımı eğerek sinmemiştim. Karşılarına oturur, babamın çok sevdiği menekşe mavisi gözlerimi onlara diker ve bakardım. Onların bana olan aşağılayıcı bakışları bir süre sonra rahatsız olarak çevrilir ve bir daha bakmaya cesaret edemezlerdi. Dilin sustuğu yerde gözler konuşur, diyen babamdan öğrenmiştim. Menekşe'nin babasından...

Baş editör otoriter sesiyle "Peki o halde sizin programınızı yılbaşından sonraya eklemek durumunda kalacağız." dedi. Mustafa bey ise gerilen yüz kaslarıyla yerinde dikleşti. "Bunu yapmanız doğru olmaz. Okuyucularımın azalmasını mı istiyorsunuz?" diyerek konuştu bir ton yüksek çıkan sesiyle. Okurları? Ergenliğe yeni ulaşan okurları vardı. Kötü çocuk, mafya, erkeğin egemen olduğu kurguları vardı. Baş editörün yerinde olsam kesinlikle bu kitapları basmazdım. Fakat baş editörün yerinde olsam çoğu kitabı basmazdım ve muhtemelen yayınevi çok kısa bir sürede batardı. Ya da en kaliteli yayınevi olurdu. Bir diğer ihtimalle yayınevinde baş editör olamayacağım veyahut bir yayınevi sahibi olamayacağımdan bunu öğrenmek oldukça zor olacaktı.

"Kabul ediyorum." diyerek konuştu en son Mustafa bey bakışlarını sağ tarafa yere dikerek. "Sizin yüzünüzden büyük bir okur kitlesi kaybedeceğime eminim. Fakat ben sorumlu bir yazarım. Okurlarıma söz verdim ve yılbaşından önce basılmış olması gerek." diyerek burnundan soldu. Düşünceli ve sinirli bir ruh haline bürünmüştü. Baş editörle göz göze geldiğimizde kaşlarını sorarcasına yukarı kaldırdı. Yazarlarla iletişimimi sağlayan o olmuştu ve çevirmenlik işini tamamıyla üstlenmek istediğimde çoğu zamanımı evde geçirmemde sorun çıkarmayan da oydu. Bana bir iltimas geçmese de bir editörle yaşadığımız tatsızlıkta destekçim olmuştu. Bir yanım sessizliğimden kaynaklandığını söylese de o işime olan bağlılığımdan ve Almanca'ya hâkimiyetimin iyi olduğundan kaybetmek istemediğini söylemişti. İçime dolan minnet duygusuyla başımı salladım. İşi kabul etmiş ve Mustafa beyle yaşayacağımız sorunlara göz yummuştum. Sevgili baş editörüm de bana bir ikramiye versindi!

Mustafa bey yüzündeki gergin ifadeyle odadan çıktığında baş editör Barış beye yeniden döndüm. "Bunun ne kadar zorlayıcı olacağını biliyorum. Fakat bunun üstesinden kalkabilecek tek kişi de sensin." Başımı salladım. "Çevirmen işini evde halledebiliyordun ve bu bizim için daha avantajlıydı. Ekstra kitap alabiliyordun. Editör işinde burada geçirmen gerekiyor günün çoğunu. Biliyorsun." Yeniden başımı salladığımda ayağa kalktım. El sıkıştık ve ben odadan çıktım. Mustafa beyin yüzüne yayılan gerginlik şimdi benim de yüzüme yayılmıştı. Yüzümü yıkama ihtiyacıyla lavaboya gittim. Çok da uzak olmayan lavoboya girdiğimde yüzümü yıkadım. Soğuk su beni biraz da olsa rahatlamıştı. Arkada kalan lavobalardan birini çalıp boş olduğunu anlayınca içine girdim.

Çok da uzun bir süre geçmezken kapı açılma ve kapanma sesi duyuldu. Zincir sesi duydum ve bir kadının tiz sesi araya girdi. "Şu sarı civciv, Mustafa beyin editörlüğünü yapacakmış duydunuz mu?"

Mustafa bey benim bildiğim Mustafa beyse, ki bildiğim kadarıyla tek yazar olan  Mustafa bey bir taneydi, sarı civciv diye adlandırılan editör de ben oluyordum. Saçlarıma bakıp o kadar da sarı olmadığımı gördüm. Ben kumraldım, sarışın değil.

"Evet evet, duyduk. Artık yayınevine de gelir. Biz buradan çıkamazken hanımefendi oturduğu yerden para kazanıyor." diye başka bir ses ekleniyor. İsimlerini hatırlayamasam da bunlar benim bir zamanlar aynı masayı paylaştığım iş arkadaşlarımdı. Hepimiz oturuyorduk öyle değil mi?

"Çevirmenlere böyle bir hak veriyor ama Barış bey." diye üçüncü ses araya giriyor. Sesi diğer iki kadından daha pasifti. Söyleyip söylememekte kararsız kalmış gibiydi.

Bana sarı civciv diyen birinci ses "Serpil!" diye konuşuyor. Nedense elinde o an bir ruj olduğunu düşünüyorum. "Sence de Barış bey fazla imtiyaz göstermiyor mu?" Sinirlerim bozularak birazdan yapacağı imayı anlıyorum. İnsanlar bazen haddinden fazla  iğrenç olabiliyorlardı.

"Belki de Barış beyin bu kadar imtiyaz gösteriyor olmasının nedeni aynı evi paylaşmalarıdır?" diyor aynı ses tonuyla ikinci ses.

Sinirle elim kapıya ulaşıyor. Derin nefesler alarak gözlerimi kapatıyorum. "N-ne? Saçmalamayın." diyor üçüncü ses yeniden. Bence de saçmalamayın. Lise değil burası öyle değil mi? "Ayrıca sarı civciv dediğiniz kız üç dil biliyor ileri derecede. Sen kaç dil biliyorsun? Barış bey bile o kadar hâkim değil o dillere." diyor hafif öfkeli çıkan sesiyle. Üçüncü ses benim için bir anda Serpil'e terfi ediyor.

Birinci sesin sinirlendiğini hissediyordum. Duyduğum topuk sesleri bana Serpil'in üzerine yürüdüğünü düşündürürken hızla kapıyı araladım. Üçü de bana şaşkınlıkla dönüp bakarken ellerinde ruj olan kadını görmemle birinci sesi doğru tahmin ettiğimi anlıyorum. Yürüyerek yanına gidip elindeki ruju aldım. Nitekim ayağımda topuklu olmaması sinirlerimi bozuyor.

Aldığım rujla bana şaşkın şaşkın bakarlarken aynaya dönüp boydan boya tek bir kelime yazıyorum benim yerime bağıran kelimelerle.

İĞRENÇSİNİZ!

Ardından yeniden dönüp elimdeki ruju aynı şaşkınlıkla ve bozulmuş ifadeyle duran birinci sesin eline tutuşturuyorum. Gözlerim anlık olarak üçüncü ses olarak tahmin ettiğim Serpil'e takılıyor. Bakışlarında bir memnunluk ifadesi vardı. Ardından yeniden arkamı dönüp ellerime sabunu sıkıp yıkıyorum. Lavaboda derin bir sessizlik hâkimken sensörlü peçete makinesine elimi basarak peçete çıkarıp kuruladım ve hemen yanda olan çöp kutusuna attım. Üç sesle de bir an olsun göz teması kurmadan lavabodan çıktım ve kapıyı açık bıraktım.

Yayınevinin merdivenlerinden inmeye başladım. İçime yerleşen sızıyla ne yapacağımı bilemedim. Merdivenlere çökmek isterken yukarı çıkan biriyle göz göze geldim. Bakışlarımı çekip son basamağa kadar indim. Sinirliydim. Hem de çok sinirli. Gördüğüm bu muamele haksızlıktı. Bu çok büyük bir haksızlıktı.

Yayınevinin kapısından çıktığımda esen rüzgar usulca saçlarımı dalgalandırdı. Yürüyüp rüzgara kapılmak isteyen yanımı eve gitmek isteyen yanımı bastırdı. Bir bekleyenim yokken koşa koşa gitmek istememin nedenini anlamıyordum. Barbaros kapımı açmıştı ama bekleyenim değildi. Nitekim bu karmaşıklığın içinde fazla didinemeden evrenin bir mesajı niteliğinde boşalan taksi önümde durdu. Arka kapısından inen bir kadınla hemen ben bindim. Telefonuma hızlıca yazdığım adresle gözlerimi kapatıp başımı geriye yasladım ve o an radyoda tek bir şarkı çalıyordu.

Silinsin izim, hiçliğim sokakta kalsın
Gölgemi yakın, bu dünya beni yok saysın
Emanet ettim bıraktığın her şeyi
Dedim, Siz susuz bırakmayın menekşeyi

            
                                  🎷

Nedense zili çalasım gelmişti. Çantamdaki kalabalığın içinde anahtar aramak gözüme çok ağır gelmişti. Elimi zilden çekerken kapı usulca aralandı. Evrenin tüm topraklarını içine hapseden kahverengi gözler karşıladı beni. Beni süzüp usulca gülümsedi.

"Ekmek almayı unutmuşsun." diye konuştu Barbaros.

Kaşlarımı çatıp ellerimi kaldırdım. "Söylemedin." diyerek karşılık verdim aynı muziplikle. Fakat içimdeki sinir harbi geçmiyordu. Kapıdan geçip ayakkabılarımı çıkardım. İstemsiz bir şekilde fırlattım yere doğru.

"Daha yeni sildim oraları." diyen Barbaros'a dönüp zaten çatık olan kaşlarımı daha da çattım. Yerleri sildigi yoktu.

"Çok sinirliyim." dedim ve ardından üstümdeki ceketin zincirini indirdim. Çantamı zaten ayakkabıların ardından atmıştım. Barbaros duvara yaslanıp kollarını kavuşturdu.

"Sorun nedir?"

"Sinir bozucu bir yazar." Kaşlarını çattı. Salona geçerken ardımdan geldi ve beni gören Bulut bana bir bakış atıp uykusuna devam etti.

"Benimle konuşamayacağı için editörlük yapmamı istemiyor. İnanabiliyor musun? Bizim işimiz yazılarla, kağıt ve kalemle... Bu adamın yaptığı..." Ardından elimi başıma götürüp ovdum.

"Saçmalamış." diyerek nokta atışında bulundu.

Başımı hemen onaylarcasına salladım. "Evet. Ben o yayınevinin en iyi editörüyüm bir kere. Yazdığı kitaplar klişeden ibaret. Berna Kara'yı biliyor musun? Yıllarca editörlüğünü yaptım ve kendini onunla kıyaslıyor. Saçmalık! O çok iyi bir yazar."

"İşinde hızlısın bir kere. Okuduğun kitaplar odaları taşmış."

Başımı yeniden hızlıca salladığımda bir adımla yanına yaklaşmıştım. "Ben hep okurum biliyor musun? Bayılıyorum editörlük yapmaya. En büyük hayalim yayınevi açmaktı. Babam doktorken hem de. Benim gibi bir editörü kaçıracaktı. Ruh hastası!"

"Hayatının en büyük kaybı. İnan bana." diyerek destekledi beni.

"Yok yok. Olmadı." Ellerim hızlı hızlı hareket ederken beni anlıyor mu diye düşünmedim değil. "Mecburen kabul etti. MECBUREN!" Ardından tıpkı Hürrem Sultan gibi bir hığ döküldü dudaklarımın arasından.

"Üstelik aynı yayınevinde çalıştığım insanların düşünceleri çok iğrençti. Entrika şirketli yaz dizileri gibi. Tuvalette! Hiç mi şaşırmazlar? Orayı patlatmak istiyorum."

"Patlatalım!" diyerek şevkle destekledi beni. Sanırım Barbaros benim gazla çalıştığımın henüz farkında değildi.

"Hemen şimdi şu an istiyorum bunu!"

"Ben de Menekşe." diyerek alev alev gözlerini bana dikti.

"O çakma yazarı en başa oturtup kurşunlamak istiyorum."

"KURŞUNLAYALIM. PATLATALIM. YOK EDELİM. Sonra da yoğurt alıp eve dönelim." diye konuşuyor gülümseyen sesiyle.

"Çilekli pasta da alalım." diyerek arkamı döndüm koltuğa oturmak için. Fakat bakışlarım sehpanın üzerinde temizlenmek üzere duran silaha takıldı. Kurşunları, şarjörü ve bilmediğim diğer parçaları...

Barbaros tüm gün evin içindeyken neden silahını temizleme ihtiyacı duymuştu? Ve ben neden sık sık bazı şeyleri unutuyordum. Belki de gerçekten de yayınevini kurşunlayabilirdik. Ardıma dönüp usulca Barbaros'la göz göze geliyorum.

Bir kez daha aramıza giren gerçekle yüzleşiyordum. Yüzü acı çeker bir şekilde buruşurken ne düşündüğümü anlıyor. Barbaros beni sık sık anlıyor. Bir adım geriye gidiyor adımları. Gözlerini benden kaçırıp hızlıca sehpayı topluyor. Bana bakmadan arkasını döndüğünde elimi kalbime götürüyorum. Ve kalbim bana tek bir şeyi fısıldıyor: Barbaros, seni anlayan adam, kötü biri değil. Elinde silah varsa bir nedeni de vardır.

-

Bölüm sonu

Sevgili Menekşe, ben bugün sustuklarımı yine içimde tuttum. Sevgili Menekşe sen susma. Bugün benim suskunluğum ve doluluğumdu. 19.08.21/ 23.59

Instagram: denizkuzguun

Continue Reading

You'll Also Like

Zecir By Şeymanur

Teen Fiction

3.3K 511 10
Bazı hikâyeler bitti dediğiniz yerde başlar. * 12 Ağustos 2023 (ilk kurgu) 25 Ocak 2024 - yayın
174K 21.8K 60
Oyunbozan kitabından tanıdığınız Betül ile Ömer'in kavgayla başlayan tutkulu aşk hikayesi.. Bu inatçı çiftin sınanan aşklarına yakından tanık olma...
416K 31K 32
Aslında şu anda hayatımın merkezinde birisiyle beraber olmak yoktu. Erkek düşmanı ya da yalnızlık düşkünü biri değildim. Herkesin yaşadığı aptal tecr...
1.4K 180 23
"Bir deniz yıldızı denizden başka hiçbir yerde yaşayamaz. Benim kalbim onsuz hiç bir yerde atmıyor."