09:45, minsung ✔

By FLEaBagg

53K 7.3K 2.1K

saat 09:45; han jisung yetiştirme yurdundaki odasının penceresinden, karşı binanın balkonundaki çocukla tanış... More

birinci bölüm
ikinci bölüm
üçüncü bölüm
dördüncü bölüm
beşinci bölüm
altıncı bölüm
sekizinci bölüm
dokuzuncu bölüm
onuncu bölüm
on birinci bölüm
on ikinci bölüm
on üçüncü bölüm
on dördüncü bölüm
on beşinci bölüm
on altıncı bölüm
on yedinci bölüm
on sekizinci bölüm
on dokuzuncu bölüm
yirminci bölüm, final.
özel bölüm (I)

yedinci bölüm

2.7K 416 200
By FLEaBagg

saat 09:45; limonlu kek, jisung'un doğum günü...

jisung okuldan çıkmış yurda yürürken kafasını yerden hiç kaldırmamasına birkaç saniye sonra pişman olacaktı. bu bir ilkti ama işte minho, onun yolunun üstündeydi ve tam da jisung'u bekliyordu.

minik -sözde- arkadaşının doğum günü olduğunu yurdu ziyaret ettiğinde müdüre hanımdan öğrenmişti. çok sık gelen bir ziyaretçiye dönüştüğünden müdüre hanımla da çok konuşmak zorunda kalıyordu, kimi zaman konuşmalarını jisung'a çekerek verimli hale getirmekten pişman değildi.

o gün jisung için başka planları da vardı ama ilk önce işinden izin alarak onu şaşırtmak istedi. kendi yaptığı minik limonlu kekin üstüne mumu çoktan dikmiş, arkasında saklıyordu. tabii jisung'un ona çarpacak kadar dalgın olduğunu bilmiyordu.

jisung'un dalgın olmak için çokça sebebi vardı. yurttan ayrılma vakti gelmişti, nereye gideceğini ve nasıl yaşayacağını bilmiyordu. ne iş yapacaktı? bir kafede çalışmak ilk seçenekti hatta minhoyla birlikte çalışmak isterdi ama onu beceriksizliğiyle kendinden soğutmak da istemiyordu.

tam da minho'yu düşünürken önünde olduğunu fark etmediği, kendisininkine zıt olan yapılı vücuda çarparak geriye sendeledi. minho'ya bakarken şaşkınlıkla gözleri açılmış ve göz bebekleri genişlemişti. minho ise hala arkasında tuttuğu elleriyle jisung'a gülüyordu.

"neden muhtar gibi ellerini arkanda birleştirmiş dikiliyorsun?" diye söylenmesi minho'nun gülüşünün küçülmesine ve bir tebessüme dönüşmesine sebep oldu.

minho, jisung'un dik başlılığına çoktan alışmıştı ve bu halleri ona küçük bir çocukla uğraşıyormuş gibi hissettiriyordu. oldukça eğlenceliydi. susmasının jisung'u daha da huysuzlaştırdığını çocuğun çatılmış kaşlarından anladı ve arkasında sakladığı keki çıkarıp ona uzattı.

"iyi ki doğdun demek istemiştim. oldukça içten söylüyorum, iyi ki doğdun jisung."

jisung'un gözleri gülüşüyle kısıldığında hiçbir şey göremediğinden muzdaripti ama her şeye söylenmeye bayılan kişiliği o an için fazla softtu. bunun yerine minho'nun uzattığı keki hevesle eline almış ve mumu yakarken onu izlemişti. gözleri öyle parlıyorlardı ki minho gökyüzündeki iki yıldızın onun gözlerine düştüğünü düşündü.

jisung mumu üflerken ne dileyeceği hakkında hiç düşünmedi, haftalardır dilediği tek bir şey vardı zaten. minho'ya her şeyi anlattığından beri istediği tek şey ondan ayrılmamaktı. özellikle son günlerde, yeni bir hayata adım atacakken yanında götürmek istediği tek şey minhoydu. minho karanlık geçmişinde kalmayı hak etmiyordu; minho onun geleceğini aydınlatıyordu ve o aydınlık geleceğe aitti.

mumu üflediği gibi kollarını karşısındaki bedene sımsıkı sardı. öyle sıkı sarıldı ki minho onun ne dilediğini anlamıştı. zaten birbirlerini anlamak için başından beri kelimelere ihtiyaçları yoktu.

yeterince uzun süre sarıldıklarında, jisung'a bu hiç yeterli gelmemişti. minho'nun kollarından ayrılmadan önce parmak uçlarında doğrulup onun yanağına küçük bir öpücük kondurdu. şimdi bu, nasıl hem kalbini bu kadar hızlı attırıp hem de yetersiz kalıyordu? yeni bir öpücüğe cesareti yoktu bu yüzden minho'yu şok içinde arkasında bırakmayı seçti ve kollarından ayrıldığı gibi yanından geçip gitmeye yeltendi.

minho küçücük bir öpücüğün onu ergene cevirmesine lanet ediyordu, çünkü çok fazla heyecanlanmıştı ve yüzü bir anlığına alev aldı. yine de jisung'un kaçtığını fark edecek kadar kendindeydi. yanından geçen bedenin kolunu tutarak onu durdurdu ve kendine çekti. jisung yeniden minho'nun kollarının arasında kendini bulurken kaçış planının işe yaramadığını ve bir b planı hazırlayacak vaktinin de olmadığını anlamıştı.

"küçük bir çocuk gibisin diyecektim ama küçük çocuklar sevdiklerini öptüklerinde utanıp kaçmıyorlar. neden utandın, minik?"

jisung'un verecek bir cevabı yoktu, düşündüğü tek şey ateşinin 45 derece olduğuydu ve kesinlikle abartmıyordu. minho'nun yüzüne bakmaya dayanamadığını hissettiğinde kafasını eğdi ve alnını onun göğsüne yasladı. minho bunu ne kadar tatlı bulsa da jisung'un utançtan alev almış suratını görmek çok daha eğlenceliydi.

minho'nun göğsünün kıkırtısıyla beraber sarsıldığını bizzat hisseden jisung gülümsemesini yüzünden silmek için uğraşmıyordu bile. minho gülüşünü durdurup ensesindeki saçları okşadığında bunun kafasını kaldırması için bir mesaj olduğunu anladı ve hemen ona baktı. minho sarılışını sıkılaştırırken jisung'un ensesindeki elini yanağına sürüklemiş ve onu kafifçe okşarken öbür yanağına uzun bir öpücük bırakmıştı.

o sarılmayı bırakıp yanına geçerken ve belinden hafifçe iteleyip birlikte yürümelerini sağlarken, hatta yurda vardıklarında bile jisung çok sessizdi.

minho ayrılma vakti geldiğinde düşündüğü şeyi seslice söledi: "bir kez daha öpsem kendine gelir misin acaba?"

bunu duymasıyla jisung'un gözleri kocaman açılıp ona dönmüş ve kafasını iki yana sallayıp kaçması bir olmuştu. minho, çocuk fazla uzaklaşmadan önce aklına gelen şeyle seslendi.

"saat 09: 45'te aşağı in."

jisung odasına girmiş hızla atan kalbini tutarken, böylesine masum şeyleri bile ilk kez yaşadığı için bu kadar heyecanlanmış olmasına gülüyordu. minho'nun söylediği şeyiyse ancak algılayabilmişti. şimdi daha da mutluydu. haftalardır düşündüğü stresli onca şeyin aksine o an, sadece akşam neler olacağını düşünüyor olması onu mutlu etmişti.

akşam dışarı çıkmak için izin istediğinde, ki jisung için izin istemesine artık gerek yoktu ama kuralların onun üzerinde hala işliyor olup olmadığını tehit etmesi gerekiyordu, müdüre hanım uzatmadan ona izin verdi. pekala, zaten izin verecekti ama bu kadar kolay olması kalbini kırmış gibiydi. kadın onun yüzüne pek bakmadan odadan gönderdiğinde 10 yıldan fazladır yaşadığı bu yurtta müdüre için dahi bir şey ifade etmediğini anladı. arkasında bırakacağı yatağı, dolabı mı üzülecekti o gidince sadece? bu düşünceyle güldü, onlar üzülemezlerdi.

yurdu bırak, koskoca şehirden gitse onun için bir tek minho üzülecekti. kısa olmasına rağmen koskocaman görünen hayatına baktı, karşı komşusu dışında kimsesi yoktu. yalnızlığı, tamamen yalnızken bile bu kadar net hissetmemişti. ama düşündü, belki de yalnız olması iyi bir şeydi. ardında birini bırakıyor olsa, bu yurttan ayrılmak onun için çok zor olurdu.

düşüncelerinin karanlığa daldığını fark ettiği anda sanki kurtulacakmış gibi kafasını iki yana salladı, ve kurtuldu. sonra hızla üzerini değiştirdi çünkü 10 dakikası kalmıştı ve minho aşağıdaydı. gün boyu hazırlanmak için pek olanağı olmadığından sadece duş almış ve düşler kurmuştu. saatler önce koşarak girdiği binadan şimdi koşarak ayrılıyordu.

koşup minho'nun kollarına atlamasına ramak kala kendini durdurdu. minho da kollarını iki yana açıp jisung'u kucaklamamak için çok çabalamıştı. yine de sarıldılar. ikisi de yıllardır görmedikleri ailelerini karşılar gibi karşıladılar birbirlerini.

jisung minhoya baktığında onun dostoyevski romanlarından fırlamış bir devlet memuru gibi giyinmemesine şükretti. onu bir kere yanlışlıkla takım elbise içinde hayal etmişti ve bu çok komikti. kesinlikle çirkin gözükeceğinden değil, öyle bir şey münkün de değil, ama jisung'un doğum gününde takım elbise giyinse çok komik olurdu.

jisung düşündüğü şeyle yeniden kıkırdarken minho ona çok değerliymiş gibi bakmaya devam ediyordu. bakışları jisung'a öyle yumuşak dokunuyordu ki jisung bunu her fark ettiğinde afallamaktan kendini geri alamadı.

minho'nun gözleri jisung'un gülüşüyle parlarken sordu: "neden gülüyorsun? bende komik bir şey mi var?"

"hayır, sadece neşeliyim. yine de gülüşümün sebebi sensin, teşekkür ederim." jisung'un gülüşü tebbessüme dönüşürken konuştu. söylemek istediği çok şey varken sadece kısa bir teşekkür çıkabilmişti ağzından. minho da o gün duygusal konuşmalar yerine eğlence istiyordu. jisung'un gülüşü gece boyu solmasın istiyordu.

sessizce birbirlerine bakmayı bir süre daha sürdürdüklerinde konuşmayı başlatan tabii ki minho değildi. o sırada minho başka bir evrende olduğunu düşünüyordu çünkü jisung'u ilk defa bu kadar mutlu görüyordu.

"aslında evini çok merak ediyorum çünkü sen diğer komşular gibi perdeleri hiç indirmedin. anlamadım, yıkamıyor musun? çok pasaklı biri misin?"

minho'nun gözleri hayretle açıldı, çünkü resmen iki saniyede pasaklı bir adam olmuştu. itiraz etmek için konuştuğunda jisung'un onunla dalga geçip eğlendiğinin farkında değildi.

"tabii ki yıkıyorum! evimi dikizlemeye fırsat bulamadığın için beni pasaklı yaptın öyle mi?"

"dikizlemek mi? dikizci miyim ben? kalbimi çok kırdın."

jisung sahte bir trip atarak önden yürümeye başladı. nereye gideceklerini bile bilmiyordu ama o an düşündüğü tek şey gülmemek için kendini zor tutuyor oluşuydu. rol yapmayı pek becerememiş olacak ki minho gülerek peşine koyulmuş, yetiştiğinde onu omzundan tutarak kolunun altına çekmişti.

jisung'un yanağına hızlı bir öpücük kondurduğunda ona utanmak için bile vakit tanımadan konuştu: "saçmalamanı kesmek için seni öpmem gerektiğini düşündüm, kesinlikle seni öpmeyi sevdiğimden ve utanınca çok tatlı olduğundan değil."

jisung gün boyu şaşkınlıkla aralanan gözlerini yeniden minho'ya çevirdi. minho da ona döndüğünde çocuğun kolunun altında ne kadar küçük kaldığını fark etmiş ve jisung'u susturduğu gibi kalbini de susturmanın bir yolunu bulması gerektiğini düşünmüştü.

jisung "beni öpmeyi sevdin mi?" dediğinde gözleri onun yüzünde birkaç tur attı. bakışları dudaklarında oyalanırken boğazının kuruduğunu hissediyordu. gözbebekleri titreşti ve konuşabilmek için yutkunmak zorunda kaldı.

"sevdim, sen sevdin mi?"

"seninle ilgili her şeyi."

"hm?" minho afallamış mıydı yoksa sadece duymak mı istiyordu, jisung bundan emin değildi ama emin olduğu tek şey dudaklarından döküldü.

"seviyorum."

yavaşlayan adımları durduğunda minho'nun kolu jisung'un omzundan kaydı ve eli sırtını okşayarak beline düştü. fark etmeden birbirlerine yaklaştıklarında, onları durduran yolda bağırarak telefonda konuşan yaşlı bir adamın sesiydi. muhtemelen duymakta güçlük çektiği için sinirlenmişti, minho'nun umrunda olmayan bu ses jisung'u titrettiğinde küçüğünü yeniden omzundan tutmuş ve yürümeye devam etmişti.

minho'nun kafesine gitmiş ve jisung'un doğum gününü kutlamış da olsalar, o an kisinin de gece boyu akıllarından çıkmamıştı.

minho her ne kadar arkadaşları yardım etmiş de olsa her şeyi jisung için hazırlamış ve diğerleri mutfaktayken onları rahatsız etmemeleri konusunda uyarmıştı. bu uyarılara rağmen arkadaşlarının başka planları vardı.

minho nihayet haftalardır üzerinde çalıştığı şeyi gerçekleştirme fırsatı bulduğunda jisung yanaklarına doldurduğu pastayı yemek ve minho'nun ne kadar yetenekli olduğunu düşünmekle meşguldü. o an her ne kadar neşeli ve eğleniyor olsa da daha sonra yaşadığı güzel anları düşünüp ağlayacağını biliyordu. saatlerce düşünse de bu anları hayatındaki başka bir ana değişemeyeceğini biliyordu.

minho o gece jisung'u bir dakika dahi şaşırtmamaya yemin etmiş gibiydi. başta jisung'a onu sevdiğini söylemesiyle jisung'un öksürük krizine girmesi yüzünden başka zaman konuşmayı düşünse de karşısındakinin ısrarları üzerine haftalardır provasını yaptığının çok zıttı bir şekilde jisung'a sevgili olmayı teklif etti.

jisung böyle bir anı kitaplarda okuduğunda hayal ettiği gibi hissetmedi. başta kalbinin eriyip içine aktığını hissetse de kafasının içinde oyun oynamayı seven sincaplar vardı. bakışlarını düşürdü ve yavaşça masadan kalktı. bu sırada nefesini tutan tek kişi minho değildi, mutfakta üst üste binmiş kapıda onları dinleyen arkadaşları da ona katılmışlardı. öyle ki hevesle elindeki konfetiyi tutan hyunjin'in bile suratı düşmüştü.

jisung oturduğu yerden ayrılıp minho'nun yüzüne bile bakmadan giderken minho tuttuğu nefesi geri verdi. yeni bir nefes alamayacak kadar çökmüş hissediyordu. boğazında onu kusmaya zorlayan bir yumru vardı. öyle bir içine kapanmıştı ki dışarıda olan hiçbir şeyi fark etmedi, vücudundan içeri girebilse onu da yapacaktı. jisung, minho'nun başında dikilmekten sıkılmış olacak ki onun omzunu patpatladı.

minho hemen yerinde doğrulmuş ve jisungtan nedenini bilmediği özrünü dilemeye hazırlanmıştı. tabii jisung buna onu öperek engel olmasaydı. ağzını açtığı anda dudaklarına kapanan dudaklarla tüm kelimelerini yuttu. az önceki kalp krizinin hesabını jisung'a daha sonra sormayı aklına kazıdığını sanıyordu ama öptüğü dudaklar birkaç saniye içinde ona her şeyi unutturmuşlardı.

jisung'un gittiğine ve arkadaşının üzgün bir şekilde oturduğuna emin olan hyunjin kapıyı araladığında öpüşen çifti ilk gören ve konfetiyi kimse bir şey anlamadan patlatan kişiydi. jisung korkup bir kedi gibi onun boynuna sığınırken minho'nun düşündüğü tek şey hyunjini 180°de 20 dakika fırına atmaktı.

Continue Reading

You'll Also Like

2.5K 383 11
"senin adını sayıklıyorum, konuşabildiğim tek dil bu." [25.06.23-
9.6K 1.1K 8
Han Jisung dünyaca ünlü bir idoldu. Lee Minho ise Jisungun dünyaca ünlü fanı. "Daha yüzünü göstermeye cesareti olmayan insanları ünlü yapıyorsunuz...
19K 3K 17
"Ne yani, bir insan değil misin? Cennete giden postaları teslim ediyorsun, öyle mi?" "Onun gibi bir şey." "Ama seni görebiliyorum." "Sadece keder içi...
217K 20.4K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin