Siyahın Vedası | Teslimiyet

By AgresifPelinsu

3.5M 123K 10.8K

"Dediklerimi tekrarla," dedi kararlı bir tonda. İstemediğimi söylemeye cesaretim yoktu "Buradaki her şey doğr... More

Kısım I - Teslimiyet
Bölüm 1 - Normal
Bölüm 2 - Çelişki
Bölüm 3 -Kurallar
Bölüm 4 - İtiraf
Bölüm 5 - Toz
Bölüm 6 - Ceza
Bölüm 7 - Kan
Bölüm 8 - Arkadaş
Bölüm 9 - Firari
Bölüm 10 - Küvet
Bölüm 11 - Eşik
Bölüm 12 - Uyku
Bölüm 13 - Sadakat
Bölüm 14 - Canavar
Bölüm 15 - Benimsin!
Bölüm 16 - Fırtına
Bölüm 17 - Tasma
Bölüm 18 - Kucak
Bölüm 19 - Gülümseme
Bölüm 20 - Dans
Bölüm 21 - Keyif
Bölüm 22 - Şarap
Bölüm 23 - Yalnız
Bölüm 24 - Aiden
Bölüm 25 - Zor Anlar
Bölüm 26 - Hata
Bölüm 27 - Aral
Bölüm 28 - Kaldırım
Bölüm 29 - Vogue
Bölüm 30 - Sade
Bölüm 31 - Soru(n)lar
Bölüm 32 - Bıçak
Bölüm 34 - Karanlık
Bölüm 35 - Fotoğraf
Bölüm 36 - Mahrem
Bölüm 37 - "Persephone"
Bölüm 38 - Ateş
Bölüm 39 - Bukre
Bölüm 40 - Dehşet
Bölüm 41 - Duman
Bölüm 42 - "Eğlen"
Bölüm 43 - 3+1
Bölüm 44 - Başka Biri
Bölüm 45 - Tenin Korkusu
Bölüm 46 - "Dilediğini yap"
Bölüm 47 - Aciz
Bölüm 48 - Takip
Bölüm 49 - Yüz Yüze
Bölüm 50 - İz
İkinci Kitap | Not

Bölüm 33 - Cehennem

65.8K 2.4K 251
By AgresifPelinsu

Uyarı; Bu bölüm bir miktar cinsellik barındırır. Elimden geldiğince kapalı yazmaya çalıştım fakat bu uyarı koymakta fayda var. Ve ikinci olarak sansür kullanmadım. 

Lavanta kokusu tüm duyularıma nüfuz ederken birkaç saniye üzerimdeki ağırlığın farkına varamadım. Gözlerimi aralamak için çabalarken kaslarımın her birinin ayrı bir isyan başlattığını ve gerildiğini hissettim. Bacağımdaki acı hala tazeydi, ağzımda serumlardan kaynaklanan iğrenç ilaç tadı vardı. Acıyla diğer tarafıma döndüm fakat bu kez de aşırı aydınlık beni rahatsız etmişti. Elimi gözümün önüne perdeleyip yorganı başıma kadar çektim. Lavanta kokusu beni mutlu ediyordu.  

Dün gece film şeridi gibi gözümün önünden geçerken neler yaptığımı hatırlamıştım. Sırf Christopher'a ulaşmak için kendimi bıçaklamıştım. Hangi mantık bunu yapardı ki? Bir daha asla ama asla sarhoş olmamayı kendime not ettikten sonra beyaz yorganı başımın üzerinden kaldırdım ve kamaşan gözlerime aldırmadan odayı süzdüm. Benim için ayarladığı odadaydım. Christopher'laydım. Peki bu ne kadar doğruydu? Aptal biralar, beynimi sulandırmıştı. Doğru olan bu şekilde Christopher'ın kafesine düşmem değildi, orta yolda buluşmamız gerekliydi. 

Bacaklarımı yataktan sarkıttıktan sonra yağlanmış ve denizin tuz ve yosun kokusunu emmiş saçlarımı karıştırarak başımı ellerimin arasına düşürdüm. Bir daha asla içki içmeyecektim. Nasıl olur da... Kahretsin. 

Dirseğimin bacağımdaki sızıya denk gelmesiyle inledim, yara hala tazeydi. Sızlayan yaraya sanki iyi gelecekmiş gibi üfledim, üflemem yanma hissini geçirmiyordu. Dişlerimi birbirine bastırarak bir kez daha kendime lanet ettim.  

Odamın kapısı açıldığında sanki yasak bir şeyi yaparken yakalanmış gibi ellerimi iki yanıma koyup yatağın çarşafını kavradım ve gözlerimi içeriye giren Christopher'a diktim. 

Düz ifadesi hiç erimeyecekmiş gibi yüzün duruyordu. Kibirli mi duruyordu? Hayır. Bir şeylerden mi tiksiniyordu? Hayır. Üzgün müydü? Hayır. Sinirli? Hayır. Bu bakış sadece Black bakışıydı, insanları koyu renginde boğabilecek kadar duygusuzdu. 

"Ben..." bana düz düz bakmayı sürdürürken sebepsiz durma ve yutkunma ihtiyacı hissettim. Gözlerimi bir şey arıyormuş gibi odanın içinde dolaştırırken onun bakışları yüzüme kenetliydi. Her an beni pataklayabileceği hissine kapılmıştım. 

"Sen..." diyerek beni konuşmaya teşvik etti. 

Bir kez daha yutkundum, boğazıma öyle büyük bir yumru oturmuştu ki ne kadar yutkunursam yutkunayım aşağı kaymıyordu. 

"Kanındaki alkol seviyesinden haberin var mıydı? Doktorun kanının pıhtılaşması için kaç doz ilaç verdiğini biliyor musun? Peki ne kadar kan kaybettiğini biliyor musun? Her şeyden önce neden kendini bıçakladığını biliyor musun?" diye sordu. Son sorusunun cevabını bekliyordu, belli ki kendisi cevaplandırmıştı ancak yeterli gelmemişti. 

Geceyi hatırlamaya zorladım kendimi, olaylardan emindim fakat hangi duyguların beni körleştirdiğini ya da neleri düşündüğümden emin olamıyordum. "Ben sadece..." dudaklarımı ıslattım. Ben ne? "Sadece..." Devam et, Melek. "Sanırım merhametine ihtiyacım var," diye mırıldandım fakat gözlerine bakamıyordum. 

"Sanırım merhametime ihtiyacın var," diye tekrarladı beni, sesindeki alaycılık öylesine kırıcı bir boyut almıştı ki utanmama sebep olmuştu. "Merhameti hak etmek için kendine zarar mı verdin?" diye sordu. Cevabını biliyordu fakat soruyordu. 

"Evet," diye fısıldadım. 

Çenemi kavrayarak başımı çok da nazik olmayacak bir tavırla kaldırdı ve gözlerini gözlerime kenetledi "Benim olan bir bedene zarar verme hakkını sana kim sundu?" diye sordu. 

"Bu beden benim, ilk ben siktim. Sen benimsin, Melek. Kanın benim, vücudun benim, bacağının arasındaki delik benim."  

Çenemi kavradığı elini sertçe iterek ellerimi karnına koydum ve onu ittim. Bir adım geri atmaktan başka bir işe yaramadı. Ben Christopher'dan beklentim bu yönde değildi, beni sadece zevk alabileceği bir obje olarak görmesi hoşuma gitmemişti. Aral gibi beni nesneleştirmişti. Aral gibi pis imalarda bulunmuştu. Evet, Christopher buydu fakat ben... Ben sadece merhamet istiyordum. Elleriyle vücudumu mahvetsin fakat sözleri yüreğimi parçalamasın istiyordum. 

"Ben kimseye ait değilim, kendi bedenimin üzerindeki kararları ben veririm." diye tükürürcesine tıslayarak ayağa kalktım. Olduğu yerden gözlerini bana dikmiş bakarken bana sokuldu. Yatakla onun vücudu arasında sıkışmıştım. 

"Köle-Hakim kurallarını unuttun mu, Melek? Bu kadar aptal mısın, görmek mi istemiyorsun?" diye sordu. Ses tonunda gizli tehdit iliklerime kadar işliyordu. "Vücuduna sahibim ki merhametimden sunuyorum sana. Bir annenin yavruyu sütüyle beslemesi gibi... Usul usul büyütüyorum itaatini içinde. " sırtımdaki kaslar gerilirken derin bir nefes aldım, buram buram kokusu ciğerlerime doldu. "Merhametim senin sütün," dedi. 

"Bu..." nefessiz kaldım. "Ben böyle düşünmemiştim," 

"Ne düşünmüştün?" diye sordu. 

"Saf merhamet, sevgi," 

Birkaç saniye sessiz kaldı "Ben sana merhameti taklit edebilirim fakat sevgiyi taklit edemem," dedi. 

"Christopher..." doğrudan gözlerine baktığımda egzotik rengi aklımı bir kez daha başımdan aldı "... Ben böyle hayal etmemiştim." 

Omuz silkti "Ben de zaten hayallerindeki o prens değilim," 

"Biliyorum," diyerek başımı aşağı eğdim "Bende bir masalda yaşamıyorum." İşte sorun burada... 

"Pekâlâ, sana son bir şans veriyorum; öğlene kadar düşün. Sonucunda ya yanımda kalır bedenini kendi hükümlerinle yönetmeme karşı çıkmaya bir son verirsin ya da gitmeyi seçersin," 

"Sen ciddi misin?" diye sordum istemsiz. Başını usulca salladı ve bir adım geri çekildi, kendimi daha rahat hissediyordum. 

"On iki buçukta, salonda ol," dedi ve arkasını dönüp odadan çıktı. Düz, beyaz kapının yüzünde bir şeyler arar gibi uzun uzun baktım, hiçbir şey yoktu. Kapı dillenip bana nasıl karar vermem gerektiğini söylemiyordu. Ne yaparsam yapayım benim dışımdaki birinin verdiği karar beni memnun etmeyecekti. Tekrar yatağa çöktüm, tenime değen soğuk hisle ancak üzerimde saten bir gecelik olduğunu anlamıştım. Geceliğin eteğini biraz daha kaldırarak sargıyı gün yüzüne çıkardım. Sarhoşken kendime bunu yapmıştım. Sırf onun için kendime zarar vermiştim. Bana o zarar vermiyordu, onun için ben kendime zarar veriyordum. Bunun doğru bir yanı yoktu, ta en başından ben yanlış adama vurulmuştum. 

"Ben sana merhameti taklit edebilirim fakat sevgiyi taklit edemem" 

Merhameti sahteydi. Merhameti sahteydi. Sahte. Yüzümü avuçlarımın arasına gömüp sertçe ovuşturdum. Bizim aramızda duygusal hiçbir şey olamazdı, o bir robottu. Vücudunu ve ruhunu şeytana satmış, sadistçe düşüncelerini hayata geçirmekten zevk alan bir robottu. Benim gülümsemeyi ibadet haline getirdiğim gibi o da duygularını ibadet haline getirmişti.  

Streste buz gibi terlemiş avuç içlerimi boynuma bastırdım. Kendimi her an bayılacak gibi hissediyordum. Bakışlarımı odanın genelinde gezdirdim saat bulmak amacıyla fakat saat yoktu.  

Dolaba yönelip kendime siyah iç çamaşırı takımı çıkarıp giydim. Kararımın yanlış olduğu belliydi, ne diye kendimi teslim ediyordum ki? Merhamet yok, katıksız şiddet vardı. Gözümü boyamasına izin vermiştim, onun için uçurumdan atlamıştım. Yanlış. Ben erkek hükmünden kaçarken nasıl oldu da ona boyun eğdim? Onun Aral'dan farkı neydi? Süslü sözleri mi? Renkli gözleri mi? Bakışlarındaki ifadesizlik mi? Belki de Aral bana onun baktığı gibi bin bir vaatle baksaydı, aynı anda onlarca duyguyu yeşertseydi ona da vurulacaktım. Aynılardı. Sadece Aral'ın bakışlarını yumuşatacak mavilik yoktu gözlerinde, kopkoyu kahverengi gözlerini bir kez gözlerine diktiğinde bir köşeye sinip ölmeyi bekleyen bir zavallıya dönüşüyordu insan. Fakat Black'te öyle değildi, bakışlarını sen yorumluyordun. Bakışları, ifadesi yoruma açıktı. Ben gülümsediğini hayal ediyordum gülümsüyordu. Sevdiğini hayal ediyordum, seviyordu. Sadece hayallerimde. 

Siyah eteği ve beyaz tişörtü üzerime geçirip sandaletleri buldum ve giydim. Saatin kaç olduğundan haberim yoktu fakat güneşin gökyüzündeki durumuna bakarak tahmin yürütebiliyordum. 

Camın kenarına oturdum ve dizlerimi kendime çekip şehre baktım. Yanlış başlamıştım bir kere hayata, neresi düzgün gitsin ki? Devenin öyküsü gibiydi bu? Neresi doğru ki? Hayatımın neresi doğru?  

Bir şeylerin bitmesi gerekiyordu. Aral'a teslim olmalıydım belki. Belki intihar etmeliydim. Çözüm yolu çoktu fakat benim bunları icra etmeye ne takatim vardı ne de cesaretim. Yüzleşmekten korktuğum için kaçmıştım ya. Korkmasaydım belki şimdi aynı derece barbar bir adamdan olan çocuğuma bakıyor olurdum. En azından pişmanlığı kana kana hissedebilirdim fakat şu an hiçbir şey hissedemiyordum. Hissizlikten nefret ediyordum. 

"Melek..." sesi boğuk ve öfkeliydi o gün. Yarım saat ortadan kaybolmama bile tahammül edememişti. Ondan kurtulmak istiyordum, bedenime sahip oluşu canımı yakmıştı. Hayallerim vardı benim, onlardan nasıl vazgeçerdim? 

Bana doğru sert adımlarla gelirken başımı öne eğmiştim. Sadece birkaç saat daha uslu kızı oynamam gerekiyordu. Gece duş alma bahanesiyle odadan çıkacaktım ve sonrasında ise sakladığım altınları alarak buradan def olup gidecektim. 

"Ne yapıyorsun burada?" diye sordu. Sesi tok ve ürkütücüydü. Çekinerek gözlerine bakmaya çalıştım fakat düğün gecesi aramızda geçenler beni utandırıyordu. Gözlerim kirli sakallarında ve beyaz gömleğinin yakalarında takılı kalıyordu. 

"Biraz geziyordum, içeriden ses geldi," dedim samanlığı işaret ederek "Bakmak istedim," dedim ve yutkundum. Tir tir titrememek için kendimi zor zapt ediyordum. 

Güldü "Böyle şeyleri merak etme, Melek'im." dedi ve yüzüme düşen saçlarımı geriye itip iki eliyle yanaklarımı avuçlayarak başımı kaldırdı. "Sen ne güzel şeysin böyle," diye mırıldandı. Bir eli aşağıya düşerek kolumun altından dolandı ve beni kendine çekip kalçamı sıktı. Beni kendine bastırdığı için onu hissedebiliyordum ve bu daha fazla kırmamdan başka bir işe yaramıyordu.  

Elimi tutarak biraz önce çıktığım samanlığa soktu ve kapıyı arkamızdan kapatıp kilitledi. Titrememek için sıktığım avuçlarımın kaba etine tırnaklarım batıyordu. Niye buraya girmiştik? Ne yapacağımı anlamış mıydı?  

Korkaklığıma teslim olarak ona döndüm, özür dilemek için hazırlanıyordum ki belimi kavrayıp beni saman balyaların üzerine yatırdı ve eteğimi yukarı kaldırıp iç çamaşırımı çıkardı. İtiraz etmeye hakkım varmış gibi ona direndim fakat bu boşaydı.  

O kemerini çözmekle uğraşırken utanarak eteğimi kapatmaya çalışıyordum fakat bu onu sadece eğlendiriyordu "Kocanım ben senin Melek, elbette onu göreceğim. Kendini benden niye saklıyorsun ki?" dedi  

Gözlerim yanarken kalkmaya çalıştım fakat beni göğsümün tam ortasından sert saman balyalarının üzerine bastırarak sabitledi. Fermuarının gürültüsü zihnimin karanlıklarında cılız bir yankıdan çakan şimşeklere dönüştü. Bacaklarımın arasında, tam o bölgede hissettiğim varlığıyla dişlerimi birleştirdim ve yanan gözlerimi kırpıştırdım. Sürekli yenilenen hissi, her gelgiti daha kuvvetliydi. Dişlerimi daha da sıkıp gözlerimi kırptım. 

"Bu kadar tepkisiz olma, Melek." diye dişlerinin arasından tısladı ve elbisemin fermuarını açıp kollarımdan sıyırdı ve belimde toplanmasını sağladı. Artık ona karşı bile gelemeyecek kadar yorgun ve darbelenmiştim. Yaralıydım. Sutyenimi aşağıya çekerek bir göğsümü dişlediğinde inledim. 

"Melek, bana tepki ver. Aldığın zevkle inle, hadi." diyerek daha da hızlandı. Bir yandan göğsümü avuçluyor bir yandan da diğerini dişliyordu. Alt tarafımdaki sızımı görmeksizin, ne kadar acı çektiğimi hissetmeyi reddederek bana sahip oluyordu. 

"Melek, inle!" diye gürledi ve göğsümü daha sert ısırarak kendini bana bastırdı. Zoraki inlemeler dışında ağzımdan bir ses çıkmıyordu. Beni saman balyalarının üzerinden kaldırıp pürüzlü duvar ile arasına aldı ve gelgitlerini sürdürdü. Daha da acımasız bir hal almıştı, sırtımı pürüzler tahriş ettikçe acım katlanıyordu. En sonunda gözyaşlarımı serbest bırakarak çığlık attım. Her darbesinde çığlıklarım ve gözyaşlarım katlanıyordu.  

Elini ağzıma kapattı "Çocuk gibi ağlamayı kes. BEN SENİN KOCANIM." 

"Hayır," diye fısıldadım deli cesaretiyle "Sen..." kekeleyerek de olsa, gözyaşlarım boğazıma birer mermi gibi dizilse de devam ettim "Sen benim hayallerimin katili, ruhumun celladısın," 

Derin bir nefes daha alıp salona girdim. Saat tam öğle vaktini gösteriyordu. Christopher Parvis Black kendini hapsettiği camdan kuleden şehri izliyordu. Nefes alıyor muydu? Pişmanlık duyduğu bir şey var mıydı? Ruhu, yaptıklarının acısını kaldırabiliyor muydu? Vicdanı sızlıyor muydu? 

En önemli soru: Sevilmek istiyor muydu? 

"Black," diye fısıldandım.  

İlk gün olduğu gibi kendine has bir kıvraklıkta döndü ve "Tam vaktinde, sevgilim," dedi kadife gibi güzel bir sesle. 

"Kararımı verdim," dedim herhangi bir şeyin fikrimi değiştirmesine izin vermeden.  

"Ve?" 

Bakışlarımı yerden kaldırıp özgüveni yüksek bir şekilde gözlerine baktım "Gitmek istiyorum," dedim. Evet, biliyorum. Daha dün, sırf onun yanında olabilmek için kendimi bıçaklamıştım fakat bunu bilinçli olarak yapmamıştım. İçimde bir yerlerde alkolle gün yüzüne çıkan bir canavar vardı ve ıslah olmuyordu. 

"Neden?" 

Güldüm "Senin orospun olmaktan daha ileriye gidebiliyor muyum?" diye tısladım 

Başını sağa sola salladı "Kölemsin," diye düzeltti. 

Dişlerimi birbirine bastırdım "Aradaki fark ne? ARADAKİ FARK NE?"  

"Senin hakkındaki kararları ben veririm. Seni bırakmak istiyorsam bırakıp, kollamak istiyorsam kollarım. Sen bana sadece cinsel bir hizmet etmek için burada değilsin, tüm ihtiyaçlarımı karışılaşmak için buradasın," 

"İhtiyaç mı? Benim canımı yakman senin ihtiyacın mı?" 

"Evet," dedi. Sesi ben ne kadar öfkeliysem o kadar sakin çıkıyor gibi geliyordu.  

"Saçmalık," 

"Bu saçmalık için kendine zarar veren sendin," dedi bilmiş bir tavırla. 

Başımı bir kez daha sertçe sağa sola salladım "Evet, ben istedim. Ve şimdi, tıpkı senin her zaman yaptığın gibi dengesiz davranarak, gitmek istiyorum." dedim ve ona sırtımı dönüp kapıya doğru birkaç adım attım. Kasılan bacaklarımla beraber yaramın sızısı iyice belirgin bir hal almıştı. 

"Dur," dedi tok bir sesle. Vücudum ona itaat etti ve durdum "Koluna bak... Karnına... Vücudunun her yeri mühürlerimle doluyken gidebilir misin?" diye sordu 

"Evet," dedim düşünmeden. 

"Duygularını köreltme, Melek. Ben ne kadar sadist isem sende bir o kadar mazoşistsin. Eğer kendine zarar vermekten bu denli zevk almasaydın neden sana karşı sunulan şiddete gülümsemezdin. Eğer sana vurduğum her darbede karşıma çıkıp daha fazlasını talep etmeseydin, seni tekrar buraya getirmezdim." 

Histerik bir kahkaha attım. Öylesine tizdi ki sesim bana bile yabancı gelmişti, kahkahadan çok her şeye benziyordu. Arkamı döndüğümde ellerini cebine koymuş, kendinden emin bir tavırla bana bakıyordu. "Her daim kadın suçlu değil mi? Tahrik eden kadın, talep eden kadın... Neden bir an olsun tavırlarımı yanlış yorumladığını düşünmüyorsun. Yardıma ihtiyacın var sandım, sevgiyle kendine gelirsin sandım fakat..."  

İkimiz de aynı anda cümleyi tamamladık: "Sen o kitap karakterlerinden birisi değilsin." 

Aralık ağzımı kapatıp bilinçsiz birkaç adım geri sendeledim. 

"Ağzından çıkan her sözü tahmin edebiliyorum, kalbinin dakikada kaç kez arttığından eminim... Duygularınla boğulduğun karmaşada seni daha fazla boğmak istiyorum." Devam etmesinin ne işe yarayacağını bilmiyorum. Onu duymazdan gelip çekip gitmek istiyordum fakat bedenim gerçekten ona mühürlüydü ve ben burada dikilmiş onu dinlemeye devam ediyordum "Seni sikmek değil, öldürmek istiyorum," 

"BENİ BÖYLE TEHDİT EDERKEN NASIL OLUR DA SANA GÜVENMEMİ İSTERSİN?" diye çığlık attım. Bu bir feryattı. Havalandırma boşluğuna düşmüş bir kedi gibi miyavlıyordum fakat sesimi duyan yoktu. 

"Sana güven vermedim," 

"BANA HER GÜN DAHA FAZLA GÜVEN VERDİN. SEVDİN, OKŞADIN SONRA AYAKLARIMIN ALTINDAKİ HALIYI ÇEKİP BENİ DÜŞÜRDÜN. YİNE KALDIRDIN, SEVDİN VE DÜŞÜRDÜN!" 

"Sevmedim," 

"İdamımı gerçekleştireceğin halata bir düğüm daha attın değil mi?" diye fısıldadım bu kez. Feryadımın zor zerreleriydi bunlar. Ölüme adım adım yürürken titremek gibi.  

"Evet," 

"Kadınları sevmiyorsun değil mi?" 

"Doğduğum andan beri..." 

Cehennem ile araf arasında seçim yapmaya benziyordu bu... Ya ölecektin ya da hiçlikte boğulacaktın başka çözüm yoktu. Christopher Parvis Black beni yok etmeye yemin etmişti. Ruhumu öldürecek ve beni diri diri gömecekti.  

Parmağını şaklattığında ritmik ayak sesleri duydum, arkamdaki çift kanatlı kapı heybetini yaya yaya arkamdan yapandı. 

"Bana yalan söyledin," 

Hangimiz daha dengesizdik? Ben mi? O mu? 


"Cehenneme hoş geldin, Melek."

32. Bölüm'e gelen yorumlar beni inanılmaz mutlu etti. Buradaki oylar ya da okunma oranları değil de sizin yazdığınız birkaç övgü, yergi, yorum bana okunuyor olduğumu hissettiyor. Tekrar tekrar teşekkür ederim.

Yeni okuyucularıma durumu bir kez daha özet geçmek isterim, sınava hazırlandığım için çok fazla vakit ayırıp yazamıyorum. Martın 15'ine kadar da muhtemelen bölüm gelmeyecek, sonrasında elimden geldiğince yazmaya çalışacağım.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum

Continue Reading

You'll Also Like

2.5M 134K 15
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
1.3M 100K 27
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
HAWAR By Milyakettt

General Fiction

149K 9.6K 19
Bir çığlıktı Hawar... Bir haykırış, bir yürek yangını... Bir feryat. Bir direniş. ... Bir kadın olmak... ... Bir kadın, hiç çocuğu olmadığı için suçl...
133K 9.4K 41
Gerçek Osmanlıyla bir alakası yoktur. iyi okumalar.