ZEN ÇEMBERİ

By Nisaay-

4K 2.1K 2.4K

• Başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır. • Başladığın noktaya geri dönersin. *Bu isimle wattpad de yazıla... More

*Kalbi Saran Nefret Duyğusu*
❗1.BÖLÜM❗Susarak Büyümek
❗2. BÖLÜM❗️ Yıllar Sonra İlk Karşılaşma
❗️3. BÖLÜM ❗️Ben Çıkarım
❗4.BÖLÜM❗
❗️5.BÖLÜM❗️
Barlas ERTEN
Ulya KARAHANLI
Savaş KARAHANLI
Emir ARAS
Ece GÖKŞİN
Elvin AKSU
❗️6.BÖLÜM❗️

❗️7. BÖLÜM❗️

225 97 105
By Nisaay-


Sevgili P.12

Ben uyurken üstümü örtmüş...

U.08

Burnuma gelen yogun sigara kokusu ve üzerimde hissettiğim bakışlarala yavaşça gözlerimi araladım.

Savaş tam karşımda ki ikili koltuğa oturmuş yüzündeki tuhaf ifadeyle sigara içiyordu. Onu şöyle bir süzdüğümde hâlâ dün geceki kıyafetleriyle durduğunu fark ettim. Saçları dağılmış, epey yorgun görünüyordu.

Saattin kaç olduğunu bilmesemde odayı dolduran hafif loş ışıktan günün yeni yeni aydığını anladım. Kısık gözlerimle bakışlarını benden bir saniye olsun ayırmaya abime bakıp bir şey söylemesini bekledim.

Savaş ise aramızda bir iddia varmışçasına susuyor ve yalnızca benim tepkilerimi izliyordu. Onun bu hali beni ürkütmüştü. Derin bir nefes alıp uzandığım koltuktan doğrularak oturur pozisyona geçtim. Savaş'ın bakışlarında ki bu kaybolmuşluk ve üzerindeki abartılı sakinlik beni huzursuz ederken kulaklarımı sağır eden sessizliği bozmak için kurumuş dudaklarımı araladım.

"Savaş sana söylemediğim için özür dilerim. Ben yalnızca biraz olsun dolaşmaya çıkmıştım. Sonra o kalabalığı görünce merak edip bakmaya gittim. Elvin, Ayça diye bir kızı ringe çağırınca, yani ne bileyim kız çok korkmuş görünüyordu. Yardım etmek..."

Savaş bitmiş sigarasını yanındaki içi izmaritlerle dolmuş kül tablasında söndürürken yorgun bir mırıltıyla sözümü kesti.

"Konu senin oraya gitmen değil ki, Ulya. Konu senin kapıda bu kadar adam varken nasıl çıktığın da değil. Sana bunları sormuyorum bile çünkü cevabını biliyorum. 'Sıkıldım, biraz dolaşmak istedim. Korumalar durdurur diye korkup gizli gizli çıktım.' diyeceksin. Öyle değil mi?"

Tam olarak öyleydi. Bunu o da biliyor olacak ki cevabımı beklemeden konuşmaya devam etti.

"Sürekli okuldan kaçtın, susttum. Arkadaşlarınla tuhaf tuhaf şeylere kalkışıp her gün başına ayrı bir bela açtın, sessiz kaldım. Peşindeki adamları atlatıp gizli gizli bir yerlere gittin, kurcalamadım."

Derin bir nefes alıp boğazıma batan kelimeleri yutmaya çalıştım. Gizli gizli gittiğim yer Çakır'ın yanıydı ve bunu ona söyleyemiyordum.

"O okula başladığın ikinci hafta iyi misin diye merak edip seni ziyarete gelmiştim. Ben tam okula girecekken senin duvardan atladığını gördüm. Nereye gittiğini merak edip takip ettim seni, sahilde bir kadınla buluşup saatlerce konuştun. Durup kalkmanı bekledim. Eve döndüğünde ve ben seni arayıp günün nasıl geçti diye sorduğumda 'Tüm gün okuldaydım.' dedin. Birkaç hafta bu böyle devam etti üç günde bir aynı kadınla buluşuyordun. Kadını takip ettirdim kim olduğunu araştırdım, öğrenebildiğim tek şey yaşadığı evin adresi ve oniki yıl önce ölmüş Aysun Yılmaz diye birinin kimliğini kullandığıydı."

Çakır'ın yanında çalışan ve kendini Gece diye tanıtan kadındı bu. Çakır evden pek çıkmaz buluşmalara o kadını gönderirdi hep. Tabii ben bunun sebebini iki yıl sonra öğrenmiştim...

"Ben seni her aradığımda başka bir yalan söylüyordun. Sonra bir gün kadın takip edildiğini fark etti. Siz bir daha buluşmadınız, peşine adam taktım ne olur ne olmaz diye sen her ayın ilk günü o adamları bir şekilde atlatıp tam üç saatliğine bir yere gidiyordun. Üstüne bir de seni her aradığımda 'Benim normal bir hayattım olamayacak mı? Peşimde kimseyi istemiyorum.' diye bana kızıyordun. Ben sana 'O kadın kimdi?' ya da 'Nereye gidiyorsun?' diye hesap bile soramıyordum. Kafan atar da çeker gidersin korkusuyla. Sırf aradığımda bana yalan söylemene benden bir şeyler gizlemene tahammül edemediğim için bir süre sonra seni aramayı bile bıraktım. Korumalardan neler yaptığını, Emir'den de nasıl olduğunu öğreniyordum ama ..."

Savaş susup sol gözümden yavaşça süzülen bir damla yaşa bakıp dayanamıyormuş gibi yüzünü buruşturdu. Yıprandığım kadar yıpratmıştım ve Savaş'a olan körlüğümden bunu fark etmemiştim bile. 'Beni neden aramıyor?' demek yerine 'Beni aramıyor bile.' diyip onu suçlamak daha kolay gelmişti belki de...

Bir süre ikimizde konuşmadık.

Ben dolu gözlerimi kucağımda birleştirdiğim ellerimde tutarken Savaş'ın kıpırdadığını fark edip göz ucuyla ona baktım. Nefes almasını engelliyormuş gibi, beyaz gömleğinin ilk üç düğmesini açtı. Gözlerindeki kızarıklık, üstündeki durgunluk ve sessindeki o sakin tını bile onun ne kadar yorulduğunun kanıtıydı. Ama bunun fiziksel bir yorgunluk olmadığının bilincindeydim. O babamızdan miras aldığı bu rezil hayattan da sürekli vermek zorunda kaldığı mücadeleden de bıkmıştı artık ve ben ona ilk kez anlamak isteyerek baktığım için bunu yeni yeni fark etmiştim.

"Senin de Papatya'nın da sürekli bana çizdiği bir sınır vardı. Ben o sınırdan bir adım ilerisini hiç bir zaman göremedim."

Koltuğa başını yaslayıp bakışlarını tavana dikerek söylediği sözlerinde ki kırgınlığın ve sessinde ki o acının sebebi olduğumu bilmek kendimden bir kez daha nefret etmeme sebep olmuştu.

"Papatya da senin gibi hep kendi başına hareket ederdi. Bir şeyler gizlediği her halinden belliydi ama ne zaman sorsam terslenip bir sorun olmadığını söylerdi. Bir gün onu babamın odasını karıştırırken buldum. Eli ayağı titriyordu, Ulya. Kapıyı açtığımda öyle bir korkuyla sıçramıştı ki..."

Derin bir nefes alıp ellerini saçlarına daldırıp karıştırdı. O anların gözünde tekrar canlandığını anlayıp ona kendini toparlayıp, konuşacak gücü bulması için biraz süre vermek adına bende konuşmadım.

Papatya en başından beri her şeyin farkındaydı ve bunun yükünün ne kadar ağır olduğu hakkında tahmin bile yürütemiyordum. Ne olursa olsun bize bir şey yansıtmamış sürekli güçlü durmaya çalışmıştı. Fakat o da bir çocuktu ve ne kadar engellemeye çalışsada dışardan bakıldığında canının yandığı görülebiliyordu.

"Ben artık onun bu hallerine dayanamıyordum. Sürekli birinden korkuyor gibiydi. Ona yardım etmek istiyordum ama o buna bile izin vermiyordu. Son nokta odaya girdiği gündü işte. Karşısına geçip hesap sordum, bağırdım çağırdım. Ya ne gizlediğini söylersin ya da bir daha yüzüne bile bakmam dedim. Ağlaya ağlaya 'bilmediğin şeyler var' dedi, umursamadım. Ben böyle sert davranınca dayanamayıp söyler sanıyordum. Bir ay boyunca hiç konuşmadım onunla. Her fırsatta yanıma gelip dil döktü aldırmadım bile. Ve bir ayın sonunda onu üstü başı kandan gözükmeyecek şekilde çiçek bahçesinde ölü buldum."

Artık engel dahi olmaya çalışmadığım hıçkırıklarım tüm odayı doldururken oturduğum yerden hızla kalkıp Savaş'ın yanında ki boşluğa oturdum. Başımı göğsüne yaslayıp ona sımsıkı sarıldım. Onun ise tek yaptığı ellerini saçımda yavaşça gezdirmek olmuştu. Sanki kollarını kaldırıp sarılacak kadar bile gücü kalmamış gibiydi.

"Kendi elleriyle ektiği o çiçeklerin içinde öyle güzeldi ki, Ulya. Ölürken bile çok güzeldi..."

Göğsünden başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım. Tavana odaklanan gözlerinin bana dönmesi için çenesinden tutup "Yemin ederim," dedim.

"Eğer bir gün yardıma ihtiyacım olursa ya da artık gizleyemiyormuş gibi hissedersem yemin ederim gelip sana söyleyeceğim. Abi ne ben ne de Papatya sana sınır çizmedik. Aksine yaptığımız her şeyi sana güvenerek yaptık. Bir gün olurda bocalarsak senin gelip toparlıyacağını o da ben de hep bildik."

Tekrar başımı göğsüne yaslayıp ona sarılırken "Sana anlat demiyeceğim çünkü anlatmazsın biliyorum. Senden tek istediğim durman gereken yeri bil, Ulya. Nerede yardım alman gerektiğini bil ve her zaman arkanda olduğumu unutma." dedi.

Başımı sallayıp söylediklerini onayladım. Ardından ikimizde tek kelime etmedik. Bir süre durduramadığım yaşlarla mücadelle ettikten sonra Savaş'a sarılı halde uyuya kaldım.

Henüz bir saat kadar uyumuşken duyduğum küfürler ve üzerimde hissettiğim ağırlıkla yeniden uyanmıştım. Emir bizi sarılırken görünce 'Neden bende sarılmayayım?' diye düşünmüş olacak ki hemen yanımıza koşmuştu. Ben ikili koltukta Emir ve Savaş gibi kalıplı adamların arasında ezilme tehlikesi yaşayıp zorlu bir hayat mücadelesi verirken abim, hayvan gibi sarılıp neredeyse üstümüze çıkan Emir'e daha önce hiç kimseden duyulmamış kalitede küfürler ediyordu. Aralarından çıkıp Emir'i ve onu boğmaya çalışan Savaş'ı başbaşa bırakıp odama çıktım.

Kısa bir duş aldıktan sonra gözlerime yapışan lenslerimi yenileriyle değiştirip üstüme kot pantolon ve gri bir kazak giydim. Saçlarımı kurutup kendi haline bıraktım ve günlük sade makyajımı yapıp odadan çıktım. Merdivenlerden aşağı inerken bir yandan da Buse'nin açtığı gruba sabah erkenden gelen mesajlara bakıyordum. Can buraya gelmek ve abimle tanışmak istiyordu. En kısa zamanda onları tanıştıracağım gibi büyük bir yalan söyleyip onu geçiştirdim.

Salona girdiğimde Barlas ve Emir oturmuş kahvaltı yapıyorlardı. Barlas'ın karşısına otururken abartılı bir korkuyla "Lütfen bana kahvaltıyı Emir'in hazırlamadığını söyleyin." dedim. Mutfaktan elinde çaydanlıkla çıkan Savaş gülerek "Ben hazırladım." dediğinde elimi rahatlamış gibi kalbime koyup "Şükürler olsun." diyerek tabağımı doldurmaya başladım.

Bana çatık kaşlarıyla bakan Emir imayla, "Bir günde sen hazırla kahvaltıyı Ulyacım, şu maharetlerini bir türlü göremedik." dedi. Maharetlerim olmadığı için göremediğini ona söylemek yerine "Yarın da ben hazırlarım." dedim. İki yumurta kırardım artık. "Desene yarın aç kalacağız." diyen Emir'e kaşlarımı çatarak bakıp kavga etmek için hazırlandığm sırada "Bileğin nasıl oldu?" diye soran Barlas'ın senesini duyup sakinleştim.

"Daha iyi." diyip bardağımı çay doldurması için Emir'e doğru uzattım. Uzattığım bardağa şöyle bir göz ucuyla bakıp görmezden gelerek tabağındakileri yemeye devam etti. Ben havada kalan elimle Emir'e bakmaya devam ederken Savaş, "Ne oldu bileğine?" diye sordu.

"Yok ya bir şey. Dün gece arabadan inerken burktum. Ama sagolsun Barlas çok yardımcı oldu." dedim imayla.

Dün gece ben yerdeyken önümden havalı havalı geçmişti. Tamam sebepsiz yere ona hakaret etmiştim ama sonuç olarak yardıma ihtiyacım vardı, yardım etmesi gerekirdi.

Bir daha önümden geçtiğinde ona çelme takıp sonrada yanından havalı havalı geçmek gibi bir plan kurmuştum ama, ona çelme taktığımda hangimizin yere kapaklanacağından şüpheliydim.

Savaş, Baras'ın omuzunu sıvazlayıp "Eyvallah kardeşim." dediğinde Barlas bana ters ters bakıp başını salladı. Onun bakışlarından kaçmaya çalışarak gözlerimi etrafta gezdirdiğimde hala havada olan elimdeki bardağı ve boş bardağıma bakarak çayını yudumlayan Emir'i henüz fark edebilmiştim. Kaşlarımı çatıp "Şşş çay doldursana." dedim. Bana umursamazca bakıp omuz silkerek "Kendin doldur." diyip önündekileri yemeye devam etti.

Hazırladığı kahvaltıya laf ettiğim için mi bozulmuştu?

Savaş havada kalmaktan uyuşan elimden bardağı alıp çay doldururken bir yandan da "Yaş 24 olsa ne olur çocuk gibi davranmaya devam ediyorken." diye söyleniyordu. Emir'e ters ters bakıp çayıma şeker attım. Bizi uyandırmaya geldiğinde de Savaş'la uğraşmış ama bana bakmamıştı bile.

"Neden birlikte yaşıyorsunuz?"

Geldiğimden beri aklımda olan ama sormayı hep unuttuğum soruyu sorduğumda Savaş "Birlikte yaşamıyoruz. Bizim evimiz tadilatta, senin için güvenliği artırmam gerekti. Bu yüzden Barlas'ın evinde kalıyoruz." diye cevapladı.

Bana neden ters davrandığını bilmediğim Emir'e sataşmak için gülerek "Peki Barlas, Emir'e hayrına mı bakıyor, o neden burada?" diye sordum. Bana yine ters ters bakıp büyük bir cidiyetle  "Komik misin sen?" dedi.

Cidden bunun derdi neydi?

İyiden iye sinirlenmiş, az da olsa bozulmuştum. Yine de belli etmemeye çalışarak yapmacık bir gülümsemeyle "Komiğim." dedim.

Yüzüme boş boş bakıp önüne döndü. Savaş aramızdaki anlamsız gerginliği fark etmiş olacak ki daha fazla uzatmamıza izin vermeden Barlas'a dönüp "Meva'ya mı uğrayacaksın bu gün?" diye sordu.

Onlar konuşurken ben bakışlarımı Emir'in üstünde sabit tutmuş bana olan soğukluğunun sebebini sorguluyordum.

Ters bir şey söylememiştim, dün kahvaltıdan sonra pek görüşememiştik zaten. Bir tek menemeniyle alay etmiştim ama onun için trip atsaydı dün atardı.

Acaba dolaptaki son dilim pastayı yediğim için mi böyle davranıyordu?

Ona baktığımı fark etmesine rağmen bana bakmadığını görünce dayanamayıp ayağa kalktım. Yanına gidip üstündeki mavi hırkanın kapüşonundan tutup tüm çabalarına rağmen onu mutfağa doğru çekiştirdim. O sırada bize bakan Barlas ve Savaş'ı umursamamıştım bile.

Mutfağa girdiğimizde kapıyı kapatıp kollarımı göğsümde bağlayıp "Konuş." dedim.

Tezgaha yaslanıp o da benim gibi kollarını göğsünde bağladı.

"Asıl sen konuş."

Anlamsızca yüzüne bakıp "Derdin ne bilsem konuşacam herhalde." dedim.

Koca bir adımda yanıma gelip kısık sesle sinirli sinirli "Senin ne işin var Meriç yavşağıyla, ne konuştunuz dün gece?" diye sordu.

Bende onun gibi kısık ama sinirli sesimle "Yahu Meriç kim? Sen beni çıldırtmak mı istiyorsun? Düzgün anlatsana şunu." dedim.

"Meriç leza'nın düzenini bozmaya, abini, beni, Barlas'ı defalarca kez öldürmeye çalışmış bir puşt. Dün gece kapıda seni onunla konuşurken gördüm. Tam yanınıza gelecekken Ömer abi durdurdu. Sonra da sen Barlas'la eve döndüğünde yanıma gelip seni sordu. Yok işte sohpettiniz yarım kalmış da, yok çok kafa kızmışsın da aptal aptal konuştu. Sonra da sana vermem için bir kağıt verdi."

Kapıda gördüğüm mavi gözlü adamdan mı bahsetiyordu?

Ondan bahsetiyorsa bile bir sohpetimiz bile yokken o adam neye dayanarak saçmalamıştı?

"Kağıt nerede?" diye sorduğumda omuz silkip "Çöpte." dedi.

Acıtmayacak şekilde omuzuna vurup "Neden attın, ne yazıyordu üstünde?" diye tısladım.

"Numarasını yazmıştı. Altınada da 'Aynı şeyin peşindeyiz.' gibi bir şey yazıyordu. Neyin peşindesiniz siz?"

Kaşlarımı çattım. "Bilmiyorum ki Emir. Ben Barlas'ın peşinden çıktım. Tuhaf tuhaf yüzüme baktı. Bir şey konuşmadık bile. Ayrıca sizi öldürmeye çalıştı ne demek? Bu adam madem tehlikeli ne işi var leza'da?"

"Ömer abiyle çözemediğim bir bağlantıları var. Ne bizim onu atmamıza izin veriyor ne onun bizi öldürmesine." dedi. Ölümden bahsederken ki rahatlığına açık ağzımla bakıp "Sen niye gelip bana sormak yerine trip atıyorsun?" diye onu azarladım.

Bana mahçup bir ifadeyle bakıp cevap vereceği sırada mutfağın kapısının açılmasıyla ikimizde kapıya döndük. Savaş "Çözdünüz mü sorununuzu?" diye sorup yanıma geldi.

Cevap vermeden mutfaktan çıktım. Bir adamla bir dakikadan az bir süre yan yana durduk diye trip yemiştim. Ayrıca nasıl oluyordu da abimi ve onları öldürmeye çalıştığını iddia ettiği biriyle ortak bir amacım olabileceğine inanmıştı aklım almıyordu.

Tekrar salona geçtiğimde Barlas ikili koltukta oturmuş telefonla konuşuyordu.

Sinirli sinirli "Tamam dedik lan, uzatma." diyip karşı taraftan cevap beklemeden telefonu kapattı.

Ona bakarken farkında olmadan iç çektim, yakışıklılık var, tatlı dil var, kibarlık desen o da mevcut.

Masadaki yerime yeniden geçip bir türlü içemediğim soğumuş çayımdan bir yudum aldım. Yarım kalan kahvaltıma devam ederken Savaş mutfaktan çıkıp masaya bıraktığı telefonunu aldı. Arkama geçip her iki omuzuma elini koyarak eğildi ve saçlarımı öptü.

"Ben çıkıyorum. Barlas bu gün meva'ya gidecek. İstersen sende onunla git, bir göz at. Pazartesi günü başlarsın."

Meva'nın nasıl bir yer olduğunu zaten merak ediyordum üsttüne bir de Barlas'la vakit geçirme fırsattını bulmuşken red etmek aptallık olacağı için "Olur." dedim.

Savaş, Barlas'a dönüp "Meva'dan sonra mekana gelecek misin kardeşim?" diye sorduğunda Barlas "Birkaç işim var. Bu gün uğramam." dedi.

Birkaç işinin ne olduğunu sorgulamayı red ederken Emir telefonla konuşarak mutfaktan çıkıp içeriye bakma gereği duymadan üst katta çıktı.

Savaş "Neyi var bunun?" diye sorduğunda dudaklarımı büzerek 'bilmem' dercesine omuz silktim.

Büzdüğüm dudaklarıma ellinin tersiyle hafifçe vurup "Çıkar kokusu." diye mırıldanarak kapıya ilerledi. O deri cekettini alırken arkasından çocukken hep yaptığım gibi gülümseyip gözlerimi kırpıştırarak "Abi gelirken bana çikolata alır mısın?" diye bağırdım.

Yüzünde dünyanın en güzel gülümsemesi oluşurken kısık sesle "Alırım." dedi. O çıkarken ben hâlâ arkasından gülümseyerek bakıyordum.

Barlas ayağa kalkıp bana bakmadan "Kapıda bekliyorum." diyerek dışarı çıktı. Birden bir durgunluk çökmüştü üstüne sanki.

Bekletirsem beni bırakıp gideceğine emin olduğum için fazla oyalanmadan masadan kalktım. Resmen iki lokma yedirmemişlerdi. Mutfağa geçip ekmeği kurumaması için sepette koydum. Tereyağını da dolaba koyup içeri geçtim. Masaya tekrar bir göz attığımda ben dönene kadar bekleyemeyecek herhangi bir şeyin olmadığını görüp üst katta çıktım. Dün gece masamın üsttüne fırlattığım cekettimi giyip başımı eğerek saçlarımı kabarttım. Ellerimle hafifçe düzeltip yatağın altından ikinci telefonumu çıkardım.

Çakır'dan gelen dün geceyle ilgili mesajları okumaya dahi gerek duymadan direkt olarak "MERİÇ KİM?" yazıp gönder tuşuna basttım. Çakır'a pek güvenmiyordum ama ona ihtiyacım vardı. Bu yüzden yaptığı birçok şeyi alttan almıştım tabii bu onunda bana ihtiyacı olduğu gerçeğini değiştirmiyordu ve bu yüzden ikimizde birbirimizle iyi geçinmek zorunda kalıyorduk. Benden bir şeyler gizlemesi hoşuma gitmesede bende onan çok şey gizliyordum. Belki de bana tüm detayları anlattığında korkup leza'ya gelmek istemeyeceğimi düşünmüştü.

Düşünmüş olabilirdi çünkü onun yanındayken Ömer Çetin'e olan nefrettimi bariz belli etmemiştim. Nefrettimi kulanabilirdi sonuçta.

Duyduğum korna sesiyle Çakır'dan cevap beklemekten vazgeçip telefonu tekrar yatağın altına koydum. Odamdan çıkıp alt katta inerken bir yandan da kendi kendime Barlas'a söyleniyordum.

Ben inip kapıya çıkana kadar ellini kornada basılı tutmuştu. Sinirle ayakkabılarımı giyip kapıyı açttım. Çıkar çıkmaz hâlâ kornaya basan Barlas'a "Kes artık şunu!" diye bağırdığımda umursamayıp devam etti. Siyah camlardan içini göremediğim arabaya doğru buruşturduğum yüzümle ilerlerken bir yandan da ellerimle kulaklarımı kapatmıştım. Kapıyı açmak için elimi kulagımdan çektiğim an çığlık atarcasına "Geldim işte. Aptal mısın, niye hâlâ basmaya devam ediyorsun?" dedim.

Ben arabaya geçip koltuğa yerleşene kadar korna çalmaya devam etti sonunda elini çektiğinde de bana dönüp "Ceket giymek bir buçuk saat mi sürdü?" diye ciddiyetle sordu.

Gözlerimi devirip "Az abarttın, biraz daha abart istersen." dedim. Bana cevap vermeden arabayı çalıştırdığında emniyet kemerimi takıp arkama yaslandım. Göz ucuyla bakttığımda onun da takttığını görerek tekrar önüme döndüm.

Bu gün hava çok kasvetliydi. Her an yağmur başlayacak gibi görünüyordu. Böyle günlerde üstüme huzursuzluk çöküyor, tüm enerjim çekilmiş gibi hissediyordum. Başımı cama yaslayıp geçtiğimiz yolları izlerken bir yandan da hafifçe kalkıp arka cebimden telefonumu aldım. Can, Buse ve Kerem'le olan gruptan yine tonlarca mesaj vardı. Açıp bakmak bile gelmiyordu içimden. Onlara söylediğim yalanlardan da bıkmıştım artık.

Gelen mesajları bildirim panelinden okusam da girip bakmamıştım. Yarın, Furkan diye bir çocuğun evinde parti varmış ve o partiye gidip gitmemek konusunda tartışıyorlardı. Buse gitmek istemiyordu ama Can ve Kerem onu ikna etmeye çalışıyordu.

Pollyanna: Ya istemiyorum işte. Siz başkalarıyla takılacaksınız biliyorum. Ulya da yok zaten yalnız kalıcam.

Pollyanna: @ulyakarahanlı seni şimdiden çok özledim...

Buse'nin beni etiketleyerek yazdığı mesaja gülümserken üzerimde hissettiğim bakışlarla Barlas'a döndüm. Bir şey söylemeden sadece ifadesiz bir suratla yüzüme bakıyordu. Bende onun gibi durup sadece surattına bakmak istesem de araba kullanırken önüne bakması ikimiz içinde çok daha iyi olacağından bakışmayı uzatmadan tek kaşımı kaldırıp "Bir sorun mu var?" diye sordum. Şu an 'Hayırdır billader' diyen semt abilerine benziyordum. Bana baktığını yeni fark ediyormuş gibi toparlanıp "Yok bir sorun." diye mırıldandı.

Bir şey söylemeden önüme dönecektim ki uslanmaz bakışlarım bu sefer de Barlas'ın ellerine takılmıştı. Adamın tek başına eli bile güzeldi. İnce uzun parmakları ve ne kısa ne uzun tam ayarında kesilmiş tırnakları vardı.

Bir benim stres olduğumda ısırdığım için asla düzelmeyen tırnaklarıma bir de Barlas'ın 'görüntüsü bile bu kadar güzelse tutması ne kadar güzeldir' dedirten ellerine baktım. Acaba 'manikürcün kim?' diye sorsaydım beni arabadan atar mıydı?

Ben sapık gibi Barlas'ın ellerine bakarken aniden hissettiğim şiddetli sarsıntı ile öne doğru sıçradım. Neyse ki emniyet kemeri sayesinde kafamı çarpmamıştım. Kendimi toparlamama fırsat bulmadan araba tekrar sarsıldığında Barlas direksiyonda ki ellini çekmiş öne doğru kapaklanmamam için elini üstümde tutmuştu.

Neler olduğunu anlamak için şokla açılmış ağzımla etrafa bakarken Barlas'ın dikiz aynasından arkamızda ki beyaz arca baktığını gördüm.

Araç gerileyip tekrar bize çarptığında Barlas'ın göğsüm ve boynum arasında ki boşluğa bastırdığı elleri sayesinde, yapıştığım koltukta bu sefer çok sarsılmamıştım. Dönüp Barlas'a baktığımda kendi kendine bize çarpan arabaya bakıp  gülümsediğini gördüm. Farkında mıydı bilmiyordum ama aynı araba üç kez üst üste bize çarpmıştı. Bu durumda onu güldüren neydi?

Endişeyle "Neler oluyor?" diye sorduğumda dikiz aynasından bakışlarını çekip bana bakma gereği bile duymamıştı.

Baktığı yere baktığımda arkadaki arabanın geri çekilip durduğunu gördüm. Barlas "Arabadan çıkma." diyip kapıya yöneldiğinde kolundan tutup "Sen nereye? Kim bu? Ne diye durup bize çarpmasına izin verdin? Kafayı mı yed-"  ben otomatiğe bağlamış art arda sorularımı dizerken Barlas tuttuğum kolunu çekip beni umursamadan arabadan indi. Tam kapıya yönelip bende inecektim ki Barlas benden önce davranıp araba anahtarının düğmelerine basarak kapıları kitledi.

Cama vura vura bağırsam da açmayacağını bildiğimden sadece arkamı dönüp beyaz araçtan kimin indiğine odaklandım.

Aracın ön kapısı açılıp içinden iğrenç gülümsemesiyle bana hiç de yabancı gelmeyen adam çıktığında gözlerimi büyüterek Barlas'ın ifadesini görmeye çalıştım. Çok az yan profilini görüyordum ama sadece bu görüntüyle ne düşündüğünü anlayamazdım.

İnen adam hiç konuşmadan ve yüzündeki gülümsemesini hiç silmeden Barlas'a doğru bir adım attı. Barlas rahat bir ifadeyle adamın ona gelişini izliyor ve hiç bir hamlede bulunmuyordu.

Bu rahatlığından yüz bulmuş gibi ikinci ve üçüncü adımı attan adam beni çok geriyordu.

Dördüncü adımda tam olarak Barlas'ın önüne geçmiş ve kavrayamadığım bir hızla kalbimin atışları değiştiren hamleyi yapmıştı.

Pantolonuna sıkıştırdığı silahı hayret ettirecek bir hızla çıkarıp Barlas'ın başına dayamıştı.

Bölüm sonu.

Umarım beğenmişsinizdir. Oy ve yorumları unutmayın lütfen.

Veeee en önemlisi; Kitabın yeni ismini beğendiniz mi? Bu isimle devam edelim mi ne dersiniz?

Continue Reading

You'll Also Like

483K 13.9K 52
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
5.8M 192K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
513K 22.7K 16
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
676K 45K 31
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...