All About Us | taejinkook

נכתב על ידי controlvjin

76.6K 4.8K 3.9K

[OMEGAVERSE] Dünyada kurala binmiş bazı gerçekler vardı, Seokjin'in çocukluğundan beri ezbere bildiği, ezberl... עוד

Giriş
#1: All About Us
#2: What You Know
#3: Agreement For Him
#5: Royal Alike Wedding
#6: Belong With You
#7: Not Ready
#8: What Mine is Mine
#9: One Omega, Two Bites
#10: Night with Devils
#11: Taking Over You
#12: Live With Me
#13: Heat All Over
#14: Always Right
#15: What Is Time
#16: If He Knows
#17: How Could You
#18: So Far Away
#Final: All About Us
#Özel Bölüm: What Was Ours

#4 Let Love In

3.3K 258 135
נכתב על ידי controlvjin






4. Let Love In 



Kim İmparatorluğu yaklaşık olarak yüzyıldır var olan, Kore'nin yapıtaşı haline gelmiş önemli şirketlerden biriydi; başta sadece birkaç bina ve yatırım işiyle başlayan şirket yıllar geçtikçe büyümeyi tercih etmiş, eğlence sektörüne bile katılmıştı. Bünyesinde birden fazla şirket barındıran kocaman bir imparatorluktu; ekonomide dalgalanmalar onların başı altından çıkıyor, ülkeye yön verebilecek kadar önemli etkinliklerde bulunuyorlardı. Ailenin en büyüğü Büyük Kim, Kim Byungho, yıllar öncesinde çekilmiş ve yerini büyük oğluna, Seokjin'in babasına bırakmıştı.

Kim Jaeyo, Seokjin'in babası, bu iş için en iyi adaydı. İyi bir omega eş, resmi kayıtlarda görünen bir evlat ve düzenli bir aile hayatıyla şirketi oldukça iyi yönetiyordu. Kendi erkek kardeşinin aksine her zaman işine odaklı olmuş; Choi Soyu'ndan gelen mükemmel bir omegayla evlenerek, yine eşi gibi mükemmel bir omega evlada sahip olmuştu. İkinci bir çocuk istemiş olsalar dahi Kim Jaeyo'nun küçük kardeşinin yarattığı kavgalar yüzünden başka bir bebeğe odaklanamamışlardı, ilk düşükten sonra vazgeçmişlerdi bebek uğraşından.

Tam o sırada da Kim Taehyung doğmuştu zaten. Koca soyun parçalanmasına sebep olabilecek kadar büyük olan bu olay, bebek kırmızı gözlerle doğunca hemen bir avantaja dönmüş ve tüm dünyaya bebek Kim Soyu'ndan geliyor olarak lanse edilmişti.

Kapalı kapılar ardında dönenler ise bilinmeyen gerçek yüzdü.

Seokjin amcası hakkında ne düşünmeliydi bilmiyordu; kendi babası için iyi bir adam diyebilirdi mesela. Annesine asla el kaldırmamış, ailelerine hep önem vermiş, şirketi yöneterek Kim Byungho'ya mükemmel bir evlat olmaya çalışmıştı. 

Tıpkı Seokjin nasıl iyi bir evlat ve torun olmak için çabalıyorsa.

Ama amcası...? Onun durumları Seokjin'in aklının ermeyeceği kadar karışıktı –çocukluktan beri bunu duyarak büyüdüğü için kabullendiği bir gerçek olmuştu ama yengesinin soluk yüzünü her gördüğünde üzülmekten kendini alamıyordu.

Taehyung kadının başka bir ilişkisinden, tek gecelik bir ilişkiden doğmuştu –yabancıydı. Dışarıdan.

Belki boşanmak en mantıklısı olurdu ama Kim Ailesi, özellikle de Kim Byungho ailesinin böyle bir skandala imza atamayacağını net bir dille söyleyince boşanma fikri masadan kalkmıştı. Taehyung'un annesi hamile bir şekilde eve kilitlenmiş, kadın evin bahçesi dışında aylarca dışarıyı görmemişti. Kavgalar, bağırış sesleri, haykırışlar duyuluyordu bazen. Seokjin'in babası her zaman kavgayı durdurmak için orada olmuyordu.

Hamilelik süreci çok zorluydu ama bebek doğduğunda ve bebeğin alfa olduğu öğrenildiğinde işler değişmişti.

Kimse erkek bir alfa bebeği sokağa atmazdı. Alfalar değerliydi, özellikle de erkeklerse. Kırmızı gözler her zaman önemliydi.

Hayat o zaman Taehyung'un annesinin yüzüne gülmüştü. Taehyung kıymetliydi ve Kim Soyu bebeği kaybetmek istemiyordu –o bebeğe ihtiyaçları vardı çünkü Seokjin gibi bir omegayı başa geçiremezlerdi. Yıllar sonra büyüdüklerinde şirketi ele alabilecek gerçek bir varisti Taehyung onlar için.

Seokjin yıllarca bunun sebebini sorgulamıştı; neden o olamıyordu?

Ama o başka bir konuydu.

Seokjin'in amcası bebeği istememiş, bir piçe babalık yapmayacağını söylemişti. Yengesi ise boşanamayacağını anladığında çocuğunu korumaya başlamıştı; parasız bir halde sokağa düşmesi gerekse bile o bebeğe annelik yapacaktı. Böylece işler karışmıştı ama ortak bir nokta her zaman bulunurdu: Kim Byungho küçük oğlunu nasıl tehdit etmişti bilinmiyordu ama yaptıkları bir saatlik konuşmanın ardından adam odadan çocuğu kabullenerek çıkmıştı.

Taehyung artık bir Kim'di; Kim Byungho'nun torunu, Kim Jaeyo'nun yeğeni, Seokjin'in kuzeniydi.

Ama hiçbir şey evdeki kavgaları ve Taehyung'un aslında tamamen yabancı bir kan olduğu gerçeğini değiştirmedi.

Seokjin yengesinin amcasına yanıt vermediğini biliyordu; ses etmiyordu kadın, kendi hayal dünyasındaydı. Seokjin onun başlarda neşeli bir kadın olduğunu eski videolarda görünce çok şaşırmıştı. Ama kadın sonradan içine kapanmış, sessiz biri olmaya başlamıştı. Bu yüzden eşi ona bağırdığında sakince öfkenin geçmesini beklemiş, el kaldırmaya cesareti olmayan adam ise eşine sadece bağırmakla kalmıştı.

Taehyung ailesinin kavgasını duyarak büyüdü, Seokjin ise hyung olarak onun kulaklarını kapatmaya çalıştı.

"O piçe..."

"...siktiğimin bebeği..."

"... Taehyung denen o çocuk..."

"... bir yabancının dölü..."

Taehyung üzgün değildi.

Hayır, zerre üzgün değildi.

Aksine duymak istiyordu: Tüm dünyada, lanet olasıca tüm dünyaya Seokjinle hiçbir kan bağı olmadığını haykırmak istiyordu. Seokjin onun kulaklarını kapatmaya çalıştığında hyungunun kucağına kıvrılır, yanaklarını öper ve içten içe mutlu olduğu gerçeğini saklamaya çalışırdı.

O Kim Soyu'ndan değildi. O onlardan değildi. O hyungunun akrabası değildi. O yabancıydı. Dışarıdandı.

Annesini önemsiyordu Taehyung. Ama dünyada hiçbir şeyi Seokjin hyungu kadar önemsemiyordu; dışarıdan oluşu bu yüzden onu üzmüyordu çünkü bu bir şansı var demekti.

Bu dürtü ona daha çocukken vurmuştu; hatırladığı ilk şey hyunguydu. Üç yaşında hyungunun ona bakıp, "Çok çirkin bir bebek," deyişini hatırlıyordu mesela. Hyungu o zamanlar altı yaşındaydı.

Taehyung'un hatırladığı ilk anılar bunlardı: Annesinin güzel yüzünü hatırlıyordu, ona ninniler söylüyordu. Ardından babasının öfkeli çehresini hatırlıyordu, hep kızgın bakardı zaten. Bir de Seokjin hyungunu hatırlıyordu; güzel omega onu çirkin bulmuştu. Önemli değildi çünkü Taehyung aynaların karşısına geçip kendine bakmazdı; aksine hep Seokjin'e bakarak büyümüştü: Hep onun izinden gitmeye çalışmış, hep onu istemişti. Büyüdükçe, ergenleştikçe, ilk rutunu geçirdiğinde ve rutlar ardından gelmeye devam ettiğinde sadece Seokjin'i istedi.





Seokjin'in ise bildiği tek bir şey vardı: Eğer dünyada ahlaki değerler içerisinde sayılan bir sınır varsa, Seokjin o sınırı milyon defa geçmişti. Ve Seokjin yemin edebilirdi; eğer dünyada geçmesi gereken sınırların hepsini bir bir geçmesi gerekse bile o gece Taehyung'u yine öperdi.


Seokjin şirket işlerine hiçbir zaman yatkın olmamıştı ama Kim Taehyung doğduğunda neden ailesindeki herkesin, "Sonunda bir veliahtımız var," dediğini anlamıyordu. Kendisi neydi? O da bir erkekti; omega olabilirdi ama eğer istedikleri şey şirkette başa geçmesi gereken bir oğlansa bu konuda oldukça iyi iş çıkarabileceğini düşünüyordu. Yetenekliydi ve yönetmede iyiydi bir kere; gözleri hep çevresini incelerdi. İnsanları analiz ederdi. Seokjin yanlış çıkarımlarda bulunmazdı; sadece o çıkarımlar daha gerçekleşmemiş olurdu.

Ailesi onu hep sevmişti ama omega olarak büyümek zordu.

Omega olarak yaşamak da zordu. Kendini ne kadar oyuncak bebek gibi hissettiğini hatırlamıyordu; yaptığı tek şey nefes almaktı ve etrafındaki insanlar gözlerinden kalp çıkarak ona bakardı. Annesi onu süslü kıyafetlere sokar, insanların yanına davetlere götürürken daha küçücük olmasına rağmen onun düzgün ve sunulabilir olmasına dikkat ederdi.

Sunulabilir.

Seokjin hayatı boyunca her gün kendini insanlara sunuluyormuş gibi hissetmişti. Tüm gözlerin üzerinde olması ve attığı her adımda onu analiz etmesi korkunçtu, herkes onu izliyor ama kimse onu dinlemiyordu. 

Böyle büyümek onu etkilemişti ve ardından her gün "sunulabilir" hale gelmek için çabalamıştı. Sevilmek için bir şey yapmasına gerek yoktu ama kendini sevebilmek için her gün o aynanın karşısına geçmiş, her gün saçlarını taramış, her gün kendine bakmıştı. 

Sosyetenin onun hakkında ne dediğini biliyordu –en güzel omega diyorlardı onun için. Yalan değildi. Seokjin aynadan kendine baktığında potansiyelini görüyordu; alabileceği en iyi eğitimi almış, gidilecek en güzel okullara gitmiş, sürekli kendini geliştirmeye çalışmış, sınırlamalardan kaçmıştı. Yüzüne baktığı zaman badem gözlerini görüyordu –koyu kahve harelerin ardında ışıklar vardı, küçük yüzü ve dolgun dudaklarıyla birçok kişiyi doğru yoldan çıkarabilirdi.

Cinsiyet yalandı ve Seokjin kendini sınırların dışında hissediyordu. İkincil kimlikleri ilkinin yerine geçmeye başladıysa kadın ve erkek diye ayrılmanın önemi neredeydi? Seokjin bazen sorguluyordu; istenilen o mükemmel omega olması için "kadın" olması gerekmiyorsa, erkek olmasının da bir önemi var mıydı? Peki ya ikisi de yalansa ve ortada cinsiyet yoksa?

Seokjin cinsiyeti tamamen reddederdi, eğer yerini bırakacakları "ikincil kimlikleri" en az ilki kadar kötü olmasaydı. İkisini de dünyadan yok etmenin bir yolunu bulamadığı sürece sınırlandırmalardan kaçamayacağını biliyordu; bu da aynada gördüğü kişiden daha da uzaklaşmasına sebep oluyordu. Ailesinin istediği mükemmel omega olmak için öyle çok çabalamıştı ki içindeki kendinden kaçmıştı.

Bu yüzden sevilmeyi hak ediyor muydu bilmiyordu.

Yine de, tüm her şeye rağmen, bir alfayla birlikte büyümek onun yüreğini sıcacık yapmıştı.

Seokjin oğlanı gördüğünde daha üç yaşındaydı yani yengesinin kucağında eve dönen oğlanı yarım yamalak hatırlıyordu. Büyüdükçe onunla oyunlar oynamış, derslerinde yardımcı olmuş, sevmesi gereken şekilde sevmişti.

Seokjin Taehyung'u doğru şekilde sevmişti. Olması gerektiği gibi –bir hyung olarak.

Bunların hepsini kan bağı olmadığını bilerek yapmıştı ama olduğunu bilseydi de en az böyle severdi Taehyung'u; onu hiç dışlamamış, hep kendinden yapmaya çalışmıştı. Kim Soyu'ndan olmayan oğlanı Kimlere ait kılmak onun göreviydi. Taehyung'a doğru yolu göstermeye çalışmıştı; neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu, sosyetenin yanında nasıl davranılması gerektiğini, saygıyı ve sevgiyi öğretmişti.

Taehyung için bunun önemli olduğunu sonradan öğrendi. Taehyung aralarında kan bağı olmayışını seviyordu. Bu gerçek onu mutlu ediyordu ve Seokjin, çocuk aklıyla öteki oğlanın kulaklarını kapamaya çalıştıkça Taehyung ellerini reddetmişti ve ikisinin de duymasını sağlamıştı.

Seokjin duygular ne zaman değişmişti bilmiyordu. Heati olması gerekenden daha geç gelmişti; bir omega olarak on altı – on yedi yaşında ilk heat gelmeliydi ama Seokjin yirmi yaşına girene kadar heat geçirmemişti.

Heat geçirmesini sağlayan şey daha garipti.

Taehyung'un kokusu.

Alfa erken girmişti ergenliğe, ilk rutunu geçirdiğinde on yedi yaşındaydı. Rutlar ve heatler tek başlarına atlatılamayacak kadar şiddetli dönemlerdi; bir partnere ihtiyacı vardı. Hayatlarının doğası buydu. Alfa olarak adlandırılan içgüdülerin oluşumu o kadar şiddetliydi ki bir omegaya ihtiyaç duyuyorlardı.

Seokjin asla kabul etmeyecek olsa bile Taehyung rut geçirdikten bir ay sonra heatini onun sayesinde geçirmişti. Tetiklemişti.

İlk heati o kadar zorlu ve korkutucuydu ki Seokjin o günleri hatırlamamak için her şeyi yapıyordu, zihni de ona destek oluyordu. Düşünceler zihnine çalındıkça o günleri hemen kapatıyordu –kapalı bir kutuda saklanan bitter anılardı onlar.

"Ona anlatmalısın," demişti Taehyung, birkaç gün önce. "Hyung, heatini Jeongguk'un yanında geçireceksin. Bilmesi lazım."

"Anlatacağım, söz veriyorum." Seokjin'in sesi kendine bile inançlı gelmiyordu. Jeonggukla gideceği bir randevuya hazırlanırken Taehyung'un yatakta oturup onu izlemesi de garip geliyordu ama artık kaderleri buydu, değiştirebileceği bir şey yoktu. Çizgiyi uzun zaman önce aşmıştı.

Yıllar öncesine gitti aklı; arkadaşlarıyla dışarıda takılmaktan gelmişti. Sandeul ve Ken yanında olduğu sürece Seokjin içmekten korkmuyordu, o gün de biraz içmişti. Sarhoş değildi ama gözlerinin biraz bayık baktığını söyleyebilirdi.

Taehyung yanına getirip de oturduğunda ailesinin yeniden kavga ettiğini söylemişti. "Önemli değil," diye mırıldanmıştı Taehyung, başını hyungunun göğsüne yaslayarak. Korktuğu için değil de istediği için sırnaşmıştı. "Alıştım artık."

"Hey, bana bak," diye fısıldamıştı Seokjin, on dokuzuna yeni girmiş oğlanın saçlarını okşayarak. Taehyung başını kaldırdığında daha ağzını açamamıştı ki dudaklarının üzerinde bir çift dudak vardı –onu öpüyor, dudaklarını aralaması için zorluyordu.

Seokjin çekilmesi gerektiğini biliyordu ama yapamamıştı. Taehyung'un ona çocukken parlak gözlerle baktığını hatırlıyordu; oğlan her zaman bir adım ötesini istemiş, her zaman bir adım daha yakın olmuştu Seokjin'e. O gece hamlesini yapmaya karar verdiğinde Seokjin o küçük oğlanı durduracak cesareti bulamamıştı.

Omegasına teslim olmuştu.

Seokjin omega olmaktan nefret etmiyordu, hayır, etmiyordu. Bunu kabullenmişti; bildiği bir gerçekti bu. Doğduğu günden beri büyüdüğü gerçeği. Doğasının bir parçası. İçgüdüsüydü omegası; onu hayatta tutan, onu hayata bağlayan ve onu asla yalnız bırakmayan dostuydu. Omega olmak eğlenceliydi hatta –alfaların çıldırışlarının kokusunu duymak, heat dönemlerinde kontrolü birilerine bırakmak, anaç hislere sahip olmak... Seokjin bunları seviyordu.

Ama omegası yüzünden alfaların karşısında güçsüz olmaktan nefret ediyordu. Jeonggukla randevuya çıktıkları ilk akşam Jeongguk onu öpünce de içindeki omega yine erimişti; tıpkı Taehyung'da olduğu gibi. Seokjin her alfanın kokusundan hoşlanmıyordu; hatta genelde koku almasını engelleyecek birkaç vitamin hapı kullanıyordu. Ama Taehyung'da ve Jeongguk'ta olan şey sadece kokuyla sınırlı değildi.

Jeongguk'un alfası Seokjin'e bir şeyler yapıyordu –omeganın dizleri üzerine çökmesini ve teslim olmasını haykırıyordu adeta. Güvenliydi. Sıcaktı. Teslim olmak korkutucu değildi çünkü Jeongguk'un alfası güven kokuyordu.

Tıpkı Taehyung gibi.

Seokjin'i çıldırtan da buydu işte. Nasıl böyle bir şey olurdu? Hayatı boyunca savaştığı kendisiydi. İçindeki omegayı kabullenmesi onun birilerine teslim olmasını engellemeyeceği anlamına gelmiyordu. Alfalardan kaçınmıştı, Taehyung onun tek alfasıydı.

Şimdi ise Jeongguk gelmişti.

Seokjin iki alfaya teslim olmuştu ve bu... Korkutucuydu. Onu geriyordu. Seokjin yeterli değildi. Mükemmel bir omega olmak için yetiştirilmişti ama her şey tek bir alfa için geçerliydi. Tek bir kişiye. Tek bir kişiye ait olmak için büyümüştü; hayatta bildiği tüm kurallar ve ezberleri bu şekildeydi.

Ama hayat beklediği gibi ilerlemiyordu. Birden fazla alfaya bağlanan omegalar görüldük bir şeydi ve Seokjin aynı durumu yaşadığını biliyordu. Artık bu kabullenmesi gereken bir gerçekti; sadece şu an buna gücü yoktu.

Omegan kimi seçtiyse O'ydu.

Omegan kimleri seçtiyse Onlar'dı.

Taehyung'un alfa tarafı Seokjinle büyümüş, büyürken ona bağlanmıştı, nasıl Seokjin'in omega tarafı da Taehyungla olgunlaşmışsa.

Jeongguk'un alfa tarafı Seokjin'i istiyordu; Seokjin'in omegası da onu.

Seokjin engelleyemeyeceği bir düğünde ve açığa çıkarsa mahvolacağı bir ilişkide hapsolmuştu.

Sorun değildi.

Sorun değildi.

Sorun değildi.








Kendi dünyasında kayboluyordu çünkü başka güzel dünya yoktu.

Seokjin sahip olduğu patiserinin hayatında en iyi yer olduğunu söyleyebilirdi. Jinnie's Lamp. Bulduğu tatlı bir nick-namedi; kendini Aladdindeki cin gibi hissedip tatlılarını yemeye gelenleri de üç dilek hakkına sahip insanlar olarak hayal etmeyi seviyordu. Yapılan tatlıların çoğunun tarifini bir yerlerden toplamış, kendi tadına göre ayarlayarak üretime geçmişti. Bazen birkaç tarifi karıştırarak yeni şeyler oluşturmaya çalışıyordu. Bazen sonuçlar göz dolduracak kadar güzel, bazen de surat buruşturacak kadar kötü oluyordu. Hepsinin kurbanı Taehyung'du; genç alfa Seokjin'in yaptığı her şeyi test eden ilk kişiydi. Birkaç kere kusmuş, birkaç kere dolu ağzına rağmen, "Mükemmel," diye iltifat etmiş, birkaç kere de yer yemez Seokjin'in ağzına da bir dilim sokuşturmuştu.

"Jinnie hyung, arkadaşın geldi!"

Çalışan oğlanlardan birinin seslenişini duyduğunda Seokjin yeni bir şeyler deneme aşamasındaydı –castella kekin içine başka aromalar katmayı planlıyordu. Satılıp satılmayacağını bilmiyordu ama geçen denediği ve Taehyung'un çok beğendiği kurabiyeleri üretime geçirdikten sonra yeni bir tarife yol almak istemişti.

Mutfak onu rahatlatıyordu. Arka planda olup yemeklerle ilgilenmek nadir zevklerinden biriydi –çocukluktan beri evde çalışanlar mutfakta bir şeyler hazırlarken onları izlerdi. Annesi onu mutfaktan almaya çalışmış ama Seokjin onu büyüten Noona'sının başından ayrılmamış, yaptığı yemekleri meraklı gözlerle izlemişti.

"Hyungie!"

Ses onu yeniden dünyaya döndürdü.

Üzerindeki önlüğü çıkarıp unlu ellerini çırptı; arkadaki fırından çıkıp da ana mekana geçtiğinde içerinin ıssızlığıyla Jimin'i seçmesi kolay olmuştu. Kapatmalarına yarım saat kaldığı düşünülürse ıssızlık şaşırtıcı değildi –birkaç kişi vardı sırada, Seokjin'in kendi ürettiği çikolatalı keklerden alıyorlardı.

Jimin'in oturduğu masaya yanaştığında pembe saçlı arkadaşı ona gülerek el salladı; pembe saçları birkaç ton daha açılmış, normalde kahve olan gözlerine taktığı mavi lensle uyuşan mavi bir atkı geçirmişti boynuna. Beta olmasına rağmen omega maviliklerini seviyordu Jimin.

"Hoş geldin," diye şakıdı Seokjin. "İçecek bir şey?"

"Hayır, çok kalmayacağım. Buralardayken uğramak istedim."

Seokjin onun karşısına oturduğunda arkadaşı meraklı gözlerle ona bakıyordu. Seokjin anlamayarak kaşlarını çattı. "Ne?" diye sordu, Jimin başını birkaç kere ee anlat dercesine bakarken.

"Ne nesi?" dedi Jimin kızarcasına. "Jeonggukla randevun nasıl gitti? Beğendin mi oğlanı? İkinci aşamaya geçtiniz mi? İyi öpüşüyor mu?" Jimin birkaç saniye şokla duraksadı. "Yatakta iyi mi?"

Seokjin konuyu anlayınca gülmekten kendini alamadı. "Jiminie, sakin ol, ikinci aşamaya geçmedik bile."

"Anlat her şeyi. En yakın arkadaşım evleniyor ve ben yabancı gibi kaldım burada!"

Seokjin derin bir nefes verdi. Evleniyordu gerçekten, daha kendisi bile kabullenememişken Jimin'i hayatından bihaber bırakması şaşırtıcı değildi. "Normaldi. Jeongguk..." Düzgün sözcükleri seçebilmek için zihnini zorladı. "İyi birisi. Ayrıca komik. Yemek boyu beni güldürdü. Aptallaşabileceğim kadar komik birisi ama yeri gelince ciddileştiğini de gördüm. İyi birine benziyor, alışmam kolay olacak."

"Ee?"

Seokjin, "Ne eesi?" diye sordu ötekinin iri gözlerine kendi şaşkın gözleriyle bakarak.

"İkinci aşama," diye tekrarladı Jimin, salağa anlatırmış gibi. Seokjin göz devirmek istese de kendine hakim oldu. Jimin'e anlatmak istediği çok şey vardı ama Jimin daha Taehyungla olan ilişkisini bile bilmiyorken ne kadarını anlatabilirdi ki?

"Ah..." Seokjin dudak büzdü. "İyi öpüşüyor. Oldukça iyi. Benden önce kaç insanla çıktı merak ediyorum doğrusu, bayağı tecrübeli."

Jimin güldü. "Okuduğu üniversitede oldukça kalp kırdığını duydum, Namjoon söyledi. Aynı üniversitedeler ve ortak dersleri var, biliyorsun. Ayrıca çok dışadönük göründüğünü ama genelde yalnız takıldığını söyledi."

Kim Namjoon. Jimin'in dans stüdyosundayken tesadüfen tanıştığı, tatlı gamzeli ve kibar alfa. Jimin'in dans hocasının erkek kardeşiydi, kibar alfa ablasının öğrencileri arasında Jimin gibi, daha yirmi yaşındaki betayı görür görmez etkilenmişti. Ardından telefon numaraları değiştirilmiş, bir buluşma ayarlanmıştı ve Jimin yaklaşık olarak iki yıldır alfayla birlikteydi. Namjoon bir üniversitede hukuk okuyordu; işletme okuyan Jeonggukla nasıl bir ortak dersleri vardı Seokjin bilmiyordu ama Namjoon'un yargılamasına güveniyordu.

Ne kadar yakın olduklarını merak etti çünkü Seokjin, Namjoon'un arkadaşlarıyla birkaç kere tanışmıştı. Yoongi diye bir alfayı hatırlıyordu ama Jeongguk gözüne hiç çarpamamıştı, tanışmış olamazlardı yani Namjoon'un tanıştıracağı kadar yakın değillerdi.

"İnsanlar ben istediğim zaman yanıma gelebilir misali yani?" dedi Seokjin.

"Galiba." Jimin omuz silkti. "Yine de... Mutlu musun? Önemli olan bu Seokjin hyung. Hayatının sonuna kadar ya da en azından ortaklığınız devam edene kadar birlikte olacağın kişi Jeongguk... Mutlu musun?"

Seokjin duraksadı; gözlerinin önünde siyah, permalı saçlı ve ela gözlü bir oğlanla koyu kahve saçlı, koyu kahve gözlü başka bir oğlan gelmişti. "Sanırım," diye mırıldandı, ikisinin yüzleri gözünün önünde dururken. Yan yana geldiklerini hiç görmemişti Seokjin ve etraflarında başka biri olmadan üçlü olarak baş başa kalmamışlardı hiç.

Nasıl olacağını merak ediyordu.

"Sanırım mutlu olacağım Jiminie."




Herkes gittiğinde Seokjin dükkanın içinde yalnız kalmıştı; tam kapıyı kilitleyip mutfakta yarıda bıraktığı tarife dönecekti ki kapıda duyduğu bir tıkırtı onu durdurdu –gözleri korkuyla oraya baksa da gördüğü karartı tanıdıktı.

"Jeongguk?" dedi şaşırarak.

Zihninde tüm düşünceler birbirine girmeye başladı; yıldız tozları gibi sağa sola saçılmış düşünceler bir araya gelerek kaba bir taslak oluşturdu ve Seokjin bir sürü düşüncenin arasından hangisini düşünmesi gerektiğine bile karar veremeyerek öylece durdu.

Jeongguk biliyordu. Jeongguk Taehyungla Seokjin'i biliyordu. Acaba ona nasıl bakacaktı artık? Gözlerindeki ifade değişecek miydi? Seokjin korkuyordu. Korkmalı mıydı? Her şey neden gericiydi ve karnına gerçekten yumruk mu yemişti yoksa bu his tamamen farazi miydi? Ne olacaktı? Jeongguk Taehyung'a olur demesine rağmen ya buraya Seokjin'i tehdit etmeye geldiyse ve her şey sarpa sararsa ve ve ve-

Fazla düşünüyordu ve tüm bu fazla düşünceler birkaç saniye sonra hiçliğe dönüştü. Oğlan kapıda bekliyordu!

Kapıyı açıp da oğlanı içeri aldığında Jeongguk'un yüzünde usul bir gülüş vardı. "Hey, hyung."

Seokjin cümlelerini toparlayamadı. "Uhm, h-hoş geldin..."

"Ama neden geldin?" diye sözünü tamamladı Jeongguk, patiseriden içeri girerek. "Yani, Nayoung Eomma bana bugün geç saate kadar burada kalacağını söyleyince yanında olmak istedim." Duraksadı ve Seokjin'e baktı. "Kötü mü yaptım?"

Özgüvensiz duruyordu ve bu tatlı hali Seokjin'i gülümsetti. "Hayır, hayır, hiç de kötü yapmadın." Seokjin kapıyı oğlanın ardından kapatıp kilitledi. "Eğlenceli olabilir belki. Yardım etmek ister misin yoksa izleyecek misin yalnızca?"

"Mutfaktan hiç anlamıyorum," dedi Jeongguk, hyungunu arka taraftaki mutfağa kadar takip ederken. Hyungunun üzerindeki pembe ceketle ne kadar tatlı olduğunu kafasından atamıyordu; siyah saçları alnını örtecek kadar uzanmıştı, bu yüzden perçemler yüzüne girmesin diye her dakika hafifçe kafasını savuruyordu ve iki kere göz kırpıyordu.

Jeongguk tüm tatlılar yerine onu yiyebilirdi şu an.

Gözlerini kaçırdı.

"Yani mutfakta çok işe yaramam.."

Seokjin güldü. "Bulaşıkları yıkatırım sana." Jeongguk aceleyle başını sallayınca Seokjin yine güldü. "Şaka yapıyordum ama bu kadar hevesli olman gözlerimi yaşarttı."

Jeongguk göz devirmekten kendini alamadı. Birkaç saniye sustular; Seokjin üzerine bir önlük geçirmiş, Jeongguk da kalçasını metal bir tezgaha yaslayarak onu izlemeye başlamıştı.

Seokjin onun varlığına çok aldırmamaya çalışarak yumurtaların sarısıyla beyazını ayırmaya başladı; ısıttığı süt ve tereyağı çoktan köşede soğumuştu. "Demek annemle konuştun?" dedi, çok ilgilenmiyormuş gibi görünerek –daha tanışalı ve randevuya çıkalı bir hafta olmasına rağmen Jeongguk'un hızlı davranması garibine gitmişti. Kötü değildi. Seokjin alfanın yanında rahat hissediyordu sonuçta.

"Evet." Jeongguk gözlerini yumurtaların sarılarıyla beyazlarını ayıran hyungunun narin ellerinden çekmedi. Parmakları biraz yamuktu, hem içe hem dışa doğru bükülüyordu ve Jeongguk parmaklarını tek tek öpme düşüncesini zihninden atmaya çalıştı. "Yani, annem konuşuyordu ve benim orada olduğumu söyleyince telefonu birkaç dakikalığına ben aldım. O sırada söyledi annen ve ben de neden olmasın diye düşündüm."

Seokjin yan gözle oğlana baktı –doğruyu söylediği anlaşılıyordu. Yüzü sakin ve rahattı. "Annem seni sevdi," dedi en sonunda Seokjin, yeniden işine dönerken. "En azından bir Kim'in kalbini kazandın." Alaylı olmaya çalışmıştı, Jeongguk'un alınmayacağını umdu.

"Diğerininkini de yakında kazanmak istiyorum," dedi Jeongguk, dudaklarını yalayarak. Gözleri Seokjin'den ayrılmıyordu ama omega ona bakmak yerine işiyle meşguldü.

"Umarım."

Seokjin hafifçe gülümsedi. 

Yumurtaları çırpma makinesinin içine koyarken ve geri kalan malzemeleri eklerken Jeongguk rastgele bir şeyler hakkında konuşmaya başlamıştı –bir filmi anlatıyordu galiba ama Seokjin makinenin sesinden çok duyamamıştı oğlanı. On dakika geçmeden kekin harcını hazırlamış, fırına vermişti.

Sırada beklemek vardı.

Bir saat boyunca bekleyeceklerdi ve Seokjin bir an saat on birde, çok da yakın olmadığı bir alfayla kapalı bir odada olmaktan korksa da Jeongguk'un gözlerinde güven verici bir şeyler vardı.

Seokjin de onun gibi tezgaha yaslandı ve fırındaki keki izlemeye başladı. "Bu tarifi kendim buldum," dedi, oğlana bakmadan, muhabbet başlatmak için. "Bildiğimiz castella kek ama birkaç maddesini değiştirdim."

"Lezzetli olacak mı?" Jeongguk'un sesi alaylıydı.

"Bilmem." Seokjin ona hafifçe omuz attı. "Sana bir gün yaptığım tatlıları deneteyim. Hiç yemedin."

"İçimden bir ses bağımlı olacağımı söylüyor."

"Kurabiyelerim çok güzeldir ve en çok babam seviyor. Yaptığım bir pirinç keki var, annemin favorisi ve ben de çok seviyorum, belki omegaların tadına uygundur. Ve bir pirinç kızartması yapıyorum, o da Taehyung-"

Sustu.

O da Taehyung'un favorisi.

O seviyor diye her zaman pirinç kızartması yapıyorum; yerken gözlerinin kenarı kısılıyor ve dudakları bükülüyor ve bazen çok sıcak olunca ağzını açıp içine üflememi istiyor çünkü ne kadar kocaman bir alfa olsa da o benim her zaman bebeğim olarak kalacak-

"Taehyung'un favorisi," dedi Jeongguk, gayet sakin bir tonda. Seokjin alfaya bakmıyordu ama onun sesindeki rahatlık kalbindeki bal kıvamındaki zehri azaltmıştı –gerçekten bu kadar mükemmel biri miydi Jeongguk? Her şeyi bilecek ve yine de Seokjin'i isteyecek kadar.

Kalbi acıdı. Seokjin kendini berbat hissetti ve ardından ağlamak istedi ama ağlamayacak kadar da kendine güveniyordu şu an. Jeongguk'un diğer sözlerini bekledi. "Bir gün bana da yaparsın, değil mi hyung?"

"Evet," diye fısıldadı, gözlerini birkaç kere kapatıp açarken. "Yaparım, Jeongguk."

Bir daha Taehyung hakkında konuşmadılar.




Jeongguk okulda yaşadığı birkaç olayı anlatırken Seokjin de Namjoon'u tanıdığından bahsetmişti ve görünüşe göre Jeongguk Namjoonla düşündüğünden daha yakındı. Seokjin başta Namjoon'un neden onu Jeonggukla tanıştırmadığını sorgulasa da belki aralarındaki dört yaşın bir engel olabileceğini düşündü; alfa onlara göre daha çok küçüktü ve zihinlerinin uyuşmayacağını düşünmüş olabilirdi. Başka ortak tanıdık bulamamışlardı ama yine de bir gün dörtlü bir randevuya çıkmak konusunda kararlaştılar. En azından ikisi karar vermişti, sırada Jimin'e ve Namjoon'a sormak vardı.

Kek fırından çıkınca soğumasını beklediler; Jeongguk tadına baktığında gözlerinde açık bir parıltı meydana gelmişti. Seokjin kıkırdadı; ilk defa denediği bir tarifin Taehyung tarafından değil de başka biri tarafından tadılması karnına yumruk yemiş hissi yaratsa da omegası Jeongguk'un yanında huzurluydu. Bu yüzden düşünceleri zihninin gerisine itti ve kekten birkaç dilimi bir kutuya koyup eve götürmeye karar verdi.




Seokjin o gün malikaneye geçtiğinde yorgundu; ayaklarının altından sular çekilmişti oysa bundan daha yoğun günler geçirmişti, belki yorgunluk bedenindeydi. Jeongguk onu kapıya bıraktığında birkaç kere yine öpüşmüşler, Seokjin karnında filizlenen kelebeklere engel olamamıştı.

Korumalarla çevrili bahçeyi aşıp da verandaya gelmişti; adımlarını sürüye sürüye içeri geçtiğinde holde telefonla konuşan annesini gördü. Büyük ihtimalle kız kardeşiyle telefondaydı ama Seokjin'i görünce duraksamıştı. "Hoş geldin," dedi oğluna, telefonun hoparlörünü eliyle kapatarak.

"Hoş buldum. Odama geçip uyuyacağım direkt."

Annesi başını sallayıp yeniden telefona döndüğünde Seokjin merdivenleri tırmanacaktı ama birden bire, "Ah, dur bir saniye!" sesi çınladı kulaklarında. Yavaşça annesine döndüğünde annesinin gözleri parlıyordu. "Jeongguk geldi mi? Ne yaptınız?"

Seokjin derin bir nefes verdi, ne bekliyordu ki? "Birlikte mutfaktaydık, kek pişirdik."

"Düğün..."

"İki ay sonraya, evet, biliyorum," dedi Seokjin, bu konulara şimdiden girmek istemeyerek. Annesinin gözleri arkasına kayınca o da merakla arkasına baktı.

Merdivenlerin başında Taehyung duruyordu. Altında gri bir eşofman, üzerinde ise siyah bir tişört vardı. Kıvırcık saçları taranmamış gibi dağınıktı, ela gözleri boş bakıyordu. Seokjin'e baktı. "Hoş geldin," dedi kuru bir sesle.

Seokjin ona da surat yapmaktan geri kalamadı, yorgun hissediyordu. "Hı hı," diye geçiştirdi, dudakları küçük de olsa büzülürken. Annesi telefona geri dönmüştü; aldığı bilgilerin ona şimdilik yetmiş olması memnuniyetiyle salondan mutfağa doğru ilerliyordu. Seokjin de merdivenleri çıkıp Taehyung'un yanından geçmeye çalıştı ama Taehyung'un elleri belini bulmuştu.

Seokjin titrek bir nefes verdi ve oğlan onu belinden tutup da bir öpücüğe çekmeye çalışınca reddetti.


Aklına daha birkaç gün öncesi geldi. Jeonggukla geldiği ilk randevudan sonra. Dudakları oğlanla öpüşmekten şişmişti ama Taehyung yatağında uyuyup onu beklemişti. Uyanıp da kırmızı gözlerle ona bakınca Seokjin paniklemişti ama Taehyung alt tonlara gizlediği kıskançlık dışında tepki vermemişti. 

"Konuşmamız lazım."

O an duyacağı şeyin Jeongguk'un ilişkilerini bildiği gerçeği olmasını beklememişti. O kadar paniklemiş ve korkmuştu ki Taehyung'un onu sakinleştirmesi gerekmişti. "Ben her şeyi halledeceğim hyung," demişti alfa, onun saçlarını okşayarak. Ardından öpüşmek için yaklaştığında Seokjin yine reddetmişti. Sonuçta dudaklarında Jeongguk'un izleri vardı; teni o alfa gibi kokuyordu.

Ama Taehyung onu anlamıştı.

"Sorun değil," diye fısıldamıştı hyungunun yanaklarını öperken. "Sorun değil." Seokjin çekilmek istemişti çünkü iki kişi arasında parçalanmak istemiyordu; bedenine dokunan bedenleri ihanete uğratmak istemiyordu. Taehyung onu anladı ve ona sorun olmadığını göstermek için her yerini öptü, saniyelerle yataktalardı ve Taehyung o gece ona sorun değil diyerek kanıtlamıştı.

Zihinde dönen anı değişti –yeniden şimdiye dönmüştü.

Sustular.

Taehyung'un kaşları çatılmıştı ama aptal değilse Sseokjin'in üzerine sinmiş kokuyu almış olmalıydı. Jeongguk kokuyordu Seokjin.

"Odamdayım," diye mırıldandı Seokjin, alfanın kollarından çıkıp odasına yönelirken.

Taehyung onu durdurmadı; gözlerinin derinlerine sakladığı huzursuzlukla birlikte onun gidişini izledi ve omega odaya girip de kapıyı kapatınca derin bir nefes verdi. Seokjin'in kokusunu alıyordu; huzursuz ve özgüvensiz geliyordu. Omega da onu öpmek istiyordu ama büyük ihtimalle Jeongguk'un izleri vardı, o yüzden yapmak istememişti.

Hyungu iki kişi tarafından sevilmenin yükünü almak istemiyordu; iki kişi arasında parçalanmak istemiyordu.

Bir ortak nokta olmalıydı.

Taehyung Seokjin'in zamanla bu kadar sevgiyi kabullenmek zorunda kalacağını biliyordu. Kendisi hak etmediğini düşünüyordu ama Taehyung biliyordu; Seokjin dünyadaki tüm sevgileri hak ediyordu.

המשך קריאה

You'll Also Like

1.8K 185 9
park jimin park şirketlerinin varisi baskın bir omega sert duruşuyla pek çok kişiye kendini kanıtlamış olsa da yönetici olabilmek için ona eşlik edec...
139K 4.1K 20
Bangtan'ın en büyüğü Kim Seokjin'e adanmış one-shot kitabıdır. (Sadece BOTTOM JIN.) Yalnızca Seokjin'in içinde bulunduğu Bangtan shipleri barındırır...
Wild ✓ נכתב על ידי Sud

ספרות חובבים

20.2K 2.4K 30
yoonkook ✩ Min Yoongi, öğretmenliğini yaptığı üniversitenin azgın öğrencisi Jeon Jungkook ile başa çıkabilecekmiydi? •yoonkook texting, omegaverse
11.8M 577K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...