Yeşil Peri (Yarı texting) (AS...

By leydi_yazar00

6.2K 4.5K 6.7K

"Fantastik bir hikaye değildir!" :) ***Sonra aklıma bu hayatı zaten bir hiçlik uğruna yaşadığım geldi. Belki... More

1.Bölüm《 Kırık Kanatlı Yeşil Peri 》
2.Bölüm 《 Senden bile... 》
3.Bölüm 《 Yanlış Melodili Dans 》
4.Bölüm 《 Yabancı Kıvrılışların Sahibi 》
5.Bölüm 《 İtiraf: Hayallerin Ötesinde... 》
6.Bölüm 《 Gizli Antlaşma: Güven 》
7.Bölüm 《 Zehirden Kurtulan Bedenler 》
8.Bölüm 《 Yeniden Yeşeren Umutlar 》
9.Bölüm 《 Siyahlar İçindeki Adam 》
10.Bölüm 《 Bedel Ödetmenin Bedeli 》
11.Bölüm 《 S'nin Ardındaki İsim 》
13.Bölüm 《 Kim...? 》
14.Bölüm 《 Var Olmamış Benlikler 》
15.Bölüm 《 Davetsiz Misafirler 》
16.Bölüm 《 Şıpıdık Terlikler 》
17.Bölüm 《 Hüner 》
18.Bölüm 《 Günlük 》
19.Bölüm 《 Böyle Kal 》
20.Bölüm 《 Kalbin Acı Zaferi 》
21.Bölüm 《 Şehrin Hayaletleri 》

12.Bölüm 《 Taşan Son Damlalar 》

235 213 147
By leydi_yazar00

Selam güzellerim! Bölümü bitirebildim sonunda. Biliyorum biraz geç geldi ama anca yetiştirebildim, kusurumu mazur görün lütfen. :)

Bu arada bu bölümü diğerlerine oranla daha uzun yazdığım için sizi sıkmamak adına bir paragraf giriş yapmadım. Daha doğrusu yapamadım çünkü bölümü anca bitirebilmişken edebi bir paragraf yazacak vakti bulamadım. Umarım bir sıkıntı yaratmaz. :) Daha fazla konuşmadan sizi bölüme bırakıyor ve yazım hatalarım veya edebi anlatımımda kusurlar varsa şimdiden özür diliyerek gidiyorum. Keyifli okumalar!
_________________________________________

Ağır ağır çıktım sınıfıma giden katın merdivenlerini, kendimde değilmişcesine. Bu sabah kalktığımdan beri canım çok sıkkındı. Nedenini bilmesem de fazlaca halsizmişim gibi hissediyordum, aklım bir karış havadaydı. Ne kimseyle konuşasım geliyordu ne de kolum kaldıracak dermanım vardı. Şövalyenin attığı mesajlara bile doğru dürüst cevap vermemiş, kuru bir günaydın yazarak geçiştirmiştim. Boşluğa kapılmışcasına süzülüyordum sanki, etrafımda olan biteni bile kavramakta zorluk çekiyordum. Ruh gibi öylece dolaşıyordum çevrede, anlamımı yitirmişcesine.

Sınıfın bulunduğu koridora varıp aynı uyuşuklukla ilerlemeye devam ettiğimde koridorda kendi halinde takılan bazı öğrencilerin alaycı bakışlarına maruz kalmıştım lakin bunu hiç umursayacak bir halde değildim. Tüm görüntüler bir şerit misali gözümün önünden hızlıca akıyor, saniyeler içerisinde hiç varolmamışcasına yok oluyordu. Zihnim bile kendini bunlarla meşgul edemeyecek kadar târumardı.

Darmadağın olmuştu sanki her şey, tüm düzen alt üst olmuş gibiydi ve gereksiz bir sinir sinmişti yine üstüme. Bu sinirim vücudumun alıştığı zehri artık ona vermeyişimden kaynaklı bir şeydi ancak diğer hissetiklerim bundan dolayı olan bir durum değildi. Zira bazı sabahlar vardır hani, içiniz içinize sığamıyormuş gibi bir sezgiyle uyanırsınız ve gün boyunca bir anlamsızlık mevcuttur üzerinizde, her şey fazla manasız geliyordur gözünüze. Benimki de öyle bir şeydi işte.

Sınıfa varır varmaz direk en arkadaki pencere tarafında olan sırama oturduğumda dersin başlamasına daha çok vardı, ziyadesiyle erken gelmiştim okula. Sınıfta tek tük bulunanlar da bunu kanıtlar nitelikteydi. Sabahın erken saatlerinde uyanıp geri yatamayınca evde oyalanacak bir şey bulamamış ve formalarımı giyerek okulun yolunu tutmuştum. Saçlarımı bile hiç taramamış, elimi yüzümü yıkarken hafifçe düzeltmekle yetindiğim haliyle gelmiştim.

Bir anlam da arz etmiyordu zaten benim için, dış görünüşüme önem veren biri olsaydım şayet; en başından beri saçlarımı yamuk yumuk kesmez ve o şekliyle de okula geldiğim günlerim olmazdı. Bana kalsaydı o saçlarla gelmeye devam ederdim ama o kadının zoruyla hepsini düzgünce kestirmek mecburiyetinde kaldığım için öyle bir şansım olmamıştı.

Cebimdeki telefonumla çantama gelişigüzel attığım kulaklığımı çıkarıp masaya bıraktığımda bu kulaklığın nasıl bu denli düğüm düğüm olduğunu kavramaya çalışıyordum. Oysaki çantama koyduğumda gayet düzgündü. Bazen hayali bir gücün bu kulaklıkları sırf bizi uğraştırıp kendisine eğlence çıkarmak için bu hale getirdiğini düşünürdüm zira bu durumun başka bir açıklaması olamazmış gibime geliyordu. Eğer biz yapmadıysak ve bir başkası da yapmadıysa kim yapmıştı o zaman? Kulaklığın kendi kendine canlanacak hali yoktu ya, yoksa olabilir miydi? İyice kafayı sıyırmaya başlamıştım.

Belki deliydim de ne benim ne de bir başkasının bundan haberi bile yoktu.

Kulaklıktaki düğümleri çekiştire çekiştire sonunda çözebilmeyi başarabildiğimde aşırı gerginleşmiştim. Beni biraz daha uğraştırsaydı sinirden kablolarını koparmama ramak kalmıştı keza şu küçücük şey bile beni çileden çıkarmaya yetmişti. Sabırsızca kulaklığın ucunu telefondaki yerine takıp en sevdiğim şarkılardan birini açtığımda kollarımı masanın üstünde birleştirerek başımı üstüne yasladım ve müziğin beni kendisiyle soyut ama huzur dolu diyarlara götürmesine izin verdim çünkü şarkılar kaçmak isteyip de kaçamadıklarımızın bize ulaşamadığı tek in idi sanırım.

Müzik dinlemeyi sevenlerden olmuştum hep çünkü müzik bizden bir parça taşıyormuşcasına hem rahatlatıcı hem de iyi hissettiren, düşlerin ötesindeki bir ülke gibiydi. Kişi ayırt etmeksizin herkesi kucaklar, sarıp sarmalardı daima. Bazen kötü günler geçirdiğimiz zamanlarda bile dibimizdeki insanlara sığınmak yerine ona sığınır, acımızı onunla hafifletmeye çalışırdık ve işe yarardı da çoğunlukla.

Her şey yoluna giremese de unuttururdu olanları bir anlığına, az da olsa moral sağlardı bize. Dertlerimize, kederimize ortak olur, bizimle birlikte yaşardı üzüntümüzü ve bazen yeri gelince mutluğumuzu da paylaşırdık onunla. Nasıl yemek yemek vücudumuz için gerekli bir gıda ise müzik de ruhumuz için bir gıdaydı sanki. Çoğu insandan da daha samimiydi, daha anlamlıydı. Kısacası güzeldi o, tahmin edemeyeceğimiz kadar güzeldi.

Zihnimi içini istila eden şarkı sözlerinden sonra müziği kısa bir süreliğine bölerek gelen mesajın melodik sesi doldurmuştu kulaklarımı. Ardından şarkı eski ritmine dönerek devam ederken bıkkınlıkla başımı masadan kaldırıp telefonumun kilidini çözdüm ve şövalyeden başka kimseden gelemeyecek olan mesajın üstüne tıkladım.

Şövalye🥀: Okulda mısın pericik?

Ben: Evet, okuldayım.

Ben: Bir sorun mu var?

Şövalye🥀: Hayır, sadece merak ettim çünkü normalde gittiğin vakitten çok daha erken gittin bugün.

Ben: Evet, öyle oldu biraz.

Şövalye🥀: Ne yapıyorsun peki?

Ben: Neden soruyorsun?

Şövalye🥀: 'Müsaitsen, soy ağacımın yeni dalı olur musun?' diyecektim Berçem.

Şövalye🥀: Ondan soruyorum.

Şövalye🥀: Dalga mı geçiyorsun benimle?

Ben:

Ben: Ayrıca ne diye dalga geçeyim ki seninle? Dalga denizde olur bir kere.

Şövalye🥀:

Şövalye🥀: Bu espirinden sonra kendimi asmaya gidiyorum.

Ben:

Şövalye🥀: Kalbimi kırıyorsun pofuduğum. Seni bırakıp gitmemi nasıl beklersin? :)

Şövalye🥀: Ben sensiz kalabilir miyim ki? :)

Ben:

Şövalye🥀: Bu sabah ters tarafından uyandın galiba pericik.

Ben: Aslında pek sayılmaz. Sadece...

Ben:

Şövalye🥀: Öyle olsun bakalım.

Şövalye🥀: Kahvaltı ettin mi yoksa yine kahvaltısız mı çıktın evden?

Ben: Şu son dediğinden.

Şövalye🥀: Hangi dediğimden?

Ben: Sen en son ne dedin???

Şövalye🥀: 'Kahvaltı ettin mi yoksa kahvaltısız mı çıktın evden?' dedim.

Ben: Peki ne demek oluyor bu?

Şövalye🥀: Ne demek oluyor?

Ben:

Şövalye🥀: Yapma pericik. Böyle kelime oyunları yapacağına direk sorumu cevaplasan olmaz mı?

Ben: Evden yine kahvaltısız çıktım. Anlatmaya çalıştığım buydu.

Şövalye🥀: Biraz geç oldu ama şimdi anladım ne demek istediğini. :)

Ben: Bazen gerçekten doktor olduğundan şüphe duyuyorum.

Şövalye🥀:

Şövalye🥀: Şimdi inandın mı pericik? :)

Ben: Her beyaz önlük giyip boynuna stetoskop takan doktor mu oluyor yani?

Şövalye🥀: Yok canım, doktorlukla ne alakası var? Ben sırf tarz olsun, havalı dursun diye böyle dolanıyorum etrafta.

Şövalye🥀: Yoksa doktorlukla falan hiçbir ilgisi yok bunların.

Ben:

Şövalye🥀: Beni çıldırtmak için mi böyle davranıyorsun pericik?

Ben: Belki...

Şövalye🥀: Nedenini sorabilir miyim acaba Berçem Hanım?

Ben:

Şövalye🥀: Demek benimle uğraşmak hoşuna gidiyor. :)))

Şövalye🥀: Nikah gününü hangi tarihe alma mı istersin? :)

Ben:

Şövalye🥀: Bence benimle konuşurken fazla heyecanlandığından ne diyeceğini şaşırıyorsun. :)

Ben:

Şövalye🥀: Tamam tamam sustum. :)

Şövalye🥀: Ama kahvaltı yapmadığını unutmadım pericik. Eğer şimdi kantine inip bir şeyler yemezsen, seni asla rahat bırakmam.

Ben: Canın engel yemek istiyor sanırım.

Şövalye🥀: Lütfen Berçem, kahvaltı etmen gerekiyor. Günün en önemli öğününü bu şekilde geçiştirerek nereye kadar gideceksin?

Şövalye🥀: Hem kahvaltı zihnini ve bedenini dinç tutar.

Ben: Dinç olmak isteyen kim?

Şövalye🥀: Pekala. En azından benim için bir şeyler yesen, olmaz ?

Ben: Hayır, canım istemiyor.

Şövalye🥀: Artık düzgün bir beslenme alışkanlığı da edinmen gerek. Uyku konusunda seni ikna edebildiysem bu konuda da anlaşmaya varabileceğimizi düşünüyorum. :)

Ben: İyi o zaman, sen düşüne dur.

Şövalye🥀: Hadi ama Berçem...

Şövalye🥀: Kırma beni lütfen.

Şövalye🥀: Seni ikna edene kadar vazgeçmeyeceğimi biliyorsun.

Ben: Off! Peki, dediğin gibi olsun.

Ben: Kantine bir şeyler yemeye gidiyorum ben.

Ben: Ve sakın dediğini yapıyorum diye şımarma.

Şövalye🥀:

Ben: İnandırıcı gelmedi ama neyse.

Ben: Sonra görüşürüz.

Şövalye🥀: Görüşürüz pericik. Seni bekliyor olacağım ve yediklerinin resmini bana at mutlaka. Gerçekten yediğinden emin olmam gerek. :)

Ben: Emrin olur paşam.

Telefonu geri cebime koyarken oflaya oflaya ayağa kalkıp sınıftan çıktım. Canım kesinlikle hiçbir şey çekmiyordu hatta midem bile bulanıyor diyebilirdim fakat şövalye haklıydı, artık düzgün alışkanlıklar edinmeliydim. Önce sigarayı bıraktım, ardından uyku haplarını ve şimdi de kahvaltısız öğünlerimi bırakacakım. Hayatıma bir yerden başlayarak düzen vermeye koyulduysam devamını da getirmem lazımdı.

Halsizliğim hâlâ üstümdeki varlığını sürdürürken şövalye bile yüzümü güldürememişti bugün. Normalde her konuşmamızda mutlaka yüzümde bir gülümseme oluşurdu çünkü beni mutlu etmeyi her daim başarırdı o ancak bugün olmamıştı işte. Sigara haricinde farklı bir şeyin yokluğunu hisseder gibiydim ama ne olduğunu çözemiyordum. Belki de bu gereksiz agresifliğimin tek sebebi sigarayı bırakışıma henüz tam anlamıyla alışamamış olmam değildi. Belki de bir neden daha vardı ama neydi?

Kantine vardığımda çoğu öğrencinin burada takıldığını fark etmiştim. Birkaç kişi benim gibi bir şeyler atıştırmak için buradayken diğerleri bir şeyler içerek sohbet ediyorlardı.

Kantine giriş yaptığım ilk andan itibaren bazılarının alaycı bakışları beni bulurken aldırış etmeden kendime simit ve bir bardak çay alarak boş masalardan birine yerleştim. Midemin alamayacağını bile bile kendimi zorlayarak simitten bir lokma koparıp ağzıma attığımda güçlükle çiğneyip yutmuştum çünkü bu saatlerde bir şeyler yemeye hiç alışık değildi bünyem. Sıcak çayımdan da küçük bir yudum alıp yuttuğumda aklıma şövalyenin son söylediği gelmişti.

Beyefendi yediğimden emin olmak istiyormuş.

Telefonumu cebimden çıkarıp yediklerimin üstünkörü bir resmini çekerek şövalyeye attığımda sanki benim resim atmamı bekliyormuş gibi saniyeler içerisinde görmüş ve bir cevap yazmaya başlamıştı.

Ben:

Şövalye🥀: Afiyet olsun pericik yalnız o tabaktakilerin hepsi bitecek, anlaştık ? :)

Ben: Çocuk muyum ben?

Ben: Bitirmemek gibi bir niyetim olsa en başından almazdım zaten.

Şövalye🥀: Kızma hemen, sadece şaka yapıyordum.

Şövalye🥀: Anlaşılan bugün pek havanda değilsin.

Şövalye🥀: Yüzünü güldürmeyi başaramadım bir türlü.

Ben: Özür dilerim, kızmak istememiştim. Sadece...

Ben: Dediğin gibi havamda değilim sanırım.

Şövalye🥀: Başka bir şey söyleyecek gibiydin Berçem.

Şövalye🥀: Bir sorun yok değil mi?

Şövalye🥀: Bak eğer bir sıkıntın varsa, bana söylemekten çekinme lütfen.

Şövalye🥀: Elimden gelenini yaparım senin için.

Ben: Teşekkür ederim inceliğin için ama bir sıkıntım yok.

Şövalye🥀: Emin misin Berçem?

Şövalye🥀: Bana pek öyleymiş gibi gelmedi.

Şövalye🥀: Farklı bir şey seziyor gibiyim üstünde ama ne olduğunu çözemedim.

Şövalye🥀: Sen iyisin değil mi?

Benim için bu denli endişelenmesiyle yüzüme ufak da olsa bir tebessüm kondurtmayı başarmıştı sonunda. O da bende bir tuhaflık olduğunu fark etmişti lakin ne olduğunu anlayamamıştı. Ben kendimi anlayamamıştım, o nasıl anlayacaktı ki?

Daha fazla oyalanmadan tam mesajına cevap vereceğim esnada masama oturan iki şahsiyetle bir duraksama yaşamış ve bakışlarımı telefondan çekerek ifadesizce bu davetsiz misafirlere yöneltmiştim. Eren denen çocuk ile Ece aptalı karşıma oturmuş, yüzlerindeki iğrenç sırıtmayla bana bakıyorlardı. Dertlerinin ne olduğu bariz belliyken bu sefer ne gibi sözler sarfedeceklerini hiç merak etmiyordum keza onların ağzından benimle ilgili güzel bir şey çıkmazdı asla.

Şövalyeye cevap vermeden telefonun ekranını kapatıp cebime koyduğumda tek kaşımı kaldırarak baktım ikisinin de suratına, ne istiyorsunuz dercesine. Kızıl saçlarını savurarak lafa ilk giren yine Ece olmuştu, hiç değişmezdi bu kural.

Sanki onların lideri Ece'ymiş gibi ondan önce asla lafa girmez, onsuz hiçbir şey yapmazlardı ve sanki Ece'nin arkadaşları değil de köleleriymiş gibi davranıyorlardı. Nasıl da ezik bir konumda olduklarını hiç mi fark etmiyorlardı? Ya da bu kadar mı aptallardı? Bu kadar birilerinin kendilerini yönetmesine çok ihtiyaç duyuyorlardı? Belki beni zavallı olarak görüyorlardı ama asıl zavallı olanın kendileri olduklarını bilmiyorlardı.

"Kaşara yine zam gelmiş Eren, duydun mu?"

Cırtlak sesinin kulaklarımı doldurmasıyla yüzümü hafifçe buruşturduğumda Eren alaycı bakışlarını üzerimde gezindirerek başıyla onaylamıştı onu. Kantindeki herkesin dikkati tamamen bize dönmüş, çıkacak olan eğlenceden kendilerine pay çıkarmaya çalışıyorlardı.

Ece'nin hakaretini umursamadan önümdeki çay bardağını elimin arasına aldığımda ilk kez kendimi sakin tutmakta bu kadar zorlandığımı fark ettim çünkü varlıkları bile öfkemi harmanlamaya yetmiş, sıkkın olan canımı daha fazla sıkmıştı. İçten içe bir sorun çıkmaması adına kendimi telkin etmeye çalışırken Ece susacak gibi değildi şu anda zira ona göre daha yeni başlıyordu her şey.

"Merak ediyorum da Berçem, bu zam sana da yansıdı acaba?"

Yüzlerine bile bakmadan önümdeki tabağı, sabitlediğim gözlerimle seyrederken elimin arasındaki bardağı sıkmaya başlamıştım. Hangi ara çattığımı anlayamadığım kaşlarım ve derin derin içime çektiğim soluklar bile iyi şeylerin olmayacağını bana ufaktan ufaktan fısıldıyorlardı. Acilen bu masadan uzaklaşıp sakinleşebileceğim bir yere gitmem lazımdı keza kendimi birazdan gelecek olan bir krizin eşiğindeymişim gibi hissediyordum ve o an kampa gittiğim ilk günden bu yana ilaçlarımı içmediğim gerçeği ile uzun zamandır psikiyatristime gitmediğim gerçeğini hatırlamıştım.

Normal de haftanın iki günü mutlaka Haluk Beyin yanına giderken bu olayı çok fazla aksatmıştım. Kendisi birkaç kez beni aramıştı Kocaeli'deyken lakin ona şu anda şehir dışında olduğumu ve döner dönmez yanına geleceğimi söylemiştim. Peki gitmiş miydim? Hayır. Üstelik her gidişimde ilaçlarımda ve dozlarında bir değişiklik yapılması gerekip gerekmediğine mutlaka dikkat ederdi zira ilaçlar da zararlı alışkanlıklar gibi vücutta bağımlılık etkisi yaratabilecek kadar tehlikelilerdi aynı zamanda.

Kocaeli'ye gideceğim günün sabahı ilaçlarım bitmişti. Sabahın o saatinde açık eczane bulmakla uğraşmak istemediğim için gideceğim yerde almaya karar vermiştim ama oradayken de almayı unutmuş ve yokluğunda iyi hissettiğimi fark edip Haluk Bey'in yanına gidene kadar hiçbir şey içmemeye karar vermiştim. Hem ilaçlarımın değiştirilme ihtimali vardı hem de deli gibi yanımda ilaç dolaştırıp içmekten çok sıkılmıştım artık.

Kantindeki herkesin beni ezikleyen ifadeleri eşliğinde yüzündeki iğrenç sırıtmayla Eren söze girmişti bu sefer. "Sürtüklüğün kitabını yazın deseler, en iyi yazar Berçem çıkar bence." Titremeye başlayan ellerimi görmezden gelerek ayaklandım hızlıca masadan, hemen buradan gitmem lazımdı.

Kendi kafama göre hareket ederek çok büyük bir aptallık ettiğim daha yeni yeni kafama dank ederken bir daha doktorumun haberi olmadan böyle bir şeye kalkışmamam gerektiğini çok net bir biçimde anlayabiliyordum şu anda. Sabahtan beri gergin olan sinirlerimin sebebi şimdi belli olmuştu. Zaten sigaranın üzerimde bıraktığı büyük bir etki varken üstüne sakinleşmemi sağlayan ilaçlarımı almamam ve bu insan denemeyecek kadar aciz olan varlıkların beni kışkırtmaya çalışması küplere binmem için son derece yeterli nedenlerdi.

Ayaklandığım gibi hızla arkamı onlara döndüğümde Ece yakalamıştı kolumdan son anda. "Nereye hemen böyle? Daha bize yaptığın kaltaklıkları anlatacaksın." Titreyen ellerimi yumruk yaparak hiddetle çektim kolumu onun elinin arasından. Herkes onun söylediğine gülerken beynimin içine uğultu gibi geliyordu tüm sesler. Her şey o kadar manasız geliyordu ki gözüme kahkahalara boğulmak üzereydim. Tüm olanlar çok saçmaydı ve ben bozulan sinirlerimle bu saçmalığa gülmemek için kendimi zor dizginliyordum şu an.

Kurtardığım kolumla olduğum yerde duraksama yaşadığımda içimden sadece gülmek geliyordu hatta ne için buradan gitmem gerektiğini bile unutmuştum. Düşüncelerimi bölerek "Fahişelik yaparken hiç mi utanmıyorsun Berçem? O yüzün hiç mi kızarmıyor ya da hiç mi gururun incinmiyor?" diyen Eren'in sesiyle bir şeyler ben de kopmaya yüz tutmuş ve kendimi daha fazla tutamayarak gülmeye başlamama neden olmuştu.

Asıl şimdi her şey kötüye saracaktı. Yavaş yavaş attığım gülüşler giderek delice kahkahalara dönüşmüştü. Herkes tuhaf tuhaf izliyordu beni, aklımı yitirdiğimi düşünüyor olmalıydılar ancak ben gayet iyiydim. Hiçbir şeyim yoktu, sadece gülmek gelmişti içimden. Gülmek de mi suçtu?

"Hakaret işitmek çok hoşuna gidiyor sanırım Berçem." diyerek ayaklanmıştı Eren. Ece ise oturduğu yerde alaylı bakışlarıyla beni süzüyordu. Dinmeye başlayan kahkahalarımla baktım dibimde duran ve bana aciz gözüyle bakan çocuğa, birazdan olacakların farkında bile değildi.

Suratındaki tiksinç bakışlarından neyi amaçladığını tam çözemesem de kolumun tekini tutup dibime girdiğinde yüzümde hissettiğim nefeslerinin arasından sadece benim duyabileceğim bir şekilde konuşmuştu. "Bir gün şu yataktaki marifetlerini ben de tatmak isterim."

Sarfettiği her kelime sanki bedenime hançerler saplanmışcasına büyük bir acıyı ve öfkeyi zehir gibi hızla yaymıştı her yerime. Tir tir titriyordu ellerim, seğiriyordu gözlerim ve sarhoş olmuşum gibi kendinde değildi artık şuurum. Şu saniyeden sonra olacaklar artık kendi isteğimin haricinde gerçekleşecekti ve ben bunun önüne asla geçemeyecektim.

Artık her şey için çok geçti. Artık son damlalar da tamamen taşmıştı.

&&&&&&

"Cehennem boş, bütün şeytanlar burada."
(William Shakespeare)

Bölüm sözümü de yazdım ve ufaktan kaçıyorum artık canlarım. Umarım bölümü beğenmişsinizdir ve umarım krizin nasıl başladığını düzgün anlatabilmişimdir çünkü baya zorlandım yazarken. Bildiklerim kadarıyla elimden gelenin en iyisini yazmaya çalıştım. :) Kendinize iyi bakın, hoşçakalın!🌼💙

Continue Reading

You'll Also Like

773K 43.7K 36
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
57.8K 3.7K 14
Unutulmuş bir kadın, Yüzbaşı Hazal Unutulmuş. [Kurgudaki kişi ve olaylar tamamen hayal ürünü olup hiçbir kurum ve kuruluşlarla alakası yoktur]
ZEMHERİ By yudumsucan

General Fiction

38K 2K 9
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?
107K 785 42
Bengi ile Cem Can ile Nalan İki evli çift. Bengi ile Can iş arkadaşıdır, zamanla aralarında yakınlaşma başlar ama ikisi de evlidir. Hem aşklarını y...