Şeker Prens | JiKook

By Rougessky

37.8K 4.2K 1.7K

En büyük aşkı dans etmek olan Park Jimin, talihsiz bir kaza sonucu görme yetisini kaybeder. Umutsuzluğun her... More

0-🌸
1-🌸
2-🌸
3-🌸
4-🌸
5-🌸
6-🌸
7-🌸
8-🌸
10-🌸
11-🌸
12-🌸
13-🌸
14-🌸
15-🌸
16-🌸
17-🌸
18-🌸
19-🌸
20-🌸
21-🌸
22-🌸 (m)
23-🌸
24-🌸
25-🌸 final (pt.1)
26-🌸 final (pt.2)

9-🌸

1.3K 173 42
By Rougessky






Bazen, hatta bazen değil de çoğu zaman elimizdeki şeylerin kıymetini onların yokluğuna düştüğümüzde anlarız.
Bu kimi zaman bir eşyanın, kimi zaman bir insanın veya kimi zaman sağlığın yokluğu olabilir.

Mesela Taehyung günümüzden neredeyse on yıl önce vefat eden annesinin kıymetini anladığında her şey için çok geçti.
O zamanlar ikimiz de henüz çocuktuk ama cenaze töreninde Taehyung'un koca bir adam gibi siyah takım elbise giyindiğini ve annesinin tabutunu izlerken sessiz gözyaşları döktüğünü görmüştüm.
Sonra ona teselli vermek için sarılmıştım biraz. Omzumda ağlarken bana söyledikleri şunlardı, "Onunla kavga etmemeliydim. Yaptığı her yemeği son lokmasına kadar yemeliydim Jimin-ah. Annem yokken kimsesiz gibi hissediyorum. Hayatımda kapladığı yer öyle büyük ve doldurulamazmış ki, bunu bu şekilde anladığım için kahroluyorum."

Taehyung annesizliğe zor alışmıştı. Veya alışamamıştı ama artık bunu gizleme konusunda daha iyiydi. Yine de arada sırada kendi annemden konu açıldığında onun sessizleştiğini fark ederdim.
Bazen korkardım "Annen henüz hayattayken onun kıymetini bilmelisin" demesinden. Ama hiç etmemişti bu lafı. Bayan Park'ın gerçekten değeri bilinecek bir anne olmadığının o da farkındaydı.

Ben de sanırım gözlerimin kıymetini bilememiştim zamanında.
Çok fazla ışığa bakardım mesela. Işık çok yakardı gözlerimi ama işimin bir parçasıydı spot ışıkları altında parıldamak. Kapatamazdım gözlerimi. Çok uykum gelirdi ama günlerce uykusuz gezer ve canımı yakardım.
Şimdi öyle çok vaktim vardı ki uyumak için ve spot ışıklarından kaçmak için, bu vakti nasıl geçireceğimi bilemiyordum.

Aslında iki yıl öncesinde günlük hayatımda hiç de "ah, bu dünyanın şahidi olabildiğim için ne şanslıyım" diye düşünmemiştim.

Taehyung'a geri dönecek olursak, şimdi babasını da kaybetmekle yüz yüze gelmiş bir halde telaşına engel olamadan oradan oraya koşturup duruyordu.

Dün gece yaptığımız ufak doğum günü kutlamamın ardından hepimiz -Jungkook'da dahil- gece yazlıkta kalmıştık.
Jungkook ilk başlarda kalmayı asla kabul etmeyip gideceğini söylese de Taehyung oldukça fazla ısrar etmişti. Ben de kalması için birkaç şey söylemiştim tabii.

Gece öyle geç vakitlerde uyumuştuk ki herkes diğer gün öğlene doğru uyanmayı beklemişti.

Fakat sabah yedi sularında Taehyung'un ağlama sesleriyle hepimiz yataklarımızdan fırlamıştık.
Yoongi hyungun anlattığına göre sabah erken saatlerde Daegu'dan bir akrabası aramıştı ve Taehyung'un babasının kalp krizi geçirdiği haberini vermişti.
Yoongi hyungun bunu Taehyung'a en az üzücü şekilde anlatmış olduğuna emindim ama Taehyung doğal olarak şok olmuş ve fazlaca tepki vermişti.

Taehyung salonda oturup omzumda biraz ağlarken Yoongi hyung da babasının doktoruyla telefonda görüşmüş ve durumunun gayet iyi olduğu haberini vermişti bize.
Yine de Taehyung'un biraz sakinleşmesini bekledikten sonra Daegu'ya gitmek için yola çıkmışlardı.

Taehyung için cidden üzgündüm. Yoongi hyungun dediğine göre hayati riski yoktu ama yine de bunun korkusunu yaşamak bile Taehyung'u mahvetmişti.
Evden çıkmadan önce eşine defalarca kez "babamı ameliyat edersin ve iyileşir değil mi?" Diye sormuştu. Yoongi hyung ise onu rahatlatmak adına durumun ameliyat edilecek kadar ciddi olmadığını söylemişti.

O ikisi sabahın dokuzunda evden çıktıktan sonra geriye kalan dördümüz de moralimiz iyice bozulmuş şekilde bir kahvaltı yapmıştık.
Kahvaltıdan sonra Hoseok hyung ve Jiseul etrafı toplamamıza yardım edip gitmişlerdi.

Ah, ben ise Jungkook ile baş başa koca yazlıktaydım.

Bu durum belki heyecan verici veya hatta biraz yakınlaşmak için güzel bir fırsat olabilirdi.
Ne var ki sabahki olay moralimi fazlaca bozmuştu. Ben de ikisiyle birlikte Daegu'ya gidip bay Kim'in sağlığından emin olmak isterdim ama biliyordum ki gitsem sadece onlara ayak bağı olurdum.

Üstelik Yoongi hyung gitmeden önce yanımıza gelmiş ve Jungkook'a gayet net bir ses tonuyla, "Jimin'i sağ salim evine bırakabileceğin konusunda sana güvenmeyi seçiyorum. Güvenimi boşa çıkartırsan benden çekeceğin var." Demişti.

Baş başa kalmak tuhaftı. Teknedeki veya dün akşam salonda yaşadığımız anlardaki gibi değildi. Koca bir evde yalnız olmak sanki gericiydi. İkimiz de bir an önce evi toparlayıp çıkmak için hareket ediyorduk.
Eh sonunda bu olup da Yoongi hyungun bıraktığı anahtarlarla kapıları kilitleyerek evden çıktığımızda biraz rahatlamış gibiydim.

İki saat süren araba yolculuğunda ise yine aynı gerginliği hissetmemek adına yalnızca uyumakla yetinmiştim.

🌸

Jungkook,

Tuhaf, oldukça tuhaf günler geçiriyordum.

Bir kiraz çiçeğinin ufacık yaprağının süzülerek yere düştüğünde çıkarttığı sesi duyabilmek kadar tuhaf.

Hayatıma uzun süredir hakim olan ama fiziken yeni yeni bir araya gelmeye başladığım bir küçük kiraz çiçeğim vardı çünkü.
Şeker Prens'in bana hissettirdiği buydu işte.
Bir kiraz çiçeği yaprağının yere düşerken çıkarttığı o sesti. Kimsenin duyamayacağı, duyduğunda ise "Bu ses cidden ondan mı geldi?" Diye sorgulayacağı şeydi o.

Parlak sarı ışıklarla dolu bir salonda kollarım arasında vals yaparken, dalgalı bir denizin üzerinde bacaklarımda yatarken, yüzündeki o meraklı ifadeyle creme brulee'nin üzerindeki yanıkları çatlatırken, saçlarımı okşayıp dudaklarıma dokunurken ve arabamda, hemen yan koltuğumda uyurken çok güzeldi.

Kiraz çiçeğinin belli belirsiz sesi gibi sessiz, narin, bahar mevsimindeki deniz kadar da hırçındı.

Onu nasıl anlatmak gerekirdi bilmiyorum ama benim için uzun süredir hayatın anlamı, Tanrı'nın varlığıydı.
Yüzüne baktığımda anımsadığım bir keder görüyordum. Bir de mutluluk görüyordum çok uzak zamanlardan kalma.

Ona tüm sevgimi vermek istiyordum. Kendisini sevdiği ve bunu yapabilmek için bir çift göze ihtiyaç duymadığı günlere geri dönebilmesini istiyordum.

Yine de kendi isteğiyle hayata tutunmadığı sürece mutlu kalamayacağını biliyordum.

İki saatlik araba yolculuğumuzu Park'ların malikanesinin bahçesinde sonlandırdığımızda Jimin hala daha uyuyordu. Yol boyunca uyanmasın diye özellikle yavaş sürmüştüm arabayı. Zaten geç uyumuş ve erken uyanmıştı. Üstelik Taehyung'un babasının hastalanması da moralini bozmuştu. Uyku bir şeyler düşünüp üzülmektense belki de şimdilik en iyi seçenekti.
Yine de şimdi mecburdum uyandırmaya. Onu kucağıma alıp odasına kadar taşıyabileceğim bir samimiyette değildik.

"Jimin." Diye fısıldadım birkaç kez. Kıpırdanıp durmak haricinde bir tepki vermezken seslerime elimi uzatıp yanağına dokundum.
Sıcak tenine dokunmamla irkilmiş ve gözlerini aralamıştı.

"Günaydın." Dedim sesimi samimi tutarak. İlk birkaç saniye yüzünde anlamsız bir ifade vardı. Sanırım arabamda olduğunu unutmuştu ve uyandığında kendini burada bulmak biraz tuhaf gelmişti.
Onu anlayabiliyordum. Daha doğrusu anlamaya çalışıyordum.

"Eve mi geldik?"

Gözlerini kırpıştırıp duruyor ve yeni uyandığı için iyice sevimlileşen haliyle mırıldanıyordu.

"Evet, evine geldik."

Başını koltuğun gerisine yaslayarak derince bir nefes soludu. Ardından fısıltı halinde "Evim." Kelimesi döküldü dudaklarından.
Bazen konuşurken hep hüzün oluyordu sesinde. Bunu yalnızca son iki yılda yaşadıklarına bağlamak hataydı bence. Jimin iki yıl öncesinde bile hüzünlü bakar, hüzünlü konuşurdu. Belki yan yana değildik o zamanlar ama uzaktan izler ve anlardım sahnedeki baletin huzursuz hissettiğini.

"Teşekkür ederim, bıraktığın için."

Ardından dokunarak kilidini bulduğu emniyet kemerini çözdü ve arabanın kapısını açtı.
Bunu yapmasıyla ben de peşinden arabadan inmiş ve eve kadar yanında yürümüştüm. Birkaç kez tekrar etti eşlik etmeme gerek olmadığını. Yine de öyle yapmak istemiştim.
Yine kol kola çıkmıştık malikanenin merdivenlerini ve yine birlikte ulaşmıştık odasına.

Ama bir fark vardı bu sefer. Jimin büyük bir çekinceyle "İstersen biraz kalabilirsin." Demişti.
Böyle bir şeyi benim isteğime bağlaması saçma gelmişti gözüme. Onunla ilgili her şeyi istemeye yıllardan beri hazırdım çünkü.

Şimdi iki kez kapısına dek gelip geri döndüğüm odasına girdiğimde onun dünyasına ne yakın olduğumu da hissedebilmiştim.
Sanki son zamanlardaki yakınlaşmalarımızın hepsinden daha büyük bir adımdı bu odaya girişim.

Jimin önümden ilerledi ve ezbere biliyormuş gibi direkt yatağının üzerine oturdu. Ben ise öylece dikiliyor ve etrafı inceliyordum.
Kocaman bir odaydı. Bir yanında uzun camlar ve camdan bir kapı vardı. Perdeleri açık olduğu için önündeki bitkilerle dolu balkonu görebiliyordum.
Odanın en uzak köşesinde bir kapı vardı. İçeride giysi dolabı göremediğim için oranın kıyafet odası ve banyoya açılan bir kapı olduğunu düşündüm.
Yatağının karşısındaki duvar ise siyah beyaz bir fotoğrafla doluydu.

Dün geceye dair aklımda kalan en net hatıralardan birindeki fotoğraftı bu. Taehyung'un işlediği ceketteki görüntüydü.

Güneşli günün ışığı camdan süzülerek duvardaki bu siyah beyaz fotoğrafa düşüyordu. Öyle güzeldi ki yüzündeki ifade ve yansıttığı his, sadece bakışı bile gözlerimi doldurabiliyordu.

Gözlerim bu fotoğrafla kaplı olan duvar ve cam duvarın birleştiği köşeye yerleştirilmiş olan beyaz kuyruklu piyanoya takıldı.
Yanılmıyorsam bir önceki gelişimde yine merdivenlere geçerken salonda bir piyano görmüştüm. Üstelik annesinin piyano çaldığını da zaten herkes bilirdi.

"Bir evde iki piyano mu? Daha iyisi olamazdı."

Piyanoya yaklaşırken bir yandan da yatağın üzerinde oturan Jiminle konuşuyordum.

"Piyano mu?"

Jimin'e baktığımda yüzünde anlamaz bir ifade olduğunu fark ettim. Piyanodan haberi yok muydu?

"Burada bir piyano var."

Hızlıca ayağa kalktı ve temkinli adımlarla olduğum tarafa doğru yürüdü. Elini piyanoya doğru uzattığında ise ilk seferde hedefi tutturamamıştı.
Bir kez daha uzandığında tuşlara çarpan parmakları boğuk birkaç notanın yükselmesine sebep oldu. Bu birkaç nota da Jimin'in irkilmesine sebep olmuştu tabii.

"Bu... bu Yoongi hyungun hediyesi olmalı!"

Sesindeki coşku ve yüzündeki mutluluk dolu ifade ne kadar mutlu olduğunu açıklıyordu. Arkadaşlarının ona ne çok değer verdiğini yan yanalarken görebilmiştim. Ama yan yana değillerken bile böylesine mutlu olmasına sebep olmaları çok güzeldi.

Ve Yoongi kafama doğru şampanya patlatmış olsa bile anlayabiliyordum, o iyi bir insandı.

"Yoongi hyung sana çok değer veriyor."

Başını salladı. "Ben de ona çok değer veriyorum. O ve Taehyung dünyadaki en değerli kişiler benim için."

Başımı sallayarak onu anladığımı belirttim ama sonradan bunu görmeyeceğini hatırladım ve "Ne güzel." Demekle yetindim. Yaşadığı belli başlı zorluklar elbette basına yansıyordu ve yalnızca gördüğümüz kadarı bile fazlaydı. İşin görünmeyen yüzünde neler vardı bilemiyordum ama her ne yaşıyorsa yanında ona destek verecek kişiler olduğu için mutluydum.

"Piyano çalıyor musun?"

"Eskiden çalardım. Artık annem izin vermiyor."

Annesinden bahsederken yüzünde oluşan kırgın ifade kalbimi sıkıştırsa da tepki vermedim. Jimin de bir süre daha piyanonun tuşlarında parmaklarını gezdirdikten sonra geri çekildi.

"Beni evinin salonunda veya başka herhangi bir yerinde görmek istemiyor. Ona şöhretini geri veremeyeceksem yok olmam gerektiğini söylüyor."

Anlattıkları içimde acı veren küçük filizler oluşmasına sebep olurken sadece iç geçirerek onu izliyordum. Yaşadığı durumda bir de annesinden böyle muamele görmesi berbat geliyordu gözüme.
Jimin bunu olağan bir şey gibi anlatırken belli oluyordu hüznü. Onun için olağandı annesinin tavrı elbet ama hala üzüntü vericiydi.

"Üzgünüm..." diyebildim sadece. Evet gerçekten üzgündüm ama bunu daha farklı kelimelerle ifade edebilmek isterdim. Onu teselli edebilecek bir konumda olmamama rağmen sırtını sıvazlayıp her şey geçecek diyebilmek isterdim.
Ama şimdi Jimin omuz silkerek sanki artık annesinden gördüğü muameleyi umursamıyor havasına bürünürken... ah, bilmiyorum. Hiçbir şey hissetmemek, ama yine de onun hislerinde kaybolmak istiyordum.

"Balığım Dori'yi gördün mü? Onu benimle birlikte beslemek ister misin?"

Jimin ses tonuna bir miktar neşe katarak ve piyanodan uzaklaşarak konuyu değiştirdiğinde yöneldiği yerdeki masaya baktım.

Sonra kanım dondu. Ellerim titremeye ve gözlerim dolmaya başladı. Fanusun içinde suyun yüzeyine çıkmış ve cansız olduğu her halinden belli olan bir balık vardı. Yutkunmak istedim ama yapamadım. Sanki öylece ayakta dikilirken donmuş ve işlevsiz bir heykel oluvermiştim.

Jimin masaya ilerledi. Fanusun yanında duran kutuyu bulup kapağını açtı. Sadece durup ağlamak geldi içimden. Jimin ise habersizce Dori adını koyduğu balığını beslemek istiyordu.

Ne yapmam gerektiği hakkında en ufak fikrim yoktu. Ona balığın öldüğünü söylemeli miydim? Yoksa göremiyor oluşunu kullanıp orada canlı bir balık varmış gibi mi davranmalıydım?

Yanına ilerledim ama nasıl yürüdüğümü bile bilmiyordum. Jimin'le ilgili canımı yakan ne kadar çok şey varsa şimdi ikiye katlanmıştı. Bu an uzun zaman sonra ilk çaresiz kalışımdı.
Balık yemi kutusunun içine soktuğu elini bileğinden tuttum.
Yaptığıma anlam verememiş olacak ki şaşkınlıkla kaşları havalanmıştı.

"Sen mi vermek istiyorsun? Peki."

Kutuyu bana uzattı. İçim paramparça olmuşken kutuyu aldım.

"Görüyor musun Dori, daha ben senle tanışamadan Jungkook tanıştı."

Neşeli görünüyordu. Az önce açılan keyifsiz anne konusuna ve sabah yaşanan Taehyung'un babasının hastalığı olayına rağmen neşeli tutmaya çalışıyordu kendisini. Az önce çok sevdiği birisi tarafından çok seveceği bir armağan almıştı. Tüm olumsuzluklar bir kenara itildiğinde gerçekten parıldıyordu.
Peki benim onu üzmeye hakkım var mıydı?

"Dori'yi hiç göremedim. Taehyung onun siyah ve mavi parlak yüzgeçlere sahip olduğunu söylemişti. Gerçekten öyle mi görünüyor?"

Elimdeki balık yemi kutusunu masaya geri bıraktım.

"Jimin, Dori..."

"Hm?" Gülümseyerek bana döndü. "Yoksa onun çirkin bir balık olduğunu mu düşünüyorsun?"

"Hayır, hayır Jimin. Bunu söylemek istemezdim ama Dori maalesef yaşamıyor."

Doğruyu söylemek acı verecek olsa da daha iyi diye düşündüm. Sonra da beklemeden söyledim ona gerçeği. Sözlerimle yüzündeki gülüş solsa bile bir dakika kadar durup bekledi. Dediğime inanmamış veya doğru duyup duymadığına emin olmaya çalışırmış gibi bir hali vardı.

"Ne?" Dedi sessiz geçen bir dakikanın sonunda.

"Dori," dedim ama ölmüş olduğunu tekrar edemedim. Gözleri dolmuştu ve ellerini önümüzde duran masaya yaslamıştı. Anlamıştı ne dediğimi ama kabullenmekte zorlanıyor olmalıydı.

"Gerçekten mi?"

Uzanıp koluna koydum elimi. Ne yapmam gerektiğini bilmiyor ve hala kendimi onu teselli edebilecek birisi olarak görmüyordum. Yine de sanırım yapmam gereken şey buydu.
Kolumu omzuna sardım ve onu fanusun olduğu yerden uzaklaştırarak yatağına oturttum.

"Küçücük bir balığa bile bakamadım mı gerçekten?"

Sesindeki hayal kırıklığı canımı bin kez daha yakarken yanına oturdum.

"Bu senin suçun değil."

"Benim suçum Jungkook. Belki hastaydı, belki can çekişiyordu ama göremedim onu. Salak gibi yemini verip konuştum. Belki günlerdir ölü ve seni bugün odama çağırmasam haberim bile olmayacaktı."

Cümleleri hızlı, sert ve hırçın çıkıyordu ağzından. Kendisine karşı böyle acımasız oluşuydu belki de en can yakan yönü.

"Hayır. Hiçbir suçun yok Jimin. Sen onu bile isteye öldürmedin. Seninle hiçbir ilgisi yok. Ömrü bu kadarmış tamam mı?"

Gözyaşları yüzünden dökülürken başını durmadan iki yana sallıyordu. Kendi suçu olarak görmüştü küçücük bir canın ölümünü ama ne suçu olabilirdi ki?
Fanusta yaşayan bir japon balığının ömrü zaten az çok belliydi.

"Anlamıyorsun beni Jungkook. Başka bir sahibi olsa hayatta kalabilirdi."

Kucağında birleştirdiği ellerinin titrediğini gördüm. Tırnaklarını kot pantolonuna geçirmişti. Bir elim omzuna sarılı dururken diğerini de hiç acımadan bacağına batırdığı elinin üzerine koydum.

"Seni anlamıyor olabilirim ama emin ol anlamaya çalışıyorum Jimin. Hem ne alakası varmış başka birisiyle Dori'nin hayatının? Onu her gün beslediğini ve konuştuğunu söylüyorsun. Bak, tuhaf gelebilir ama japon balıkları bir süre sonra sahiplerini tanır. Dori'nin seni tanıyıp çok sevdiğine ve asla başkasının odasında bulunmak istemeyeceğine eminim.
Ayrıca senden başkası ona bakıyor olsaydı bile besleyip suyunu değiştirmekten başka ne yapabilirdi ki? Hiçbir şey."

Biraz sakinleştiğini hissettim. Ellerimin altında kalan bedeni daha az titriyor ve gözlerinden daha az yaş akıyordu.

"Ama öldü. Taehyung japon balıkları on yıl bile yaşar demişti."

"Ah... büyük akvaryumlarda daha uzun yaşayabilirler."

"Yine benim suçum işte. Onu fanus yerine akvaryuma koysaydım ölmüş olmazdı." 

Ağlamaya devam etti. Başı bir anda göğsüme yaslanmıştı. Bundan şikayetçi değildim ama sanki bulunduğumuz pozisyon daha rahat ağlamasına sebep oluyordu ve ben ağlamasını istemiyordum. En azından kendini suçladığı için ağlamamalıydı.

"Kendini suçlama Jimin. Onun için üzülebiliriz ama artık yapacak bir şeyimiz yok tamam mı? Senin suçun değildi ve senin yüzünden ölmedi."

Bir süre konuşmadı ve yanıtlamadı beni. Sadece göğsüme kondurduğu başıyla daha da içeri sokularak ağlamaya devam etti.
Kim bilir aklında nerelere bağlamıştı bu konuyu. Ve kim bilir yüzlerce teselli cümlesi kursam bile ne çok suçlayacaktı kendini.

Konuşmadan ağlamaya devam ettiği süre boyunca saçlarını okşadım. Elinin üzerindeki elimi bir an olsun çekmedim ve kendine tırnaklarını batırmasına engel oldum.
Neler hissettiğini bilmek, acısını bölüşmek istedim. Kalbindeki ve omuzlarındaki tüm ağırlığın en az yarısını ben alayım istedim. Ona sadece gülücükler, mutluluklar kalsın istedim.

Birkaç hafta öncesine kadar sadece sahnelerden tanıdığım, röportajlarını defalarca kez izlediğim, her performansını ezbere bildiğim, figürlerini şaşkınlıkla karşıladığım ve kısacası hayran olduğum o adamı teselli etmek hayatımın en zor anlarından biriydi.
İleride içerisinde yine bu Şeker Prens'in olduğu zor anlar karşılayacaktı beni ve nedense o an çok emindim buna.

Çünkü şimdiye dek hiç olmadığı kadar yoğundu artık ona karşı hislerim.
Evet ona ölçülemez boyutta hayrandım ve aşırı sevgi besliyordum. Yine de ona aşık olduğumu vals yaparken, bacaklarımda uzanırken, bacaklarında uzanırken veya saçlarımı okşarken değil, tam da şu an göğsüme sığınıp bir balığın ölümü yüzünden kendisini suçlarken hissetmiştim.

Kabullenmesi zor değildi. Onunla bir sahneyi paylaşma arzum ne denli büyükse, işte şimdi onu doyasıya sevme arzum da o denli büyüktü.

🌸

Bölüm sonu.

Continue Reading

You'll Also Like

16.3K 2K 24
[Tamamlandı] Calvin Klein sahibi Park Jimin, markanın yeni modeli Jeon Jungkook. Sememin Ukekook FemJk 🔥🔥 @-jeonjikook- @kookunmanitijimin @Astra4a...
62.6K 7K 23
[tamamlandı] Güney Kore'nin yeşil çay başkenti olarak bilinen Boseong ilçesi, her zaman huzurlu ve sakin bir yerdi. Yaşıtlarının çoğunun sıkıcı olmas...
3.4K 599 14
Kusursuz. Ona bakarken Jimin'in aklından geçen buydu. ©2024 | amoregrei
56.4K 6.3K 14
Mardin'e Tutsak kitap karekterlerimizin whatsapp konuşmaları