RUH KAFESİ

By wampjre

617 296 334

Ölüyordum. Bir yalandan kaçıp derin ve acı bir gerçekle karşı karşıya kalmıştım. Gözlerim kapanmadan önce o... More

Tanıtım
1. SON NEFES
2. TUTSAK RUH
3. KARANLIĞA DOĞAN GÜNEŞ
5. ÖLÜMÜN PENÇESİNDE
6. GÜNEŞ KAÇAĞI
7. BİR AVUÇ ÖMÜR

4. KAÇIŞ

55 38 28
By wampjre


4. KAÇIŞ

Lake- Roland Faunte


Işığın varlığını bilmeyen küçük bir kızı, karanlıkla korkutamazdınız.

Babam beni yine bu izbe odaya fırlatmış, kapıyı üzerime kilitlemişti. Yere çarpmanın verdiği etkiyle elbisemin açıkta bıraktığı dizlerim parçalanmıştı. Alışmamıştım, eğer bana hiçbir şey bilmememin cezası olsa bu belki alışırdım. Sağ elimde annemin bana kendi elleriyle yaptığı zayıf, kahverengi oyuncak ayıcığı tutarken sol elimle ağlayarak kapıya minik ellerimle yumruklar savuruyordum. Babam annemi döveceği zamanlarda beni odama kilitlerdi ve annem kendine gelene kadar bu odadan çıkamazdım.

İçerden annemin "Yapma!" çığlıklarının yanında bir şeylerin kırılma parçalanma sesleri minik kulaklarımı dolduruyordu.

"Ne demek eve geç saatte elin piçleriyle gelmek! Milletin kocasına kendini mi pazarlıyorsun ulan sen." diye kükresi babam. Ondan nefret ediyordum. Son zamanlarda annemi yaptığı hatta yapmadığı her şey için dövüyordu. Hatta sadece onu değil ablamı da dövüyordu. Beni de dövüyordu ama ben daha çok küçük olduğumdan onlar kadar dövmüyordu. İçerdeki bağırış ve kemer sesleri sürerken bir camın yere düşme sesi geldi. Ardından annemin acı dolu feryadı tüm evde yankılandı. Dayanamadım ve ellerimi kapının paslı koluna atıp zorlamaya başladım. Açılmıyordu, daha fazla asıldım. Tüm gücümle denememe rağmen çabalarım hiçbir işe yaramıyordu.

"Anne!" O sırada ablamın geldiğini çığlığından anladım. Ablam normalde çığlık atmaz, babamı sakinleştirmeye çalışırdı. Bir şeyler yolunda gitmiyordu. İçimde çok kötü bir his vardı. Ellerimin içi kapının kolunu zorlamaktan acımaya ve aşınmaya başlamıştı.

Sadece yedi yaşındaydım.

"Yaklaşma, yaklaşırsan sonun bu orospudan farksız olur." dedi babam ablama. Sesler o kadar fazlaydı ki konuşmaları seçmek çok zordu. Birkaç hareketlenmeden sonra bir tokat sesi havada yankılandı. Ablam "Baba vurma!" diye ağlayarak bağırıyorken koridorda odama yaklaşan sürüklenmeye benzer adım seslerini duydum. Hıçkırıklarımı tutamıyordum. Babam içerde hala ablamla kavga ediyordu. O esnada kapımın kilidinin açılırken bıraktığı tok sesi duydum ve zaten zorladığım kapı ani bir hızla açılınca sendeleyerek geri düştüm.

"An-anne?"

Karşımda annem duruyordu. Bacağına salondaki vazonun kırılmış büyük bir parçası saplıydı. Ayaklarının altı da kırık parçalardan kesilmiş, adımlarını attığı yerler kanı misafir etmişti.

Gözyaşlarım hızlandı. Ellerim hızla annemi bulduğunda o da canı yanmasına rağmen eğildi ve bana sarıldı. Saçlarımda hissettiğim şefkatli elleri titriyordu.

Yutkundu. "Kızım. Sakın korkma, tamam mı?" dedi. Hızla kollarından sıyrıldım. "Anneciğim dizin kanıyor." dedim hıçkırarak. Hıçkırıklarımdan dediklerim pek anlaşılmıyordu ama annem anladı. Kana ev sahipliği yapan, cennet kokan ellerini yüzüme çıkardı ve küçük yüzümü avuçları arasında sanki kırılacak nadide bir eşya tutuyormuş gibi gözlerime baktı. Annemle gözlerimiz aynı renkti. Ağlamasını istemedim. Ağlamak ona hiç yakışmıyordu ki. "Benim canım acımıyor güzelim. Sakın korkma. Ağlama. Sen burada bekle ben babanı ablandan ayırıp geliyorum." dedi baş parmaklarıyla gözyaşlarımı silerken.

Babam "Orospu Güneş, neredesin!" diye bağırırken köşeden döndü ve bizi gördü. Annem bana gülümseyerek anlımdan öptü ve ayağa kalkıp babama döndü.

Babama baktığımda elinde bir silah tuttuğunu gördüm.

O iğrenç bıyıklarının altında lanet bir gülümseme oluştu ve gümüş metal silahı anneme doğrultup konuştu. "Demek iki saniye yalnız bırakınca hemen kızına koştun." dedi.

Annem kasıldı ve beni hemen arkasına çekip omuzlarını dikleştirdi. Babam bize yaklaşırken devam etti. "El alemin ağzında sakız gibi dönüyor, 'Güneş milletin kocalarıyla yatıp kalkıyor.' diye. Bir bunu yapmadığın kalmıştı."

"Ben kimsenin kocasıyla yatıp kalmadım. Hangi ruh hastası uydurdu bilmiyorum ama ben öyle bir şey yapmadım." dedi annem korku dolu bir sesle. Babam bir adım daha attı. Ayakları yere her değdiğinde parkeden acı bir çığlık sesi yükseliyordu.

"Bu saatten sonra ailemizin adına leke sürmene izin vermem." dedi.

Silah ateşlendi.

Annem arkasında ben olduğumu bildiğinden yan tarafa doğru devrildi. Dizlerimin üzerine düşüp annemin saçlarını kapattığı yüzün baktım. Tam kalbinin olduğu yerdeki kan, her geçen saniye içimde oluşan karanlıkla büyüyordu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Yanına dizlerimi sürüyerek gittim. Küçük ellerimle yüzündeki saçları itekledim ve yüzünü ellerimin arasına aldım, "Anne! Anneciğim!" diye bağırdım. O ölecek miydi? Kurtarmamın bir yöntemi yok muydu?

Acı dolu bakan gözleriyle gözlerim arasında kırık dökük bir köprü kuruldu. Elini kaldırıp yanağımı okşarken tebessümü dudaklarının hanına son kez uğradı. Son bir damla gözyaşı aktı gözlerinden.

Sonra eli boşluğa, gözleri hiçliğe düştü.


O sırada ablam hızla yanımıza koştu ve annemin yanına eğilip vurulduğu yere ellerini bastırdı. Korku dolu çığlıklarını duyuyor fakat anlamıyordum. Gözlerim boşluğa takılı ellerimde kanlarla öylece boşluğa dalıp gittim. Ablam "Yangın!" diye bağırdı. Onun sözüyle koridorun sonundaki perdeye sıçrayan ateşi  ve salondan yayılan dumanı gördüm. Annemi yere usulca bıraktı ve beni kucağına alıp koşmaya başladı. Hızla kollarımı boynuna bacaklarımı da beline doladım. Ablam öksürerek beni evden çıkarken son gördüğüm şey başı bu tarafa düşmüş annemin boş gözleri ve kanlı bedeniydi.

Aklıma ilk korkuyu hissettiğim gün düştüğünde dolan gözlerimdeki yaşları hızla itekledim ve karşımda bana bakan insanlara baktım. Bakışlarımdaki duyguyu hisseden tek kişi gece mavisi gözlü yabancı olmuştu.

Öfkeliydi. Öfke, gözlerinden taşıyordu. Gözlerime büyük bir dikkatle bakıyor, elinde her zaman duran bardağıyla viskisini yudumluyordu. Devrim ve Giray'a baktım. Devrim'in gözlerinde aşağılar gibi, Giray'ın ise hayal kırıklığına uğramış gibi bir ifade vardı.

Tanrı aşkına, burada neler oluyordu?

"Gerçekten bir salak gibi polise gitmeyeceğine güvendiğimize inanamıyorum," dedi Devrim. "Bizde seni kurtardık diye bize minnet duyuyorsun sanmıştık."

Anlamıyordum. "Ne polisi? Ben polise falan gitmedim."

Giray çarpık bir şekilde güldü. "Hala polise gitmedim diyor. Bak ya... Kızım sen zaten polismişsin, ne gitmemesinden bahsediyorsun?" diye konuştu.

Ben zaten polis miymişim? Ne saçmalıyorlardı bunlar. Kendilerine eğlence bulmuşlardı herhalde.

"Ne zırvalıyorsun? Ben kimseye bir şey anlatmadım." dedim soğuk, düz bir sesle. Adını bilmediğim yabancı kafasını sola çevirip camdan dışarıya bakarken bir sigara yaktı.

"Kızım adli bilimler okuyormuşsun işte. Polise çalışıyorsun. Gelmiş bir de kimseye bir şey anlatmadım ben diye kolpa atıyorsun. Bir kere yedik, bir daha yer miyiz sandın?" dedi Devrim.

"Konu cidden bu muydu? Ben de önemli bir şey sanmıştım." dedim kafamı iki yana sallarken. Cidden bu mevzu uzadıkça uzuyordu ve ben artık ipin ucunu tutamıyordum.

"Ne demek bu muydu? Sen bizim işlediğimiz bir cinayete tanık oldun. Farkında mısın? Ayrıca polise çalışıyormuşsun. Aptal gibi en başında seni buraya getirdiğimizde araştırmadığımız için başımıza bir bela daha açıldı." diyerek koltukta oturmuş viski içerek dışarıyı izleyen adama döndü." Ne yapalım? Bunu da temizleyelim mi kardeşim" dedi.

Temizlemek?

Hani tanık oldu, yaşananları gördü diye öldürmek olan temizlemekten mi bahsediyordu o.

"Ne diyorsun sen be. Ne temizlemesinden bahsediyorsun? Polis falan değilim ben! Polise de çalışmıyorum. Henüz okulum bile bitmedi. Ki bitse ve polise çalışmaya başlasam dahi gidip de kimseye bir şey söylemem. Orada olan bendim. Siz gelmeseniz o şeyi yaşayacak olan da bendim," dedim. Tecavüz kelimesini dillendirememiştim. "Eğer beni bayıltmasaydı, siz değil ben öldürürdüm onu. Ve emin ol, gözümü bile kırpmazdım."

Birbirlerine baktılar. Mavi gözlü yabancı gözlerini bana çevirdi. "Sen ne diyorsun Vural, öldürelim mi?" dedi Devrim mavi gözlü yabancıya bakarken. Adının Vural olduğunu öğrendiğim kişiye baktım. Hala bana inanmadığı o kadar belliydi ki, korku annesinin kucağına tırmanan bir çocuk misali göğsüme doğru tırmandı. Beni isterlerse öldürebileceklerini biliyordum.  Hayatım, Vural denen adamın ağzından çıkacak tek bir kelimeye bağlıydı.

Gözlerimin en derinine baktı. Gözlerinden ruhuma akan hisler, içimdeki korkuyu silip götürmeye yetmişti.

"Hayır." dedi.

Kısa bir sessizlik yaşandı. Bana sonsuz gibi gelen bu uzun sürede ona bakan kehribar gözlerim diğer her şeye kör olmuştu. Ona böyle bir şey için minnet duyamazdım. Ama yine de içimde bir yerlerde yaprakları kuru ölmeye yüz tutmuş bir güle, su dökmüş gibi hissediyordum. Ölmüş hisleri besleyemezdiniz.

Güneş batıyordu. İçeri sızan kızıl ışıklar hafif hafif silinmeye, onun tapılası yüzünü karanlıkta bırakmaya başlamıştı. Yorganı üzerimden iterken Devrim
"Kardeşim, bak bu kız başımıza ciddi anlamda bela açacak diyorum. Şakası yok bunun," dedi. Vural bakışlarını yavaşça Devrime çevirdi. Öyle uzak, öyle soğuk bakıyordu ki... Burada ben bile buz kesmiştim. "Nasıl başa çıkacağız o zaman söyler misin?" diye gerginlikle sesini yükseltti Devrim. Bu sefer araya Giray atladı, "Kızı bir kere saldık, zaten öteceğini ötmüştür. Bir kez daha salamayız. Öldürelim gitsin. Uğraşmaya değmez cidden."

"Hayır dedim." dedi Vural. Sesi o kadar korkutucu çıkmıştı ki Giray olduğu yere sindi. Fark ettiğim bir şey varsa o da ikisi de bu adamdan korkuyordu. Korkulmayacak gibi de değildi zaten.

"Sen," dedi bana dönüp. Gece mavisi gözleri geceye karışmaya başlamıştı. Yüzünün bir tarafı karanlığa gömülmüş, diğer tarafı turuncu hafif loş bir ışıkla aydınlanıyordu. "Sana ilk ve son kez soruyorum. Eğer yalan söylersen, ölümün direk benim ellerimden olur." dedi. Bakışları ölümcüldü. Zaten söylemese dahi bakışlarından beni öldürebileceğini anlamıştım.

"Polise veya başka birine, bir şey anlattın mı?"

Gözlerinin içine, en derinine baktım. "Hayır."

Doğruluğunu anlamak istercesine yüzümü inceledi. Ama karşılaşacağı tek şey yüzüme çektiğim görünmez bir duvar olacaktı. Ona inandırmak istercesine ama boş gözlerle baktım.

"Oğlum nereden bilelim kolpa olup olmadığını. Bu küçük kızın sözlerine inanıp tekrar bırakacak mıyız? Saçmalamayı kes!" dedi Devrim.

"Bırakmayacağız."

"Ne?" dedim gözlerim dehşetle açılırken.

"Duydun. Burada kalıyorsun. Bir daha asla gözümüzün önünden ayrılmayacaksın."

Duyduklarıma inanamıyordum. Gerçekten saçmalıyordu şu an. Büyük, saçma sapan bir oyunun içine düşmüş gibi hissediyordum. Yaşanan şeylerin büyüklüğü altında ezilirken bir de bunu kaldıramazdım. Hepsine sanki tımarhaneden kaçmışlar da benimle eğleniyorlarmış gibi baktım.

"Siz kafayı yemişsiniz!" diye bağırdım. Yüzümü buruşturup başımı alayla salladım. "Burada mı kalıyormuşum. Ne sanıyorsunuz siz, bu şekilde birini alıkoyabileceğinizi falan mı? Buna adam kaçırmak denir!"

Söylediklerimi umursamadı. Sigarasını kül tablasına bastırdı ve bardaktaki sıvıyı hafifçe salladı. "Eğer polise gideceğim yoktuysa da bu hareketiniz yüzünden kendi kuyunuzu kazdınız." dedim sert bir şekilde. Gözlerini kısarak bakışlarını bana çevirdi. Gece mavisi gözleri, öfkeyle harmanlanıp laciverte dönüşmüş, sanki beni öldürmeye yeminliymiş gibi bakmaya başlamıştı.

Ellerimi sinirle saçlarımdan geçirdim. Bunu söylememeliydim. Ne yapmıştım ben? Bunu söyleyerek kendi mezarımı ellerimle açıp kendimi içine atmıştım. Eğer beni bırakmalarına ikna edebilecek azıcık bir şansım vardıysa, artık o da yoktu. Çünkü buradan çıktığımda ilk işimin polise gitmek olacağını biliyorlardı. Giray başını iki yana sallayarak kapıdan çıktı ve odayı terk etti.

Kendimi buraya onlar değil, ben mahkum etmiştim.

'Zaten bir şeyler hep senin başının altından çıkıyor.' diye fısıldayan iç sesimin sesi zihnimin duvarlarına çarptı.

"Sana en çok ben inanmıştım Hazel ama sanırım Vural'ın dediği gibi senin de diğer kızlardan farkın yokmuş." dedi Devrim ve o da odadan sıkılmış adımlarla çıktı.

Benim diğer kızlardan farkım yok muydu?

Vural'a baktım. O  hala tekli deri koltuğunda yayılmış rahat bir şekilde oturuyor, viskisini yudumluyordu. Sanki kendi içinde kendine bir şeyleri kanıtlamış gibi bakıyordu. Bana güvenmemişti. Bana en başından beri güvenmemişti, ama bir sebepten dolayı inanmak istemişti. O sebebi merak etmiştim.

Son yudumu da içti ve bardağı gelişigüzel koltuğun yanındaki sehpaya bırakıp ayaklandı. Odanın içindeki ebeveyn banyosuna girip kapıyı kapattı. Kısa bir süre sonra da su sesi duyulmaya başlamıştı. Yataktan kalktım, bir elimi alnıma bir elimi belime koydum ve düşünmeye koyuldum. Buradan çıkmamın bir yolu olmalıydı. Asla kimseye bir şey anlatmayacağıma yemin etsem... Olmazdı. Çünkü çıktığımda ilk iş polise gideceğimi biliyorlardı. Ne yapmalıydım. Odada volta atmaya başladım. Bir yolu olmalıydı, hep bir yolu olurdu. Manipüle yeteneğim çok güçlüydü her zaman başımı beladan kurtarmıştı fakat az önce söylediklerim o seçeneğin boğazına sarılmış katiliydi. Yaklaşık on beş dakika daha düşünerek volta atmıştım.

Kaçabilir miydim?

Çaktırmadan çıkıp gitseydim beni bulabilirler miydi? Tabii ki bulabilirlerdi.

Ama eve gitmezsem?

İrem'in evinde kalabilirdim. Beni bulamazlardı. Yakınlarda metro durağı gördüğümü anımsıyordum. Cinayet gibi bir suça kalkışan insanların telefonumdaki sinyalleri takip edebileceğini biliyordum. Adli tıp okuyordum. Bu gibi çetelerde bir hacker olurdu, bu çok klasikti. Metroya binersem beni asla bulamazlardı. Yer altına girdiğim anda telefonumu kapatır ve bir daha asla açmazdım. Nereye gittiğimi bilemezlerdi.

Bu güzel bir plandı. Evet metroya binip İremlere gidecektim. İrem beni asla geri çevirmezdi. Yatağın yanındaki botlarımı eğilip elime aldım ve odadan çıkıp kapıyı en az sesle kapattım. Koridorun sonundaki merdivene hızlı ama sessizce yürüdüm. Üzerimde dün uyurken giydiğim siyah kotum ve koyu gri tek omzu düşük ince kazağım vardı. Ayaklarımda çoraplarım olduğu için ayak seslerim normalden daha az duyuluyordu ve bu konuda şans benden yana olduğu için sevinmiştim. Merdivenlerden ses çıkarmamaya dikkat ederek inerken yarısında eğildim ve mutfağın kapısına baktım. Kapısı kapalıydı ve içerinin yanan ışığı kapının altından süzülüyordu. Yavaş ve sessizce kapının önüne kadar vardım. Eğilip botlarımı yere koydum ve ayaklarımı içine geçirirken açık, yere uzanan saçlarımı tek elimle yüzümden çekmeye çalıştım. Bağcıklarla oyalanmanın zaman kaybı olacağını bildiğim için doğruldum ve elimi yavaşça dış kapının koluna attım.

O sırada arkamdan birinin kolları belime sarıldı ve beni göğsüne çektiğinde kaskatı kesildim. "Kaçabileceğini mi sandın?" diye fısıldadı kulağımın arkasına doğru. Sırtımda hissettiğim nemlilikten o olduğunu anlamıştım. Duştan çıktığı gibi buraya gelmiş olmalıydı. Biraz daha elimi çabuk tutmalıydım. Belki dakikalar belki saniyeler yüzünden buraya tutsak olmuştum. Kulağımın arkasına vuran sıcak nefesi gıdıklanmama sebep oluyordu fakat bilincim kaos içinde olacakları hesaplamaya çalışırken, bunu umursayamıyordu bile.

"Bu kadar aptal olabileceğini düşünmemiştim, küçük kız." diye fısıldadı tekrar. Yanağı saçlarıma sürtünüyor nefesi kulağımın karıncalanmasına sebep oluyordu. Kolları hızla belimden ayrıldı ve sertçe kolumdan tuttu, kendine çevirip bir anda beni kapıya yasladı. Bir eli omzumun üzerinden kapıya yaslıydı. Kapı ve onun arasına sıkışmış endişeli ve korkan gözlerle ona bakıyordum. Başını yüzüme eğmiş, bir nefes kadar uzağımda bana bakıyordu. Kalbim hala yakalanmanın verdiği heyecanla hızlı atıyordu. Gözlerini kısıp yüzümü inceledi. Gözlerine baktım. Ne düşündüğünü anlamaya çalıştıkça bakışlarına ördüğü o duvara çarpıyordum. Sert yüz hatları dişlerini sıktığı için daha belirgindi. Yanakları içe göçmüş, dolgun dudakları düz bir çizgi şeklinde gerilmişti. Bakışlarım çıplak omuzlarına kayınca aceleyle gözlerimi yüzüne çıkardım. Kapının yanındaki pencereden sokak lambasının cılız turuncu ışığı, yüzünü azıcık da olsa aydınlatmayı başarmıştı. Islak siyah saçları yüzüne doğru dökülmüştü. Saçlarından şakaklarına damlalar halinde akan suya gözlerim takıldı.

"Benden asla kaçamazsın, küçük. Bunu o kafana sok. Bu saatten sonra ölümün gölgesini üzerine düşürmüş Azrail'inim ben senin." dedi. Nefesim kesildi. Gözlerim karardı.

Ölüm bir nefes kadar uzağımdaydı, ölüm bir nefes kadar da yakınımdaydı. Ölümün her zaman etrafımda olduğu yetmiyormuş gibi, şu an pençesinin içindeydim.

Ölüm, her nefesimdeydi.

Mutfağın kapısı açıldı. İçinden konuşarak çıkan Devrim ve Giray bizi görünce duraksadılar. Birkaç saniyede pozisyondan olsa gerek daha da şaşırdılar ve yüzlerindeki şaşkınlık bariz bir şekilde kendini belli etti.

Boku yemiştim.

Vural üzerimden çekilip salona ilerlediğinde tuttuğum nefesi bir nebze olsun rahatlayarak dışarı verdim ve terleyen ellerimi kapıdan çektim. Altında sadece siyah bir havlu vardı. Salona girmeden hemen önce konuştu, "Buraya gel."

Devrim ve Giray da salona geçtiğinde elimi kalbime koyup derin bir nefes aldım ve arkalarından salona girdim. Salonda bir tane üçlü iki tane de tekli koltuktan başka koltuk yoktu. Tekli koltukların birine Vural oturmuş sigarasını yakıyordu. Üçlü deri koltuğun üzerinde büyük, ağır görünen kutular vardı. Açık renkli tahta kutuların üzerinde anlamadığım bir şey yazıyordu ve koltukta oturacak ufacık bir boşluk bile bırakmamışlardı. Devrim elindeki sandalyeyi sertçe yanıma koyduğunda yerimden hafifçe zıpladım. Gözleriyle sandalyeyi gösterdi ve ilerleyip karşımdaki diğer koltuğa da kendi oturdu. Giray da onun oturduğu koltuğun yanına yaslanmış dirseğini koltuğun üzerine koymuş telefonuna bakıyordu. Giray bir şeyleri çok umursayan birine benzemiyordu. Yüzünde hep 'Bitse de gitsek' havası vardı.

"Ne oldu oğlum az önce öyle?" diye sordu Devrim.

"Kaçmaya çalıştı."

"Kaçmaya mı çalıştı, salak mısın kızım sen?" dedi Giray telefonundan başını kaldırıp. İkisi de şaşırmış ve bir o kadar da öfkeli görünüyordu. Gözlerimi devirdim.

"Bu kadar çocukça düşünmesi tuhaf. Oradan bakınca bir avuç yeni yetme çocuğa mı benziyoruz." dedi Devrim.

Sessiz kaldım.

Diyecek bir şeyim de yoktu zaten.

Giray Devrim'i hızla süzdü. "Kardeşim sen hiçbir yerden bakınca yeni yetme bir çocuğa benzemiyorsun. Olsa olsa kız kördür yani. Çok da şey yapma." diyip omzuna yavaşça vurdu.

"Ee Vural, ne yapacağız? Ben sana diyorum. Başımıza daha fazla olay açılmadan temizleyelim şu kızı da. Kafamızı ağrıtacak yoksa böyle."

Vural elindeki sigaranın külünü silkerken, "Gözümü üzerinden ayırmayacağım." dedi ve ekledi. "Bir an bile." dediğinde Devrim başını onaylamazca salladı ve ayağa kalktı.

"Ne desem yine bildiğini okuyacaksın. Adamı sen öldürdün, cezasını da sen çek." dedi odadan çıkmadan önce. Savaş'ın öldüğünü görmüştüm ama öldüreni görmemiştim. Öldürenin Vural olması çok şaşırtmamıştı da zaten.

Giray da ayaklanıp salondan çıkmadan önce son kez esneyerek, "Günlerdir uyumuyorum, bende yatmaya gidiyorum başkan." dedi.

Odada yalnızca ikimiz kaldığımızda yanındaki pakete ve zippoya baktım. İstemeye yüzüm yoktu, ama boğazım sigara ihtiyacıyla kıvranıyordu. Yan tarafta ki evde çalan müziğin sesi kısık da olsa buraya kadar gelmeyi başarmıştı. Nereye baktığımı fark ettiğinde paketi bana fırlattı ve dudaklarındaki sigarayı içmeye devam etti. Paketten bir tane çıkarıp dudaklarımın arasına sabitledim. Zippoya baktığımda gözlerini kıstı ve zippoyu eline alıp müthiş bir sakinlikle bana eğildi. Kapağını açıp yaktığı zipponun ateşi aramızda kalmış, cılız titreyen ışığıyla yüzümüzü aydınlatıyordu. Başımı hafifçe eğdim ve sigaranın ucu ateşe değerken içime derin bir nefes çektim. Dışarı verirken dudaklarımdan çıkan duman gözlerimi yakıyordu ama umursamadım. Gözlerimi gözlerine diktim ve sigaramı içtim. O da kendininkini bitirene kadar konuşmadan sadece gözlerime baktı. Müziğin sesi geceye yayılırken, onun gözleri de içime yayıldı.

Her ne kadar bunlar yaşanmış olsa bile, beni o olayın yaşanmasından kurtaran oydu. Beynim bu elmas gibi olan bilgiyi özenle bir rafa yerleştirdi. Benim sigaramda bitince ayaklandım ve son kez ona bakarak yanındaki kül tablasına sigaramı bastırıp salondan ayrıldım.

Acıkmıştım. Neredeyse bir gündür bir lokma yemek yemiyordum. Vücudum açlığa uzun zaman önce alışmıştı am yine de haplarımı içebilmek için yemem lazımdı.

Mutfağa girip ışığı yaktım. Bir erkek evine göre fazla düzenli bir mutfaktı. Buzdolabının kapağını açtığımda yemeye değer hiçbir şey bulamayıp geri kapattım ve mutfak dolaplarını araştırmaya koyuldum. Bir dolapta bulduğum tuzlu kurabiyeyi aldım ve ortadaki tezgahın bar taburelerinden birine oturup yemeye başladım. Başımı kaldırdığımda kapıya yaslanmış beni izleyen Vural'ı beklemiyordum.

"Sormadım ama, yiyebilir miyim?"

"Sormana gerek yok, sende artık burada yaşıyorsun. Yiyebilirsin." dedi. İlk defa bu kadar ılımlı olduğunu görüyordum ama çehresi hala sert ve öfkeliydi.

O beni izlerken yemeyi bitirdiğimde önümdeki  bardağa ve sürahiye uzanıp su içtim. İlacımı almam gerekiyordu. Birazdan titremeye başlayacağımı biliyordum.

"İlacımı almam gerek."

Duraksadı. "Ne ilacı?"

Beni kaçırırken ilacımı yanlarına alamayacaklarını anlamam gerekirdi.

"Boş ver." dedim ama boş verebileceğim bir konu değildi. "Benim yarın eczaneye uğramam gerek." diye ekledim. Kaşlarını çatıp gözlerime baktı.

"Bir hastalığın mı var?" dedi soğuk bir sesle.

"Seni ilgilendirmez." dediğimde vücudunu öfkeyle bana çevirdi. Gözlerinin renginin koyulaşmaya başlamasından sinirlerine dokunduğumu fark etmiştim.

"Uyumak istiyorum." diyerek konudan kaçtım. Gözlerindeki öfke hala yerli yerindeydi.

"Benimle gel." diyip mutfağı terk etti. Yerimden kalkıp ağır adımlarla  onu takip ettim. Yukarıya, odasına çıktığımızda kısa bir sessizlik yaşandı.

"Sen nerede uyuyacaksın?" diye sordum.

"Burada."

Ona inanamayan gözlerle baktım.

"Ne demek burada?"

"Bayağı burada işte."

"Saçmalama, ben burada uyumam o zaman." dedim ve odadan çıkmak üzere arkamı döndüğüm sürede bileğimden tuttu.

"Sana gözümü üzerinden ayırmayacağımı söylediğimi hatırlıyorum." dedi. Çenesiyle yatağı gösterdiğinde ofladım ve bileğimi elinden kurtarıp siyah bordo nevresimlerin olduğu yatağa yöneldim. Cidden onunla uyuyacak olduğuma inanamıyordum. Yatağa oturduğumda, "Ben kotla uyuyamam yalnız." dedim. Göz devirip dolaba yöneldi ve kafama siyah bir eşofman altı fırlattı.

Yataktan kalktım ve odadaki lavaboya gidip üzerimi değiştirdim. Gözlerimi aynaya kaldırdım. Yanaklarım kıpkırmızıydı. Böyle bir olay benim için çok yeniydi. Duygularım karmaşa içinde neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kapıyı açıp odaya girdiğimde onu yatağa uzanmış bir kolu başının altında tavana bakarken bulmuştum. Altına o da benim gibi siyah bir eşofman geçirmişti, üzeri çıplaktı. Düşen eşofmanımın iplerini iyice sıkıp düğüm yaptım ve yanına yattım. Yatağın o kadar ucunda yatıyordum ki birkaç santim kayarsam düşecektim.

"Merak etme. Seni yemem." diye dalga geçti hala tavana bakarken. Ona döndüm.

"Buraya sınır çiziyorum," dedim ve yatağın ortasına bastırarak parmağımla hayali bir sınır çizdim. "Burayı geçersen, olacaklardan ben sorumlu değilim." diye konuştum kendimden emin sesimle.

Gözlerini devirdi.

Gerçekten sinirlerimi zıplatıyordu. Arkamı ona döndüm ve yatağın iyice ucuna uzanıp kollarımı kendime sardım. Yastıktan gelen kokusunu alıyordum. Onun kokusu o kadar mest ediciydi ki... Bunu düşündüğüm için içimden kendime kızmıştım ama yine de başımı yastığa gömdüm ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Aradan kaç saat geçtiğini bilmiyordum. Uzun zamandır bu kadar rahat ve deliksiz bir uyku çekmemiştim. Bir an uyku mahmurluğuyla nerede olduğumu anlayamamıştım.

Onun yatağında onunla sarmaş dolaştık.

Kolunu belimden atmış bana sıkıca sarılıyordu. Sıcak, düzenli nefesi çıplak omzuma değiyordu. Başımı onun boynuna gömmüş ona iki elimle koala gibi sarılmıştım. Ne kadar zamandır bu şekildeysek boynunun bu kısmı terlemişti.

"Ne yapıyorsun sen be!" diye bağırıp onu ittim. Gözleri telaşla açıldı ve neler olduğunu anlamaya çalıştı.

"Ne oluyor lan!" diye bağırdı o da.

"Sana sınırı geçmeyeceksin demedim mi?" Gözlerini kırpıştırdı ve bana baktı.

"Sınırı geçen ben değilim yalnız." dedi gözleriyle olduğum yeri göstererek. Olduğum yere bakınca gözlerim dehşetle büyüdü.

Yatağın diğer tarafındaydım.

Bu konuma gelebilmek için, Vural'ın üzerinden atlamam gerekiyordu.

Ah, utançla başımı yastığa gömdüm. Keşke bir deve kuşu olsaydım da, kafamı bir daha çıkarmamak üzere bu yatağa gömebilseydim.

Yorganı yavaşça itip yanımdan kalktı ve lavaboya gitti. Cidden Hazel. Yeri miydi olay çıkarmanın? Sen daha rezil oldun be kızım.

Odadan çıktım ve bende koridorda ki tuvalete gittim. İşlerimi hallettikten sonra ellerimi yıkamak için lavaboya uzattığımda titrediğini fark ettim. İlaç saatimi geçeli asırlar oluyordu. Normalde atağın daha erken başlamadı gerekirdi. Vural'a beni eczaneye götürmesini söylemek üzere tuvaletten ayrıldım. Odasına girdiğimde onu göremedim. Lavabonun kapısı açıktı. Çıkmış olmalıydı.

Koridora çıktım ve merdivenlere yöneldim. Soğuk parkeler ayaklarımın üşümesine sebep olmuştu. O sırada kapı çaldı. Merdivenleri inmeye başlamışken mutfaktan çıkan Vural kapıyı açtı ve elini cebine koydu.

Karşısında sarışın manken gibi bir kız duruyordu.

Kapıda duran kız hızla kollarını Vural'ın boynuna doladı ve konuştu.

"Seni çok özledim bebeğim."

××××××××××××××××××××××××××××

🌔

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 80.8K 58
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
392K 31.8K 48
"Uyan, kavga et, sigara iç, dolandır, uyu. Hayır, ben bundan ibaret değilmişim.." K.T. Bir dolandırıcı çetesinin üyesi olan Karmen, çeteyle birlikte...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

779K 38.1K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
1.6M 67.1K 54
"0549******: Umarım iş telefonumu meşgul etmen için geçerli bir sebebin vardır. (20.13) Afra: OHA! OHA! OHA! (20.13) Afra: Koskoca Kuzey Taşoğlu bana...