Papatyalar Karanlıkta Büyür

By kariabenam

768K 46.9K 81.9K

Soğukkanlı bir seri katille yolu kesişen bir kız... Üstelik kaderleri ortaktır ve sır perdesi aralanana kada... More

I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XI
XII
XIII
XIV
XV
XVII
XVIII
XIX
XX
XXI
XXII
XXIII
XXIV
XXV
XXVI
XXVII
XXVIII
XXIX
XXX
XXXI
XXXII
XXXIII
XXXIV
XXXV
XXXVI

XVI

14.7K 1.1K 1.6K
By kariabenam

Beğendiyseniz arkadaşlarınızla paylaşmayı unutmayın lütfen.

Sevgim üzerinize olsun 🖤

Bölüm şarkısı: High Enough

XVI

Haddinden fazla yumuşak kalpli olmak bir hastalık mıydı? Öyle olmalıydı çünkü her kim için esneklik göstersem saygısını kaybedecek kadar çirkinleşti. Kendi halinde duran arı kovanına çomak sokarsan, içinde yaşayanların sakin kalmasını bekleyemezsin ama Melda bekledi. Sabrımın bir sınırı olduğunu bile bile beni dürttü ve sonra beni suçlu çıkardı.

Zaten Merve her zaman haksızdı. Sen bağırdın Merve, sen saldırıya geçtin Merve, sen delirdin Merve, sen mahvettin, sen kırdın, sen döktün. Çünkü ben aptaldım ve durduk yere çıldırıyordum(!) Fitilin ucunu ateşliyor ancak yanmasını istemiyorlardı. Tamamıyla saçmalık. Hiçbir zaman sebepsiz yere öfkelenmedim. Öfkemi herhangi birinden çıkarmak yerine muhatabına yönelttim ama yine haksız olan ben oldum. Küçüklüğümden beri, o kadının babamın aklına girişiyle birlikte bu böyle oldu. Anlaşılmadım ve anlaşılmamak beni hırçınlaştırdı. Şimdiyse karakterimin bir parçasıydı ve törpüleyemiyordum. Görünen oydu ki beni bu halimle kabul eden kimse yoktu.

Pek umurumda olduğu da söylenemezdi. Tüm bunlar önceden canımı sıkan, şimdiyse aklıma geldiği gibi hızla esip giden küçük gerçeklerdi.

Küçük pinpon topunu duvarda sektirmeyi bırakıp yorganı ayaklarımla aşağıya doğru itekleyerek yatağımdan kalktım. Terliklerimi giyerken komodinin üzerindeki telefonu aldım fakat ne bir arama vardı ne de mesaj. Gökhan'ı arayıp Mersin'e gidip gitmediğini sormak aklımdan geçtiyse de sonraya erteledim.

Pekala, Emir ve Ecmel'e ne yaptığım konusunda hiçbir fikrim yoktu ama ilkokul çocuğu gibi taraf tutacaklarsa kendilerinin bileceği işti.

Daha fazla dayanamazdım, sıcak duşun dikişe zarar vermeyeceğini umarak banyoya girdim ve her ne kadar bir saatten fazla suyun altında kalmak istesem de cesaret edemeyerek çıktım. Kurulandım, giyindim ve kalem kağıt alarak masamın başına oturdum.

Hatice'yi, Hamdi'yi, Hatice'nin annesini, Mert'i ve Nergis'i tek tek yazdıktan sonra elimizdeki tüm bilgileri de atlamadan detaylıca notlar düştüm. Kağıda şöyle bir baktığımda hiçbir çağrışım uyandırmıyordu ama ileride, minik de olsa bir noktayı atlamak büyük bir sıkıntıya yol açabilirdi.

Kağıtla bakışmamı kesen etken zil sesi oldu. Bakışlarım bir an gerginlikle karşımdaki duvarda asılı kaldı fakat zil ikinci kez, bu defa sanki biraz daha sabırsızca çaldığında sandalyemi geriye ittim ve gece yastığımın altına koyduğum silahı, gündüz vakti olmasına rağmen çıkarıp arkamda tutarak merdivenleri indim.

Dürbüne yaklaştığımda görüş alanımı Emir doldurunca ani bir rahatlamayla silahı belimin arkasına yerleştirdim ve ıslak saçımı arkaya savurup derin bir nefes vererek kapıyı açtım. "Kanka n'aber?" dedi Emir kapıyı benim aralamamı beklemeden kendisi itekleyerek.

"İyi, sen?" Kapıyı örtüp koltuğa montunu çıkarmadan oturan arkadaşıma döndüm. Soğuk havanın kokusu üzerine sinmişti. "Sıcak bir şeyler ister misin?"

"Daha yeni içtim." Birkaç saniye kadar soluklandı. Sanki yan taraftaki evden buraya koşarak gelmişçesine yorgun görünüyordu. "Bak ne diyeceğim. Akşam bir şeyler içmeye gidelim mi?" İsteksizliğimi görünce, "Vallahi Melda yok," diye ekledi.

Göz devirdim. "Emir çocuk muyum ben? Olsa ne olacak?"

Gözleri şüpheyle kısıldı. "Kavga? Kaos?" Ardından cilveyle gülümsedi. "Hadi, akşam bir şeyler içmeye gidelim."

Son zamanlarda sürekli itiraz eden taraf olmak istemediğim ve biraz da kafamın dağılmasını istediğim için, "Tamam," deyiverdim. "Ama eğer o asalak erkek kankaların gelecekse bir saniye bile durmam." Aptal arkadaşları gözümün önüne geldiğinde neredeyse öğürecektim. Sürekli bel altı şakalar yapan, bomboş konuşan ve hayvan gibi gülen ve buram buram testosteron kokan iğrenilesi bir gruptu ve içlerinde yalnızca Emir adam akıllıydı. Bir tek onların arasındayken Emir'in parlayan bir yıldız kadar değerli olduğunu düşünürdüm.

"Hayır hayır, onları getirirsem bu defa hepsinin götüne füze takar uçurursun diye korkuyorum. Sadece sen, ben, Ecmel."

Emir'e dik dik baktım. "Aslında füze fikri hiç de fena fikir değilmiş, aklımın köşesine yazdım," dedim karşısındaki koltuğa kendimi yavaşça bırakırken. Banyodayken ayakta kalmak dizlerimi yormuştu ve bunu ancak şimdi oturunca fark ediyordum.

Kıkırdadıktan sonra suratı ağırca ciddileşti. "Merve, karnındaki yara nasıl oldu? İyi misin?" Omuz silkti. "Eğer anlatmak istemiyorsan sorun değil." Dün Melda ile bu konudaki tartışmamız gözünü korkutmuş gibiydi.

Melda beni anlamıyordu. Erkek kardeşim için bana yüklenen ağır suçluluk duygusu varken acımı paylaşamadığımı da anlamamıştı. Her anlattığımda, konusu açıldığı her an o korkunç sahne gözlerimin önüne geliyordu. Birlikte hazırlanıp dışarı çıktığımızı, elinden tutup alışveriş merkezinde alacağı oyuncakları planlarken yüzünde beliren mutluluğu ve heyecanı, güzel bir gün olmasını dilerken, hiç beklemediğim bir anda sımsıkı tuttuğum elimden kurtulup önüne engel konulmamış asansör boşluğuna doğru koştuğu ve sonrasında olanlar hala daha aşmayı başaramadığım bir acıydı. Küçücüktü, henüz beş yaşındaydı. Kardeşim gözlerimin önünde böyle öldü. Her ne kadar gözüm kulağım gibi baksam da bir anlık boşluk, işte böyle bir faciaya yol açmıştı.

Bunu kendime bile hatırlatmaya cesaretim yokken birilerine nasıl anlatabilirdim ki? O kadının aylarca bana katil diyişini, babamın sessiz kalışını ve içten içe benden uzaklaştığını nasıl dillendirebilirdim? Birinin ölümünden sorumlu tutulmanın ne demek olduğunu bilmeden konuşmamı istemek bencillikten başka bir şey değildi.

Hayatım boyunca çoğu kişi tarafından hataların, günahların, kötülüğün sebebi olarak görülürken kendimi yetiştirmeye çalıştım. Etiket yapıştırılan, nefret edilen, iblis yerine konulan o insanlardan biriydim. Bir yılan kadar sinsiymişim. Önce sinsice insanların hayatlarına sokuluyor, ardından da onları zehirliyormuşum. Çınar'ı bıçakladığım günün ertesi, fakültedeyken polislerle birlikte yanıma gelen üvey annem herkesin içinde böyle söylemişti. Görünen o ki, insanlar bu benzetmeyi çok yerinde bulmuş, dillerine pelesenk etmişlerdi.

Ayağımın altına atılan her cam parçasını ben görüp ben kaldırmışken, insanların hayatım üzerinde beylik sözler söylemesini, aptalca tavsiyeler verip içimi deşmeye çalışmalarından haz etmiyordum.

Dudağımı büktüm. "Babamı arıyordum, bildiğin gibi, yanlış yerlere başvurdum galiba ve vuruldum." Omzumu indirip kaldırdım. "Bu kadar."

Gözleri dehşet içinde irileşti. "Mafyalara falan mı başvurdun? Ya da tefeciye? Kızım biz burada ne işe yarıyoruz? Hep birlikte yardım ederiz. Kız başına kalkıştığın işlere bak."

Burnumdan soludum. "Kız başına olmakla ne ilgisi var aptal? Erkekler kurşuna karşı antikor üretmiyor." O flashı Gökhan takmış olsaydı o vurulacaktı ama kuralları bozan bendim, her zamanki gibi. "Ayrıca sağ ol ama sizin bulaşmanızı katiyen istemiyorum," dedim ve işaret parmağımla karnımı gösterdim. "Tam olarak bu yüzden, kendim halledeceğim. Bu konuyu konuşmak istemiyorum."

Emir güldü ve "Senin adını telefona 'bu konuyu konuşmak istemiyorum' diye kaydedeceğim artık," dedi ama ben esprisine gülemedim.

"Akşam hazır olurum, nereye gideceğiz?" Bu sorum üzerine ellerini dizlerinin üzerine koyarak ayaklandı.

Montunun cebinden çıkardığı telefonunun ekranını açıp baktıktan sonra, "Her zamanki yere," dedi. Montunun fermuarını boğazına kadar çekti ve dış kapıya doğru dans eder gibi adımlarla yürüdü. "Kop kop kop."

Bu saçma fakat neşeli tavrına karşılık neredeyse kahkaha atacaktım. "Görüşürüz," diye seslendim arkasından.

Emir evden çıktıktan sonra kendime Türk kahvesi yaptım ve televizyonun karşısına geçip haftalardır yapamadığım şeyi yaparak denizaltındaki canlıları anlatan bir belgesel açtım. Öylesine yorgun ve bitkindim ki belgeselin henüz on dakikasını henüz seyretmişken kumanda koltuğun üzerine, oturur halde uyuyakalmışım.

Gözlerimi açtığımda saçlarım kurumuş, televizyondaki belgesel çoktan bitmişti ama ben hala oturur haldeydim. Esnedim ve tutulan boynumu sağa, sola yatırarak kütlettim. Allah'ım, en yakın zamanda bir masaj salonuna randevu almam şarttı. Tüm kaslarım adeta taş kesilmişti.

Üzerim açık olduğu için aniden ürperdim ve ayaklarımı sürüye sürüye odama çıkan merdivenleri tırmandım. Telefonumu elime alırken niyetim Gökhan'ı aramaktı ve düşündüğümü yaptım. Şaşırtıcı şekilde üçüncü çalışta açtı. "Hı?"

"Katır olduğunu biliyor muydun? Hı ne ya?" Arkamı dönüp yatağın üzerine otururken lafı ağzına tıkadım. "Gittin mi Mersin'e?"

"Dün geceden beri Mersin'deyim, Balaban. Yeni mi aklına geldi?" diye sordu bıkkınca.

"Aklıma en son sen geldiğin için, evet, yeni geldi," diye palavradan hallice bir cümle kurdum. Palavra sayılırdı çünkü uyandığımdan beri ara sıra aklıma gelmişti.

"Öyle mi? Peki o zaman, ben dönene kadar neler olduğunu öğrenemeyeceksin," derken sesinde belirgin bir alay vardı.

"Saçmalıyorsun," dedim şüpheyle. "Hadi anlat, birileriyle çoktan konuşmuş olmalısın." Terliğimi çıkarıp ayağımı yatağın üzerine çektim ve kendimi Gökhan'ın anlatacaklarına hazırladım fakat telefon yüzüme aniden kapanınca ağzım açık ekrana bakakaldım.

Bu ne kendini bilmezlik! Aptal herif! Dönene kadar onu ararsam, en adi kişi olayım.

Dişlerimi sıkıp telefonu yatağa attım ve yüzümü sıvazladım. Telefonu yüzüme kapatmıştı, tam olarak yaptığı buydu. Derin derin nefes alıp bıraktım ve aynanın karşısına geçip sinirimi atmanın bir yolu olarak hazırlanmaya başladım. Vakit henüz erkendi ama biraz erken buluşmanın zararı olmazdı diye düşünüyordum. Sinirimi atmak için giyinip süslenmeye vakit ayırmak normal zamanlarımda da sık sık yaptığım şeylerden biriydi. Dolaptan seçip üzerime giyindiğim kıyafete boy aynasından bakınca gerçekten de Gökhan'ın bu konuda az da olsa haklı olduğunu fark ettim. Elbiselerim kalçamı ve göğsümü ancak kapatıyordu ama canım böyle giyinmek istediği için böyle giyiniyordum.

Yavaş yavaş, özenerek saçımı ve makyajımı yaptıktan sonra Emir'i aradım. "Alo," dedi kelimeyi haddinden fazla uzatarak. Neşeli sesinin yol açtığı kıpırtıyı içimde az da olsa hissettim.

"Emir, ben hazırım. Şimdi çıkmamız mümkün mü?" Hafif taştığını hissettiğim rujumun kenarını parmağımın ucuyla sildim ve itiraz etmemesini umdum. Çünkü birkaç saat daha oturup beklersem vazgeçmeye meylederdim.

"Şimdi mi? Gece uzun olsun istiyorsun yani?" Ben sessiz kalınca devam etti. Telefonun diğer ucundan bir poşetin hışırtısı geldi. "E tamam madem biz gidelim, Ecmel'e de haber vereyim erken gelebiliyorsa gelsin."

"Çok iyi olur." Kapatacağı sırada aceleyle durdurdum. "Emir bir dakika," dedim telaşla. "Hah, acaba Azazel'e gitmemiz mümkün mü? Hani Ecmel götürmüştü ya geçen ay." Oranın sahibi Gökhan'ken içeriye silah sokmak kolaydı. İşler yoluna girene kadar, okul dışında hiçbir yerde artık silahsız dolaşabileceğimi sanmıyordum. Belki hiçbir şey olmayacaktı ama yalnızca bu olasılığa göre hareket etmek aptallık olurdu.

İnişli çıkışlı sesi yüzünden telefonun ardından omuz silktiğini anladım. "Olur. Hadi beni tutma da Ecmel'i arayayım."

"Tamam, çıkınca haber ver." Telefonu kulağımdan ayırıp kapattım ve yatağın üzerine attım.

Melda'nın gelmeyeceğini adım kadar iyi biliyordum. Muhtemelen öfkesi geçene kadar benim bulunduğum havayı bile solumak istemeyecekti. Öfkesi geçinceyse... Doğrusu hiçbir önemi kalmadı. Özür dilemesini istemiyordum çünkü bana kalırsa dilenen tüm özürler sahteydi, yapmacıktı ve bu yüzden iğrenilesiydi. Ona karşı içimde bir şeyler kırılmıştı ve biliyordum ki konuşsak bile hiçbir zaman arkadaşlığımızda oluşan çatlağı tamir edemeyecektik. Şimdiye dek yaptıklarını göz ardı edebilirdim ama affedemezdim.

Emir beni arayıp 'minik Toyota'nla bizi uçur' diyene kadar zihnim sürekli Gökhan'ın Mersin'de bir bilgi elde edip edemediğini merak etmekle meşgul oldu. Ne olursa olsun Gökhan'ı aramamak konusunda kesin bir karara vardığım için yalnızca merak etmekle kaldım.

Omuzlarımı ve boynumu açıkta bırakan uzun kollu, simsiyah ama üzerinde parıltıların aydınlattığı triko elbisemin alt ve üst tarafı birbirinden ayrıydı ve ayrıldığı yerde göbeğim açıktaydı. Diz kapağımın üzerinde biten siyah çizmelerim kadifedendi ve dikkatli kullanmazsam çabucak lekelerin yapışacağını bağırıyordu.

Üst kısmının ve eteğimi çekiştirerek en azından beş dakikalık mesafede düzgün görünmesini sağladım. Dalgalandırdığım saçlarımın ön kısımlarını iki yana ayırıp tel toka ile gevşekçe tutturarak gözümün önüne düşmemeleri için basit bir önlem aldım ve silahın sığdığı siyah çantama telefonumu, cüzdanımı attıktan sonra askılıktaki kabanımı üzerime yarım yamalak geçirip dışarıya çabucak çıktım. Emir bir o tarafa bir bu tarafa giderek tahminimce vücut ısınını düşürmemeye çabalıyordu ve beni görünce rahatladı. "Hadi be kızım, niye sürekli ağaç ediyorsun?"

"E huyumu biliyorsun Emir, sen de biraz geç geliver, sorun çözülsün." Anahtara basarak arabamın kapılarını açtım. Kar ince ince süzülüyordu. Aracı çalıştırır çalıştırmaz ilk işim klimayı açmak oldu. Dışarıda bir dakika bile kalmamıştım ama soğuk içime hemen işlemişti. Ellerimi birbirine sürttükten sonra daha fazla oyalanmadan kontağa soktuğum anahtarı çevirdim.

Emir, "Demek artık tehlikeli yerlerde takılıyorsun," dediğinde yarım saniye kadar ona baktım. "Yani Azazel falan pek de masumane yer sayılmaz."

Şakayla, "Namımı yürütmeye karar verdim," dedim ve telefonumu radyoya bağlayıp yola koyulmadan önce yabancı bir şarkı açtım.

"Çok eğleneceğiz." Emir neredeyse bir çocuğa ait olabilecek bir neşeyle ellerini çırpınca gülmeden edemedim. Eh, umuyordum ki dediği kadar eğlenirdik çünkü buna ihtiyacım vardı. Kafamı dağıtıp kör kütük sarhoş olamazdım ama kendimi mekana ve müziğe bırakabilirdim.

Tüm boğuculuğuyla mekanın önüne vardığımızda önce kabanımı çıkarıp arabada bıraktım. Siyah bina en az, Gökhan'la gittiğimiz günkü gibi kalabalık duruyordu. Arabamı müsait bir yere park ettim ve Emir'le koşar adım mekana doğru ilerledik. Planlı bir şekilde Emir'i önden gönderdim. O mecburi olarak kalabalığın arasından sıyrıldığı zaman bodyguard X-Ray cihazından gördüğü çantamın içindeki silah yüzünden beni durdurdu. Ben de onlara Gökhan Tunalı'nın beni tanıdığını, silahı içeriye sokmamın bir zararı olmayacağını söyledim. Tabi ki önce inanmadılar ve neredeyse iteklemeye kalktılar. Adamın elinden kolumu hızla çekip burnumdan soludum. "Bir daha zorba gibi davranırsan işine hoşça kal dersin. Şimdi Gökhan'ı ara."

Ki bunu yapabileceğime de emindim. Belki zorlukla, biraz da tehditle olurdu ama mutlaka yaptırırdım.

Kocaman adamın kocaman suratındaki kocaman kaşları şüpheyle çatıldı. Arkasını dönerek bir şeyler yaptı ve yan tarafa başımı yatırıp görmeye çalışsam da göremedim. O sırada diğer bir koruma yan tarafta, duvar dibinde beklememi söyledi. Ayağımı yere sabırsızca vurmaya başladım. Neyse ki çok geçmeden az evvel ki adam geldi ve devasa eliyle içeriyi işaret etti ancak yüzüme bakmadı. Gökhan'la konuştuğunu anladım.

İşte böyle mors olursun...

Zaten geride olan saçlarımı yeniden geriye atıp içeriye, yüzü sıkıntıyla çarpılmış Emre'nin yanına gittim. "Ne oldu ya? Aynı mekanın içerisinde bile beni ağaç etmeyi nasıl başarıyorsun?"

Zaten öfkeli olduğum için elimi hırsla kaldırıp Emir'i susturdum. Dar, koyu neon ışıkların yanıp söndüğü koridorda ilerledikçe tempolu müziğin sesi arttı. Koridorun bitiminde bizi ilk karşılayan yer, iğne atsam yere düşmeyecek bir dans alanıydı. İnsanlar sanki yıllarca dans edememiş gibi bir şevkle dans ediyor, zıplıyor ve bağırıyordu. Neyse ki alışık olduğum bu tablo, on sekizime girer girmez gittiğim ilk bar anımdaki gibi beni şaşırtıp garipsememe neden olmadı.

Barmen masasının önündeki tabureye çıktık. Gözlüklü, yirmilerinin başında gözüken bir çocuk geldi ve müzik sesinin arasından kendini duyurabilmek için masanın üzerinden yaklaşıp bağırdı. "Ne istersiniz?"

"Konyak," dedim tabureye iyice yerleşerek. Niyetim sarhoş olmak değildi ama şarap içecek kadar da keyifli olduğum söylenemezdi. Neyse ki bünyem alkole karşı dirençliydi.

Emir, şişelerin olduğu rafta gözlerini gezdirdi ve sanki istediği şey orada yazılıymış da okumuş gibi birden, "Bira," dedi. Barmen başını salladıktan sonra yan tarafa doğru ilerlemete başladı.

Güldüm. "Zevksiz olduğunu biliyordum," diye alay ettim.

Hüsranla derin bir iç çekti. "Zevk sahibi bir bey olsaydım her kadın kankam olmazdı. Mesela seni direkt kapardım."

Göz devirdim ve barmenin önüme koyduğu konyak dolu kadehi parmaklarımın arasında çevirdim. "Ben seni üzerim," dedim göz kırparak içkimden bir yudum alırken.

"Vallahi ağzıma sıçardın, o yüzden kardeş kardeş takılmak daha iyi. Çınar'ın kaderine benzemesin kaderim." Ciddiye almadım çünkü eğer Emir düşüncelerinde ciddi olsaydı tek bakışta anlardım.

"O piç hak etti, biliyorsun." Ama hak etmesinin sebebi Melda'nın uyardığı gibi aramızda on yaş fark olması değil, ayrıldıktan sonra taciz etmesiydi. Boğazımdan aşağıya yakarak geçen içki yüzümü buruşturmama sebep oldu. Kafamı iki yana salladım, kendimi önceden yaşadığım sorunlarla ilgili konuşmaya ilk kez hazır hissediyordum. "İki yıl boyunca beni kandırmış. Beni," dedim vurgulayarak. "Yalanın kokusunu alan beni." Başımı iki yana salladım. "Erkek orospusu, meğer çocuğu bile varmış." Ama zaten tüm okul dahil Emir de bunu biliyordu.

Yine o vicdan azabı ruhuma tünedi. Tabi ki bilmiyordum ve zerre kadar şüphem olsaydı o şüphenin ucunu bırakmazdım ama işin tuhaf olan yanı hiç kuşkulanmamış olmamdı. Yurt dışında tatil yaptığımız, birlikte geçirdiğimiz iki sene boyunca benimleyken meğer eve döndüğünde eşinin yatağına giriyormuş. Bana dokunduktan sonra, beni öptükten sonra yıllarını verdiği eşinin yüzüne bakabilecek kadar haysiyetsizmiş.

Biyolojik olarak değeri olmasa da psikolojik olarak, ilkin olacak adamın çok iyi seçilmesi gerektiğini öğrendim. Çınar'dan sonra diğer tecrübe ettiğim konu buydu ama zannedersem artık çok geçti. Bende büyük bir pişmanlık olarak yer edinmekle kaldı.

"İyi ki geberip gitmemiş, kanka. Nefsi müdafaa olduğunu umursamaz, müebbet yerdin." Parmaklarımın arasındaki bardağa bakıp omuz silktim ve beni dahi şaşırtacak bir cümle kurdum.

"Keşke geberip gitseydi, dünyadan bir pislik temizlenirdi." Kelimeler yabancılaşarak kulağıma geldi ve afalladım. Bu cümle benden çok Gökhan'a ve kötü tarafıma aitti.

Ve galiba Gökhan o tarafımın üzerine örttüğüm kara örtüyü kaldırıyordu. Korkunçtu ancak garip bir haz verdiğini söylemeliydim. Kontrol sanki tamamen bendeydi, insanlar yaklaşırken iki kere düşünüyordu ve en önemlisi haddini biliyorlardı. Her güzelliğin bir arada olmadığı gibi bu durumda da işin kötü yanı içinde büyük bir kötülüğü, tehlikeyi barındırmasıydı.

"O zaman öyle demezdin ama," diye bir yorumda bulundu.

Tepedeki ışıkların vurduğu yüzüne döndüm. "Şimdi böyle düşünüyorum," dedim kelimelerimin üzerine basa basa. Tepkisiz kaldığını görmek beni önüme dönmeye zorladı. Bardağın sonundaki konyağı da kafama diktikten sonra pusuda bekler gibi çabuklukla karşıma gelen barmene hiçbir şey istemediğimi söyledim. İkincisini içersem sarhoş olabilirdim.

Ecmel nihayetinde gelebildi. Düşündüğüm gibi bana karşı bir tavır almaması beni şaşırttı çünkü Melda her ne zaman dünkü gibi sebepsiz bir tartışma başlatsa suçlu olan benmişim gibi Ecmel de tavır alırdı. Bunu, aynı evde kalıp birbirlerini hakkımda konuşarak kendilerini doldurmalarına bağlıyordum. "N'aber?" dedi ve önce Emir'i, sonra beni öptü. Siyah sütyeninin üzerine siyah, transparan bir bluz giyinmişti ve gözlerinin etrafını siyaha, dudaklarına ise gece mavisi bir ruj sürmüştü. Yüzüne beyaz ışık vurduğu sırada görebildim.

Emir ve ben aynı anda yanıtladık. "İyidir." Sonra Emir susunca ben konuştum. "Senden n'aber?"

"İyi ya, ne olsun. Apar topar, elimden geldiğince hızlı hazırlanmaya çalıştım. Melda biraz huysuzlandı," dedi ve dediğini fark edince durgunlaştı. "Yani gece yarısına kadar tek kalacağı için." Tüm bu konuşmaları boğazımızı acıtacak kadar yüksek sesle yapıyorduk.

"Anladım," dedim işin aslını anlamazlığa vererek. Aslında bu, tartıştığımız her defasında olurdu ama şimdi gözüme batmaya çalışıyordu. Neden küstüğü birine herkesin küsmesini beklerdi ki?

Sonra konuşmak istesek de boğazımız artık isyan edince susup ben alkolsüz kokteylimi, onlarsa içkilerini içti. Öylece oturup Emir'in sarhoş olana kadar biraları götürüşünü izledim. Tam da tahmin ettiğim gibi beni zorla dansa kaldırdı ve şapşal şaplal dans etmeye başladı. Pistteki tek görevim Emir'in insanlara çarpışını ve yere düşüp ezilmesini önlemekti.

Bir ara tüylerimi ürperten bir şey oldu. Emir'in uzatıp zorla geçirdiği kolunun altında dönerken kalabalığın içinde gördüğüm yüz kurşun gibi ağırlaşmama, kanımın çekilmesine neden oldu. Gözlerimi açıp kapattım ama yoktu. Yutkundum. Kalp atışlarımın sesi, tüm gürültüye rağmen kulaklarıma kadar geliyordu. Çınar'ı gördüğümü zannetmem, tamamen az evvel içtiğim konyağın bir sonucuydu. Kendimi buna inandırmaya çalışsam da üzerime aniden çöken rehaveti yok sayamadım. Emir'in birbirine giren ayakları yüzünden dibime düştüğü ve benim kalabalığın arasından onu kaldırmaya yeltendiğim sırada, hiç beklemediğim bir darbe aldım.

Ensemdeki şiddetli acı gözlerim simsiyah bir perde çekti ve ani bir uykunun içine çekilmişim gibi bilincimi kaybettim. Her şey çok hızlı ve bir o kadar berbattı.

❄️

Kendime geleli ne kadar olmuştu bilmiyordum ama biri tahmin üretmemi istese, saatlerce baygın olduğumu söylerdim. Önce gözlerim aralandı, sonra hareket etmeye çalıştığımda ellerimin arkadan bağlı olduğu ve bir sandalyeye oturduğumu fark ettim. Kafamdaki tüm damarlar zonkluyordu. Ani bir hareket yapamadım ama başımı yavaş yavaş kaldırmaya başladığımda görüş alanıma, siyah, güzelce parlatılmış ayakkabılar girdi. Başımı aniden kaldırsam muhtemelen ağrı yüzünden tekrar bayılacağım için yavaşça kaldırmaya devam ettim. Kumaş pantolon giydiği bacaklarından, siyah gömleğinden sonra gördüğüm yüz nefesimin kesilmesine sebep oldu.

Ancak ağzımdan yalnızca, "Çınar," kelimesi çıkabildi. Sanki isminin ardından gelecek her cümle yere kusmama neden olacak gibi sustum.

Başını yana eğdi ve dümdüz, beyaz dişlerini göstererek gülümsedi. Yanıma doğru gelmeye başladığında geriye doğru kaçmak istedim ancak bir sandalyeye bağlı olduğum için mümkün olmadı. Yanaştı, yüzümü kaçırdığım için çenemi sertçe kavrayınca bu kez suratın tükürdüm. "Bırak beni," diye tısladım ancak çenemin iki yanını tutan ellerini mengene işlevini görmekten başka işe yaramadı. Dudağı büyük bir öfkeyle seğirdi ama yüzündeki tükürüğümü koluyla sildikten sonra o psikopatça tebessümü takındı, yanağıma dudaklarını sürttü.

Kafasını yana eğdi. "Merhaba, sevgilim."

Az kalsın öğürüyordum. Kaşlarımı kaldırıp indirerek kendime gelmeye çalıştım. "Aç şunu," dedim bileklerimi birbirine yapıştıran halatın arasında ellerimi hareket ettirmeye çalışarak. "Domuz," diye bağırdım, başım zonkladı ama sinirim, umursamayacak kadar boğazıma tırmanmıştı.

Duymazlığa verdi. "Benden daha ne kadar saklanabileceğini sanıyordun?"

"Anlaşılan beyin nakli hala bulunmamış," dediğimde dudaklarını öfkeyle büzdü. "Senden saklansaydım kendi adımla üniversiteye kaydolmazdım. Beni aramadın," dedim ve ancak bir deliye ait olabilecek şekilde güldüm. "Yoksa seni korkuttum mu?"

"Senden mi korkacağım?" Gitgide kasıldığını biliyordum. Belki kendi iyiliğim için susmam gerekiyordu ama susmadım. Çantam neredeydi bilmiyordum ama içindeki silaha şu an çok ihtiyacım vardı.

"Hastane yatağında az sürünmedin sonuçta, korkabilirsin canım." Hızla atılıp çenemi yeniden kavradığında başımdaki ağrı omuriliğime kadar sıçradı ama ben inadına güldüm. "İşte böyle kudurursun," dediğimde yüzümü yana iterek sertçe bıraktı. Kafamı yavaşça önüme çevirdim. "Karın nasıl, peki ya çocuğun? Yoksa başka bir kız daha mı buldun? Sen şimdi çocuğunun yüzüne vicdanın sızlamadan bakabiliyorsundur da. Şaşırmam, tam da senin gibi haysiyetsiz bir adamdan beklenecek hareket." Beni şoka uğratmayacak bir şey yaptı; tokat attı. Bu hareketini aklımın bir köşesine yazdım. "Burada ne işin var?"

"Senden nefret eden insanların ortak bir noktası var, sevgilim. Hepsi senin geçmişini biliyor," dediğinde gözlerimi kıstım. İki adamı Çınar'ın hemen iki yanında dikilmişti ve sanki benden gelecek ani bir tehdide karşı atakta bekliyorlardı.

"Batur söyledi," dedim keskin bir emin tavırla. Dişlerim yerinden oynatacak kadar çenemi sıkıca kapattım. Gözlerimi zeminde dolaştırıp Batur'a karşı büyüyen kinimi yutmaya çalıştım.

Soru sormamış olmama rağmen onayladı. "Aynen öyle. Ve dedi ki, sevgilin varmış. Benden sonra başkasıyla nasıl takılabilirsin?" dedi insanı rahatsız eden bir kibirle.

Kimseyle sevgili olmadığımı söyleyebilirdim ama yapmadım. "Eşekten inip ata bindim ama muhtemelen bu durum sende tam tersi olmalı." Alt dudağını ısırıp tavana bakarken bir elini de beline koydu. O esnada nerede olduğumuza bakma fırsatım oldu, depo gibi bir yerdi ve Gökhan'ın buraya girişi neden engellemediğini sorguladım.

"O zaman attan inip eşeğe tekrar binmenin zamanı geldi." Yarı karanlık depoda koyu renk gibi gözüken ama aslında sarı olan saçlarına, oradan da kemikli yüzüne baktım.

"Oradan bakılınca beni kandırana bir adamla, daha önemlisi evli ve çocuklu bir adamla yeniden birlikte olacak kadar sürtük gözüktüğümü düşünmüyorum fakat sen bu teklifi yaparak buradan bakılınca tam bir piç kurusu gibi duruyorsun." Yüzündeki ifadeden içinde nasıl büyük bir hırs, kin olduğunu görebiliyordum. Bana olan duyguları buydu, takıntılı bir pislikti.

"Dur bakalım, daha yeni başlıyoruz. Bakalım sevgilin olan orospu çocuğu kimmiş?" Gözlerimi yüzüne diktim.

"Onu kendinle karıştırma." Bu tamamen istemsizce kurulan bir savunmaydı ve ağzımdan çıkar çıkmaz beni de şaşırttı.

"Bir gün benden özür diyeceksin sevgilim." Suratında sinir bozucu bir keyif vardı. Ağır parfümünün kokusunu beş adımlık mesafeden alabiliyordum. Kafamdaki ağrıyı perçinlemekten başka bir işe yaramıyordu.

"Bana şu kelimeyi kullanma," dedim öfkeyle. Sesinden, bakışından, kelimelerinden, soluduğu havadan dahi tiksiniyordum. "Seni affedeceğimi zannedecek kadar geri zekalısın, Çınar. Bitti, daha yüksek sesle tekrar etmemi ister misin?" dedim ve arasını açmadan öne doğru atılmaya çalışarak bağırdım. "Bitti!" sesim depoda yankılandı ve birkaç saniye sessizlik yaşandı. "Şimdi siktirip git."

Yüzüme baktı, baktı, baktı... Saniyelerin dakikaya devrildiğini zannettiğim süre zarfından sonra adamlarına bir baş hareketi yaptı ve sağ tarafındaki adam hareketsizliğine balta indirip arkama geçti ve ellerimi çözdü.

Onu ellerimle parçalara ayırmak istiyordum. Onunla geçirdiğim, güldüğüm iki senem yalnızca kara bir lekeydi. Çınar Dilhan beni zehirleyen ilk kişi değildi ama en büyük darbelerden biri ondan gelmişti ve ben kindardım. Unutmaz, affedemez, ona karşı insaflı davranamazdım. Çünkü hak etmiyordu.

Ellerim ve ayaklarım çözüldüğünde hızla ayağı kalkınca gözlerim karardı, belli etmemek için elbisemi düzeltirken kendime gelmek için zaman yaratmış oldum. Başımı kaldırıp yüzüme düşen saçlarımı geriye savurdum. Depodan çıkmadan hemen önce Çınar'la kasten burun buruna geldim. "Eğer sabrımı zorlarsan yemin ederim bu kez yaralamakla kalmam. Ve bu kez üzerini örtbas ederim. Uyuşturucu baronu olmuşsun, benden şüphelenene kadar önlerinde araştıracak pek çok kişi olacaktır. Çevrende senin gibi bir pisliği bulup mimlemek çok zor olmaz."

Renkli gözlerinden duygu durumunun karman çorman olduğunu gördüm, kaşları çatıldı. Ağzını açmasına fırsat tanımadan yanından geçip Çınar'ın ağır parfüm kokusunun toz kokan depodan hızla ayrıldım. Nereye gideceğimi şaşırınca müzik sesine doğru gitmemin doğru olacağına karar verdim. Ecmel ve Emir merak etmiş olmalılardı.

Emir'i koltuklardan birinde sızmış halde, zorlukla buldum. Çantam kucağına sıkıştırılmıştı. Ecmel ortalıkta görünmüyordu. Bu kalabalığın içinde aramaya çıkmak işleri daha da zorlaştıracağı için başta Emir'in karşısına oturup beklemeyi düşündüm ama depodan çıktığım andan beri düşündüğüm Batur için hazırlandığım plana olan sabırsızlığım beklememe engel oldu. Çantamı Emir'in kucağından aldıktan sonra onu sarsarak, meşakkatli bir uğraştan sonra uyandırdım. "Emir, Ecmel gelirse benim gitmek zorunda olduğumu söyle," dedim ama sarhoş haline güvenemediğimden Ecmel'e bir mesaj attım.

Gece kulübünden ayrılmadan önce Batur'u aradım. Aşırıya kaçamazdım ama yaptığının karşılığını almalıydı. Açmadı, uyduğunu düşündüm ancak saat zannettiğim kadar geç değildi. Arabayı çalıştırdığım sırada Batur bana geri döndü. "Alo," dedim her şey normalmiş gibi davranarak. Şakağımı ovalayarak ağrıyı dağıtmaya çalıştım.

"Merve, sen beni arar mıydın?" dedi gülerek. Sesi oldukça neşeli geliyordu.

Gül bakalım...

"Gördüğün gibi aradım." Derin bir nefes verdim. Çalıştırmadığım arabanın direksiyonunda parmaklarımla ritim tutturdum. Gözlerim önümdeki arabanın plakasındaydı ama zihnim Batur'a odaklanmıştı. "Canım sıkılıyor."

"Ne zamandan beri canın sıkıldığında beni arar oldun?" Sesindeki şaşkınlığın tadını neredeyse aldım. Güldüm ve başımı koltuğun arkasına yasladıktan sonra bakışlarımı 'Azazel' yazan tabelaya diktim. Çınar hala içeride olmalıydı.

"Melda ile küstükten sonra. Ve doğal olarak diğerleriyle de." Sesim gerçekten de sıkılmış gibiydi oysa eğleniyordum. Onu uyarmıştım. Çınar'ı uyandırmaması konusunda tembihlemiştim ama beni sallamamıştı. Karşılık vereceğimi zaten biliyordu. Ama bu şekilde karşılık göreceğini aklının kenarından geçirseydi teklifimi reddederdi. "Kafam dağılsın diye gece kulübüne geldim ve canım sıkılıyor, biliyorsun. Kavga edecek kimse yok."

Güldü. Geleceğini biliyordum, emindim. Ufacık bir tereddüdüm olsaydı onu buraya getirmek için başka bir plan yapardım ama aramam yeterliydi. Batur, içten içe beslediği duygularını bilmediğimi zannediyordu. "Zeytin dalı mı uzatıyorsun?" Sanki Çınar'ı bana musallat etmemiş gibi umursamaz davranması nefretimi büyüttü.

"Bir geceliğine sadece." Boğazımı temizledim. "Gelirsen Azazel'deyim. Barmenin önünde oturacağım."

Bir şey demesine fırsat vermeden telefonu kapattım. Bakalım baskıcı, titiz, insanlara karşı oldukça saygın bir aile izlenimi veren babası yapacağım şeyden sonra Batur'a ne diyecekti? Doğrusu izlemeye değerdi. Arabayı çalıştırdım ve hızla bir erotik shopa gidip gerekli malzemeyi aldım. Peşi sıra afrodizyak işini de hallettim. Gecikmemek için arabayı mümkün olduğunca son hızda sürmeye çalıştım.

Güzel, olması gereken her şey vardı. Aynı mekana geri gittiğimde barmen masasındaki tabureye oturan Batur'da buna dahildi. Başka işlerle uğraştığım için kafamdaki ağrı azalmıştı. Yanına oturduktan sonra elimdeki poşeti bacaklarımın arasına sıkıştırdım. "Çok bekledin mi?" diye kasti bir umursamazlıkla sordum. Ecmel ve Emir gitmiş olmalıydılar çünkü arabadan inmeden önce Ecmel'in mesajını okumuştum.

Çınar köpeğinin hala burada olup olmadığını bilmiyor, önemsemiyordum da. Şimdi en azından ona doğrulatacak silahım yanımdaydı. Çantamın kalın yüzeyinden, içinde duran silahın namlusuna dokundum, güven veren bir duygu damarlarıma yayıldı.

Dudak büktü. "Hayır, sadece bir kadeh içtim," dedi elindeki içki dolu bardağı hafifçe kaldırarak.

Ben de aynı içkiden istedim ama elbette içmeyecektim. "Neden küstünüz?" diye sordu bana dönerek.

Omuz silktim. "Sanırım bizim aramızda," diye kestirip attım. Tabi ki ona aramızdaki problemleri anlatacak değildim.

İkimizde ne konuşacağımızı bilemediğimiz için sustuk, ki bu benim için çok daha iyiydi. Batur'un yanımdayken gerginliğini hissedebiliyordum fakat aynı zamanda mutluydu. Baş başaydık, kimse yoktu ve kendini bana karşı savunmasız hissediyordu. Ben onun aksine oldukça rahattım ve sadece sarhoş olmasını bekledim. Bir ara, daha fazla içerse sarhoş olacağını fark ettiğinde durmak istedi ama ben bir şey olmayacağı konusunda ikna ederek ona içki ısmarladım. Alkol oranı çok daha yüksek bir içki...

Sarhoş olmasını beklerken beni dansa davet etti. Gönülsüzdüm ancak tam istediğimi elde etmek üzereyken vazgeçemezdim. Dans ettik, fazla yakındık ve Batur kendinden geçtikte bana daha çok sokuldu. Bir ara bacağımdan yukarıya, vajinama doğru kayan elini tutmak ve itmek zorunda kaldım ama kafası öylesine bulanıklaşmıştı ki, farkında bile değildi. Şarkı bitti, bir içki daha söyledim ama bu kez içine yoğun afrodizyak etkili bir sıvı döktüm. Sonrasının kolay olacağını düşündüm.

Gökhan üst katta yatak odalarının olduğunu söylemişti, doğruydu ama korumalar beni durdurup adımı ve soyadımı sordular. Önümde duran irikıyım, takım elbisesi adam elindeki ufak tablete bir şeyler yazdı ve ifadesiz bir yüzle, "Bekleyin," dedi. Batur yerinde sallanıyordu ve kolunu tutan elim olmasa muhtemelen düşecekti. Yanağımı öpmeye çalıştığında yüzümü buruşturarak kafamı çevirdim. Eh, afrodizyak etkisini daha şimdiden gösteriyordu. "Beni parçalamana izin vereceğim." dedi ciddi bir tavırla, yüzümü buruşturmam komik görünmüş olacak ki kıkırdadı ve gülerken hıçkırdı. Göz devirdim.

Adam yanıma tekrar geldi ve muhtemelen iş için ona verilmiş olan telefonu bana uzattı ve kısaca, "Gökhan Bey," dedi. Işık yüzünden adamın her yeri kıpkırmızıydı.

Gözlerimi kısarak bakışlarımı adamdan telefona çevirdim ve üzerime çullanmak üzere olan Batur'u emrivaki bir hareketle adamın üzerine ittim. Adam Batur'u tam düşecekken tuttu. Arkama döndüm. "Gökhan?"

"Balaban?" Ofladığını duydum. "Orada ne işin var? Hem de Batur'la?"

"Sen benim adımı korumalara mı verdin Gökhan? Normal bir müşteri gibi odayı kullanmak istiyorum," diye burnumdan soludum. Aşağıdaki katta çalan müziğin sesi zemini titretiyordu. Duvardaki koyu kırmızı ışık her şeyi kendi yaydığı tona bürüyordu.

"Kullanamazsın," dedi kısa ve net.

"Gökhan," kibar olmak için kendimi zorladım. "Yarım saatlik işim var sadece." Uzun bir süre sessizlik oldu, telefonu kulağımdan ayırıp ekrana baktım ama arama devam ediyordu. "Gökhan? Korumalarına söyle kapıyı açsınlar."

"Batur'la mı yatacaksın?" diye sordu sertçe. Öfkesine karışmış iğrenme sesi çok netti.

"Hayır tabi ki. Onu rezil edeceğim. Şimdi şu kapıyı aç." Ağırlığımı bir ayağımdan diğerine vererek belimde kendini belli eden ağrıyı az da olsa dağıtmayı hedefledim.

"Öyle mi?" diye sorarken bana inanmadığını anladım. "Seks için kullanılan odalarda nasıl rezil edeceksin Batur'u peki?"

Ağzıma geleni saydırmaya başlamamak için dilimi ısırdım. Planım şimdiye kadar sorunsuz işlemişken bunu Gökhan'ın batırmasına izin vermeyecektim. Ne olur ne olmaz diye Batur'dan uzaklaştım. "Ona kostüm giydirip fotoğrafını çekeceğim. Ertesi gün fakültedeki herkesin elinde fotoğrafı dolaşacak."

Nefes alıp verdiğini duydum. "Yarım saat falan yok. Sadece on dakika. On dakika sonra korumalar odaya gelecek." Sesinde, itiraz edersem on dakikadan da vazgeçeceğinin tınısını aldım. "Bu arada dikkat et de Batur hızını alamayıp istemeyeceğin şeyler yapmasın. Tehlikeli sularda yüzüyorsun."

"Engin tavsiyen için minnettarım," dedim küçük bir hesaplama yaparken. Çabucak halletmeye çalışacaktım. "Tamam." Bir an ne diyeceğimi bilemedikten sonra, "Sağ ol," diyip arkama döndüm ve telefonu korumaya geri verdim. Ben Batur'u kendime yaslarken koruma telefonu kapatmıştı bile.

"124 numaraları oda. On dakika sonra oda boşaltılacak." Kafamı sallamakla yetindim ve söylenen numaranın yapıştırıldığı kapıyı açtım, Batur'u yatağa oturttuktan sonra kapıyı örttüm. Sessizlik aniden etrafımızı sardı. Saatlerce büyük bir gürültünün içinde olduğumu o an fark ettim.

Batur yerinden kalkıp yanıma sırnaşınca yakasındaki kazaktan tuttum ve etkileyici bir sesle, "Önce bunları giyin," diye kulağına fısıldadım. Yüzüne bakarken kasti olarak alt dudağımın kenarını dişlerimin arasına aldım.

"Biliyor musun, her zaman seni altıma almanın hayalini kurdum." Kusmamak için yutkundum, yüzümü ifadesiz tutmak çok zordu. Geri çekildi ve eğilerek poşetten çıkardığım siyah, parlak naylondan yapılmış tavşan kostümüne baktı.

Omuz silktim. "Bundan etkileniyorum, giyinmezsen dokunamazsın."

Gözlerinde yanan arzunun ışığını görmesem istemeyeceğini, hatta vazgeçeceğini sanırdım ama Batur bir şartla kabul etti. "Önce sen üzerindekileri çıkar, ben de onu giyeyim."

"Tamam, aynı anda giyelim o zaman," dediğimde güldü ve onaylar anlamda başını salladı. O üzerini çıkartırken ben kostümü çıkardım ve yatağın üzerine bıraktım.

"Sen çıkarmazsan giymem." Dolanan dili yüzünden ne söylediğini zor anladım. Oflamamak için burnumdan bir nefes verdim ve eteğimi tek hareketle aşağı indirdim. Sonra da üzerimi, bir tel tokanın saçımdan kurtulup yere düşmesine sebep olacak bir hızla çıkardım. Siyah iç çamaşırlarıma ve dizimin bir karış üzerinde biten kadife çizmelerime ağzı hafifçe aralanarak baktı.

Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Artık sıra sende," diyerek yanına ilerledim ve pantolonunu çıkarmasına yardım ettim. Giymesini ona bırakırsam yarım saat geçeceğini bildiğimden Batur'u yatağa oturtup beni terletecek bir çabuklukla ve zorla kostümü giyindirmeye çalıştığım sırada kapı çalındı ancak neyse ki kilitlemiştim. "Bekleyin biraz," diye seslendim. Ses kesildi.

Büyük beden erotik kadın kostümüydü ve Batur'un vücuduna tam istediğim gibi yapışmıştı. Şapka kısmını da kafasına geçirdim ve tavşanın kulaklarını havaya diktim. Elinden tuttuktan sonra gülümseyerek onu kaldırdım yere, dizlerinin üzerine çökmesine yardım ettim.

Çantamdaki telefonun sesi, sessiz odayı birden doldurunca irkildim. Silahın kenarında duran telefonumu çıkardım. Arayan kişi Gökhan'dı. Muhtemelen on dakika dolduğu ve ben hala çıkmadığım için aramıştı. "Beş dakika daha," dedim ve yüzüne kapattım.

Batur yüzüme vahşi bir istekle bakıyordu. Üzerime atlamamak için gereken gücü olsaydı, düşünmeden yapardı. "Bekle," diye fısıldadım kırmızı ışıklı odanın içinde geriye doğru yürüyerek. Işığı tamamen kestim, yerdeki kıyafetlerimi zorlukla buldum, çantamı elime alıp telefonumu çıkarmadan önce üzerimi hızla giyindim. Sonrası kolaydı. Çabuk davrandım. Beyaz ışığı yaktım ve Batur'u o haldeyken fotoğrafladım.

O an ne olduğunu anladı, doğrulmaya çalıştı ve anlamadığım küfürler savurdu. Yanıma hızla gelmeye çalışırken dizleri birbirine dolanıp yere kapaklandı. Telefonu çantama geri atarken, "Aptal," diye mırıldandım.

Kilidi açıp odadan çıktıktan sonra saçımı ve elbisemi bilmem kaçıncı kez düzelttim.

Bunu sen istedin Batur... O takıntılı ruh hastasını peşime yeniden takarak kendi hanene attığın çarpıyı görmedim.

Bakalım çok sevgili, saygıdeğer, hastanenin başhekimi baban bu fotoğraflarının herkesin elinde olduğunu duyunca neler olacak?

Bölümle ilgili görüşlerinizi yazabilirsiniz misiniz?

Nasıl bir moralle yazdığımı bazılarınız biliyor...

Çınar Dilhan da geldiğine göre...

Merve'nin yaptığı doğru muydu? Bence iyi yaptı çünkü Batur cidden tehlikeli, takıntılı bir ruh hastasını intikam için Merve'ye musallat etti. Merve affetmez...

Bir dahaki bölümde çoook beklediğiniz bir şey olabilir.

Gökhan'cığımız çatladı yavrucak hkvkhhvhkv

Öpüyorum 🖤

Twitter: #papatyalarkaranlıktabüyür
Instagram: virginiakahlo

Continue Reading

You'll Also Like

42.5K 953 28
bir gün ansızın babam yanında onlarca siyah takım elbiseli adamlarla gelmişti ben okulu bitirmeyi planlarken o benimle evlilik planları kuruyordu ond...
675K 25.6K 87
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
107K 5.7K 20
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...
98.6K 777 43
gözyaşlarımı dinlemeden bir anda içime girdi dudağı dudağımda bir eli göğsümde diğer eli kadınlığımdaydı...