Devin | RAFLARDA |

By candikmenli

292K 20.9K 15.1K

Babasının menfaatleri uğruna bir başkasına satılan Devin, yıllarca süren zulme boyun eğip susmuştur. Genç kad... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
DUYURU
Bölüm 6.1
Bölüm 6.2
Bölüm 7.1
Bölüm 7.2
Bölüm 8.1
Bölüm 8.2
Bölüm 9.1
Bölüm 9.2
Duyuru!!!
Bölüm 10.1
Bölüm 10.2
Bölüm 11.1
Bölüm 11.2
Bölüm 12.1
Bölüm 12.2
Bölüm 13
Bölüm 14.1
Bölüm 14.2
Bölüm 15.1
Bölüm 15.2
Bölüm 16.1
Bölüm 16.2
Bölüm 17.1
Bölüm 17.2
Bölüm 18.1
Bölüm 18.2
Bölüm 19.1
Bölüm 20.1
Bölüm 20.2
Bölüm 21.1
Bölüm 21.2
Bölüm 22.1
Bölüm 22.2
*Bölüm 23.1 - FİNAL
*Bölüm 23.2 FİNAL
Sizlerin Düşünceleri
DEVİN'İN YOLU
DUYURU 📣
Devin Kapak Görseli ve Çıkış Tarihi
ÖN SİPARİŞ

Bölüm 19.2

4.4K 317 250
By candikmenli

Bol bol vote ve yorum bekliyorum! 🙏🏼

Bölüm sonunda görüşürüz. ❤️

Keyifli okumalar dilerim. 🥲

Yaşamış olduğu korkuyla beraber krize giren kızımı sakinleştirmeye çalışırken elim ayağım birbirine dolanmıştı. Bu gibi durumlarda soğukkanlı olmak gerekirdi ama söz konusu birey öz çocuğunuz, canınız, kanınız olduğunda bu tutum o kadar da kolay olmuyordu.

Alya boğulmasın diye sağına çevirdim ve içimden dualar ederek sırtını sıvazlamaya başladım. Her şey şaka gibiydi. Kalp atışlarım kulaklarımda büyük bir uğultuya neden olurken arkamda duran adamlara baktım. Sanki ben orada değilmişim gibi kapıda birbirlerine bakıyorlardı.

Korhan ellerini ceplerine sokmuş bir şekilde pişkin pişkin sırıtıyordu. Alya'nın durumu zerre umurunda değildi. Onun yaptığı tek şey tat kaçırmaktı ve amacına ulaşmıştı. Onun için önemli olan tek şey kendisi ve gözünü kör eden hırsıydı. İntikamını alacaktı ve başlamıştı. Eğer Alya burada olmayıp böyle bir şey yaşamamış olsaydı belki ondan korkabilirdim ama kızımın bunu yaşamasının tek sebebi oydu ve şu anda ondan ölesiye nefret ediyordum.

Alya'nın titremeleri ve kasılmaları birkaç saniye içerisinde kesilmişti. Kucağımda nefes alış verişleri düzene girerken gözleri kapalıydı. Baygınlık geçirmişti. Minik bedenine baktığımda sanki kollarımda ölmüş bir melek taşıdığımı hayal ettim. Uyuyor gibiydi aynı zamanda. O yüzden baştaki fikrimi zihnimin en derinliklerine gömdüm ve burnumu çektim.

Gözyaşlarım görüşümü bulandırıyor ama bir türlü akmıyorlardı. Gözlerimden kopmak istemiyor gibilerdi. Düşerlerse daha fazlasının akacağını biliyor ve geriden gelenleri korumak istiyorlardı sanki. Onların yeri orasıydı, gözlerimdi. Ve göz yaşlarım bile akmaktan yorulmuştu artık.

Tekrardan kafamı kaldırıp kapıda duran iki adama baktım. Yerdeki hareketliliğim Korhan'ın dikkatini çekmiş olacaktı ki başını indirdi ve bana baktı. Zehirli gözleri ruhumu zorluyordu. Gözlerim gözleriyle buluştuğunda gülüşü kulaklarına vardı ve içeri doğru bir adım atmaya kalktı. Onun bu hareketini önceden tahmin eden Alex büstünü kabartarak bir adım sola kaydı ve bu eve giremeyeceğini belli edercesine hiç ayırmadığı gözlerini kıstı. Korhan'a bakmaya devam ediyordu.

Alex'in yüzüne baktığımda bembeyaz olduğunu fark ettim. Çenesini öyle bir sıkıyordu ki dişlerinin nasıl kırılmadığını düşünmeden edemedim. Çene kemiği daha önce hiç bu kadar çıkık görünmemişti gözüme. Ela hareleri sanki yeşil ve kahve tonlarına hiç sahip olmamış gibi koyulaşmıştı. Bir eli hala kapıdayken diğer eliyle yumruk yapmış öylece duruyordu. Parmak boğumları da aynı yüzü gibi bembeyazdı. Onu daha önce hiç bu kadar sinirli görmemiştim. Ama o kadar iyi kontrol ediyordu ki kendini, hayran kalarak izledim. Normalde de dıştan soğuk biri gibi duruyordu fakat şimdi farklıydı.

Koruması ve yaşaması gereken, uğruna ölüp öldürebileceği bir hayatı olan kaplanlara benziyordu. Ve bu belgeseldeki kaplan Alex, hayatsa bendim. Hepimiz kendi hayatlarımızın kaplanlarıydık. Ve birbirimizin hayatıydık. Birbirimizi korumamız şarttı çünkü birbirimizi yaşamamız gerekiyordu.

Korhan içeri giremeyeceğini anladığında bakışlarını tekrardan Alex'e çevirdi. Gözlerini devirerek bana baktığında tekrar gülümsedi. Diliyle dudaklarını yavaşça ıslattı ve hastalıklı bakışlarını tekrardan Alex'e çevirdi. O da sakin kalmak için büyük bir çaba sarf ediyordu. Bunu her halinden anlayabiliyordum.

Atmış olduğu adımı geri çektiğinde son kez bana baktı ve kucağımda yatan Alya'ya baktı. Uzunca bir süre ona baktıktan sonra boğazını temizledi.

"Ona iyi bak, Devin. O, bizim geleceğimiz." dedi göz kırparak. İsmime ve 'bizim' kelimesine yapmış olduğu vurgu ciğerlerimden bütün havanın sökülmesine neden oldu. Ondan değil, yapacaklarından korkuyordum. Hiçbir şey demedim ve tek mimik oynamayan yüzümle ona bakmayı sürdürdüm.

Birkaç saniye sonra Korhan verandadan indi ve gecenin karanlığına karıştı. Alex kapıyı kapatmadan öylece boşluğa bakmayı sürdürdü. Bir şey demeye korkuyordum. Tam ona her şeyi anlattığımda Korhan'ın çat kapı gelişi çok kötü olmuştu.

Beş dakika boyunca öylece kaldık. Ben yerde, kucağımda Alya'yı tutuyor, Alex'se kapı eşiğinde karanlığa bakmayı sürdürüyordu. Elinde pizzalarla kurye geldiğinde hiçbirimizin iştahı kalmamıştı. Pizza söylediğimizi bile unutmuştum. Dengem alt üst olmuştu. Yine ve yine...

Yerden yavaşça kalktığımda hareketliliği fark eden Alex nihayetinde gözlerini kırptı ve dakikalardır tutmuş olduğu nefesini sesli bir şekilde bıraktı. Pizzacıdan pizzaları alıp ödemeyi yaptıktan sonra kapıyı kapattı.

Bana döndüğünde aramızdaki mesafeyi kapattı ve kucağımdaki Alya'ya baktı.

"O nasıl?" diye sorduğunda cevap vermek için ağzımı açmadan Alya gözlerini kırpıştırdı. Yavaşça gözlerini araladığında acı çeken yüz ifadesiyle başta bana sonra Alex'e baktı. Başındaki ağrının ne denli şiddetli olduğunu bilememek, onun acısını söküp atamamak beni yerle bir ediyordu.

Tekrardan gözleri bana kaydığında, "Anneciğim?" dedi.

"Evet güzelim." dedim. Sesim kuruyan boğazımdan güçlükle çıkmıştı.

"Karnım çok acıktı." dediğinde Alex'e baktım. O da aynı anda bana baktığında neler olduğunu anlamıştık.

"Pizzalar şimdi geldi güzelim." dedim.

"Bugün yolda çok yoruldum galiba ondan uyuyakaldım değil mi anneciğim?" dedi.

Az önceye dair hiçbir şey hatırlamıyordu.

"Evet bir tanem." dedim ve onu kendime çekip alnına bir öpücük bıraktım.

Alex'le tekrardan birbirimize baktığımızda rahat bir nefes aldık ve güçlükle gülümsedik. Normalde bu kötü bir şeydi ama kızımın Korhan'ı hatırlamasını istemiyordum. Ona dair olan her bir anısını kendiminkilerle beraber yok etmek istiyordum. Üzerine benzin döküp yüreğimin aleviyle tutuşturmak ve sonrasında karşısına geçip seyretmek istiyordum. Bize bunları yaşatmaya hakkı yoktu.

Kimsenin böyle şeyler yaşamaya hakkı yoktu.

"O halde karnımızı doyuralım ve sonra güzel bir uyku çekelim prenses, ne dersin?" dediğinde Alex'in sesindeki zoraki mutluluk canımı yakmıştı. Ben zaten çamura batmış biriydim ve şimdi onu da bulamıştım. Onu da kirletiyordum. Kimsenin benim yüzümden sinirlenmesi veya üzülmesini istemiyordum. İnsanlara dolaylı yoldan zarar vermek, canımı her şeyden çok yakıyordu.

"Hadi anneciğim bırak beni de mutfağa gidelim," diyen Alya'ya baktım.

Onu usulca yere indirdiğimde anlık bir denge kaybı yaşadıktan sonra koşturarak mutfağa gitti. Onun peşinden gittiğimizde Alex elini belime götürdü ve Alya görmeden beni kendine çekip başıma dudaklarını bastırdı. Daha fazla bir şeye gerek yoktu. Bu gece bu yaşananlar konuşulmayacaktı. Birlikte yemek yiyecek ve her şey normalmiş gibi davranacaktık. Öyle de olmuştu.

Birlikte pizzalarımızı yedik. Alex ve ben iştahsız birkaç dilim yemiştik. Bize nazaran Alya'nın iştahı yerindeydi. Onu yerken görmek benim ruhumu doyuruyordu. Bu sebeple az yemiş olmama takılmadım.

Alex elinden geldiğince Alya ile konuşuyordu. Ona kendini daha fazla alıştırıyordu ve bundan hiç kimse şikayetçi değildi. Masanın altında durmadan salladığı bacağından aklının hala Korhan da olduğunu anlayabiliyordum. Etrafına yaydığı enerji sinirinin hala geçmediğini kanıtlıyordu ama yüzündeki gülümseme bunu çok iyi maskeliyordu. Alya'nın ters giden bir şeyler olduğundan haberi olmaması için böyle davranıyordu. Muhteşem biriydi.

Pizzalarımızı bitirdikten sonra hepimizin uykusu gelmişti. Daha doğrusu Alya'nın uykusu gelmişti. Biz yatsak bile uyuyamayacaktık. Düşünceler bizi tüm gece kısrağında hapsedecek ve nefessiz bırakana kadar boğacaktı.

O gece Alya'dan uzak kalmak istemiyordum. Bu kadar büyük bir kriz geçirdikten sonra gece bir şey olmasından, tekrarlamasından korktuğum için yanımda yatırdım. Yatakta bir misafirimiz daha vardı. Alex'le birlikte Alya'yı ortamıza almıştık. Çok geçmeden Alya uykuya daldığında bizler gözlerimizle konuşmaya başlamıştık bile.

Dışarıdan içeriye yayılan ay ışığı gölgelerin düştüğü yüzümüzü seçebilmemize yardımcı oluyordu. Yorganın üzerinde parmaklarımızı birbirine kenetledik ve öylece bakışmaya devam ettik. Zaman akıyor muydu yoksa durmuş muydu bilmiyordum. Ama bu odada yalnızca biz vardık ve bu his güvenliydi. Gözlerimi kapamama yetecek türden bir histi bu. Uykunun davetkar sesine kulaklarımı kapayamayacak kadar güven vericiydi.

***

Ertesi gün kötü bir kabusu geride bıraktığımız bir gecenin sabahına gözlerimizi açtık. Ellerimin üzerinde gezinen minik parmaklara uykulu gözlerimi çevirdiğimde Alya'nın çoktan uyanmış olduğunu gördüm.

Alex ile parmaklarımız aynı şekilde birbirine kenetli duruyordu. Alya parmak uçlarıyla hem benim hem de Alex'in elini seviyor ve kendince bir oyun oynuyordu.

Gözlerimi usulca yanımızda yatan adama çevirdim. Alex kızarmış gözlerle beni izliyordu. Dudaklarındaki tebessüme bakılacak olursa halinden memnundu. Alya bizi uyandırmamak için hareket etmemişti. İkimizin de uyanık olduğundan bihaber kendince mırıldanarak şarkılar söylüyor ve ellerimizle oynuyordu.

Aynı tebessümü yüzüme yerleştirdiğimde tekrardan Alex'e baktım. Onu seyretmek iyi hissettiriyordu. Ona dokunmak, onu duymak, onu hissetmek... İyi geliyordu.

Baş parmaklarımızı oynatarak Alya'nın parmaklarını tuttuğumuzda mırıldandığı şarkıya ara verdi ve kıkırdayarak gözlerini yukarı çevirdi. Ona gülümseyerek baktığımızda, "Günaydın!" diye bağırdı. Sesindeki cıvıltı güneşin tüm ışığı ve ısısını evimizin içine taşımıştı sanki.

"Günaydın prensesim." dedim. Alex hiçbir şey demeden bizi seyrediyordu. "Kendini nasıl hissediyorsun?"

"Imm, enerji dolu!" dediğinde yatakta dizlerinin üzerine oturdu. "Koşmak istiyorum."

"Bugün piknik yapalım o halde, ne dersiniz?" dedi Alex. Sesindeki yorgunluk kaşlarımı çatmama neden oldu.

Alya kollarını havaya kaldırarak, "Yaşasın!" dediğinde hızla yataktan kalktı ve koşturarak kendi odasına geçti.

Biz de yavaşça yatakta doğrulduk ve birbirimize baktık. Alex yüzüme düşen bir tutam sarı saçı geri çektikten sonra avucunu yanağıma koydu ve baş parmağıyla göz altlarıma dokundu.

"O güzel gözlerinde mutluluktan da olsa bile gözyaşı olmasın Devin. Her birini kalbim için sakla." dedi.

Kafamı usulca onun eline doğru yasladım ve bileğini öptüm.

"Kalbim, kalbin için atıyor." dedim.

Beni kendisine çekti ve dudaklarını alnıma bastırdı. Gözlerimi kapayarak bu anın sonsuz olmasını diledim. Pembe dudaklarını benden çektikten sonra alnını alnıma dayadı. "Senden bir şey isteyeceğim ve buna itiraz etmeni istemiyorum. Bana bunun için söz verebilir misin?" dedi.

Ne geleceğini merak ederek kafamı geri çektim ve yüzünde bir ip ucu bulma ümidiyle gözlerimi gezdirdim.

"Tutamayacağım sözler vermek istemem," dedim.

"Tutabileceğin bir söz istiyorum. Lütfen, senden tek isteğim bu olacak. Belki bunu istemezsin, karşı çıkarsın ama lütfen. Kahrolası bütün gece bin türlü senaryo geçti aklımdan ve ben böyle yaşayamam." dedi.

Bütün gece boyunca uyanık kalmıştı. Kan çanağına dönmüş gözlerinden ve yorgun sesinden anlamalıydım. Bütün gece boyunca beni izleyerek düşüncelere dalmıştı. Ne isteyeceğini anlamıştım. Evet, bunun olmasını istemezdim. Esasında olmasını isterdim ama böyle, bu şartlar altında zorunlulukmuş gibi olmasını istemezdim.

"Söz veriyorum." dediğimde isteğini dile getirmesini bekledim.

"Alya ve sen," dedi. "Benimle birlikte yaşamanızı istiyorum."

Tahminlerimde yanılmamıştım. Bunu diyeceğini bekliyordum. Onunla aynı evde, güvende hissederek mutlu bir şekilde yaşamayı tabi istiyordum fakat mahcubiyet duygum o kadar fazla ağır basıyordu ki altında eziliyordum. Karşı çıkacağımı bilecek kadar beni tanımış olması gülümsememe neden olduğunda, "Bunu olumlu bir cevap olarak alıyorum." dedi.

"Hayır," dedim birden kendimi toplayarak. "Yani evet," Kaşları çatıldığında neden bahsettiğimi ne o ne de ben anlamıştık. Gülerek derin bir nefes aldım. "Bu isteğinin tek bir cevabı var ve o da evet. Seninle beraber yaşamayı kabul ediyorum. Bunun hayalini kurmak bile beni mutluluklar ülkesinde yaşıyormuşum gibi hissettiriyordu. Gerçek olmasını tabi ki isterim. Gülümsediğim şey, karşı çıkacağımı biliyor olmandı. Hoşuma gitti. Beni benden daha iyi tanımandan korkmuyor değilim." dedim.

"Seni dün anlattıklarından ve yaşananlardan sonra daha çok tanımak istiyorum. Tuttuğum elini bırakmamak ve göğsümü senin göğsünle beraber germek istiyorum." dedi. İki eliyle kucağımda duran elimi aldı ve öptü. "Çok teşekkür ederim."

"Ben teşekkür ederim asıl. Bunların hiçbirini yapmak zorunda olmamana rağmen, kaçıp gitmen gerekirken yanımda olduğun için."

"Kaçıp gitmek mi?" dedi. Elimi kalbine götürdükten sonra, "Nereye kaçabilirim? Sen hep burada olduktan sonra nereye kadar koşabilirim?" dedi.

Bütün tüylerim ayaklandığında değer görmenin nasıl bir şey olduğunu bir kez daha fark ettim. Benzini bitik, kırık dökük bir hurdayı baştan yaratıp yola çıkardıklarını düşünün. Ben o hurdaydım. Can kırıklarımı tamir eden kişi oydu. Sözleriyse ilerlemeye devam etmemi sağlayan benzinimdi. Zihnine kazınmak ve zihnime kazımak istiyordum.

Ben, onundum.

O, benimdi.

Biz, birbirimizindik.

Çift beden, tek ruh.

Olasılıksızlığın en güzel olasılıklarıydık. Birlikte, güçlüydük.

***

Pikniği yaptığımız günün üzerinden tam iki hafta geçmişti. O günün akşamında Alex'e resmen taşınmıştık. Alya'nın bu fikre ne tepki vereceğini kestiremiyordum ama anında kabullenişi beni fazlasıyla şaşırtmıştı. Kapının önünde duran korumalar, stresim, onun bir şeylerin farkına varmasına yetiyor ve güvende hissettirmiyordu. Eve gelir gelmez sabahtan beri mırıldandığı neşeli şarkıyı söyleyerek oyuncaklarını ve çantasını hazırlamaya başladı. Onu görseydiniz, bir metrelik koca bir insanı seyrediyormuş hissine kapılırdınız.

Geçtiğimiz bu iki hafta içerisinde Alex'le beraber işe gidip geliyorduk. Alya'yı beraber kreşe bırakıyorduk. Öğretmenlerine her saat başı bana bilgi vermelerini tembih etmiştim. Nalan'ın içi rahat etmediğinden dolayı Alya'nın kreşinin önüne bir koruma yerleştirmişti. Sahi, Nalan bu arada Alex'e taşınmamıza en çok sevinen isimdi.

"Alya'yı uyuttuktan sonra yansın geceler!" diyerek çığırmıştı telefonda. Tam bir çatlaktı ve onu çok seviyordum.

Alya'nın ikinci dozu vurulması için tekrardan kliniğe gidecektik. Sabah erkenden uyanmış ve hazırlanmıştık. Kahvaltı masasında karnımızı doyururken Alex, "Bugün sizinle gelemeyeceğim." dedi.

Nedenini soracaktım ki iptal edemeyeceği, aylar öncesinden planlanmış bir toplantısı olduğunu hatırladım.

"Ama neden?" dedi Alya. Omuzları düşmüş ve bakışları hüzünlenmişti.

"Çok önemli bir işi var güzelim. O yüzden bize katılamayacak." dedim onun başını okşarken.

Alex sandalyesini biraz geri çektikten sonra Alya'yı sandalyesiyle birlikte kendine çekti ve yüzünü yüzüne yaklaştırdı. "Bak ufaklık, eğer böyle üzgün bakmaya devam edersen o toplantıyı batma pahasına iptal ederim." dedi. Burnuna dokunduktan sonra garip bir ses çıkardı. "Hem sizinle birlikte gelecek kişiyi çok seveceksin. Sevdiğin biri olacak yanında." dedi.

Kaşlarımı çatarak baktığımda kim olduğunu anlamamıştım. Şirketten en güvendiği çalışanıyla birlikte gideceğimizi söylemişti. Louis olduğunu düşündüm çünkü Alya'yı bir kez okuldan o almıştı ve Alya ona iyi davranan herkesi yüzde yüzüyle seven bir çocuktu.

Kapı çaldığında, "Sanırım gelmiş olmalı." dedi Alex ve oturduğu yerde doğruldu. Bana göz kırparak gülümsedi.

Anlamayarak kapıya yöneldiğimde Alya da sandalyesinde arkasına döndü ve kimin geldiğini görmek için bakmaya başladı. Kapıyı açtığımda karşımda duran sarı kafayla elimi ağzıma götürdüm.

"Ne haber güzellik!"

"Marcus!" dediğimde sesim fazla kontrolsüz çıkmıştı. Bağırmış bile olabilirdim. Onu neredeyse bir aydır görmüyordum. En son görüşmemizden bu yana hiç değişmemişti. Biraz bronzlaşmasını iş için, daha doğrusu tatil için, yurt dışına çıkmış olmasına bağladım. Hızla boynuna sarıldığımda o da tek eliyle bana sarıldı ve gülmeye başladı. Onu çok özlemiştim. Kendimi geri çektiğimde omzuna vurdum. "Neden hiç aramadın?" diye azarladığımda gülmemeye çalışıyordum ama onun sıcakkanlı dostluğunu gerçekten de çok özlemiştim.

"Aşkından ölmemek için biraz sürtmem gerekiyordu diyelim." dediğinde muzipçe sırıttı ve göz kırptı.

İçeri girdiğinde Alya hızla sandalyesinde indi ve koşarak Marcus'un açmış olduğu kollarına atladı.

"Selam bücürük! Birileri bana iğne olacağımızı söyledi." dediğinde Alya'yı gıdıklamaya başlamıştı bile.

Alya yavaş yavaş ingilizceyi sökmeye başlıyordu. Hafızasını taze tutmak için her akşam farklı farklı kelimeler öğreniyordu ve bu karşısındakileri anlamasında oldukça yardımcı oluyordu.

"Evet, ve ben hiç korkmuyorum." diye yanıtladığında kıkırdamalarının arasında zor nefes alıyordu.

Alex masadan kalktı ve ceketini giyip Marcus'un önüne geçti. Marcus Alya'yı bırakıp ayağa kalktı ve abisinin gözlerine baktı. Birkaç saniye sonra her ikisi de tebessüm ettikten sonra ellerini birleştirip birbirlerine sarıldılar.

"Onları senden başkasına emanet edemezdim." dediğinde Alex'in kardeşini ne kadar çok sevdiğini ve ona ne kadar güvendiğini anladım. "Onları beladan uzak tut."

Marcus hazır ola geçip asker selamı verdikten sonra, "Emredersiniz!" diye bağırdı. Hepimiz gülmeye başladığımızda omzuna vurdu ve göz kırparak, "Arkana bakma. Ben varım. Git ve paramızı kazan." dedi.

Bu sırada kapı delicesine çalmaya başladı. Marcus gözlerini devirdiğinde Alex gülümsedi. "Beni mahvedecek. Beş dakikadır aşağıda." dedi.

Kapıya doğru gittiğimde alacaklı gibi zile basan kişinin kim olduğunu merak ettim. Az sonra duyacağım cırtlak sesi biliyor olsaydım o kapıyı asla açmazdım.

"TAM BEŞ DAKİKADIR AŞAĞIDA BEKLİYORUM VE SEN BURADA ÇAY MI İÇİYORSUN?"

Mathilda'nın cırtlak sesi tüm salonda yankılanırken Marcus kulaklarını kapatmıştı. Alya sesten korktuğu için Marcus'un bacağının arkasına saklanmıştı. Mathilda onu fark ettiğinde boğazını temizledi ve gülümsedi.

"Senin yüzünden çocuk korktu." dedi Alex'e. Alex yüzünden çocuk mu korkmuştu?

Mathilda beni yok sayarak topuklu ayakkabılarını bastıra bastıra Alya'nın yanına gitti ve yere çömeldi.

"Merhaba tatlı şey. Korktuysan özür dilerim. Bir ara hatırlat seninle tırnaklarımıza oje sürdürmeye gidelim olur mu?" dedi. Gerçekten bu kadın deliydi. Gülmemek için kendimizi zor tutarken ayağa kalktı ve Alex'e başıyla işaret verdikten sonra çıkışa yöneldi. Kapıdan çıkacakken duraksadı ve bana baktı. Gözlerini kıstıktan sonra, "Umarım maymuncuğuma güzel Türk yemekleri yapıyorsundur." dedi. Cevap vermeme fırsat vermeden kapıdan çıktı. Dengesizlik desen, o da vardı.

Mathilda'yı başlarda Alex'in kız arkadaşı sandığım için kendimden utanıyordum. En fazla kuzen olabilirlerdi. Bu kadar kokoş ve deli dolu birisi Marcus için bile fazlaydı. Şımarık tavırları ve çığırtkan sesi itici dursa da kendini sevdiren de bir yanı vardı. Onunla yakın olma fırsatımız hiç olmamıştı ama Alex ve Marcus'un anlattıklarına göre özünde gerçekten de iyi biriydi.

Alex kapıdan çıkmadan önce yanağıma bir öpücük kondurdu. "Toplantı bitince arayacağım." dedi.

Kapıyı kapattığımda Marcus ve Alya az önce yaşananların şaşkınlığıyla bana bakıyordu.

"Ben bordo oje sürdüreceğim anneciğim." diyen Alya'ya kahkahamla cevap verirken Marcus derin bir nefes alıp, "İşte şimdi yandık." dedi.

Birlikte gülüşerek etrafı toparladıktan sonra hazırlandık ve hız kesmeden yola koyulduk. Yolumuz oldukça uzundu o yüzden geç kalmamak amaçlı elimizi çabuk tutmalıydık.

Marcus'la beraber olmayı özlemiştim. Onunlayken kendimi çok rahat hissediyordum. Ondan hiçbir zaman duygusal olarak hoşlanmamıştım. Onu daima bir dost olarak görmüştüm. Bazı zamanlarda ipin ucunu kaçırabiliyorduk ve hareketlerimizin nereye yöneleceğini kestiremiyorduk. Ben, belki de bana göre böyle düşünüyordum ama onun bakış açısına göre farklı anlaşılmıştım. Onun bana karşı olan ilgisi, benim ona karşı olan ilgimden daha farklıydı. Neyse ki bunları artık geride bırakmıştık.

Onun yaşamış olduğu gerçekler vardı. Benim de yaşamış olduğum gerçeklikler vardı. Herkesin geçmişinde yaraladığı ve yaralandığı olaylar yaşanmıştı. Birbirimize kırık yerlerimizden bağlanmıştık. Kırıklarımızı birbirimize batırmadan, incitmeden birleştirmiştik. Ben ona dost gözüyle bakmaya devam ediyordum. O da zamanla bana karşı öyle bakmayı öğrenecekti. Bunun için çabalayacaktım çünkü Marcus olmadan bir hayat düşünemez haldeydim.

Arabadayken pür dikkat kullanışı beni gülümsetti. Birkaç ay öncesinde arabada hız yaptığı zaman ne kadar korktuğumu hatırladım. O andan sonra bir daha asla hız yapmamıştı. Dışarıdan hovarda, içeriden ürkek bir adamdı. Sanırım onda sevdiğim en güzel özellik buydu. Herkesin bir maskesi vardı. Önemli olan bu maskeyi nasıl başarılı taşıdığımızdı. Bizler kendilerini maskelemekle zorunlu hisseden insanlardır. Buydu bizi birbirimize yaklaştıran.

"Anlat bakalım. Nasıl geçti şu 'iş gezisi'?" dedim.

Dudaklarını büzerek bana baktıktan sonra gülümsedi. "Harikaydı!" dedikten sonra daha fazla detay veremeyeceğini anladım. Çünkü Alya arkamızda pür dikkat bizi dinliyordu.

"Bu aşı olayından Alex biraz bahsetti. Ben de biraz araştırdım. İlk dozdan sonra herhangi bir semptom gösterdi mi? Her şey yolunda değil mi?" dedi.

"Evet, her şey yolunda." dedim gülümseyerek. Gerçekten de öyleydi. İlk dozu vurdurduktan sonra bir kriz geçirmişti evet. Ama bunun sebebi ilaçtan değildi. Tamamen yaşadığı korkudandı. Korhan'ı görmek onda bir şeyleri tetiklemişti. Bu yüzden o krizi ilaca bağlamak yanlış olurdu. Onun dışında geçirdiğimiz iki hafta içerisinde Alya sürekli enerjik ve mutluydu. Baş ağrıları kesilmişti ve zaman zaman anlık hafıza kayıpları da yok olmuştu. İlaç etkisini gösteriyor muydu yoksa ben mi öyle düşünmek istiyordum bilmiyordum.

Yol boyunca eğlenceli müzikler dinlemiş ve şarkılara eşlik etmiştik. Alya Marcus'un esprilerinden ne anlıyordu bilmiyordum ama onun her dediğine kahkahalarla gülüyordu. Bu, Marcus'un daha çok hoşuna gidiyor olmalıydı ki buna devam ediyordu. Sanırım ona hiç sahip olamadığı kızını hatırlatmaya devam ediyordu.

Birkaç saat içerisinde tekrardan kliniğe vardığımızda Marcus kaşlarını çatarak etrafa bakındı. Arabayı park ettikten sonra hepimiz indik ve yürümeye başladık.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordum.

Marcus birkaç saniye daha etrafa bakındıktan sonra, "Ürkütücü." dedi. "Hastanelerden hep korkmuşumdur."

Gülümsedikten sonra kliniğe girdik ve bizi geçen gelişimizde karşılayan kişiyle selamlaştık. Doktorun odasının bulunduğu kata çıktığımızda birkaç dakika içerideki ailenin çıkmasını bekledik. Bu sırada klinikte bağırışlar yükselmişti.

Acı dolu feryatların sebebini anlamak güç değildi. Bir annenin yakarışları gözyaşlarıyla etrafa hüzün saçıyordu. Anlaşılan evladını kurtarmak için geç kalmış bir aileydi. Tüylerim diken diken olduğunda Alya'nın bundan etkilenmemesi için onu sesin ulaşamayacağı bir köşeye çektim ve otomattan bir şeyler istiyor mu diye sordum. Başını iki yana salladığı sırada doktorun odasından gülerek çıkan bir aile gördüm.

Ne kötüydü, bir tarafta umutları boşa çıkan yaralı bir aile, diğer yanda varlık sebeplerini kurtarabilmiş zaferle bakan bir aile. Acaba ben hangi tarafta yer alacaktım?

Doktorun odasına girdiğimizde adam şaşırarak bize baktı. Alex yerine Marcus'la gelmiş olmamız onu şaşırtmıştı belli ki. Birkaç dakika hem benimle hem de Alya ile sohbet etikten sonra her şeyin güzel gittiğini söyledi. İkinci dozu vurduktan sonra artık tamamen sağlıklı bir birey olacağını, endişe edeceğimiz bir durum kalmayacağını söyledi. Bu ilaçtan sonra tekrardan bütün testlerini yaptırdığımızda hiçbir sıkıntının kalmamış olduğunu gördüğümüzde şaşkınlıktan ve mutluluktan bayılmamam gerektiğini söylemiş ve Alya'yı sedyeye oturtmuştu.

Adam resmen aylardır ettiğim duaların kabul olacağını söylüyordu. İnanması güçtü ama imkansız da değildi.

Alya tekrardan korkusuzca oturduktan sonra kolunu açtı ve doktorun hamlesini bekledi. Doktor iğneyi çıkartıp ilacı hazırladığında geçen seferki ilaçtan farklı bir ilaç olduğunu fark ettim.

"Geçen sefer sarı bir ilaç enjekte etmiştiniz. Şimdiki neden şeffaf?" diye sordum.

"İki doz vurduğumuz hastalarda genelde ikinci doz olarak aynısını enjekte etmeyiz. İlaçlar oldukça ağırdır. Zaten bu hastalıkları yok edebilmek için de ağır şeyler gereklidir. İlk dozdan sonra Alya'nın hiçbir şey yaşamamış olması onun çok güçlü bir çocuk olduğunu kanıtlar nitelikte. Bu ilaçla ilkine nazaran daha ağır bir ilaç. O yüzden rengi de farklı. Ama Alya'nın bunu da atlatacağına ve sağlığına kavuşacağına hiç şüphem yok." dedi. Gülümseyen gözlerle bana baktığında bir onay bekliyormuş gibiydi. Sanki bırakın desem o an bırakacakmış gibiydi. İlk defa kuşkulanmıştım ama adamın dediği şeyler mantıklıydı. Gerçekten de Alya da olan değişimleri görmemek mümkün değildi.

Başımla onayladıktan sonra doktor yavaşça iğneyi batırdı ve ilacı enjekte etmeye başladı. Alya yüzünü ekşittikten sonra kendini sıktığını fark ettim. "Geçti anneciğim. Bir şeyin yok." dedim ve onun elini tuttum.

Doktor iğneyi çıkardıktan sonra, "Bu ilaç daha ağırdır ve fazlasıyla uyku yapar. O yüzden mümkün olduğunca stresten uzak tutun ve beslenmesine dikkat edin. Eğer okula gidiyorsa birkaç gün gitmesin ve evde istirahat etsin. Geçen geldiğinizde verdiğim ilaçların aynılarını da kullanmaya devam edebilirsiniz." dedi ve gülümseyerek masasına geçti.

"Bu sefer biraz acıdı anneciğim." dedi Alya. İlk okulda tetanoz aşısı olduğumda canımın ne kadar yandığını hatırladım. Sanki içime asit sıkmışlar gibi hissetmiştim.

"Geçti artık bebeğim." dedim ve onu kucağıma alıp öptüm.

Birkaç evrak imzaladıktan sonra klinikten ayrıldık ve arabaya bindik. Yola çıktığımız gibi Alya arka koltukta uyuklamaya başladı. Minicik bedeniyle oradan oraya sürükleniyordu. Ama iyi olacaktı. Olmalıydı.

Evimize döndüğümüzde her birimiz fazlasıyla yorulmuştuk. Alex ve Mathilda müşterilerle akşam yemeği yiyeceği için eve gelmemişti. Marcus bizi yalnız bırakmamak adına yanımızda kaldı. Tatlı bir animasyon filmi açtık ve patlamış mısırlarımızla seyretmeye başladık. Alya filmin yarısında uyuyakalmıştı. Ben de filmin sonunu getiremeden Marcus'un omzunda uyukladım. Orada olduğunu bilmek güzeldi.

***

"Alya, hadi uyan anneciğim." dedim.

İkinci dozu vurulduktan bu yana tam üç gün geçmişti. Doktorun dediklerini dikkate alıp Alya'yı okula göndermemiştim ama artık gitmemesi için bir sebep yoktu. Hala fazla uyuyordu ama neredeyse hiç baş ağrısı kalmamıştı. İlaçlarını düzenli olarak kullanıyor ve iyileşiyordu.

"Hadi ama, arkadaşların seni çok özlemiştir." dedim odasındaki perdeleri açarken. Ama o hala mışıl mışıl uyuyordu.

"Anne seni gıdıklayarak uyandırmak istemiyor." dedim muzip bir sesle. Oldukça derin bir uykudaydı.

Onun üzerini açtıktan sonra parmaklarımı karnına götürdüm ve gıdıklamaya başladım. Ama eğlenen tek kişi bendim çünkü Alya uyanmıyordu. Yüzüne dokunduğumda hızla elimi geri çektim. Çünkü Alya ateşler içindeydi. Resmen yanıyordu.

"Alya," dedim. Sesim titrekti. Belki de düşünmekten çekindiğim sona gelmiştim. "Alya!"

Continue Reading

You'll Also Like

732 122 8
"Ben Almina Soykar. Muhtemelen çok yakında bir seri katil tarafından öldürüleceğim. Bu ne zaman, nasıl ve nerede olur bilmiyorum ama şuan beni izledi...
2.8K 230 10
Kendime not: Zihnindekiler değil, Kalbindekiler unutulmaz olsun.
14K 1.1K 51
(final verdi, exstra bölüm geliyor) !SPOİLER İÇERMEKDE! Geçmişini geri kazanmak düşüncesi ile erkek kılığında Tokyo manji çetesine katılan Yui, bekle...
1M 35.7K 46
Bardağı geri tezgaha koyduğum esnada ensemde hissettiğim nefes ile çığlık atmak için ağzımı açtım. Ne yapacağımı önceden biliyor gibi eliyle ağzımı k...