Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat

By WattpadClassicsTR

17.7K 572 103

Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat, Tanzimat Edebiyatı'nın birçok türünde eserler vermiş yazarlarından Şemsettin Sami... More

II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XI
XII
XIII

I

8K 143 67
By WattpadClassicsTR

SÖZBAŞI   

 Aksaray'da ufacık bir oda. Tantanalı değil, ancak pek temiz döşenmiş bir odada, yüzünde bir güzelliğin yıkımları görünen, elli elli beş yaş(lar)ında bir kadın, minder üstüne oturmuş bir şey dikiyordu. Gözü dikişte, eli iğnede, ama zihni başka yerde olup bir şey düşünüyor; düşündükçe mahzun ve üzgün olur gibi görünüyordu.

    Zavallı yaşlı insanlar, geçmiş şeyleri hatırlarına getirdikçe mahzun olurlar. Çünkü, ömürlerinde geçirmiş oldukları sevinçli günlerini andıkları vakitte, o günlerin bir daha geri dönmeyeceğine yazıklanırlar ve çekmiş oldukları üzüntüleri hatırladıklarında, gönüllerinin yaralan tazelenir.

    Bu kadının karşısında on sekiz on dokuz yaş(lar)ında, yüzünde hâlâ tüy tüs yok, pek güzel, gecelik giysilerini giyinmiş bir genç oturmuş, başım eline dayamış ve yastığın üzerine bir kitap açmış, fakat gözlerini kitaba değil, karşısındaki duvara dikip derin derin düşünmeye varmış ve hayran hayran bakakalmıştı. Minderin karşısında bir sandalye üzerinde, ne yaşta olduğunu fark edemem, ancak yaşlıca görünür bir arap (1) kan oturmuş, yüzünü iki eline ve dirseklerini dizlerine dayamış; büyük bir şaşkınlıkla gözlerini kadından oğlana ve oğlandan kadına gezdiriyordu.

    Kadın, arabın bu türlü bakışını yan gözle gördüğü gibi, başını kaldırdı; arap ise renk vermemek için gözlerini kapıya doğru çevirdi, tavana doğru kaldırmaya, kısacası kadının ve oğlanın yüzüne bakmamaya mecbur oldu. Kadın o vakit yüzünü gence çevirip, öyle dalmış olduğunu gördüğü gibi:

— Oğlum Tal'at, ne oldu sana bu gün?

    Her zamanki gibi, okuduğun şeylerden bize bir şey söylesene. Baksana, dadı onun için bekliyor. Hem de dadı çok merak etti o hikâyenin sonunu dinlemeye... İşte bir saat var ki, bir sana bakıyor ki başlayasın, bir bana bakıyor ki sana söyleyeyim. Ancak, kendisi söylemeye utanıyor, dedi.

Dadı, sandalye üstünde kımıldanarak:

— Ha, ha, buyuk hanim eyi söyler, ben şok ister o hikâye dinlamak. Şok güzel hikâye... amma bakar kı, hanim dikmağa dalmış, bey duşunmağa varmış; ben de sukut eder (2) durur. Kuşluk işün hazır yemak var. Ahşama yabacak, amma vakit var bende... diyerek, sözü uzattı.

 Tal'at Bey, arabın anlamsız sözlerini dinlemeyip:

— Ah anneciğim, bilmem ne oldum, bu gün keyfim yok, dedi.

(1) Zenci, (2) Susar.

 — Allah'a emânet, oğlum nen var?

 — Bir baş ağrısı, bir sersemlik, bir...

 — Vah vah... Oğlum, hastalık şakaya gelmez, kendini bir hekime göstermelisin. — Aman buyuk hanim, bu hakımlar! Baş ağrisi hakim eyi yabmaz, okutmali ha? Baş eyi' olmak ister, baş agrisi gitmak ister, okutmali, ha ne ya hanim. Gaşan (2) sene bana nasil sitma galdi! Uş (1) ay sitma... Hakim galur gi-dar, hab (4) verir, hem ne hab! Zehir! Şok (5) defa boğazıma galdi. İlâhi yârabbi! Ne şakdi (6) ben o hab ile... Hab adamı eyi eder mi? Hab sitma-ya ne yabar? Sonra, Allah razı olsun, bizim abla galdi, beni gordi, tanimadi; o kadar ben zaîf oldi. Benim boyun ip gibi oldi... Abla aidi habi, attı pencereden... Beni aidi, Koca-mustafabaşa'ya goturdi. Orada bir herif var, amma onun nefesi menşur!8 Heb İstanbul ona gider. Amma sitma, yalniz sitma eyi eder o. Baş agrisine, başka şeye karişmaz. Beni okudi, bağladı... İşte bag hâlâ kolumda duruyor. Hiş o vakıttan beru ben sitma görmedi. 

 — Aa, dadı! O şeylere sen ben inanırız, şimdiki gençler inanmaz;boşuna yorulma.

— Aa! Ona kim (9) inanmaz? O her kımı (10) okudiysa eyi etti.

(1) İyi, (2) Geçen, (3) Üç,  (4) Hap, (5) Çok, (6) Çekti, (7) Zayıf,  (8) Okuyup üflemesi meşhur; ünlü, (9) Kim, (10) Kimi.

 O, kıtabla, heb kıtabla, kıtabdan okumuş; amma nefesi (1) de var. Haa, herkes okur, amma nefes başka şey...

 Dadı nefesle ilgili ne kadar söylese doymuyordu. Ancak ko (2) söylesin! Sâliha Hanım, bu türlü inanca çok önem vermediğinden, ara-bm yukardaki yanıtı verdikten sonra, ne o ve ne Tal'at Bey, dadının laklakıyatına (3) kulak asmayıp, birbirleriyle söyleşmeye başladılar: — Bu gün kaleme (4) gitme oğlum. Ayşe kadını eczahâneye gönderelim, bir hekim bulsun getirsin. — Aman vâlideciğim,(5) çok ehemmiyet (6) verdiniz. Bir şeyim yok; kaleme gittiğim gibi açılırım. Ne hekime iktiza (7) kalır, ne bir şeye.

 Tal'at Bey kalkıp giyinmeye gitti; giyinirken yüz bin hayâl zihnine gelir geçer.

(1) Okuyup üflemesi, (2) Bırak, (3) Boş sözlerine,(4) Çalıştığı devlet dâiresi, (5) Anneciğim, (6) Önem, (7) Gerek.

SÖYLEŞİ

   Ayşe Kadın, Tal'at Bey'in gitmesiyle birlikte, Sâliha Hanım'a yaklaşıp:

— İşte hanim, ben sana her gun söyler. Maşallah, Allah'a emanet, şocuğun (1) yirmi yaşına vardi. Şimdi evlendirmeli; eve galin gatirmeli. Allah hıfz eyleye(2), şocuğu aldadup da bir yere iç güveysi (3) alurlar ise biz ne yabar? Bir evde iki ihtiyar kadin... Galin evin şenliğidir. Bu şocuğu evlendirelim, dedi.

— Yok yok dadı, korkma. Benim Talat'ı görmez misin, ne kadar usludur? Beni ne kadar sever. Hiç o beni bırakıp iç güveysi olur mu? Hiç sen onu merak etme. O benim bileceğim şeydir. Tal'at daha çocuk! O yaşta çocuğu evlendirmek hatâdır.

— Ah hanim, bu İstanbul fena. Gızlar, hanımlar incecik birer yaşmakla şikar, gazer. Güzel şocuk gorur, âşnâlık eder.(4) Şocuk da ne kadar olsa şocuk, aldanur da ben korkar, hanim... Ben şok korkar. Bu gün Tal'at Bey şok duşunur. Hasta değil ha. Ben sana soyler hasta değil; amma başinda sevda var. İşte ben bunu hanima söyler. Yine sen bilür; ben böyle anlar.

(1) Çocuğun, (2) Tanrı korusun, (3) lçgüveyi, (4) İlişki kurar.

— Aaa dadı. sen de söylediğini bilmezsin. Gaybdan' haber vermek istiyorsun. Oğlum öyle şeylere aldanmaz. Yok yok, Tal'at'ım usludur. Ah, çok hoşnudum oğlumdan. Allahbağışlasın, zamane gençleri gibi değil. Ah! Merhum pederi (2) can çekişir iken Tal'at'ı iki gözünden öpüp bana, "İşte bu çocuğa beraber terbiye verecektik; lâkin ne çâre, bana kader müsâde etmedi; bunun terbiyesi sana kaldı. Tekâsül etme!"(3) diyerek, bir eli çocuğun yüzünde ve diğer eli benim elimde olduğu halde teslîm-i can eyledi (4). Tal'atçığım o vakit altı yedi yaşında idi. Bîçâre pederi ne kadar severdi. Zavallı, hasret gitti. Dâima Cenâb-ı Hakk'a dua ederdi ki, "Bu çocuğu terbiye edip okutmak için, hiç olmazsa, çocuk yirmi yaşına varıncaya dek bana ömür ihsan eyle!"(5) Ne çâre, kaderi öyle imiş; nur içinde yatsın! Hele bin kere hamd olsun, Tal'atçığım pederinin istediği üzere terbiye olundu. Ah dadı, Allah'a şükredelim, böyle çocuk İstanbul'da nâdir (6) bulunur, yahut hiç bulunmaz. Sorsana bir defa, komşuların çocukları böyle mi? Her gece evlerine gelirler mi?

(1) Gelecekten, (2) Babası, (3) İlgisizlik gösterme, (4) Canım Tanrı'ya teslim etti: öldü, (5) Bağışla,(6) Az.

— Allaha emanet, Allah bağışlasın, ben onu demez. Amma bizim mamlâkâtta şocuk on beş on altı yaşında evlenür. Heb böyle. Bu İstanbul'da otuz yaşında, kırk yaşinda evlenür. Tal'at Bey şimdi kaş' yaşindadir?

— İşte şimdi nisan çıksın, mayısın beşinde on dokuza basar. — Maşallah! Vakti gaşmiş. Bizim mamlâkâtta ola idi, dört sene evvel evlenür. Ah hanim, nasıl gaşiyor zaman! Nasıl gaşiyor zaman! Su gibi gaşiyor zaman! Ben galdi (2) iki sene gaşdi, Tal'at Bey doğdi.

— Demek olur ki, senin geldiğinden sekiz sene sonra ben dul kaldım.

— Ya...

— Tal'at'm babasını iyi bilirsin öyle ise.

— Nasil bilmez? Rahmet canina, şok eyi âdemdi (3). Ah melek gibi âdem! Hiş bir vakit bana bir fena soz söylemedi. Kaş sene oldi şimdi hanim ben galdi?

— İşte, yirmi bir sene oluyor.

— Yirmi bir sene! Ah yârabbi! İhtiyar oldi gitti.

— Kaç yaşmda varsın acaba dadı?

— Ne bilir ben hanim. Ben ufak kız idi. Mamlâkâtta ana var, baba var, karindaş (4), büyük kız karindaş, ev dolu benim. Bir gun ben başka kızlar beraber seyre şıkdi (5).Kasabadan uzak, uş saat, dört saat uzak... Orada uş (6) âdem galdi. Ecderha gibi at binmiş. Uzun sungu (7) elde.

(1) Kaç, (2) Geldikten sonra, (3) Adamdı, (4) Kardeş, (5) Dolaşmaya çıktık, (6) Üç, (7) Süngü.

Bizi aidi. Amma aldatti bizi, "Anaya gider, babaya gider," dedi. On gun, on beş gun gıtdik, Mısır'a galdik! Ah Mısır! Büyük kasaba, güzel. Başka kız Mısır'da satti. Beni aidi, gamiye kodi, Tunus'a goturdi. Tunus da güzel kasaba. Ah, Tunus'ta beni satti. Bir afandi (1) aidi. Buyuk afandi. Buyuk saray var, iki yuz (2) halayık arab... Bayaz...(3) Uşak, kul şok... Atlar ne kadar... Ne kadar... Kırk sofra, elli sofra kurulur her gun. Orada yirmi sene oturdi ben. Sonra azâd oldi. Buraya galdi. Şimdi kaş sene oldi, hanim aman?

— Peki, yirmi sene Tunus'ta oturdun, yirmi bir sene de burada, oldu kırk bir. Seni esir tuttukları vakitte kaç yaşındaydın?

— Ah hanim, ben ne bilecek? Ben kız idi. Ufacık bir kız. Mamlâkâti az hatırlar. Amma baba, ana beni şok sever o vakit. Bana ger-danlik yabmiş (4), küpe yabmiş, bilezik yabmiş. Hem gumuş, bayaz. Şok zengin var bizim mamlâkâtta... şok mal, deve, koyun, ne kadar... Ne kadar... Amma bu koyun gibi değil. Buyuk koyun bizde. Dört okka, beş okka süt, bir koyun.

— Demek olur ki tahminen on on bir yaşında olacaktın.

— Ha ha, öyle. On, dokuz, on bir ne bilur?

— Öyle olduğu hâlde elli elli iki yaşmda olacaksın, dadı. Lâkin göstermiyorsun. Genç gibi görünüyorsun. Maşallah, kuvvetin de var.

(1)Efendi, (2) Yüz, (3) Beyaz, (4) Yapmış.

— Şukur, şukur; amma ihtiyar ben şimdi hanim. Elli yaşinda! Ah ne yabalim, Allah iman bağışlasun. Mezara iman ile gitsin yârabbi! Ah bu dünya rüya(1) gibi gaşiyor. Âhiret bakî (2). Biz dünyaya dalar, Nekir Münkiri (3) unutur... Ah, ah yârabbi! Ne cavab verecak biz sana!

Dadı, hiç bir defa yaşmı hesap etmemiş olmakla, kendisini genç bilirken, elli elli beş ya şında olduğunu anladığı gibi, umutsuzluğa kapılıp, kendi kendisine, "Elli sene! Ah, elli sene! Ne vakit gaşti!" diyerek içini çekmeye ve dualar okumaya ve hanım yine dikişe başladı.

Tal'at Bey kapıdan girip:

— İşte ben gidiyorum anne, diyerek annesinin elini öptü.

— Nasılsın oğlum, baş ağrısı hafifleşti inşallah?

— Demin(ki) gibi değil.

— Oh, hamd olsun!

(1) Düş, (2) Öbür dünya sonsuz, (3) Nekir ve Münkir: günah ve sevap melekleri.

EVLİLİĞİN İYİ VE KÖTÜ YANLARI

 Tal'at Bey çıkıp gittiği gibi, dadı elli yaşını, mezarını, Nekir'i, hepsini unutup şöylece söze başladı: — Gal, hanim, bana bir karre (1) gönül yab. Şu çocuğu evlendirelim; bir galin eve gaure-lim. Ah ganc âdem (2) başka. Tal'at Bey burada, 0 güler; Tal'at Bey gider, o cehennem olur. Sen ihtiyar, ben ihtiyar. İhtiyar gülmez ki. Ah, ihtiyar ne gulsun! Bu gun burada, yarın mezarda... Ah, ben de ihtiyar! Elli yaşında âdem ihtiyar değil mi? Onun işun, ben gorur başimda bayaz saş şok(3). Aa, bu gun baş tara-dim, şok bayaz saş duşdi!

—E, ne yapalım dadı? Gelinler çarşıda satılmaz ki, çıkıp bir gelin satın alalım. Her şeyin vakti, saati var.

— Aa!.. Nişun? Heb âlem nasıl yabar, biz de oyle yabar. Sen farcayi (4) al, ben de başorti-si alur, bu gun bir mahalle, yarın bir mahalle gazer, gorur; kız bagandi, alur.

(1) Kere, (2) Genç insan, (3) Saç çok, (4) Ferace; kadınların giydiği bol ve yakasının arka kısmı eteklere kadar uzayan üst giysisi.

— Aa! Dadı, şimdi beni kızdırırsın. Yirmi bir sene var, beraber yaşıyoruz; tabiatımı' anlamadın mı? Hiç bir defa sormadın. Merhum kocam beni öyle mi almıştır? Ben bir kızı bükere görmekle ne tanıyacağım? Çehresini bile anlayamam. Sonra, gelin yalnız güzel mi olmak lâzım? Bir kız akıllı olmadıkça, afife (2) olmadıkça, tabiatı iyi olmadıkça, ben hiç onu kendime gelin yapar mıyım? Sonra, benim beğendiğimi, senin beğendiğini oğlum beğenir mi bakalım? Hep, âlem nasıl yaparsa biz de öyle yapalım, diyorsun.

 Lâkin görmez misin ki halkın çoğu bu gün evlenir, yarın kocası karısını yahut karısı kocasmı bırakır. Bin türlü rezalet olur. Olacak a, görmedik bilmedik bir kız alırlar, hiç sormaksızın bilmediği bir kocaya verirler. Acaba çocuk o kızla imtizaç edecek mi? (1) Beğenecek mi? Sevecek mi? Kız da onu isteyecek mi? Babası, anası buralarını hiç düşünmüyorlar.

— Kız ne bilür, şocuk ne bilür? Onlar câhil. Baba, ana onlara nasil emr eder, onlar oyle yabar.

— Aa! Yok dadı, öyle değil... Baba, ana, evlâtlarının iyiliğini isterler değil mi?

— Ha, oyle ya. Ana var ki kendi avlâdina fenalık ister? Allah esirga! (4)

— Ha, öyle olduğu vakitte baba ana, evlâtlarına nasıl iyi olursa, öyle yapmalıdırlar. Koca karısıyla, kan kocasıyla ömür geçirecekler, ev idare edecekler.

(1)Huyumu, (2) Namuslu, (3) Uyum sağlayacak mı, (4) Esirgesin.

 Evlâtları olacak, büyüte-çekler, terbiye verecekler. Birbirleriyle sevişmedikçe, imtizaç etmedikçe nasıl olur? Bu, bir gün değil, iki gün değil, bir ömürdür. Bir evde ki, koca ile karı arasında muhabbet (1) yok, o eve Allah imdat eyleye! Sonra evlâtları ne terbiye alacaklar, orasını düşünmeli artık... Hele hamd (2) olsun... Yüz bin kere hamd olsun... O saate... Ah! Ben de senin dediğin gibi evlenecektim. Dadı, ah! İşte on üç sene var ki, merhum kocamı kaybettim. O vakit ben kırk yaşında bir karıydım. Lâkin bin kere şükür! Yirmi üç yirmi dört sene beraber yaşadık... Ah, o ne yaşayış! O ne yaşayış, sen gördün a. Bir kere o benim gönlümü kırmadı, bir kere ben onun hatırını bozmadım. Bizim eğlencemiz ev idi. Ne onun Kalpakçılar'da gezmeye, ne benim Kâğıthane'ye gitmeye hevesim vardı. Biz birbirimizle konuşmakla eğlenirdik, biz kendi sohbetimizden hoşlanırdık. Hele Tal'at dünyaya geldikten sonra...

Ah! O ne saadet! O ne devletmiş! (3) Çocuk ne kadar sevilirmiş! Ama her çocuk öyle değil. Her baba ve ana çocuğunu öyle sevmez. Birbirini sevmeyen koca (ve) kan çocuklarını mı sevecekler? Tal'at iki yaşma geldi. Başka bir seviş! Başka bir eğlence! Beş yaşına vardı, bir başka muhabbet! Lâkin, ah! Kader istemedi...

(1) Aşk, (2) Tanrıya şükür, (3) Tâlihmiş.

 Kısmet değilmiş... Ah! Ne olurdu, kocam bir on beş senecik daha yaşayaydı! O vakit kucağında oynattığı Tal'atçığın bu gün okuyup yazdığım, mektebe, kaleme gittiğini, böyle ba-bayiğit olduğunu göreydi! O da memnun olaydı! Sâliha Hanım bu noktaya geldiği gibi, gözleri yaşla doldu; dudağı titremeye başladı; boğazı tıkandı; mendilini çıkarıp gözlerini sildi. Bir az sonra, gözlerini silerek, sesi titreyerek:

— Ah Tal'atçığım! Bugün hasta hasta kaleme gitti! Ah oğlum, ah! Ah, çocuğuma bir şey olursa! Ah bir hasta düşerse! Ah bîçâre ben! Allah kerem eyleye!

— Aa! Hanim, nişun öyle söyler? Sen şocuk gibi oldi. Allah emânet. Şocuğun bir şeyi yok. Bir az baş agrisi... Baş agrisi de değil a... Gançlik... İşte, gançlik hükmini yabacak... Ah hanim, heb ben sebeb oldi, seni ağlatti... Amma hanim, ben şok merak etti... Sen heb halk gibi evlenmedi. Nasil evlendi? Başka evlenmek nasil? Ben anlamaz...

Continue Reading

You'll Also Like

54.3K 2.8K 23
Evet, koskoca 384 sayfalık Açlık Oyunları, baştan sona Peeta'nın gözlerinden. Peeta'nın toplama gününden önceki hayatı ve Oyunlar, Katniss'e olan aşk...
616K 28.3K 70
T A M A M L A N D I √ Abimin arkadaşı konulu bir hikayedir. ~ 05...; Bir baksan gözlerime, anlayacağım her şeyi. 05...; Beni sevip sevmediğini. 05...
73.5K 4.2K 6
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek içi...
416K 15.5K 50
Gecenin bir vakti sıkılır ve bir numaraya yazarsın ama yazdığın kişi ülkenin zengin iş adamlarından biridir. Akif: Kimsin sen? Akif: Gece gece rüyand...