Kaçış yolu

By haccee

14.8K 910 1K

"Bedenen bir adamdan daha güçlü olmaman, onu yenemeyeceğin anlamına gelmez." *** "Senin için dans etmeyeceğim... More

Giriş
1. Bölüm: TANIŞMA
2. Bölüm: DOKUNULMAK
3. Bölüm: TEŞKİLAT
4. Bölüm: YEMEK
5. Bölüm: GÜÇ
6. Bölüm: KAÇIŞ
7. Bölüm: KUMARHANE
8. Bölüm: OTEL
9. Bölüm: ATIŞ POLİGONU
10. Bölüm: GÖREV
12. Bölüm: GEÇMİŞ
13. Bölüm: YALAN HABER
14. Bölüm: SİLAH ALIŞVERİŞİ
15. Bölüm: ZEHİRLİ DANS
16. Bölüm: ŞEHVET

11. Bölüm: KOKU

944 52 63
By haccee

11. Bölüm: "KOKU"

Dakikalar belki de saatler geçmişti. Artık zaman kavramını yitirmiştim, tek yapabildiğim karşımdaki kıza bakmaktı. Öyle ki bir kız bir odaya kilitlenmişti ve berbat görünüyordu. Gözlerindeki korku görülmeyecek gibi değildi. Onu böyle görmek içimdeki tüm duyguları alt üst etti. Bu durumda olmanın ne demek olduğunu bilirdim, hem de çok iyi bilirdim.

Ondan daha güçlü olan insanların zulmüne uğramıştı. Belki de kaçmak için elinden geleni yapmıştı ama başaramamıştı. Üstelik tek bir suçu vardı, o da babasının kızı olmasıydı. Aynı benim gibi.

Tek fark en azından bu kızın babası onu düşünüyordu. Kurtulması için elinden geleni yapıyordu. Benim babam ise tam tersiydi, beni umursamıyordu bile. Ne zaman umursamıştı ki zaten...

Savaş'la yan yanaydık, o benim gibi şaşırmış görünmüyordu. Kızı bu durumda bulacağımızı beklemiş olmalıydı. Sonuçta Çağrı Arslan bu kızı buraya getirmişti, o adamdan her şey beklenirdi. Bunu artık bende biliyordum. Bunun artık bende farkındaydım.

Korkuyla birkaç adım geriye gittim. O kızın yerinde ben orada olabilirdim. Düşüncesi bile o kadar korkutucuydu ki tenim buz kesti. Kaskatı kesilmiştim etrafımda olan bitenleri tam anlamıyla algılayamıyordum. Göz ucumla gördüğüm kadarıyla Savaş kızın yanına gitmişti ve kollarını çözüyordu. Yardım etmem gerekti, kızın korkmamasını söylemem gerekti. Ama yapamıyordum. Bu kızı bu şekilde görmek ve buradan kaçıp gideceğimizi düşünmek... Eğer ben Savaş'ı zorlamasaydım kızı burada bırakacaktık. Çağrı Arslan'ın elinde bırakacaktık. Eğer ben Savaş'a gitmeyelim deseydim bu kız burada kalmaya devam edecekti. Belki de daha berbat bir durumda olacaktı.

Derin bir nefes aldım ve kendimi kıza gitmek için zorladım. Şu anda bu kıza benim yardımcı olmam lazımdı. Savaş'ın ona dokunmasından rahatsız oluyordu, bunun farkındaydım. Halbuki Savaş sadece yardım etmeye çalışıyordu. Kıza ellememek için üstün çaba sarf ediyordu, aynı bende de yaptığı gibi. Kızın gözlerindeki korkuyu, endişeyi ve acıyı görünce midemin bulandığını hissettim. Saklamaya çalıştığım tüm duygular yine gün yüzüne çıktı. Unutmak istediğim o iğrenç yüz ve o gülümseme... Bu kızın yaşadıklarını düşündükçe senelerce saklamaya çalıştığım o karanlık anlar ortaya çıktı.

Nefesim sıklaştı yine de kendimi zorladım. "Savaş," dedim ve içimde biriktirdiğim anılardan dolayı sesim titredi. "Bana bırak. Ben yardımcı olurum."

Savaş bir şey söylemedi, kenarı çekildi ve kıza benim yardımcı olmam için yer açtı. Yavaşça yere doğru çöktüm ve kızın titreyen ellerini ellerimin arasına aldım. "İyisin," dedim buruk bir gülümsemeyle. "Korkma, seni buradan çıkartacağız."

Kızın gözleri benim harelerime takıldı ve ne kadar boş baktığını fark ettim. Öyle ki, sanki beni duymuyordu. Sadece gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Bu kıza tam olarak ne yapmışlardı emin değildim, ama her ne yaptılarsa onu mahvetmişlerdi.

"Korkma," diye fısıldadım. "Korkma."

Tepki vermedi, bir tür transın içinde olduğu o kadar belliydi ki. Dediklerimi algılayamıyordu bile. Parmaklarım benden izinsiz bir şekilde kızın yüzüne doğru yol aldı ve yanaklarından süzülen göz yaşlarını sildi. Gencecik bir kızın yaşamak zorunda olduğu bu olaya anlam veremiyordum. Hayatta bu tarz adamların olmasına da anlam veremiyordum. Hepsinden delicesine nefret ediyordum.

"Şimdi kalkmana yardımcı olacağım ve buradan çıkıp gideceğiz, tamam mı?"

Tepki vermese bile ilk kez gözlerinde gördüğüm o pırıltıdan cesaret alarak onu ayağa kaldırmaya çalıştım. Fakat o kadar güçsüzdü ki, onu ayakta tutmayı başaramadım. Bacakları bir tür silikondan yapılmışçasına kıvrıldı ve yere düştü. Tekrar ayağa kaldırmaya çalıştım, ama benim gücümün yetmeyeceğini fark ettiğimde hâlâ yerinde duran Savaş'a baktım. Benim halletmeme izin vermişti ve tepki vermiyordu. Onun yüzünde hâlâ içeri girerken yüzünde duran maske vardı. Ben ise çoktan çıkarmıştım, kızın benden korkmasını istememiştim.

"Savaş," diye seslendim ve Savaş'ın gözlerinin içine bakarak konuştum. "Yardımcı olur musun? Kız yürüyecek durumda değil. Onu kucağına almalısın."

Savaş'ın bakışları anlamsızdı. Ne düşündüğünü anlayamıyordum, ama bana bakıp duruyordu. Bir şeyler olacaktı, bugün bir şeylerin başlangıcıydı. Bunu o söylediği cümleden de anlamıştım. Her şeyin benim için geç olacağını söylemişti. Şimdi bunu düşünmenin sırası değildi, önce bu kızı buradan çıkarmalıydık.

"Hadi," dedim ve kendimden emin görünmeye çalışarak Savaş'ın gözlerinin içine baktım.

"Kızın yüzünü çıkardığın maskeyle kapat, tanınmaması gerek."

Hiç düşünmeden dediğini yaptım ve bunu yaparken benim tanınma şansımı umursamadım. Her şey o kadar hızlı bir şekilde oluştu ki, düşünmeme gerek olmadığı Kanaat'ına varmıştım. Önemli değildi. Kim beni tanıyacaktı ki zaten.

"Bir saniye bile yanımdan ayrılmayacaksın, anladın mı?"

"Ayrılmayacağım."

"Asel," dediğinde sesinde anlam veremediğim bir ton gizliydi. "Dikkat çekmeden çıkmalıyız. Başını yukarı kaldırma, kimsenin seni tanımasına izin verme."

Yüzünde o gördüğüm şey neydi, endişe miydi? Yoksa kendi planının mahvolmasından korktuğu için mi beni bu kadar uyarıyordu?

"Merak etme, dikkat çekmeden peşinden geleceğim."

Savaş önden kızla gidiyordu ben de onun arkasından ilerliyordum. Kendimi ilk kez hayatımda güçlü hissediyordum, çünkü bir kızın hayatının kurtulmasına yardımcı oluyordum. Seri adımlarla ilerliyorduk ki dans eden kalabalığın arasından geçmeye başladık ve gözüm sadece birkaç saniyeliğine bir kızın dans ederken takındığı gülümsemeye takıldı, o kadar güzel ve dertsiz görünüyordu ki... Hayran kaldım. Etrafındaki onca adama rağmen hiç çekinmeden dans ediyordu, benim tam aksimdi. Ben daha yeni dans ederken özellikle duvara yakın dans etmiştim ve etrafımda erkekler olmamasına da dikkat etmiştim. Sırf biri yanlışlıkla bile olsa bana dokunmasın diye.

Başımı kaldırmamla Savaş'ın oldukça uzaklaştığını görünce telaşa kapıldım. Dans eden bedenlere dokunmamak için olağan çaba sarf ederek aralarından geçmeye çalışıyordum ki ensemde bir nefes hissettim ve korkuyla nefesimi tuttum.

"Kimler varmış burada," dedi bir ses korkutucu bir tınıyla. "Savaş'ın esiri."

Bu sesi belki de sadece bir kez duymuştum, yine de tüm vücudumun kaskatı kesilmesine yetti. Bu sesi defalarca kez kabuslarımda duymuştum. Bu ses o adama aitti, Çağrı Arslan'a aitti.

Kaçmak istedim, bağırmak istedim, ama başaramadım. Çağrı Arslan'ın eli ağzımı sıkıca kapattı ve bedenimi kendi bedenine yapıştırdı.

Çırpındım ve elinden kurtulmak için dişlerimi eline geçirdim, ama bu bile onu etkilemedi. "Uslu dur küçük kız," dedi ve ses tonunda eğlendiğine dair o tını gizliydi. "Uslu küçük bir kız olursan, belki de sana dokunmam. Ne dersin?"

Tepki veremedim, korkuyla etrafıma bakındım. Birinin bu durumu fark etmesi için bakışlarımı o dans eden insanların yüzlerine çevirdim, ama hiç kimse bu durumun tuhaflığını fark etmedi. Bir adam bir kızın ağzını sıkıca kapatmış, kendi bedenine yapıştırmıştı ve kimse bunu tuhaf bulmuyordu öyle mi? İnsanlar görmek istediklerini görüyordu belki de, aynı o gece o arabaya kilitlendiğimde kimsenin arabanın içinde olanları fark etmediği gibi. Kimsenin çığlıklarımı duymadığı gibi... Yine aynı şekilde kimse beni duymayacaktı, yine aynı şekilde kimse beni fark etmeyecekti. Belki de görünmezdim. Gittikçe bulanıklaşan siluet gözlerime takıldı, içten içe Savaş'ın bir kez bile olsa dönmesini istedim. Dönüp benim yokluğumu fark etmesini istedim.

Dönmedi. Çağrı Arslan beni kalabalığın arasından bir odaya doğru sürüklerken fark etmedi. Bir kez bile arkasını dönmedi. Gözlerimi kapattım ve kendimi sakinleşmeye zorladım. Telaşa kapıldığım anda her şey biterdi, güçlü olmalıydım. Burası kalabalık bir ortamdı. Elbet biri beni görürdü, ya da Savaş gelirdi. Biri gelmek zorundaydı...

Bir odanın kapısı açıldı ve ben daha bir sonraki hareketim hakkında düşünemeden kendimi karanlık bir odanın içinde buldum.

Kapının kilit sesi duyuldu, beynim istemediğim o anıları gün yüzüne çıkardı. Nefesim sıklaştı ve korkuyla beni sıkıca tutan adamın kollarından sıyrılmaya çalıştım. Çırpındım ve var gücümle Çağrı Arslan'ın ellerinden kurtulmaya çalıştım, ama bir kez daha başaramadım. Aynı seneler önce de başaramadığım gibi yine benden kat ve kat güçlü olan bir insanın kollarından kurtulamamıştım.

"Sakin ol," dediğinde iğrenç nefesini boynuma doğru üfledi. "Çırpınıp durma. Acımam, anladın mı?"

Tırnaklarımı avuç içlerime geçirdim ve nefes almam için yalvaran ciğerlerimi titrek bir nefesle doldurdum. Korku, düşünme yetini yerle yeksan eden bir duyguydu. Korku anında belki de defalarca kez kendine tekrarladığın ve öğrettiğin şeyi unutabilirdin.

Savaş'ın söyledikleri belki de sadece bir hayalden ibaretti, çünkü hiçbir zaman bedenen daha güçsüz olan taraf kazanamayacaktı. Her zaman daha güçlü olan taraf güçsüzü ezecek. Söylediklerinin hiçbiri doğru değildi.

"Savaş senin için geri gelecek."

Beni sıkıca tutan kolu gevşedi ve ben daha bir atakta bile bulanamadan beni sertçe yeri itti. Sert zemin çıplak tenimle buluşunca hâlâ sıkıca elimde tuttuğum el çantam dikkatimi çekti. El çantamın içinde bulunan silah aklıma gelince tenim buz kesti. Ben silahı o kıza yardımcı olabilmek için el çantama koymuştum ve şimdi bu silahın varlığı bana daha önce hiç hissetmediğim bir şey hissettirdi. Kendimi güçlü hissettim. İçimde bir umut belirdi. Daha önce orada olmayan bir umut, sonra aklıma Savaş'ın bana söyledikleri geldi. Bedenen daha güçlü olmamam bir adamı yenemeyeceğim anlamına gelmezdi. Benden beklemediği bir hareketi yapıp onu hazırlıksız yakaladığım anda kaçabilirdim.

"Savaş Saraçoğlu hiçbir kız için geri gelmese bile senin için gelecek. Seninle işi bitmedi, o babanın yaptıklarının acısını tek tek senden çıkaracak." Keyif aldığı o kadar belliydi ki, bir kez daha karşımda duran adamdan korktum. Tanıdığım hiç kimseye benzemiyordu. "Söylesene küçük kız, yine öyle titreyecek misin?" Bana doğru bir adım attı ve titreyen ellerimle çanta askımı daha sıkı sarıldım. Ellerimin arasından kaymasından ya da çekilmesinden korktum. "Güzel kızsın, ama fazla ürkeksin. Söylesene Savaş'ın altında da böyle tir tir titriyor musun? Onun da fantezisi bu mu?"

Korkma Asel, korkma. Sakin ol. Aklını karıştırmasına izin verme. Söylediklerini dinleme. Seni etkisi altına almasına izin verme.

Bana doğru daha fazla yaklaştığını görünce titreyen ellerimle çantamın fermuarını açtım ve içinden silahı çıkardım. Hiç düşünmeden aramızda sadece birkaç santimetre olan adama nişan aldım. Savaş kendimi korumamı söylemişti.

"Yaklaşma." Sesim titredi, ama bir an olsun elimdeki silahın düşmesine izin vermedim. "Ateş ederim."

Çağrı Arslan korkmak yerine eğlenmiş gibiydi. Bir elini saçlarının arasından geçirdi ve yamuk bir gülümseme eşliğinde gözlerimin içine baktı.

"Ateş etsene," dedi ve göz kırptı. "Hadi bir ateş et, bakalım ne olacak."

Derin bir nefes aldım ve titreyen parmağımı tetiğe değdirdim. "Ederim."

"Kim öğrettiyse tüm adımlarını öğretmemiş." Daha ne olduğunu anlayamadan elimdeki silahı aldı ve benim unuttuğum emniyeti açarak namluyu bana doğru çevirdi. "Şimdi oldu."

Yüzündeki gülümseme gittikçe soldu ve silahın namlusunu başıma dayayarak beni arkaya doğru itti. Öyle ki kendimi birden boylu boyunca yerde buldum ve tüm umutlarım tek tek yok olmaya başladı. Ayağa kalkmaya çalıştım, ama ben daha hareket edemeden bedeni benim bedenimin üzerine kapandı. Bacaklarıyla bedenimi hapsettikten sonra silahı uzağa fırlattı. Korkutucu bir gülümsemeyle parmakları elbisemin düğmelerini tek tek çözmeye başladı. Bağırdım, çırpındım ve sesimi birinin duyması için dua ettim. "Bırak!"

Daha sesli bağır, aynısının olmasına izin verme. İstemediğini söyle, belki de istediğini sanıyordur. Belki de hareketlerini yanlış anlamıştır. Ya da bu elbiseyi giydiğin için... Tepki vermezsen insanlar istediğini sanacak, seni suçlayacaklar. Susma. Yine kapanma. İnsanlar giydiğin elbiseye, konuştuğun ses tonuna ya bağırmamana yoracak başına gelenleri. Buna izin verme.

"Dokunma! Bırak beni!"

Bırakmadı.

Dokundu, dokundu ve tekrar dokundu.

Parmak uçları benim çıplak tenime dokundu ve nefesim korkuyla kesildi.

Bulunduğum durumdan kaçmak için âdeta kulaklarım müziğin sesine yoğunlaştı. Dışarıdan gelen o iğrenç sesi, belki de hayatımın sonuna kadar bu an ile ilişkilendirecektim. Tavada tam anlamıyla dört tane leke vardı. İlk leke kapının sağ tarafındaydı. Büyük ihtimalle su akıntısından dolayı meydana gelmişti. Diğer leke ondan sadece birkaç metre uzaktaydı. Tuhaf bir şekli vardı, bir kalbe benzediği bile söylenebilirdi.

Tenime dokunan o el.

Beynimde yoğunlaşan ve bir türlü son bulmak bilmeyen o bağırışlar.

"Dokunma! Uzak dur benden! İstemiyorum! Dokunma!"

Defalarca kez tekrarladığım o kelimeler. Karşı tarafa hiçbir zaman etki yapmayan ve sanki tam tersiymiş gibi algılanan o sihirli kelimeler.

Yapma, dokunma ya da uzak duru yeterince demediysen seni haksız bulan insanlar gibi. O sihirli kelimelerin her zaman karşı tarafı etkilemediğini ve bir müddet sonra pes ettiğini anlayamayan o insanlar... O insanlar her zaman yargılayacak ya da suç bulacak bir şey bulurlardı...

'Dur demezsen,' senin bedenine izinsiz dokunan karşı tarafı haklı bulurlar. Ama dur desen bile yeterince söylemediğin için yine seni haksız bulurlar. Yeterince tepki vermediğin için, yeterince savaşmadığın ve sesin yeterince çıkmadığı için.

"Doku-Dokunma..." Sesim bir fısıltıdan ibaretti, ama duyduğundan emindim. Fakat o bu sihirli kelimeleri tam tersi anlamış gibiydi, çünkü elleri bana dokunmaya devam ediyordu. Üzerimdeki elbisenin düğmeleri tamamıyla açılmıştı.

Gözlerimi kapadım ve bir kez daha bu duruma katlanamayacağımın bilinciyle göz yaşlarımı serbest bıraktım. Bir kez daha buna izin veremezdim. Bir kez daha vücudum hakkında isteklerimin duyumsamazlıktan gelmesine dayanamazdım.

'Dokunma,' dokunma demekti. 'Uzak dur,' uzak dur demekti. 'İstemiyorum,' istemiyorum demekti. Ve hiçbir zaman tam tersi olmayacaktı.

Açılan bir kapı sesi kulaklarıma geldi, ama gelen kişinin beni kurtarmayacağı bilinciyle gözlerimi bile aralamadım. Gören kişi bu durumdaki tuhaflığı algılamayacaktı, algılasa bile Çağrı Arslan'a karşı gelmeyecekti. Yine de içimdeki küçük umutla "Yardım edin..." diye fısıldadım. "Yardım!"

Üzerimdeki ağırlığın yok olduğunu fark ettiğimde, daha yeni duyduğum seslerin anlamını algıladım. Birisi Çağrı Arslan'ı üzerimden almıştı.

Umut etmekten korksam da, bu sefer ettim. Kalbimin en derinlerinde çoğaldı umut... Bu sefer aynı sonla bitmeyeceği ve birinin beni kurtaracağı...

Gözlerimi araladım ve Çağrı Arslan'ın yakasından tutan Savaş'ı gördüm. Sinirliydi. Sonra tam karşımda Ecevit'i gördüm yere doğru eğilmişti ve ayağa kalkmam için yardımcı olmak istiyordu, ama elleri benden izinsiz bana dokunduğu anda "Dokunma!" diye refleksle bağırdım. Korkuyla ellerimi önüme siper ettim ve bana dokunmaması için gözlerinin içine baktım. Şaşırmıştı, ama dediğimi yaptı. Tek bir kelime bile etmeden arkaya doğru gitti. Onun evdeyken Savaş'a söyledikleri hâlâ aklımdaydı, Savaş'a bana dokunmasını söylemişti...

Elbisemin düğmelerinin açık olduğunu bildiğimden titreyen parmaklarımla düğmeleri iliklemeye çalıştım. Utanç vardı tüm benliğimde, sanki daha yeni olanlar benim suçummuş gibi... Savaş'ın peşinden gitseydim, oyalanmasaydım o zaman bu olanlar başıma gelmeyecekti. O zaman Çağrı Arslan bana dokunamayacaktı.

Titreyen ellerim birbirine girmişti sanki, bir türlü açık olan düğmeleri ilikleyemiyordum. Sonra onun sesini duydum, Savaş Saraçoğlu sertçe "Ecevit tut şu şerefsizi," demişti. Gözlerimi kaldırdım ve Savaş'ın gözleriyle karşılaştım. Bana doğru adımlar atmış ve dizlerinin üzerinde çökerek benimle aynı hizaya gelmişti. Elini bana doğru uzattı, ama dokunmadı. Gözlerimin içine bakmaya devam etti, sanki sessizce izin istiyordu. Gözlerimde ne gördü bilmiyorum, ama bir müddet sonra hiçbir şey söylemeden elimi kenarı ya çekti ve benim bir türlü ilikleyemediğim düğmeleri sonuna kadar ilikledi. Konuşmasını istedim, beni rahatlatmasını ve aklımdaki o iğrenç sesi yok etmesini istedim. Hiçbirini yapmadı, sadece gözlerimin içine baktı ve sinirle nefes alıp verdi.

"Ecevit," dediğinde sesi buz gibiydi, bir ruhu yok gibiydi. "Asel'i al ve güvenli bir yere götür."

"Polisler geliyor." Ecevit'in sesi telaşlıydı. "Seni burada bu adamla bırakmayacağım."

"Asel'i al ve güvenli bir yere götür!"

Savaş Çağrı Arslan'ın kan içinde olan yüzünü ellerinin arasına aldı ve bir saniye bile düşünmeden kafasını sert bir şekilde duvara çarptırdı. Sonra aynı hareketi tekrar yaptı. Bir kez daha ve bir kez daha... "Seni gebertirim," diye tısladığında alnında bir damar belirginleşmişti. Bir eliyle Çağrı Arslan'ın başını duvara doğru sabit tutarken diğeriyle de belinden bir silah çıkarmıştı.

Savaş'ın dudaklarına yerleşen soğuk bir gülümseme peyda oldu. Sanki şimdi yapacağından keyif alacakmış gibi bir hali vardı. Şimdiye kadar Savaş'ı hiçbir canlıya karşı bu şekilde davranırken görmemiştim, ama bu sefer farklıydı.

Ecevit beni çıkarmak için yanıma kadar gelmişti, ama onu dinlemiyordum. Önümde olan biteni izliyordum ve ne düşünmem gerektiğini kestirmeye çalışıyordum.

"Asel hadi, buradan çıkmalıyız. Polisler gelecek birazdan."

Kaşlarım istemsizce çatıldı ve endişeyle Ecevit'in gözlerinin içine baktım. "Ya Savaş?"

"O bir çaresini bulur, önce seni bir çıkartayım. Onu almak için de geleceğim."

"O da gelsin bizimle." Korkuyla Savaş'ın tarafına doğru baktım. Yine onsuz bir yere gitmek istemiyordum. "Onsuz hiçbir yere gitmeyeceğim."

"Ya sabır, hadi Asel gitmeliyiz."

Ecevit'i dinlemedim. Bunun yerine bakışlarımı kaldırdım ve Savaş'ın olduğu tarafa dikkatlice baktım. Sinirliydi, öyle sinirliydi ki yüz hatları tamamıyla değişmişti.

"Savaş," diye seslendiğimde sesim oldukça güçsüzdü. "Savaş."

Bakışları bana döndü ve dikkatle baktı. Tüm duygularımı görmesine izin verdim, onsuz gitmek istemediğimi anlamasını istedim. Sert çehresi yavaş yavaş yumuşadı ve derin bir nefes alıp verdiğini gördüm. Yerde uzanan Çağrı Arslan'a baktı, ardından cebinden bir telefon çıkardı ve birkaç şey yazdıktan sonra tekrar cebine koydu. Her kime ne yazdıysa önemli olmalıydı, çünkü yazarken kaşları hep çatılıydı.

"Asel'i çıkartacağım, sen burada Çağrı Arslan'ı almaya gelmelerini bekle. Kaçmasına izin verme."

"Merak etme, ben buradayım."

Savaş elini saçlarının arasından geçirdi ve kararsızmış gibi gözlerini yumdu. "İşi hallet, evde konuştuğumuz gibi. Plan devam ediyor."

"Savaş, yapma."

"Dediğimi yap Ecevit. Bu işin en kısa zamanda bitmesi gerek. Daha fazla vaktimiz yok. Başka bir yol aramaya çalıştıkça vakit kaybediyoruz." Ecevit'in cevap vermesini beklemeden bakışları beni buldu. Sadece birkaç saniyeliğinde yüzündeki tüm duyguları tekrardan gizlemeyi başarmıştı. "Gidelim," dedi düz bir sesle.

O kalabalıktan onsuz gitmek istemediğim için kapıdan çıkmamızla birlikte parmak uçlarım ceketinin kolunu kavradı. Sıkıca tuttum, kaybolmaktan ve yalnız kalmaktan korktuğum için. Savaş yaptığım harekete bakmak için sola doğru eğdi başını, birkaç saniye baktı ve ardından gözleri beni buldu. Tuhaftı, ama bakışları çok farklıydı. Sanki bu küçücük dokunuş bile çok fazla şey ifade ediyordu. Bir şey demedi, yavaş adımlarla beni kalabalığın arasından dışarıya yönlendirdi. Dışarı çıkmamızla birlikte adımları hızlandı ve birkaç metre ilerde olan arabaya yöneldi. Arabanın boş olduğunu görmemle: "Diğerleri nerede?" diye sordum.

"Kendini düşün."

"O kız?"

"İyi."

Daha fazlasını bilmeme gerek yoktu, iyi olduğunu duymuştum ya bu benim için yeterliydi. En azından onca yaşadığım şey boşa gitmemişti. Arabaya girdiğimizde daha yeni olanları düşünmemek için Savaş'ın her hareketini incelemeye başladım. Arabayı çalıştırırken elinde oluşan damarlardan başlayarak her hareketini inceledim. Sessizdi, fazlasıyla sessiz.

Araba bir otelin önünde durduğunda hemen çıkmak yerine gözlerini kapayarak arkaya yaslandı. Sanki sakinleşmeye ihtiyacı varmış gibiydi. Bir müddet sonra gözlerini araladı ve bakışları beni buldu. "Sana silahı kullan demiştim."

Dudaklarımı dişledim ve utançla "Kullandım," diye cevapladım. "Söylediğin gibi korkutmak için kullandım."

Derin bir nefes alıp verdi ve benim tarafa bakmadan kemerini çıkartarak kapısını açtı. "Beni takip et."

Başka hiçbir şey söylemedi, sadece onu takip etmemi istedi. Arabadan çıktım ve en son otele gittiğimizde olanlar aklıma geldiği için Savaş'ı tam arkasından yürüdüm. Yine aynı şekilde şeyler yaşamak istemiyordum, bir kez daha dayanamazdım. Savaş yine aynı şekilde söze başlamıştı ve kimlikleri uzatmıştı. Fotoğraftaki kişi Savaş'a benzemiyordu bile, o kadar farklı bir resimdi ki... Ve bu sefer yine farklı bir isim yazıyordu kimlikte, bu adamın kaç tane kimliği vardı acaba? Aras Demir yazıyordu ve benim kimliğimde ise yine aynı isim vardı. Yine anlam veremediğim bir soy isim vardı. Asel Yavuz yazan kimlikte benim resmim vardı. Bu Yavuz soy ismi Savaş'ın kullandığı isimlerden biri miydi? Neden soy ismimi değiştirme gereği duymuştu bir türlü anlam veremiyordum.

"Bize iki oda."

Anlam veremeyerek Savaş'ın gözlerinin içine baktım. "Biri daha mı burada kalacak?"

Telaşla etrafıma bakındım ve diğer odanın kim için olduğunu çözmeye çalıştım. Ecevit Savaş'ın dediği işi hallettikten sonra buraya mı gelecekti? Titreyen parmaklarımı birbirine kenetledim ve Savaş'ın gözlerinin içine korkuyla bakmaya devam ettim. Düşündüğüm şey olmaması için içten içe dua ettim. Beni yalnız bırakmazdı, değil mi?

"Merak etme, ayrı odalarda kalacağız."

Beni rahatlattığını sanıyordu, ama yanılıyordu. Kocaman olmuş gözlerimle Savaş'ın ceketini çekiştirdim ve bana bakması için onu zorladım. Bana bakmak zorundaydı, ben söylemeden anlamak zorundaydı. Onca yaşadığım şeyden sonra yalnız kalamazdım, Savaş'a ihtiyacım vardı. Onun beni koruyacağını bilmeye ihtiyacım vardı.

Bana doğru eğildi ve dikkat çekmek istemiyormuş gibi bir hali vardı. "Merak etme, bugün yalnız kalacaksın. Benimle olmak zorunda değilsin."

Bir şey söylememe izin vermeden tekrardan bakışlarını resepsiyondaki kadına çevirdi ve iki anahtarı aldı. Bugün başıma gelenlerden sonra beni yalnız bırakarak iyilik yaptığını düşünüyor olmalıydı, ama tekrar böyle bir olaydan sonra yalnız kalmaya hazır değildim. Kafayı yerdim. Düşüncelerimden ve aklıma gelecek onca kötü şeyden korkuyordum.

"Hadi gel," dedi ve onu takip etmemi beklemeden yürümeye başladı. Yavaş adımlarla onu takip ederken kalbimin sesi sanki dışarıdan duyuluyormuş gibiydi. Korku tüm bedenimi ele geçirmek üzereydi ve ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum. Kesinlikle yalnız kalmaya hazır değildim.

"Savaş," diye seslendim korkuyla. Bir odanın önünde durmuştu ve kapıyı açarak benim geçmemi bekliyordu. "Yalnız mı kalacağım?"

"Merak etme, yan odadayım. Bir şey olmayacak."

Derin bir nefes aldım ve tüm cesaretimi toparlayarak Savaş'ın gözlerinin içine baktım. "Benimle," diye başladım, sesim titredi, "benimle kalsan olmaz mı?" Bakışlarımı utançla yere indirdim ve yanaklarımı şişirerek sakinleşmeye çalıştım. "Yalnız kalmak istemiyorum," diye açıkladım. "Bu gece yalnız kalmak istemiyorum... Sen yine yatakta yatarsın, ben koltukta uyurum..."

Uzun bir süre sessizlik oldu, Savaş konuşmadı. Beni reddedeceğinden korktuğumdan bakışlarımı da kaldıramıyordum, hâlâ yere bakıyordum.

"Bana bak," dedi Savaş ve sesini ilk kez böyle sakin duydum. "Asel, bana bak."

Bakışlarımı kaldırdım ve korku dolu harelerim onun kahverengi gözlerine takıldı. Bakışlarıyla yüzümün her bir santimetresini inceledi, sanki emin olmak istiyordu. Sanki bunu gerçekten de isteyip istemediğimi çözmeye çalışıyordu.

Bir şey söylemedi, ama aheste adımlarla daha yeni kapısını açmış olduğu odanın içine girdi. Yüzümde küçük bir tebessüm oluştu ve bende onun peşinden içeri girdim ve kapıyı arkamdan kilitledim. Savaş yanımda olduğunda düşünmüyordum, ya da en azından daha az düşünüyordum. Kendimi güvende hissediyordum. Sanki o yanımdayken bana bir şey olmazdı. Sanki onun yanından ayrılmadığım müddetçe her şey yoluna girecekti.

Öylece odanın ortasında durmuş etrafıma bakındım. Ne yapmam gerektiğimi kestiremiyordum. Savaş çoktan yatağın kenarına varmış üzerindeki ceketi çıkarmıştı. Şimdi ise üzerindeki gömleğin düğmelerini açıyordu. Burada başka bir erkek soyunuyor olsa, çoktan korkmuş olurdum. Ama şimdi kendim istemiştim ve kendim kapıyı üzerimize kilitlemiştim. Savaş'la farklıydı, onun bana dokunmayacağından emindim. Kendi babamın vermediği değeri veriyordu sanki bana, ya da en azından beni anlıyordu... Savaş Saraçoğlu ben anlatmadan beni anlıyordu ve söylemeye korktuğum kelimeleri ben söylemeden duyuyordu. O adamın bana dokunuşlarını... Gözlerimi yumdum ve bugün başıma gelenleri sakince karşılayabilmek için derin birkaç nefes alıp verdim. Ama yine başaramadım. Banyoya girmek istiyordum, o adamın dokunduğu yerleri tek tek temizlemek ve o adamın tiksinç kokusundan kurtulmak istiyordum. Üzerimdeki bu elbiselerden kurtulmak istiyordum.

Savaş'ın bakışları beni buldu uzun bir süre beni inceledi. Ardından da daha yeni üzerinden çıkarmış olduğu gömleği eline alarak bana doğru uzattı. "Üzerini değiştir," diye emretti. "Önce banyoya gir yıkan ve sonra o üzerindeki elbiseden kurtul." Ben hareket etmeyince derin bir nefes alıp verdi ve sert bakışları beni buldu. "Hadi," dedi. "Saatlerce seni bekleyemem Asel, al ve söylediklerimi yap."

Sanki bu anda buna ihtiyacım olduğunu biliyormuş gibiydi. Sanki şimdi tam şu anda bu kelimelere ihtiyacım olduğunu biliyormuş gibi. Hiçbir şey söylemedim, sadece beynim tek bir şeye yoğunlaştı. Bana söylediklerini yapmalıydım. Elindeki gömleği aldım ve banyoya doğru seri adımlarla ilerledim, üzerimdeki bu elbiselerden kurtulmak istiyordum. Banyonun kapısından içeri girdim ve ardımdan kilitlemek üzereydim ki, Savaş'ın sesini duydum.

"Kapıyı kilitleme ve sıcak suyun altında oyalanma. Beş dakikan var Asel, beş dakika sonra o banyodan çıkmazsan ben girerim."

Sırtımı kapalı olan kapıya verdim ve derin bir nefes alıp verdim. Gözlerimi kapattım ve sakinleşmeye çalıştım. Savaş'ın yapmaya çalıştığını kendi babam bile yapmamıştı ve bunu neden yaptığını anlayamıyordum. Gerçekten de benimle işi bitmediği için mi beni bu derece iyi anlıyordu? Çünkü o bu cümleleri sarf etmemiş olsaydı, o zaman sıcak suyun altında kendime belki de saatlerce işkence edecektim. O adamın dokunduğu her yerin yanması için saatlerce kalacaktım... Daha fazla oyalanmamaya karar vererek üzerimdeki her şeyi çıkarttım ve kenarda duran çöpün içine attım. Bir daha bu elbiseleri görmek bile istemiyordum. Fazla uzun sürmeyen sıcak bir duşun ardından üzerimi kuruladıktan sonra Savaş'ın bana vermiş olduğu gömleği üzerime geçirdim. Fakat aynadaki yansımamı görünce dudaklarımı dişleyerek nasıl dışarı çıkacağımdan emin olamadım. Üzerimdeki gömlek kalçalarımı kapatıyordu, ama altımda iç çamaşırı olmadığı için de yine de korkutucuydu. Böyle onunla aynı odada kalamayacağımı bildiğimden sadece içinde elbiselerimin olduğu otel çöpünden iç çamaşırımı çıkardım. "Buna dokunmadı," diye fısıldadım aynadaki yansımama. "Buna dokunmadı Asel. Onun elleri buna değmedi. Değmedi. Ona ait hiçbir şey yok..."

İç çamaşırı da üzerime geçirdikten sonra derin bir nefes aldım ve banyonun kapısını açarak otel odasına girdim. Savaş'ı gözleri kapalı bir şekilde görünce içim rahatladı ve bir kez daha benim bedenimle ilgilenmediği için minnettar oldum. Aslında normali bu değil miydi?

Yavaş adımlarla koltuğa doğru ilerledim ve üzerindeki battaniyeyi görünce yüzümde küçük bir tebessüm oluştu. Bu battaniye daha yeni burada yoktu. Bir yastık ve bir battaniye koymuştu koltuğun üzerine. Yavaşça battaniyenin altına kıvrıldım ve Savaş'ın yattığı tarafa doğru baktım. Gözleri kapalıydı, ama uyumadığından emindim.
Belki de saatlerce Savaş'a bakmıştım. Gitmesinden korkmuştum, gözümü kapattığım anda yok olmasından ve bu odada tek başıma olmaktan korkmuştum. Beni bırakıp giderse fark etmemekten korkmuştum. Yalnız kalmaktan delicesine korkmuştum. Ve hâlâ da korkuyordum. Sonunda cesaretimi toparlayıp Savaş'ın yanına doğru ilerlediğimde kalbim göğüs kafesimden çıkmak istiyormuşçasına atıyordu. Korktuğum için yanına kıvrılacaktım ve tepkisinden korkuyordum. Sonunda yatağın yanına vardığımda sağ tarafın yorganını hafifçe kaldırarak içine kıvrıldım. Ondan tarafa doğru bir kez bile bakmadım. Bugün olanlardan dolayı korkuyordum ve utanıyordum. Yatağın bir kenarına usulca kıvrılmıştım ve sessizce nefes almaya çalışıyordum. Onu rahatsız etmekten korkuyordum. Onu rahatsız edersem beni burada tek başıma bırakmasından korkuyordum. Yanına yattığımdan haberi var mıydı? Yoksa gerçekten de uyuyor muydu?

Dudaklarımı dişledim ve derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Ama olmuyordu, bir türlü uykuya dalamıyordum. Çünkü korkuyordum. Çünkü Çağrı Arslan'ın bana dokunmuş olduğu o tiksinç yerler kendimden nefret etmeme sebep oluyordu. Odaya girdiğimiz anda ilk işim banyoya girmek olmuştu, ama Savaş kapıyı kilitlememe izin vermemişti. Kendime bir şey yapmamdan korkmuş olmalıydı. Banyodan çıktığımda ise o çift kişilik yatakta uzanıyordu ben de koltuğa geçmiştim. Ama o koltukta birkaç saatten fazla kalamamıştım ve şimdi Savaş'la aynı yatakta kendi isteğimle uzanıyordum. Kendi isteğimle, kurduğum bu cümlede kilit kelime bu kelimeydi. Bir adamın yattığı yatakta kendi isteğimle yatıyordum.

O gelmeseydi, Emir'in yaptıklarını yapacaktı. Savaş gelmiş olmasaydı, o zaman yine vücudumdaki izler çoğalacaktı. Yine benden izinsiz bir adam beni defalarca kez kendi zevki için kullanacaktı. İki adamın yüzü gözlerimin önüne geldi ve bir kez daha aklımı kaybedecekmiş gibi oldum.

Parmaklarım boynuma doğru ilerledi ve Çağrı Arslan'ın bugün dokunmuş olduğu o yere dokundu. Tiksintiyle tırnaklarımı tam o bölgeye değdirdim ve kendi canımı acıtmamı umursamayarak tenimi kanatana kadar yırttım.

Aynı işlemi bu kez koluma yaptım.

Sonra aynı işlemi tekrar ve tekrar yaptım, ta ki onun uykulu bir şekilde "Yapma," dediğini duyana kadar. Şaşkınlıkla kala kaldım ve o aynı kelimeyi tekrarladı, "Yapma," dedi bir kez daha. "Bunu kendine yapma."

Korku tüm benliğimi sarmıştı, öyle ki nefes alıp vermek artık çok zordu. Savaş bugün gelmeseydi olabilecekler bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Delirecek gibiydim, sanki aklım firar etmişti ve ben artık o olaylardan başka bir şey düşünemiyordum. Yine aynı şey başıma gelecekti, az kaldı yine aynı şeyler olacaktı.

"Bana- bana..."

Sırtım ona doğru dönük olmasına rağmen bana doğru yaklaştığını fark ettim. Nefesim sıklaştı ve görünmez bir el boynumu tutuyormuş gibi hissettim. Nefes alamadım. Göz yaşlarım yanaklarımdan aktı. Aldığım kısık nefesleri geri veremedim ve panikleyerek parmaklarım nevresimi sıkıca kavradı.

Bir kol belimi sıkıca sardı ve başını enseme gömdü. "Sorun değil," dediğinde sesi beni yatıştırmak ister gibiydi. "Korkma." Beni sıkıca kendine doğru çekti ve sakinleşmem için aynı kelimeyi kulağıma fısıldadı. "Yanındayım, yanındayım..."

Gözlerimi yumdum ve söylediği kelimeyi algılamaya yoğunlaştım. Ardından da derin birkaç nefes alıp verdim. Yanındayım demişti, bu sadece şimdi mi yanımda olduğu anlamına gelirdi? Yoksa yanımda mı kalacaktı?

"Gitmeyecek misin?"

"Gitmeyeceğim."

Bu kelime beni mutlu etmeliydi, etmişti de belki de. Ama bu mutluluk kısa sürmüştü, çünkü aklıma düşen düşünceyle panikledim. O da fark ediyordu, çok yakındı. O da o adam gibi korktuğumu fark ediyordu. Koklamıştı, beni koklamıştı. Bunu fark etmiştim ve şimdi o da fark etmişti.

"Onun gibi kokuyorum," dediğimde sesim titredi. Bu düşünceyle midem alt üst oldu. "O adam gibi kokuyorum."

"Hayır, sen gibi kokuyorsun..."

"Onun o tiksinç elleri, tiksinç nefesi... ben... ben..."

"Sadece sen kokuyorsun Asel, sadece sen. Ve sen istemediğin müddetçe tenine senden hariç kimsenin kokusu işleyemez. Anladın mı?"

"Eli," dediğimde sesim titredi. "Eli boynuma dokundu... Sonra tek tek düğmeleri açarak tenime değdi... Üzerime uzandı ve ben engelleyemedim... Onun kokusu tenime işledi ve çıkmadı... Çıkmıyor, onun o tiksinç kokusu gitmiyor."

"Onun kokusu tenine işlemedi." Sesi sertti. Sanki bu düşünce onu da sinirlendirmişti. "Asla ama asla o gibi kokmayacaksın."

"O gibi kokuyorum. O koku hep tenimde kalacak... ben... ben..." Kelimeleri doğru düzgün telaffuz edemiyordum. Nefes alıp vermek bu düşünceyle daha da zorlaşmıştı. "Onun gibi kokmak istemiyorum..." dediğimde göz yaşlarım bir bir yanaklarımdan süzülüyordu. "O adam gibi kokmak istemiyorum..."

Belimde olan kol sıklaştı ve beni sakinleştirmek istermiş gibi karnımı okşadı. Aldığı nefes çaresiz mi çıkmıştı, yoksa bana mı öyle gelmişti? Ensemdeki başı daha da yaklaştı ve kulağıma doğru "Tenine benim kokumun işlemesini ister misin?" diye fısıldadı. "Teninde sana ait olmayan tüm kokuları silmemi, sadece senin isteğinle tenine sinen koku olmamı ister misin?"

Sorduğu soruyu algıladığımda ne düşüneceğimi bilemedim. Sanki beynim bir an için tüm işlevini kaybetmişti ve sadece tek bir soruya yoğunlaşıyordu. Daha önce hiç hissetmediğim bir duygu oluştu kalbimde ve ilk kez değerliymiş hissi oluştu içimde. İlk kez bir erkek bana böyle bir soru sormuştu. İlk kez bir erkek benim fikrimi sormuştu.

Bir umut belirdi içimde ve bu umudun sesime de yansıdığından emindim. "Nasıl yapacaksın?"

"Güven bana." Sesi bir fısıltıdan ibaretti. "Korkma, istemediğin hiçbir şey yapmayacağım. Sen dur dediğin anda duracağım."

Ses vermedim, cevapta vermedim, ama o anladı. Ne demek istediğimi anladı. O kokunun vücudumdan gitmesini istediğimi, onun gibi kokmak istediğimi anladı. Yavaşça belimden tutarak ona bakmam için beni yönlendirdi. Göz göze geldiğimizde ilk kez gözlerinde anlam veremediğim bir duygu gördüm. Öyle derin bakıyordu ki gözleri, sanki her şey yoluna girecek korkma demek istiyordu.

Parmak uçları boynuma değdi ve korkulu gözlerimle onun gözlerinin içine baktım. Sanki beni ürkütmekten korkuyormuş gibiydi, öyle ki dokunuşları bir tüyden hafifti. Ona ait olan gömleğin düğmelerini tek tek açtı, ama bunu yaparken gözleri bir kez bile olsun açılan tenime bakmadı. Bunun yerine gözlerimin içine bakmaya devam etti. Parmakları usulca tenimde dolaştı... Sonra gözlerimin içine bakarak sanki benden izin istedi. Ne için izin istediğini anlamasam da gözlerimi yumarak ona güvendiğimi belirttim. Beklemediğim şey ise sadece birkaç saniye içinde ıslak dudaklarını boynumda hissetmekti. Dudakları usulca tenime değdi, yavaştı oldukça yavaş. Sanki bana dokunmasının ardındaki sebebi benden zevk almak değildi de, bana iyi gelmekti. Ve ilk kez bu iki dokunuş arasındaki farkı anlıyordum. İlk kez bir adamın benden zevk almak için değil de bana iyi gelmek için dokunmasına şahit oluyordum. Dudakları usulca boynumdan aşağıya doğru kaydı ve bu hareketiyle gömleğimin biraz açılmış olmasını fark etsem de gözlerimi açmadım. Ona güveniyordum. Onun ben dur dediğimde duracağını biliyordum. Bir müddet sonra derin bir nefes alarak kokumu içine çekti.

"Sadece sen kokuyorsun, sadece sen."

Gözlerim kapalı bir şekilde söylediği cümleyi onayladım. "Sadece ben kokuyorum, sadece ben."

Ve bu cümleyi söylemenin bana ne kadar iyi hissettirdiğini anladım. Öyle ki ilk kez sanki tenim gerçekten de arınıyordu. Sanki ilk kez tenimdeki tüm o pislikler tek tek siliniyordu.

"Evet, sadece sen." Sonra dudakları iç çamaşırımın biraz üstündeki noktaya küçük bir öpücük kondurdu. "Ve iznin olursa, biraz da ben kokuyorum."

Uzun bir süre söylediği cümleyi düşündüm ve dudakları hâlâ tenimdeyken "Sadece sen ve ben kokuyorum..." diye fısıldadım utançla. "Sadece sen ve ben."

***
Not: Tatilde olduğumdan yeni bölüm geç geldi, bundan sonra daha erken gelecektir.

Bölümü nasıl buldunuz? Bu bölümde en çok sevdiğiniz cümle ya da sahne ne oldu?  Yorumlarınızı okumak için sabırsızlanıyorum.

Sizleri seviyorum güzellerim. Sevgilerle,

Hatice Merilay Günay❤️

Continue Reading

You'll Also Like

970K 60.5K 39
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, cinsel istismar, psikolojik ve fizik...
5.8M 192K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
80.6K 3.6K 22
~Yeşim Deniz ~ Kendisi hayatını yaşıyor sanarken daha gerçek hayattı ile bile tanışmaması gerçeği fakat hayatı olan adam Alaz Karadağ onu 7 yıldır ta...
682K 45.4K 31
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...