Papatyalar Karanlıkta Büyür

By kariabenam

769K 47K 81.9K

Soğukkanlı bir seri katille yolu kesişen bir kız... Üstelik kaderleri ortaktır ve sır perdesi aralanana kada... More

I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XII
XIII
XIV
XV
XVI
XVII
XVIII
XIX
XX
XXI
XXII
XXIII
XXIV
XXV
XXVI
XXVII
XXVIII
XXIX
XXX
XXXI
XXXII
XXXIII
XXXIV
XXXV
XXXVI

XI

17.1K 1.1K 1.1K
By kariabenam

Oy verip yorum yapmayı unutmayın.

Musmutlu, sağlıklı, huzurlu bir yıl diliyorum çiçeklerim. Seviliyorsunuz.

Keyifli okumalar.

XI

O gece korkunç rüyalar gördüm ve kasılmalarımdan dolayı gecenin yarısı yaramın ağrısına uyandım. Rüyaların etkisi o kadar çarpıcıydı ki gerçek dünyanın varlığını idrak edemedim. Sağımdaki pencereden soğuk ve karanlık kış gecesine bakarken kabuslarım bir perdeye yansımış gibi gözümün önünden geçiyordu. Ölen o iki kişinin yüzü, dün öldürülen görmediğim kadının olmayan yüzü ve babam… Gökhan’ın kız kardeşine dair hiçbir kesit yoktu. Kabusların ve yaramın ağrısı yüzünden alnımdan saç diplerime ulaşan bir tere bulanmıştım. Ruhuma kara bulutlar çökmüştü. Üşüdüğümü hissedince üzerimdeki örtü gözüme fazla ince göründü.

Aradan çok geçmedi ki Gökhan karşımda belirdi. Ne ara geldiğini bilmesem de ürkmedim. Gözlerim ona yavaşça kayınca sanki gelmesini zaten bekliyormuşum gibi göründüğümü düşündüm. Kapının aralık olduğunu fark etmedim.

Kapıya baktığımı görünce, “Ses çıkmasın diye açık bıraktım,” diye açıklama yaptı. “Berbat görünüyorsun.” Tok sesi odada dolaştı. Daha önce şiir okuyup okumadığını merak ettim çünkü sesi buna oldukça elverişliydi. Eğer okumuşsa çok şaşırırdım.

Kapının üst tarafındaki mavi renk gece lambası alnımdaki terleri parlatıyor olmalıydı. Seslice yutkundum. “Ağrım var,” dedim onu umursamadan. Başımı yeniden cama çevirdim. Sızlanmak istiyordum fakat yanımda o olduğu için dişlerimi sıkıp çenemi kapattım.

Gökhan yanıma doğru yürürken ben yatağın kenarındaki düğmeye basıp yatak başlığını kaldırdım ve yarı oturur pozisyona geldim. Dizlerimi karnıma çektiğim sırada Gökhan elinin tersini terli alnıma dokundurdu. “Ateşin çıkmış,” dedi bıkkınca, yüzü ifadesizdi. Konuşmaya halim olmadığı için susup kafamı yastığa yasladım. Gökhan’ın masanın üzerinde bir şeylerle uğraştığını gördüğüm halde dönmedim.

Elinde ucunda iğnesi olmayan enjektörle birlikte yüzünü bana döndü. “Kolunu uzat,” diyince örtünün altındaki kolumu sorgusuz sualsiz çıkardım. Kolumdaki kelebeğin ucunu açıp enjektörün içindeki ilacı sıkmaya çalıştı fakat kolum acıdı. Hafifçe inleyince geri çekti. “Damar yolun kapanmış, yenisini açmam gerek. Acıyabilir.”

Yüzüne baktım. “Kurşunla yaralanmış birisine mi söylüyorsun?” Cümlemi bitirmemi bekleyip arkasına döndü. Yeni bir kelebek çıkarıp yatağın üzerinde cansızmış gibi duran elime eğildi ve elimin üzerine parmağıyla dokunarak uygun damarı aradı. Birisinde karar kırmış olmalı ki ince, küçük iğneyi açıp derimden içeriye geçirdi. Bunda bir sorun yoktu, ta ki iğneyi derimin altında bir o tarafa, bir bu tarafa çevirinceye kadar. Derin bir nefes alıp gözlerimi yumdum. “Damarı bulduğunu emin misin yoksa sınama yanılma yolunu mu kullanıyorsun?” dedim hissettiğim acıya rağmen sakinlikle.

“Damarların çok ince, Balaban.” Alt dudağını ısırmış halde işine odaklanmıştı. Gece lambasının ışığında saçlarının bir kısmı maviye boyanmıştı. “Tamamdır,” dedi doğrulurken. Hala öteki elinde duran enjektöre yeni açtığı damar yoluna enjekte etti.

“Geç soruyorum ama bu ilaç neydi?” Üzerime çöken müthiş umursamazlık konuşma şeklime de yansımıştı, oldukça yavaş konuşuyordum.

Çöpün altındaki aparata ayağıyla basıp açtığını, elinde kalan atıkları attığını gördüm. Sabahki kıyafetlerini değiştirmişti, üzerinde eşofman değil, takım elbise vardı ama ceketini çıkarmıştı. Bu detayı yeni fark etmem dış dünyaya yavaşça döndüğümü gösteriyordu. “Hamdi Kırağı’nın ailesi ile görüşmeye mi gittin?”

“Evet,” diye yanıtladı kısaca. “Başka bir yere uğradığım için takım elbise giyindim.” Güzel… İçimden geçen soruları ben dillendirmeden, beni yormadan cevaplaması iyiydi.

“Anlat o zaman.” Algılarım konunun önemi sayesinde yavaştan çözülüyordu.

Gökhan isteksizliğini bariz bir şekilde belli etse de camın altındaki kanepeye kendini yorgunca bıraktı. Saatlerce ayakta olduğunu, sürekli bir yerlere gidip geldiğini hatırlayınca hak verdim. “Anladığım kadarıyla ailesi adamla sık sık tartışıyormuş. Onlar zorlamasa işe bile gitmeyeceğini iddia ediyorlar. Ailesi ile vakit geçirmiyormuş, işten geldiği gibi uyuyor ya da maç falan izliyormuş. Başka hiçbir bilgi yok.”

“Bu kadar mı yani?” dedim şaşkınlıkla. “Peki Hatice ile bağlantısı? Ya da Hatice’nin annesi?”

Gökhan başını iki yana salladı. “Karısı klasik kadın şüpheciliğiyle kocasının başka bir kadınla konuşabileceğini, ilgisizliğinin, kendi halindeliğinin sebebinin de bu olabileceğini ileri sürdü ama çocukları buna ihtimal vermiyor. Adamın telefonu genelde evdeki küçük çocuğun elinde olurmuş.”

“Bu noktada kayıtlara bakmamız gerek, değil mi? Sosyal medyaları olmalı.” Oturuşumu düzlettim ve hala üşümeye devam ettiğim için örtüyü yukarıya çekiştirdim. “Hatice’nin sosyal mecralarda aktif olduğuna adım kadar eminim.”

Kafasını salladı. “Baktım ama Hamdi ile hiçbir konuşması yok. Annesinin de kendisinin de. Ne sosyal ağlarda ne de SMS yoluyla. Birbirlerine dünyanın öteki uçlarında yaşayan insanlar kadar yabancılar.”

Sinir dolu sert bir nefes verdim. “Çok saçma,” diye söylendim. “Erkek orospusunun bulmacadan anladığı bu mu? Rastgele seçilmiş, bağlantısı olmayan üç insanı seçmek pek bulmaca gibi değil. Elimizde ne var? Cinayet silahı ve üç ölü sadece.”

“Araştırmaya devam etmekten başka çaremiz yok,” diye omuz silkti. “Ama ben arada bir bağlantının olduğunu düşünüyorum.”

“Bana kalırsa aynı şehrin havasını solumaktan başka ortak noktaları yok.”

“Bir anne, bir kız ve onlardan bağımsız gibi duran bir adam. Anne ile adamın yaşları yakın ama kaçırılma olayı ile karşılaştıracak olursak baban ve kız kardeşime uygun olarak adam ve Hatice. Babanla kız kardeşimin bir rol model olup olmadığını anlamamızın tek yolu var.”

“Neymiş?” dedim hem aksi hem de meraklı bir tavırla.

“Bir sonraki cinayeti beklemek.” 

“Ne demek,” diye fısıldadım korkuyla. “Bir sonraki cinayet de ne demek?”

“Bağlantılar çok zayıf. Sadece bu olayla bulmacanın ipuçlarını yakalamamız imkansız. Bu da demek oluyor ki cinayetlerin devamı olacak.” Kirli sakallarını sıvazladı, kafasını koltuğun sırtlığına yasladığında adem elması mavi ışığın altından bile belirdi.

“Kendimi kum torbası gibi hissediyorum,” dedim önüme dönüp. Kollarımı dizlerime koyarak yüzümü yasladım. “Birinci yumrukta daha toparlanamadan bir yenisi geliyor. Öyle ki ara sıra babamın hala bir kayıp olduğunu bile unutuyorum.” Derin bir nefes verdim. “İnanılmaz.”

“Unutmanın diğer sebebi kabullenmek. O dengeyi iyi kurmalısın.” Ona bakmıyordum ama kımıltısız oturduğunu göz ucuyla görebiliyordum. Belki haklıydı, belki değildi. Kendimi tartışmaya açık hissetmiyordum. Hiçbir şeyin anlamı yok gibiydi. Sorgulamanın, düşünmenin sonu yoktu. Haklıydı, bir sonraki cinayet bize bir ipucu verebilirdi ama o ipucunu bu yolla alacaksam, ömrümün sonuna kadar almamayı tercih ederdim. “Aç mısın?”

Yanağımı kolumun üzerinden çekip çenemi dizimin üzerine koydum. “Hayır.” Kollarımı da ayaklarımın çevresine doladım.

“Bir şeyler yemen gerekiyor, ne kadar çabuk toparlarsan flashın içindekini o kadar çabuk öğrenirsin.” Üstü kapalı anlaşması bana sökmedi.

Kafamı çevirdim ve “Ben çocuk değilim,” dedim ona ters ters bakıp. “Canım bir şey yemek istemiyor.”

“Tamam, uyu o zaman.” Aynı ses tonuyla konuşmuştu. Neden bu kadar sakin olduğunu merak ediyordum. Onun öfkeye bakış açısı neydi de kendini bu kadar iyi kamufle ediyordu?

“Uyumak da istemiyorum. Tek bir öneri daha sunarsan şu demiri sana fırlatırım,” dedim yanımdaki serumu asmak için kullanılan çift uzantılı metal direği kaşlarımla göstererek.

Gözlerini kırpmadan yüzüme bakıp güldü. “Seni kurşun değil, asabiyet hasta ediyor, Balaban. Sinir tedavisi olmayı denedin mi?”

Tavana bakıp ofladım. Uğraşmak için uygun zaman değildi fakat cevap vermek istemediğimi bildiği için üstelediğinin de farkındaydım. “Bu seni neden ilgilendiriyor?” Kendisi hakkında konuşmuyorsa beni deşmemeliydi.

Omuz silkti. “Atak geçirmek gibi bir durumun varsa haberim olmalı, değil mi?” Öylece ona baktığımı görünce ekleme gereği hissetti. “Cinnet geçirip saldırmanı istemem.”

Dün bana kullandığı cümleyi ona karşı kullandım. “İtiraf edeyim, mantıksız mantıksız konuşmak sana hiç yakışmadı, Tunalı.” 

Bunu anladığı için güldü, gözleri kısıldı ve beyaz, köpek dişleri birazcık daha uzun olan düzgün dişleri göründü. Yanağındaki gamze kısık ışığın altında gölgede kalıyordu. “Her şeyi böyle kafandaki kasetine mi sarıyorsun?”

“Açığını bulmak için yapmayacağım şey yok,” dedim ve yatağın başlığını aşağı indirdim.

“Güzel, bu yeteneğini şifreleri bulurken de görmek isterim,” dedi ve ayağa kalktı. Siyah kumaş pantolonundan çıkardığı telefonumu uzattığında önce yüzüne, sonra da telefona baktım. “Telefonunu aşağıda unutmuşsun. Bunu hissetmiş olmalı ki iki pezevenk zır zır aradı.”

“İki pezevenk mi?” dedim kaşlarımı çatıp telefonumu elinden alırken. Tereddütle sordum. “Kimi kast ediyorsun?”

“Hayatında kaç pezevenk var?” Cevap beklercesine yüzüme baktı.

“Pekala.” Parmaklarımı çıkarıp saymaya başladım. “Belki Çınar,” dedim Batur’un son imasından sonra. “Batur ve sen.” Kısa bir süre bekledim, sesimi temizledim. “Silah doğrultmanı bekliyorum.”

İlk önce ifadesizce yüzüme baktı. Alt dudağının kenarına dilini koydu, sonra güldü. “İma ettiğin buysa söyleyeyim, bana küfür ettiği için şimdiye kadar kimseye zarar vermedim. O kadar boş bir adam değilim.”

“Buna çok emin olamıyorum,” dedim onu şöyle bir süzerken. Sonra elimdeki telefona döndüm ve cevapsız çağrılarda Batur’a verdiğim ‘şeref yoksunu’ lakabını görünce geri arama gereksinimi duymadan telefonu komodinin üzerine koydum.

“Bu galiba senin sorunun.” Eliyle alnıma yeniden dokundu, bu kez dokunuşu öncekinden daha sertti. İçten içe kızıp kızmadığını merak ettim. Kendini bir şeytan gibi saklamayı, başka kılıklara girmeyi çok iyi beceriyordu. Dile getirilmemiş pek çok sözü derin nefes alışıyla belli etti ve bana bir açıklama yapmadan az önce oturduğu koltuğa geri oturdu. Hemen üzerindeki camdan dışarıya bir saniye kadar baktım. Şafak yeni yeni söküyordu. Dışarıdaki sessizliği neredeyse içimde hissettim.

“Uyuyacağım,” dedim ikaz edercesine.

Ayaklarını açarak rahat bir pozisyonda oturmuştu ve dirseğini koltuğun kolluğuna koymuş, işaret parmağını da çenesinin altına yerleştirmişti. Tek kaşını kaldırdı. Bu sessiz bir ‘ee?’ demekti.

“Yani odadan çıkman gerek.” Yatağın içine yerleştim ama kafam ona dönüktü. “Yanımda sen varken uyuyamam.”

“Seni izleyeceğimi falan mı sanıyorsun?” Bu adam neden gözlerini nadiren kırpıyordu? “Havale geçirip tahtalı köyü boylamak ister misin?”

“Tam olarak onu yapacağına emin olduğum için ve yanımda yabancı biri varken uyumak istemeyeceğim için çıkmanı istiyorum. Ayrıca havale falan geçirmem, git hadi.” Kabusların etkisi geçince gözlerimin etrafının sızlamaya ve ağırlaşmaya başladı. Gamze gelene kadar uyusam bile yeterliydi.

Gökhan dudak büzüp ayağa kalktı. “Rahatsız oluyorsan senin bileceğin iş.” O kapıya doğru yürürken camdan dışarısını seyrettim fakat kapıyı yine kapatmadı.

Kendime onu düşünürken buldum. Tuhaf bir adamdı, bir yanı buram buram tehlike saçarken diğer tarafı zarar vermeyeceğini hissettiriyordu. Ona bir güven duymam mantıklı değildi, duymuyordum da. Geçmişi ortadaydı ve karakteri oturmuş bir insanın kendisini tamamen değiştirmesi de mümkün değildi. Nitekim artık kiralık katil olmasa da birilerini öldürüyor olması bu varsayımımı doğruluyordu.

Fiziksel özelliklerine diyecek lafım yoktu. Genel kitleden daha büyük kitleye hitap edecek yüzü ve fiziği vardı. Kusursuza öylesine yakındı ki bir insan olduğuna inanmayan biri çıksa o kişinin aklıyla alay etmezdim. Bakışlarının ürperttiği kadar etkilediği de kendimden saklayamayacağım bir gerçekti. Her hareketi, bakışları bile o kadar kendine hastı ki bir başkasına rastladığımı hatırlamıyordum. Fakat karakter açısından ciddi kusurları vardı, bir katildi ve bu onarılmaz bir delikti. Güldüğünde dahi samimi olup olmadığını anlayamıyordum. Neye öfkelendiğini, zaaflarını, fobilerini ya da sevdiği hiçbir şeyi bilmiyordum. Onunla geçirdiğim süreyi başka biriyle geçirmiş olsaydım hakkında pek çok bilgi edinirdim ama söz konusu o olunca işler ters dönüyordu. İnsanları iyi gözlemleyen ben, onun saydamlığı karşısında tıkanıyordum.

Her gözümü kapatışımda gözleri siyah arka planda belirdiği için beklediğim vakitte uyuyamadım ancak şafak tamamen söktüğünde uykuya dalmıştım. O süreçte Gökhan bir kez gelip ateşimi kontrol etmişti ve ben uyuma numarası yapmıştım.

Uyandığımda hava bozuktu, odanın içinin kasvetli oluşu da bundandı. Uyandığım kelimesi biraz eksik kalıyordu. Uyandırıldım, Gökhan tarafından. Gözlerimi açar açmaz kollarını bağlamış bir halde, bıkkın bakışlarla bana bakarken buldum onu. İlk kez Gökhan’ı bu kıyafetlerle görüyordum. Siyah ince bir tişört, düşük bel, tişörtüyle aynı renk eşofman giyinmişti ve saçları hafif dağınıktı. Hiç yeni uyanmışa benzemiyordu. Gözlerimin şişmemiş olması için dua ettim.

Gamze de Gökhan’ın yanında durmasına rağmen uyku sersemliği yüzünden onu yeni fark edebildim. “Günaydın Merve,” dedi Gamze gülümseyerek.

Kendimi geceye, düne göre çok daha iyi hissediyordum. Yatağın başlığını kaldırmadan oturabildim ama Gökhan’ın verdiği ilaçtan mı olduğunu ayırt edemiyordum.”Günaydın,” dedim kelimenin son hecesini uzatırken. “Ee neremize takılacak çip?”

Bu beklenmedik soru karşısında Gökhan kendimi tutmayıp güldü ve başını iki yana salladı. Kim bilir aklına ne gelmişti. Gamze gülmesini bastırıp cevap verdi. “Gökhan henüz söylemedi.”

“Ameliyat gibi mi?” diye sorduğumda başını iki yana salladı. Elindeki çantayı açtı ve iğneye benzeyen bir alet çıkardı, Gökhan’a uzattı. “Senin takacağını sanıyordum.”

Gamze omuz silkti. “Gökhan takacağı yeri kendisi seçecek.”

Gökhan iğnesi kalın olan malzemeyi aldı ve bana, “Kafanı eğ,” dedi. “Ensenden yukarıya, saç dibine takacağım.”

“Gökhan başparmağınızla işaret parmağınız arasına taksanız daha mantıklı değil mi?” diye sordu Gamze tereddütle.

Gökhan direkt, “Hayır,” dedi. “Orası kolayca fark edilebilir.” Çipi elindeki alete yerleştirdi, küçücük bir şeydi.

“Harika, büyük baş hayvanlar gibi çip de taktırıyoruz. Ayrıca ben sana neden güvenip çip taktırıyorsam?”

“Vurulduğun ve korktuğun için olmasın?” Kafamı eğip saçlarımı yukarıya itmesine müsaade ettim ve kalın iğnenin tenimi delişine hazırlandım fakat bir iğne kadar anca acıttı. Derimin altına pirinç kadar çipi yerleştirdiğinde kafamı kaldırdım. Normal olarak azıcık sızlamıştı, o kadar.

Gamze’nin çipi takması için arkasını dönmeden evvel, “Yerini iyice anladın mı?” diye sordu ve Gamze olumlu bir cevap verdi.

“Otur Gökhan, oraya yetişemiyorum,” diye yakındı. O ses çıkarmadan yatağımın kenarına oturarak isteğini yerine getirdi ve Gamze de işini halletti.

Gökhan’ın yukarı ittiği saçlarımı düzelttim. “Alışıksındır sen, bana bu çipi gerektiğinde nasıl kullanacağımı öğret.”

Gökhan göz devirdi. “Silah kullanmayı öğreneceksin önce.”

“Ne?” diye sordu Gamze şaşkınlıkla. Bu tepkisi beni düşündürdü. Başımıza açılan işi bilmiyor muydu?

Bu kez tek tek konuştu. “Merve’ye silah kullanmayı öğreteceğim.” Gamze’ye bakarken gözleri bana kaydı fakat bir saniye bile sürmedi.

“Neden?” dedi Gamze tüm bu olanlara anlam veremiyormuş gibi. Bilseydi böyle bir tepki vermezdi herhalde. Kahverengi, örgü desenli bir kazak elbise giyinmişti. Belindeki siyah kemer epey kalındı.

“Gerektiğinde kullansın diye.” Sorgulamaları Gökhan’ın canını sıkmış gibiydi ve bunu belli etmekten de gocunmuyordu.

“Gökhan,” dedi Gamze ciddiyetle. “Onu kendi dünyana çekemezsin.” Yüz ifadesinin her hattına sinen belirgin bir korku vardı. Bu reaksiyonu bana Gökhan’ın karanlık dünyasının büyüklüğünü düşündürttü.

“İsteyerek kimseyi çektiğim yok Gamze. Hemen evham yapıp beni germe.” Odadan çıkmak için arkasını döndü. “Sadece bir tedbir. Artık aşağı kendi başına inmeye alışsan iyi edersin, Balaban.”

Gamze bana döndü fakat konuşmadık. “Birazcık iyi anlaşsanız,” dedi kararsızca. “Sizden iyi bir şeyler olur gibi.”

Kaşlarımı çatıp Gamze’nin ne denli ciddi olduğunu tarttım. “Güzel şakaydı,” dedim en sonunda ve zoraki bir kahkaha attım. Üşüyen ayaklarımı ısıtmak için birbirine sürttüm.

Derin bir nefes verdi. “Şaka değildi.” Etrafa bakındı, yanındaki masanın üzerinde duran ilaçları kontrol etti.

Onu duymazlığa vermenin en doğru karar olacağına karar verdim. “Banyo yapmak istiyorum,” dedim neredeyse bir haftanın kirini her yerimde hissedince. Gece de terleyince kendimi daha çok pis hissetmiştim. “Artık yapabilir miyim?”

“Hayır canım, iki hafta daha yapmaman gerek.” Doğru duyup duymadığımı anlamak için söylediklerini kafamın içinde heceledim. “Ama saçlarını yıkayabilirsin.”

Yanaklarımı şişirdim. “Bel altımı yıkayıp üzerimi de ıslak havluyla silsem olmaz mı? Gerçekten, dayanılır gibi değil. Kendi kokuma tahammül edemiyorum.”

“Tabi, bir de Gökhan’ın senin kokunu almasını istemezsin,” dedi muzip bir ifadeyle. Hafifçe gülümsüyordu.

“Ne?” dedim şaşkınlıkla. “Gökhan’ın kokumu alması umurumda değil. Ben kendimi temiz hissetmek istiyorum.” Ki söylediklerim kesinlikle doğruydu. “Adı üstünde, öz bakım. Hem sen çöpçatan olmaya mı karar verdin?”

Gözlerini dehşetle açtı. “Hayır tabi ki, sadece Gökhan’ın tavırlarını biraz farklı buluncu umut doğdu. “Hazel’den sonra… Gerçi bana kalırsa Gökhan Hazel’e aşık değildi.”

“Sen arkadaşını tanımadın mı? Aşık olacak son insana bile benzemiyor,” dedim kendimden emin.

“Doğru, birine güvenmesi ona aşık olmasından çok daha değerlidir çünkü Gökhan kolay kolay kimseye güvenmez. Abisi hariç ailesine bile güvenmez.”

“Anlaşılan o ki sana da koşulsuz güveniyor.” Kaşlarımı kaldırıp ağzımı sımsıkı kapatarak cevabını bekledim.

Bildiği bir şeyi söylemişim gibi başını gocunmadan salladı. “Evet, güveniyor fakat Gökhan bunun o kadar iyi olduğundan emin değil.”

“Neden?”

Omuz silkip dudak büktü. “Birinin bana zarar vereceğinden endişeleniyor.”

“Özel olmazsa bir şey sorabilir miyim? Gökhan asla anlatmaz da.” Kafasını anlayışla salladı. “Ne zaman ve nasıl tanıştınız?”

Hafifçe öksürdü ve geçmişe döndüğünü belli edercesine gözlerini kıstı. “Yaralanmıştı ve ben o zaman stajyerdim. Sahte kimliği vardı ve bilinci açıktı, yürüyerek başında siyah bir şapkayla acile girdi ama kanaması çok fazlaydı. Kimliğini uzattı fakat ben sahte olduğunu anladım. Birine söylemek yerine Gökhan’a söyledim. Bilinç kaybı yaşıyorsa yanlış kimlik verme ihtimali var diye de bilincinin açık olduğundan emin oldum. İnkar etmeden kimliğinin sahte olduğunu kabul etti ama nasıl olduysa beni sahte kimlik bilgileriyle hastane kaydı oluşturmaya ikna etti. Gökhan genelde doğruyu söyler, açığı yakalanınca inkara girişmek gibi zavallıca işlere başvurmaz. O zaman da aynısını yaptı.” Omuz silkti. “Belki anlamışsındır, onun sanki özel bir gücü var. Karşısındakilere istediğini yaptırabiliyor. Her neyse. Pansumanını yaptım, sonra polisler geldi ve kaçmasına yardım ettim. Polisler içeriye girdiğinde beni köşede baygın halde buldular.”

Kaşlarımı çattım. “Seni bayıltmak planın parçası mıydı?”

“Kesinlikle. Aksi halde suçlu konumuna düşerdim ve geleceğimi yakardım. Gerçek manada bayılmam gerekiyordu. İşte böyle tanıştık ve gördüğün gibi derdini çekiyorum. Aramızda bir yaş var ama yine de küçük kardeşim gibidir.”

“Sen ona nasıl güvendin peki? Bence onun sana güvenmesi değil de senin ona güvenmen tuhaf.” Gamze’nin güvenilmeyecek bir yönünün olduğunu düşünmüyordum ama aynı şey Gökhan için geçerli değildi.

“Aslında bakarsan ben tehlikeyi seven bir insanım.” Yüzümdeki çarpılmış ifadeyi görünce güldü. “Evet evet, hiç belli etmem ama izlediğim filmlerden ötürü karanlık dünyaya karşı bir ilgim vardır. Galiba bu yüzden o gün Gökhan’a yardım ettim ve hala daha ediyorum.”

Karnım guruldadı. "Anlattığın için sağ ol. Şaşırdım doğrusu,” dedim ayaklarımı yataktan çıkartıp yeni alınmış pandufları giymek için ayağımı yukarıya çekerek. Karnım yaralı olduğu için iki büklüm olmamaya dikkat ettim.

“Ben banyoya senin için temiz çamaşır bırakırım,” dediğinde minnet dolu bir tebessüm gönderdim.

Banyoya girmek istedim ancak hem Gökhan silah kullanmayı öğreteceğinden hem de çok acıktığımdan sonraya erteledim. Gamze koluma girdi ve birlikte aşağı indik. Mutfağa girerken Gökhan için ‘su aygırı’ demesi kahkaha atmama sebep oldu. Gökhan ocağın başında, ayaktaydı ve benim kahkahamı duyunca kafasını bize çevirdi ve bana baktı. “Kaynaşmışsınız,” diye mırıldandı ve tavada ne pişiriyorsa onu çevirdi, yan profiline baktığım için çevirdiği şeyi göremedim.

Gamze benim adıma da konuştu. “E yani, ileride daha da kaynaşırız.”

Benim anladığım imasına karşılık Gökhan tek kaşını kaldırıp Gamze’ye baktı. “Boş konuşma günün galiba.”

“Doğru bildin.” İlerideki masaya oturduk, Gökhan masayı hazırlamıştı ve eksiksiz göründüğü halde hala ne yaptığını bilmiyordum. Ta ki krepleri hepimizin tabağına bırakana kadar. “Gökhan çok maharetlidir,” dedi Gamze krepine çikolata sürerken. Bense yanıt vermeden peynir koydum ve bir lokma ısırdım.

“Çatal bıçak diye bir şey var, Balaban. Tanıştırmamı ister misin?” Bileklerini masaya koymuştu ama elleri değmiyordu.

“İstemez,” dedim ters ters. İnadına gözlerinin içine bakarak dürüm haline getirdiğim krepi yuttum. “Sen insanları hep böyle küçük mü görürsün?”

“Küçük görmedim, sen fazla alıngansız. Özel günün mü yaklaştı?” Tabağındaki krepi çatalıyla böldü ve bir parçasını ağzına attı.

Fazlasıyla ciddi sorduğu sorusuna karşılık göz devirdim ve ağzımdaki lokmayı yuttum. “Bayağı bilgilisin galiba,” dedim alayla.

Kaşlarının üzerinden bana baktı. “Gamze sana Hazel’den bahsetmiştir.” Ne demek istediği gayet açıktı, anladım. Canın cehenneme, mendebur… Bunun üzerine daha konuşmadık ve kahvaltımızı ettik.

Gökhan ağzını peçeteyle sildi ve ayağa kalktı. “Kalk, Balaban.”

“Ben daha yemeyi bitirmedim. Sen git, gelirim.” Emir vermeseydi onunla birlikte kalkacaktım.

“Tamam, arka bahçedeyim. Gamze yolu gösterir,” dedi ve mutfaktan çıktı. Bir on dakika daha kaldık ve Gamze o sürede bana işindeki garip bir olayı anlattı. Gerçekten de tuhaftı ve beni arka bahçeye götürene kadar kafamı meşgul etti.

Gökhan’ı geniş arka bahçede, soğuk havada bulduğumda masaya dizdiği silahlardan birinin şarjörünü dolduruyordu. Üzerime montumu giyinmiş olsam da çıplak bacaklarımı yalayan rüzgar dişlerimi tıkırdattı. Dönüp bakmadı ama geldiğimizi anladı ve işinden kafasını kaldırmadan, “Öncelikle tabanca kullanmayı öğrenmen gerek,” dedi ve ben yanına varır varmaz elime tabancayı tutuşturdu. Gamze’yse biraz daha yaklaşmak yerine kapının girişinde durup kollarını gövdesinde birleştirerek izlemeyi tercih etti.

Karşımızda, uzak mesafede kağıttan adamlar dikiliyordu. Omzuma dokunarak beni o tarafa dönmeye zorladı. Kollarımı tutarak kaldırdı. Çapraz arkamdaydı, değmese de bedeninin sıcaklığını hissediyordum.  “İki elinle tut.” Kollarımın duruşunu düzeltti “Hedefe şuradan bakman gerekiyor,” dediğinde gösterdiği yerden baktım. “Adamın kafasından vuracaksın. Derin bir nefes al ve ateş etmeden önce kendini silahın geri tepmesine hazırla.” Sıcak nefesi kulağımın arkasına çarpıyor, beni ürpertiyordu. Gözlerimi çabucak yumup açtım ve çalışmaya odaklandım. “Aynı anda hedefe, dengede kalmaya odaklanmak zorundasın. Baktığım gibi bak,” dediğinde arkama dönünce burnum kirli sakallarına değdi. Bir an algım kayboldu. Önüme çabucak döndüm. “İlk atışı birlikte yapacağız.” Elleri ellerimin üzerindeydi ve parmağıyla tetiğe basmamı sağladı. Hedefin tam kafasının ortasından vurmuştuk. Kocaman gülümsedim.

Gökhan güldüğümü görünce kafasını iki yana sallayarak sırıttı ve dudaklarını yalayıp tekrar işine odaklandı. “Şimdi tetiğe bas,” dedi, elini çekti ancak hala arkamdaydı. Silah sessiz sayılacak bir şekilde patladı. Uyarısını dikkate aldığım için geriye düşmedim ve hedefe vurmayı başardım. Sevinçten zıplamak istedim ama bunun için erkendi.

“Etkileyici,” dedi Gökhan memnuniyetle. “Ama atışlarını refleks kadar iyi güçlendirmen gerekiyor. Tekrar vur, ilerideki hedefe vurmaya devam et, sonra bir sonraki hedef kağıdına geç.”

Kenara kaydı ve atışlarımı seyretmeye başladı. Her hedefe el alışkanlığı kazanana kadar vurdum fakat en uzaktaki kağıtta biraz zorlandım. “Yoruldum,” dedim havada asılı kalmaktan ağrıyan kol kaslarımı boştaki elimle sıkıp. Gamze iki saattir antrenman yaptığımızı seslendi. Eğer başarısız atışlarım olsaydı sürenin bu kadar çabuk geçtiğini hisseder miydim, bilemiyordum.

“Tamam, son bir şey,” dedi ve ben ne yaptığını çözmeye çalışırken o karşıma geçti. Masanın üzerinde duran teneke içecek kabını başının üzerine koyunca şoke oldum.

“Saçmala,” dedim nefes almayı hatırladıktan sonra. “Hedefi tutturmayabilirim.”

“Neredeyse tüm hedefleri tutturdun,” dedi ikna eder gibi bir sesle. Yüzündeki ifade isteğini yerine getirmemi emrediyordu.

“Neredeyse.” Tek fakat bir o kadar da hayati öneme sahip kelimesini cümlesinden seçerek ayırdım. “İstisna olabilirsin. Hayır bunu yapmayacağım.”

Kafasının üzerindeki minik kutuyu indirdi, karşıma geldi. Yüzümüzün arasındaki mesafe bir adımında kapanacak kadar kısaydı. Lacivert gözlerinin etrafındaki hareleri görebiliyordum. “Yapmak zorundasın. En iyisi olmalı, bu konuda benim kadar kusursuz olmalısın,” dedi ve bir adım gerileyip kollarımı atış için yukarı kaldırdı. Silahı tutan ellerimin üzerine elleriyle bastırdı. “Korkaklık mı edeceksin, Balaban?”

“Alnını ortasından seni vuracağımdan korktuğumu düşünüyorsan, evet korkuyorum.” Ellerimi indirmeye çalıştım ancak izin vermedi. Sımsıkı tutmuştu.

“Şunu yap, kendine güven. Ben zaten karşındayken silahın açısının doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu anlayabilirim.” İtiraz edeceğimi anlayınca tek kaşını kaldırdı. “Bunu yapacaksın, Balaban. Kurtuluşun yok.” Birkaç saniye inatlaşır gibi sessizce birbirimize baktık ama karlı ifadesinden kaçış yok gibiydi.

Yanaklarımı şişirerek uzun soluklu ofladım. “Tamam, geç şuraya,” dedim öfkeyle. Bu adam ciddi anlamda kontrol manyağı olmalıydı. Her istediğini yapabileceğini, kendisine zarar gelmeyeceğini falan mı düşünüyordu? Her iki sorunun cevabı da açıktı: evet.

Az önceki konumundan daha uzak noktaya geçince itiraz ettim ama elbette dinlemeden bildiğini yapı. Teneke kutuyu başına koydu ve dimdik, kıpırtısız bekledi. Boyu olduğundan çok daha uzunmuş gibi geldi. “Elinin titrememesi gerek, iyice odaklan. Karşında düşmanının olduğunu varsay.”

Silahı gözümün önünden çekerek yüzüne baktım. “Pek da yanlış bir varsayım olmaz.”

Sert bakışlarla baksa da hafifçe gülümsedi. “Bu daha iyi. Şimdi silahı ateşle.”

Derin bir nefes aldım ve karşımdakinin Gökhan değil de, o gece evime giren ve bana zarar veren kara gölge olarak hayal etmeye çalıştım ama ellerim titriyordu. Tüm dikkatimi vermeme rağmen kendimi olmayan bir şeye inandıramıyordum. Karşımda düşmanım yoktu ve kafasındaki hedefi vuracağım birini başkasının yerine koymak mümkün değildi. En sonunda kollarımı yenilgiyle indirdim ve yanımdaki masanın üzerine silahı atarcasına bırakıp Gökhan’ın beni durdurmasına müsaade etmeden karnımdaki yaraya rağmen şaşırtıcı hızla yürüdüm, evden içeriye girdim. Elektrikli şömineye en yakın koltuğa yığıldığımda bile titremem geçmemişti. Az sonra Gökhan ve Gamze içeriye girdi. “Öğrendiklerini uygulaman içim seni bir çatışmanın ortasına mı atmam gerek?”

Zorlamasına gerek yoktu çünkü isteğini yerine getirmem imkansızdı. Parmağım ne zaman tetiğe değse Gökhan’ı kafasından yanlışlıkla vurduğumu hayal ediyordum ve bu beni titretiyordu.

Gözlerinde katı bir ifade vardı ama aynı ifade yüzünde yoktu. Gamze araya girdi. “Ben gidiyorum, size iyi eğlenceler.” Kafasını Gökhan’a çevirdi. “Bir şey olursa ararsın.”

Gökhan hiçbir tepki vermedi, kafasını bile sallamadı. Gamze salondan çıkarken o çaprazımdaki koltuğa oturdu. “Bana anılarını anlatsana,” dedim konuyu az önceki silah çalışmamıza getirmesin diye. Ayrıca kafamı dağıtmaya, titrememi dindirmeye de ihtiyacım vardı. Tamamen doğaçlamaydı, böyle bir soru soracağımı ağzımdan çıkana kadar ben bile bilmiyordum.

Fakat Gökhan biliyormuş gibi tepkisiz kaldı. “Kayda değer hatıram yok.”

“Senin mi? Aksiyon filmlerine taş çıkartacak birikimin olduğuna eminim.” Ayaklarımı koltuğa uzatmak istedim fakat birazdan banyoya gireceğim aklıma gelince yapmadım.

“Aksiyon filmlerindeki gibi mi olduğunu sanıyorsun?” Yüzünde alay vardı, sanki böyle düşündüğüm için aptal görmüştü.

“Evet, öyle sanıyorum. Senin gibi o dünyanın içinde değilim sonuçta.” Soğuktan sıcağa girmenin etkisiyle burnum aktı. “Ee, öldürdüğün adam başına kaç para alıyordun?”

Gözlerini kıstı ve ben bu sorudan hiç haz etmediğini anladım. “Bu sorular çizgiyi aşıyor.”

Dudak büktüm. “Pekala, Hazel’i anlat bana o zaman.” Sorgularcasına bakınca soruyu genişlettim. “Onun gibi kibar, tatlı bir kız seninle nasıl sevgili oldu merak ediyorum. Hazel biraz şey olarak bilinir,” yüzümü buruşturup uygun kelimeyi bulmaya çalıştım. “Cici kız gibi. Pembe rengine bayılır mesela. Hatta o başlı başına pembedir. Kırılgan, sevimli ve dost canlısı.”

“Hazel’e aşık olmadığından emin misin?” dedi ismini kullanarak. Galiba bir tek bana soy ismimle hitap ediyordu.

“Elbette eminim. Ne o? Sorudan mı kaçıyorsun?” Kaşlarımı kaldırdım. “Yoksa aşk acısı mı çekiyorsun?”

Gökhan yüzünü buruşturdu, bir an kusacağını sandım. “Bunları Hazel’e sorman daha mantıklı.”

Kafamı ağır ağır salladım. “Peki,” dedim yavaşça ve kısık tonla. “Sen neden o tarz bir kızla sevgili oldun? Yani çok tuhaf geliyor. Hava ile toprağın birleşmesi gibi. Bence herkes merak ediyordur.”

Nereden çıktığını anlamadığım kara it Gökhan’ın kucağına hızla çıktı. Onun başını okşarken yüzüme bakıyordu. “Galiba benim tam zıttım olan birinin beni düzeltebileceğimi düşündüm.”

“Bildiğim kadarıyla Hazel psikolog değil.” Ensemden yukarıdaki çipe dokundum.

“Evet ama gözlemlediğim kadarıyla bir psikologa göre bu işi daha iyi yapıyor. Aslında kısmen beni düzelttiğini söyleyebilirim ama büyük bir değişim yok.” Bir an duraksadı. Bana söylemek istediği bir şey varmış da vazgeçmiş gibi geldi ama kendisi istemediği takdirde konuşturmanın bir yolu yoktu.

“Buna inanıyor musun gerçekten?” Kaşlarını çatarak devam etmemi bekledi. “Senin karakterin zaten oturmuş, şu saatten sonra sen istesen bile değişemezsin.”

Yarı yarıya katıldığını belli edercesine kafasını iki yana eğdi. “İnsanın hayatının dönüm noktası olan şeyler aslında insanı değiştiren şeylerdir. Ve bazen hayatta tek bir dönüm noktası olmaz.”

“Neyini değiştirmek istiyorsun mesela?” diye sordum takıldığım konuya değinerek ama ben bir sürü özelliğini sayabilirdim.

Başını yana eğdi. Köpeği de Gökhan’da pür dikkat bana bakıyordu. “Bu kadar yeterli,” demesiyle sohbetimizin bittiğini kavradım ve koltuktan yavaşça kalktım.

Panduflarımı tahta parkede sürüye sürüye ilerledim ve basamakları çıkarken tırabzanlara tutundum, daha şimdiden kollarımın müthiş derecede hamladığını fark ettim. Birkaç gün kollarımı kaldıramayacağımdan emindim. Önce banyoya, sonra altımdaki kıyafetlerimi çıkartıp duşakabine girdim. Belimden altını Gökhan’ın duş jeli ve top şeklindeki lif yardımıyla yıkandım ve bu bile rahatlamama yetti. Kendimle birlikte içeriye aldığım havluyu sıcak suyla ıslatıp ulaşabildiğim her yerimi sildim ve çıktım. Gamze’nin önceden getirdiği yeni iç çamaşırlarını, litralı kumaştan üretilmiş pijamamın altını giyindim. Şampuanı alıp kafamı lavaboya sokmuştum ki Gökhan kapıyı tıklattı. Doğrulup kapının üzerindeki anahtarı çevirdim ve yeniden lavabonun önüne gittim.

“Banyo yapmadığını umuyorum.” Kapının eşiğinde dikilişi, benim yine lavabonun önünde olmam bana ilk karşılaştığımı günleri hatırlattı.

Suyu açıp ısınmasını beklerken, “Hayır, sadece silindim,” dedim. Bezimdeki bandaja bakıp dürüstlüğümü test etti.

Saçımı ıslatıp köpürttüm. Gözlerimi sımsıkı yummuştum. “Sana bir şey söyleyeceğim,” dediğinde istifimi bozmadan saçlarımı yıkamaya devam ettim fakat kulağım ondaydı. Dakikalar geçti ama devamını getirmedi, saçlarımı yıkamayı bitirdiğimde temiz havluyla başımı sardım ve kafamı kaldırdım. Saçlarımdan yüzüme doğru iki şerit halinde su sızdı. “Öncelikle söz vermen gereken bir şey var.”

“Neymiş?” dedim artan bir merakla.

“Odağını kaybetmeyeceksin. Bu işi çözene kadar odak noktan o adamı bulmak olacak.”

“Bana ihtiyacın olmaz sanıyordum,” dedim yarım ağız gülümseyerek. “Ama tamam, elbette odak noktam babamın bulunması.”

“Sana ihtiyacım yok dediğimi hatırlamıyorum, Balaban. Sözümü tutuyorum fakat ileride sen sözünü bozacak olursan bulmaca merakımı köşeye atıp bu işe bir son veririm. Babana ne olacağı umurumda olmaz.”

Göz devirdim. “Anladım, Gökhan. Tehditlerin bittiyse söyleyeceğin şeyi bekliyorum.” Uzatması sinirime dokunmaya başlıyordu. Onu bilmiyordum ama ben söz verdiysem tutardım.

“Önce kaldığın odaya geçelim,” dedi bir adım geri çıkıp kapıdan geçmem için yeteri kadar mesafe bırakıp. Bıkkınca ve sabırsızlıkla ofladım ve siyah banyo dolabının üzerindeki pijama üstünü de giyindikten sonra yanından geçip banyodan çıktım. Yaram çok daha iyi durumdaydı. Orada bir hasarın var olduğunu elbette hissediyordum ama artık bu hareketlerimi kısıtlayacak boyutta değildi. Galiba artık eve gidecek kadar iyiydim. Bu da tempomun yeniden başlayacağının bir diğer adıydı.

Odaya girip yatağa oturdum. Gökhan karşımdaki duvara yaslandı. Ciddiyeti beni şaşırttı. “Anlatmanı bekliyorum.”

Alnını sıvazladı ve derin bir nefes verdi. “İyileştin sayılır.” Ki normal bir insana göre iyileşmemiştim ama Gökhan’a ve bana göre artık iyileştiğim söylenebilirdi. Yatakta yatacak kadar olağan bir hayat sürmüyorduk sonuçta. “Söz verdiğim gibi flashın içinde neyin olduğunu söyleyeceğim. Ama duyduğun gibi bir süre için unutacaksın.”

Kalbim gümbürdedi, derimi delip çıksaydı şaşırmazdım. Bu ani ritim değişikliği nefesimi de kesti ve tıkandım. Hazır olmadığımı hissettim ama söylememesini de isteyemezdim. Karşıdaki penceren gözlerine değen gün ışığı gözlerinin rengini açmıştı. “Annen yaşıyor,” dedi tereddütsüz. Gözlerim karardı ama tabi ki bayılmadım. Her yerime iğneler batıyordu, karnımın tam orasına alev topu bastırılmıştı sanki. Birisi sesimi benden çalmış gibi konuşamadım. Ağzımı açıp kapadım ancak ses çıkmadı.

Söylenen yalanlar parçalayıcı etkiye sahipti. O an ben babam tarafından parçalandım. Aklım kestiğinden beri inandırıldığım gerçeğin bir cam gibi patlayarak un ufak oluşunu gördüm. Kafamın içinde ‘sahtekar’ kelimesi yankılanıyordu. Babam bir sahtekardı. Her ne olursa olsun kızından annesini saklayan bir sahtekar. Midem bulandı ve ben ağzımı bile tutamadan yere kustum.

Değişen artık yalnızca hayatım değil, daha kötüsü inandıklarımdı. Bu gerçeği öğrenmeyi hiç dilememeyi tercih ederdim. Keşke ömrümün sonuna kadar inandırıldığım bu yalanla yaşasaydım ancak gerçekler kağıdın üzerindeki kara çizgileri er ya da geç silerdi. Şimdi o sayfada tek bir gerçek yazıyordu: babam bir yalancıydı.

❄️

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce Merve'nin annesi ile ilgili ne olmuş olabilir, tahminleriniz var mı?

Kaçıncı bölümde öpüştüreyim sjdjdjdjd şaka şaka ama az kaldı ehehe.

Bu arada yarın Diken Kelebeği'nin ilk bölümü yayımda olacak, okursanız çoook sevinirim. İyi geceler.

Soylemesem çatlarım seneye görüşürüz. Küfür show, evet biliyorum. Sjdhdjjska

Instagram; virginiakahlo
Twitter; verailevaha

Continue Reading

You'll Also Like

143K 8K 23
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...
751K 31.4K 49
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
169K 4.9K 24
Ağzımı kapatmış güçlü eller baskısını biraz daha arttırırken Peyami bedenini benim ki ile bir bütün yapmak ister gibi sokuldu Göğüsüm hızla yükselip...
49.2K 3.6K 12
❝Yaraları önce kanatırlar sonra öpücükler iyileştirir. ❞ Otuz üç yaşında basit bir terzi olan ama zorunluluktan bir fabrikada çalışan Gülendam, yaşad...