ZEN ÇEMBERİ

By Nisaay-

4K 2.1K 2.4K

• Başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır. • Başladığın noktaya geri dönersin. *Bu isimle wattpad de yazıla... More

*Kalbi Saran Nefret Duyğusu*
❗1.BÖLÜM❗Susarak Büyümek
❗2. BÖLÜM❗️ Yıllar Sonra İlk Karşılaşma
❗️3. BÖLÜM ❗️Ben Çıkarım
❗4.BÖLÜM❗
Barlas ERTEN
Ulya KARAHANLI
Savaş KARAHANLI
Emir ARAS
Ece GÖKŞİN
Elvin AKSU
❗️6.BÖLÜM❗️
❗️7. BÖLÜM❗️

❗️5.BÖLÜM❗️

227 126 261
By Nisaay-



Selammmmm, nasılsınız?
Biraz geç oldu ama içime sinen bir bölümle geldim. Oy ve yorumları unutmayın lütfen 🙏

Keyifli okumalar...

Anne ve babam arasındaki ilişki her zaman çok tuhaf olmuştu. Bazen birbirlerine o kadar aşkla bakarlardı ki kendimi aralarındaki bağı kıskanırken bulurdum. Bazen de öyle kavgalar ederlerdi ki birbirlerine zarar vermelerinden korkardım.

Okula başladığım ilk günün gecesinde ablamla birlikte kaldığımız, içerisinde pek eşya bulunmayan odamda yerde oturmuş, öğretmenimin verdiği ödevi içimdeki aptal heyecanla yaparken annemin bağırışlarını duymuştum.

Bu duruma olan aşinalığımdan pek yadırgamayıp işime devam etsemde annemin ses tonu gittikçe yükselmiş, babam buna katlanamıyormuş gibi aniden 'Yeter!' Diye bağırmıştı. Ardından gelen bir kırılma sesiyle yerimden sıçramıştım.

Bu ilk büyük kavgaları değildi ama yanımda ablam veya abimin olmadan şahit olduğum ilk kavgalarıydı. Okuldan geldiğimde onları görememiştim ve açıkçası anneme sormaya da cesaret edememiştim.

Elimdeki kalemi bırakıp parmak uçlarımda odamın kapısına yürümüştüm. Kendi bağırışlarından benim adım seslerimi duyamazlardı elbette ama sanırım o an olmayan duyma ihtimalleri bile beni korkutmuştu.

Kapımı kilitlemiş hemen dibine çöküp bacaklarımı kendime çekerek sakinleşmelerini beklemiştim.

Deli gibi bağırıyor camı çerçeveyi indiriyorlardı. Annem durmadan 'Senden nefret ediyorum!' Derken babam, her fırsata anneme sevgi sözcükleri söyleyen adam o değilmiş gibi küfürler yağdırıyordu.

İçeri gidip ne halde olduklarına bakmayı deli gibi istesemde buna cesaret edememiştim.

Onlar sinirliyken görünmez olmak benim için en güvenli olandı.

Dakikalar geçmesine rağmen öfkeleri dinmemiş bağırışmaya devam etmişlerdi. Seslerine daha fazla tahammül edemeyeceğimi anladığım anda aklıma Papatya'nın müzik çaları gelmişti. Genellikle yanında taşısada bir umutla evde bırakmış olma ihtimaline tutunup oturduğum soğuk zeminden kalkarak ablamın eşyalarını karıştırmaya başlamıştım.

Birkaç dakikalık arayış sonucu müzik çaları kulaklıkla birbirine dolanmış şekilde sırt çantasında bulduğumda aceleyle çözüp kulaklıkları takmıştım. Rastgele bir şarkı açıp sesi sona vermiştim.

Dinlediğim müziğin verdiği enerjiden mi yoksa içinde bulunduğum an'dan sıyrılmaya olan isteğimden mi bilinmez bir anlık bir dürtüyle odanın tam ortasına geçmiş kendimi bambaşka bir yerde hayal ederek, hiçbir mantık barındırmayan hareketlerle dans etmeye başlamıştım.

O gece çalan şarkıların türü her seferinde değişmiş olsada benim yaptığım dans figürleri hiç değişmemişti.

Saatler geçmesine rağmen zerre kadar yorulduğumu hissetmemiş, müziğin sesini biraz olsun kısmamıştım, ta ki müzik çaların şarjı bitene kadar.

Kulaklıkları usulca çıkarıp masaya koyduğumda içerden hiç ses gelmediğini fark etmiştim. Odamdan çıkıp bakma gergi bile duymamıştım çünkü anne ve babamın odalarında birbirlerine sarılarak uyuduklarını adım gibi biliyordum.

Her kavgalarının sonunda hiçbir şey olmamış gibi bütün öfkelerini yutar, birbirleriyle sakinleşirlerdi.

Olan çocuklarına olurdu ama onlar bunu umursamayacak kadar bencillerdi...

Son ses müzik ile kendini kaybetmiş gibi dans eden insanlara bakarken zihnime doluşan anıdan kurtulmak ve bulunduğum an'a odaklanmak için yumruğumu sıkarak tırnaklarımı etime gömdüm.

Savaş'ın bahsettiği, dönüşümü duyurmak için düzenlenen partideydik.

Eski bir depoyu andıran büyük alanın duvar köşelerinede ki geniş localarda yaşça diğerlerinden daha büyük görünen takım elbiseli adamlar oturuyordu. Onlara özel içki servisi yapan garsonlara bakılırsa orası rütbeliler köşesiydi.

Ortalarda onlarca ateş yakılmış variller ve ayaklı masalar vardı. Kadın erkek fark etmeksizin içip deli gibi dans ediyorlardı.

Savaş ile buraya yarım saat öncesinden gelip üst kata çıkmıştık. Savaş biraz işi olduğunu söyleyip yanımdan ayrıldığında onsuz inmemem gerektiğini bildiğim için üst kattan görünmeden insanları izlemeye başlamıştım.

Sıkıldığımı hissedip siyah deri pantolonumun cebinden telefonumu alacakken omuzuma dokunan elle arkamı döndüm.

Savaş heybetli bedeni ve donuk ifadesiyle karşımda durduğunda alt kata inme vaktimizin geldiğini anlayıp gerildim. Maalesef dans eden kalabalığın içinde Elvin'i de görmüştüm, indiğimide o da beni görecekti ve kaçınılmaz son yaşanacaktı.

Savaş ona söylediğim ilk yalanı öğrenecekti.

Tüm gün düşünsemde ona söyleyebileceğim mantıklı bir yalan bulamadığım için kısmende olsa doğruyu söyleme kararı almıştım.

"Kusura bakma işim biraz uzun sürdü."

"Sorun değil." Keşke tüm gece sürseydi de aşağı hiç inmeseydik.

Elvin'den değil de benden duymasının daha iyi olacağını düşünüp "Savaş, benim sana bir şey söylemem lazım." diyerek alt kattı tarayan gözlerinin bana odaklanmasını sağladım.

Bana dönüp "Söyle güzelim." dediğinde, yüksek sesli müzikte beni duyması için bağırarak "Ben dün gece..." diye lafa girmiştim ki çalan telefonuyla sustum.

Harika.

Cebinden çıkardığı telefonunun ekranına bakıp bana eliyle bir dakika işareti yaptı. Benden birkaç adım kadar uzaklaşıp telefonu kulağına götürdüğünde olduğum yerde durup konuşmasının bitmesini bekledim.

Tam 12 saniye sonra yanıma döndüğünde ''Söyleyeceğin şey çok önemli mi? Ömer abi gelmiş, aşağıda bizi bekliyor.'' dedi.

Ben daha önümdeki sorunu çözememişken Savaş her seferinde bana yeni bir sorun çıkarıyordu ve bu yaptığından haberi bile yoktu.

Sıkıntıyla nefesimi verip "O kadarda önemli değil, inelim.'' dedim.

Elini belime koyup beni yönlendirdiğinde aradaki boy farkından dolayı kendimi küçücük hissetmiştim.

En az 15 basamaklı merdivenin henüz ilk basamağına adım attığımızda müzik kapatıldı.

Uzun süre yüksek sese maruz kalmıştım ve aniden oluşan bu sessizlik beni afallatmıştı.

İfadesiz yüzümle sadece önüme bakmaya çalışsam bile üzerimdeki bakışların ağırlığını iliklerime kadar hissediyordum. Fazlasıyla gerilsemde dışarıdan gayet rahat durduğuma emindim.

Nihayet merdivenin son basamağını da indiğimizde Savaş'ın yönlendirmesiyle localara doğru yürüdük.

İnsanların ikiye ayrılıp geçmemiz için oluşturduğu yolun tam ortasında elleri cebinde yüzündeki iğrenç gülümsemesiyle duran Ömer Çetin'i ve her iki yanında duran Barlas'la Emir'i gördüm.

Midem Emir'in yaptığı menemeni yediğimde bile onu gördüğümde bulandığı kadar bulanmamıştı. Her şey bir yana ona gülümsemek zorunda olduğum gerçeği, bütün vücudumun kasılmasına sebep oluyordu.

Aramızdaki mesafe sıfıra indiğinde ''Güzel kızım.'' Diyip kollarını açtı ve bana doğru bir adım attı. Gülümseyerek açtığı kollarının arasına girip sarılışına karşılık verdim.

Tam şu an, burnumun ucunda duran boynunu kesmek istiyordum. Kokusunu içime çekmemek için o beni bırakana kadar nefesimi tutum.

Ellerimi tutarak benden bir iki adım kadar uzaklaşıp, gülümseyen yüzüyle beni baştan aşağı süzdü.

''Küçükkende çok güzeldin ama büyüdükçe daha da güzelleşmişsin.'' dediğinde bütün oyuncuğumu kullanıp gülümsedim.

''Zaman size hiç etki etmemiş Ömer bey, hâlâ genç delikanlılar gibi görünüyorsunuz."

Söylediğim şeye güldü.

Onun gülüşüne sebep olduğum için kendimden bir kez daha nefret etmiştim...

İşaret parmağıyla beni gösterip ''Bu kız bir yaşlıyı nasıl mutlu edeceğini iyi biliyor.'' dedi. Ardından beni yanına çekip bizi izleyen kalabalığa ithafen konuşmaya başladı.

''Ulya, sevgili dostum için çok kıymetliydi. Ee haliyle benim içinde.''

Sevgili dostunun, bedenimde açtığı geçmiş yaraların bile teker teker sızladığını hissettim.

''Bana gösterdiğiniz saygıyı ona da göstereceksiniz bundan sonra. Bir dediği iki olmayacak ve en önemlisi ayağına taş bile değmeyecek. Anlaşıldı mı?''

Sözlerini bitirdiğinde herkes hep bir ağızdan ''Anlaşıldı.'' diye bağırdığında boş bulunup irkilmemek için kendimi zor tuttum.

Ömer Çetin yüzündeki iğrenç tebessümle ''Güzel,'' diye mırıldandı. Ardından sesini yükseltip konuştu.

''Şimdi herkes eğlencesine kaldığı yerden devam edebilir.''

Müzik yeniden başladığında insanların tuhaf bakışlarının üzerimden çekilmesiyle bir anlık rahatlasam da, hemen sol tarafımda baş düşmanımın durduğu gerçeği beni diken üstünde tutuyordu.

''Gel hadi seni leza'nın yardımcılarıyla tanıştırayım.'' dediğinde onunla daha fazla yan yana olmak istemesemde bunu belli etmemek için oyunculuk yeteceğimi son demlerine kadar kullanıp gülümsedim.

Gecenin devamında, leza sokaklarında otoritenin korunması için Emir, Barlas ve Savaş'ın görevlendirdiği yardımcılarla tanıştım. Gazetelerde, dergilerde sıkça gördüğüm ünlü iş adamlarının leza'yla bağlantılarının olduğunu ve sık olmasa da gelip gittiklerini öğrendim. Beni en çok şaşırtan ise Ömer Çetin'in söylediğine göre epey tanınmış devlet büyüklerinin de leza'yla bağlantılı olduğunu öğrenmemdi.

Bana bu kadar güvenmesini sebebi, beni hiçbir halttan haberi olmayan ve ona saygı duyan küçük bir kız çocuğu olarak görmesi olduğunu biliyordum. Aslında bundan pek şikayetçi değildim. Zira gözündeki bu profilim sayesinde benden kolay kolay şüphe duymayacağının farkındaydım.

Sonunda tanışmamı istediği kişiler bitmiş olacak ki Barlas ve Savaş'ın oturduğu geniş locaya yöneldi. Sakin adımlarla onu takip ettim.

O, Barlas'ın yanına otururken, bende Savaş'ın yanına oturdum. "Emir nerede?" diye sorduğumda, Savaş işaret parmağıyla kalabalığın arasında bir noktayı gösterdi. Bakışlarımı gösterdiği yere çevirdiğimde, başına bağladığı nereden bulduğunu bile bilmediğim kravatla ve kemerine sıkıştırdığı ceketle, roman havası oynayan Emir'i gördüm.

Şarkıyla asla alakası yokken roman havası nereden esmişti bilmiyordum ama, elindeki dibi görünen şişeye bakılırsa pek kendinde değildi. Hoş bu Emir'di, ayık olsaydı da kimseden çekinmez yine böyle oynardı.

Gülümseyerek Emir'i izlerken üzerimde hissettiğim bakışlarla önüme döndüm. Ömer Çetin beni izliyordu! Varlığı yeterince sinir bozucu değilmiş gibi birde sürekli gülümsemesi bende dudakalarını birbirine zımbalama isteği uyandırıyordu.

''Üç oğulum zaten yanımdaydı, şimdide küçük kızım geldi. Birde Papatya kızım yanımda olsaydı, benden mutlusu olmazdı bu dünyada.''

Öldürmeseydin şimdi burada olurdu piç kurusu!

Deli gibi öfkelendiğimi hissettim. Biraz sakinleşmek ve ani bir tepki vermemek için Savaş'a biraz daha yaklaşıp başımı göğsüne yasladım. Beni kolunun altına çekip usulca saçımı okşamaya başladı.

''Ah ah babanız sizi böyle görse ne çok gurur duyardı şimdi.''

Aklımı yitirecektim!

Bu adamın sahte gülümsemesine, söylediklerine artık dayanamıyordum. Babamı da o öldürmüştü ve şimdi karşımda yas tutuyordu.

Her şey komik olmayan bir şaka gibiydi!

Ömer Çetin, beni sinirlendireceğine emin olduğum başka bir şey söylemek için dudaklarını aralamıştı ki, elindeki telefonunun titremesiyle sustu. Aydınlanan ekrana kısa bir bakış attıp, kaşlarını çattı.

Savaş, "Kötü bir haber mi var?" diye sorduğunda, ifadesini ustalıkla toplayıp gülümsedi.

"Yok oğlum, mekanlardan birinde kavga çıkmış, onu haber vermiş çocuklar."

Maske yaptığı gülümsemesiyle herkesi kandırabilirdi ama saatlerdir her hareketini dikkatle inceleyen beni kandıramazdı. Başka bir şey olduğuna emin olsamda telefonuna ulaşamadan ne olduğunu öğrenemeyeceğimin bilincindeydim.

Başım göğsüne yaslı olduğu için Savaş'ın yüz ifadesini göremesemde, saçıma değen sakallarıyla başını salladığını anladım.

Geldiğimizden beri tek kelime bile etmeyen Barlas, oturduğu yerden kalktı. Eğilip masaya bıraktığı telefonunu alıp siyah kot pantolonunun cebine koyarken Savaş'ın ya da Ömer Çetin'in ona 'nereye?' diye sorması için içten içe dua ediyordum. Ama ikiside ağızlarını açıp tek kelime bile etmediler. Barlas'ın nereye gittiğini merak eden bir tek bendim demek..!

Onun mekandan çıkışını istemsizce çattığım kaşlarımla izlerken, içim tuhaf bir duyguyla dolmuştu.

Nereye gittiğini deli gibi merak ediyordum!

Nereden geldiğini bilmediğim bir dürtüyle Savaş'ın kolunun altından çıkıp ayağa kalktım. Savaş bakışlarını telefon ekranından çekip "Nereye?" diye sordu. Bu soruyu Barlas'a sormuş olaydı şu an yanında oturmaya devam ediyor olurdum.

"Dışarda bir telefon görüşmesi yapacağım."

Savaş kaşlarını çattıp "Yalnız gitme." dediğinde Ömer Çetin araya girip "Daha az önce kim olduğunu öğrendiler. Burada başına bir şey gelmez merak etme." dedi. İlk kez işe yarar bir şey söylemişti.

Savaş pek ikna olmuş görünmese de başını sallayıp "Çok oyalanma." dedi. Cevap vermeden yürümeye başladım. Dans eden insanların arasından zorlukla geçip çıkışa ilerledim.

Dışarı çıkar çıkmaz yüzüme vuran rüzgarla ürpersem de içeri geçip siyah deri cekettimi alacak kadar vaktim yoktu. Savaş'a cevap verirken zaten yeterince oyalanmıştım.

Üstümdeki örgü detaylı, tek omuzu açıkta bırakan, bordo rengindeki triko kazağın kollarını avuç içlerimde toplayıp sıkarken etrafta göz gezdirdim. Sigara içen bir adam ve kapının her iki yanında bekleyen iki koruma dışında kimse yoktu. Parmak uçlarımda yükselip park yerine baktığımda Barlas'ın arabasını gördüm. Fakat kendisi yoktu. Arabasını bile almadan nereye gitmişti bu şimdi?

Bana baktığını yeni fark ettiğim korumalardan biri "Bir sorun mu var, Ulya Hanım?" diye sordu. İsmimi bilmesine şaşırmamıştım. Muhtemelen az önce içerde duymuştu o da. Başta çekinsemde nereye gittiğini deli gibi merak ettiğim için kendimi tutamayıp, "Barlas'ı arıyorum da. Nereye gittiğini biliyor musunuz?" diye sordum.

Adam, tek tük çalışan sokak lambalarıyla aydınlanan yolu işaret edip "Şu tarafa doğru gitti. İsterseniz arayıp haber verebilirim?" dedi. Başımı iki yana sallayıp "Gerek yok. Ben bulurum onu." diyip cevap vermesini beklemeden yürümeye başladım.

Az önce görmeme rağmen Barlas'ı bulmaya odaklandığım için yüzünü pek incelemediğim 20-25 yaşlarında görünen adam tam önünden geçtiğim sırada bitmiş sigarasını üstüme attı.

Sol dizime çarpıp ayak ucuma düşen sigara izmariti ile bir an afallayıp olduğum yerde kaldım. Yerdeki izmaritten bakışlarımı çekip yüzüne baktığımda duraksamam hoşuna gitmiş gibi sinsi bir ifadeyle güldü. Saç rengini sokak lambalarının turuncu ışığından tam seçemesem de açık bir ton olduğu belliydi. Buz gibi bakan mavi gözlerindeki alay ve dolgun dudaklarındaki sinsi tebessüm sinirlerimi zıplatırken, daha önce görmediğime emin olduğum adam ne tepki vereceğimi dikkatle inceliyordu.

Gözlerimi gözlerinden hiç çekmeden tıpkı onunki gibi sinsi bir tebessüm kondurdum dudaklarıma.

Sağ ayağımı yavaşça kaldırıp söndümeden önüme attığı izmaritti siyah topuklu botumla ağır ağır ezdim. Bunu yaparken bakışlarımı gözlerinden bir saniye olsun çekmedim. Yaptığım şey hoşuna gitmiş gibi daha geniş gülümseyip başını hafifçe selam verir gibi eğdi. Tek kelime etmeden önünden geçip yürümeye devam ettim.

İçimden bir ses bu adamla daha çok karşılaşacağımı söylüyordu.

Çakır'dan, o adamın kim olduğunu öğrenmesini istemeyi aklıma not edip boş sokağı gözlerimle tarayarak Barlas'ın nereye gitmiş olabileceğini düşündüm. Pek aydınlık olmayan sokakta görebildiğim tek şey ışıkları kapalı birkaç evdi. Esen rüzgarla uçuşan saçlarımı sol omzumda toplayıp kaldırıma çıkarak yürümeye devam ettim. Birkaç dakkika önceye kadar son ses müziğe maruz kalmışken şimdi duyduğum tek şeyin kendi adım seslerim olması biraz tuhaf hissettirmişti.

Boş ve karanlık sokakta etrafı kolaçan ederek yürümek, bir korku filminin başrol oyuncusu gibi hissettirmişti. Zihnimin arka planında çalan gerilim müziğinin etkisiyle peşimde onlarca kişi varmış gibi bir heyecana kapılmışken telefonumun titremesiyle yürümeyi kestim. Savaş mesaj atmıştı.

Mr. Danger: Nerde kaldın?

Ben: Henüz 5 dakkika bile olmadı!

Mr. Danger: Nerede kaldın?

Attığı mesaja göz devirip, büyük bir of çektim. Bu çocuk hep böyle ensemde mi olacaktı cidden?

Ben: Geliyorummm.

Topuklarımın üstünde geriye dönüp mekana doğru ilerlemeye başladım. Onunla zıtlaşmayıp dönmek en iyisiydi. Barlas görünürde yoktu ve hemen ileride yol ayrımı vardı. Hangi sokaktan gittiğini bile bilmiyorken onu aramaya devam etmek aptallık olurdu. Ayrıca yanımda olmadığı her dakkika 'acaba nerede?' diye düşünmeyi acilen bırakmalıydım. Sonuçta her seferinde peşine düşemezdim. Acaba ona GPS'li kol saati mi hediye etseydim?

Bulduğum inanlmaz mantıklı fikir için kendimi tebrik edip yürümeye devam ederken aniden bileğime sarıllan elle yerimden sıçradım.

Arkamdakininin kim olduğuna bile bakmadan kolunu döndürmek için hamle yapmıştım ki o benden daha atik davranarak, dirseğimi canımı acıtmayacak şekilde büktü.

"Sakin ol, benim."

O, bunu söylemeden önce daha sakindim.

Hemen arkamda sol böbreğime tornavida saplayacak bir katil olduğunu düşünmek bile beni daha az geriyordu.

Dokunuşunun etkisiyle bileğimin karıncalandığını hissederken teninin büyüsünden biraz olsun kurtulmak için dudağımı ısırdım. Az da olsa kendime geldiğimde büktüğü kolumu ellinden kurtarıp, Barlas'a döndüm.

Öfkeyle "Neden sessiz sessiz yaklaşıyorsun?" diye çıkıştım. Kahverengi gözleriyle uzun uzun sanki ilk kez görüyormuş gibi gözlerime baktı. Bunu, lensli halime alışamamış olmasına yoruyordum.

Barlas, gözlerini gözlerimden ayırmadan tek kaşını kaldırıp "Beni mi arıyordun?" diye sordu. Tam olarak onu arasamda, onun bunu bilmesine gerek yoktu.

"Ne alakası var? Bana ne senin nerede olduğundan, niye arayayım ki ben seni?" diye sordum, az önce google'dan GPS'li saat fiyatlarına bakmayı planlayan ben değilmişim gibi.

Oyunculuğumla bir kez daha gurur duymuştum, doğrusu bu mesleğe yönelme fikri her geçen gün aklımı daha da çeliyordu.

Sokak lambalarının turuncu ışığıyla aydınlanan yüzünde, imalı bir tebessüm belirdi.

"İlginç."

Kıvrılan dudaklarına fazla bakmamaya çalışarak "İlginç olan ne?" diye sordum. Biri şu soruyu soruşumu kayda alıp bana dinletseydi, kendi sesimi tanıyamazdım herhalde.

Barlas, tebessümünü silmeden diliyle dudaklarını ıslattığında ellerimi açıp Allah'tan, bana dayanacak güç vermesini dilememek için kendimi zor tuttum.

"Kapıdaki adamlardan bir arayıp senin beni sorduğunu söylemişti."

Cümlesi bitter bitmez ellerimle yüzümü kapattmayı ve hatta ellerimi yüzüme bir daha asla sökülmeyecek şekilde yapıştırıp oradan koşarak uzaklaşmayı diledim.

Mümkün olduğunca renk vermemeye çalışıp unuttuğum bir şeyi hatırlamış gibi alnıma vurup "Hıhı doğru ya, nereye gittiğini sormuştum onlara." dedim.

Benim 'yeni hatırladım' numarama kanmadığını açık açık belli eden ifadesiyle "Neden geldin?" diye sordu.

Ne diyecektim şimdi?

'Ben sana çok aşığım da sen böyle yanımdan gidince aklım sende kalıyor. Sen bunu anlama diye kalktığında soramadım, merakıma da engel olamayınca düştüm peşine. Ama sana yakalandım. Ne demişler, insanın başına ne gelirse meraktan gelir.'

Sırf konuyu dağıtmak için "8. Sınıftaki matematik öğretmenimin söylediğine göre, onu sinirlendirmek için tanrı tarafından özel olarak yaratılıp dünyaya geldim." dedim.
Barlas'ın, "Ulya," diyişine aldırmayıp konuşmasına izin vermeden saçmalamaya devam ettim. "Evet evet biliyorum, kendini çok fazla önemseyen bir adamdı. Neyse ben gideyim, Savaş bekler." diyip, bana isimlendiremediği bir cisim görmüş gibi bakan Barlas'a arkamı dönmüş gidiyordum ki bileğimi tekrar tuttu.

Yapma işte şunu. İçim bir tuhaf oluyor.

"Ciddiyim neden geldin."

Kaçış yoktu. Saçma da olsa bir cevap vermek zorundaydım yoksa Barlas benden iyice şüphelenecekti.

"Ben içerde çok sıkıldım. Emir ve Savaş'ta çok eğleniyor görünüyorlardı -özellikle Emir- eve dönelim diyemedim. Sen öyle kalkınca eve gidiyorsun sandım. Mekanın önünde arabanı almadan gittiğini görüncede kapıdakilere seni sordum. Bu sokağa girdiğini söylediler. Zaten yapacak bir şeyim olmadığı için ve içerdeki gürültü başımı ağrıttığı için, bende dönmek yerine seni aramaya karar verdim. Bulamayınca tam dönüyordum ki sen geldin. Rica etsem beni eve bırakır mısın?"

Nefes bile almadan kurduğum cümleler bittiğinde, keşke dedim...

Keşke, benden bir tane daha olsaydı da alnını öpüp önünde eğilebilseydim.

Evet, çok yaratıcı bir bahane bulamamıştım ama Barlas'ı düşündüğümde bile, kafa tasımın arkalarına kaçan beynimin sonunda fikir üretmek gibi ulvi bir görevi olduğunu ve öyle kafasına esince bu görevden kaytarmaması gerektiğini hatırlayıp çalışmaya başlaması bile büyük bir başarıydı.

Barlas, dikkatle tüm yüzümü incelerken olabildiğince boş tuttuğum ifademle bir tepki vermesini bekledim.

Bileğimdeki ellini çekip "Düş önüme." dedi.

"Eğer işin varsa ya da 'içerde o biçim parti var, senle mi uğraşıcam' dersen anlarım. Sorun olmaz yani."

Yalandı. Çok büyük sorun olurdu.

Beni umursamadan yürümeye başladı. Oyalanmadan peşine düşüp, yanında yürürken "Tüm gece boyunca çok durgun görünüyordun. Partiler falan, pek senin ortamın değil sanırım?" diye mırıldandım.

Siyah deri cekettinin cebinden bir paket sigara ve çakmak çıkarttı. Paketten aldığı sigarasını dudağına yerleştirmeden önce "Tüm gece boyunca, beni izlediğini bilmiyordum." dedi. Ardından sigarasını yakıp dumanı içine çekti. Yüzü her ne kadar ifadesiz olsa da kelimeleri buram buram alay kokuyordu.

"Etrafa o kadar kötü enerji yayıyordun ki, benim bile dikkattimi çektin." dedim, 'bile' kelimesini bastırarak. Sanki normalde hiç dikkattimi çekmiyormuş gibi...

Bana yandan bir bakış atıp tek kaşını kaldırdı. Resmen bakışıyla ağzımın payını vermişti.

"Kalabalığı pek sevmem"

"Bende sevmem."

Ne kadar çok ortak yönümüz vardı. Bir de ortak bir soyadımız olsaydı tadından yenmezdi.

Söylediğime cevap vermediğinde bende susup önüme döndüm. Belki konuşmadığımda daha az rezil görünürdüm.

Barlas ikinci sigarasını bittirmek üzereyken az da olsa müzik sessini duyacak kadar mekan yaklaşmıştık. Ona dönüp "İçerden çantamı almam ve Savaş'a haber vermem lazım. Biraz bekler misin?" diye sordum. Kafasını 'tamam' der gibi salladığında onu çok bekletmemek için adımlarımı hızlandırıp mekana yürüdüm.

Dışarda sohpet eden üç adamı gördüğümde onlara fark ettirmemeye çalışarak bakışlarımı yüzlerinde gezdirdim. Neyse ki aralarında önüme izmarit adan tuhaf bakışlı adam yoktu.

Adamlardan biri beni görüp başıyla selam verdiğinde, diğerleri onun bakışlarını takip edip bana baktı. Aynı şekilde onlarda selam vermişlerdi.

Leza'nın bir başka tuhaf özelliği de buydu işte, normalde Kenan Karahanlı gibi bir adamın kızı olmak utanmamı sağlamaktan başka hiçbir işe yaramasada, burada bana saygıyı getirmişti.

Onlardan bakışlarımı çekip yürümeye devam ettim.

Mekana girmeden, kapıdaki korumaların önünde durup "Ağzınızda pek sıkıymış." dedim imayla.

"Abimle bu konuda konuşmam gerek sanırım. Bunu bile gidip söylediğinize göre size güven olmaz. Mazallah dışarı da bilgi yetiştirisiniz falan."

Siyah saçlı, yirmilerinin sonunda görünen adam açık açık ettiğim tehditten sonra, aceleyle açıklama yapmaya başladı.

"Ulya Hanım, abinize bildirmenizi gerektirecek bir durum yok. Yanlış anladınız. Siz çok aramayın diye haber verdik biz. Ama söz bir daha olm-"

Arkadaşı dirseğiyle adamın koluna vurup çenesiyle arkamda bir yeri işaret etti. Siyah saçlı adam arkadaşının gösterdiği yere bakıp ne yapacağını bilmez bir ifadeyle donup kaldı.

Nereye bakttıklarını merak edip arkamı döndüğümde, Ellerini cekettinin cebine koymuş tek kaşını kaldırarak siyah saçlı adama tehdit edercesine bakan Barlas'ı gördüm.

Demek ki leza'da Kenan Karahanlı'nın kızı olmak bile bazen yetmiyormuş.

Etrafta ki korumaların her adımımı esas patronlarına yetiştireceğini böyle az hasarlı bir yoldan öğrenmek benim için günün kazancıydı.

Yeniden korumalara dönüp tehditkar bir sesle "Gözüm üstünüzde." dedim.

Siyah saçlı adamın aksine beni ciddiye alıp açıklama bile yapmayan, robot görünümlü korumaya ters bir bakış atıp ürkütücü olmaya çalışarak "Yazdım seni." diye fısıldadım.

Onlarla daha fazla vakit kaybetmeyip içeri girdiğimde Savaş'ın bulunduğu locaya doğru yürüdüm.

Önümdeki kalabalığın kapattığı görüşüm yaklaştıkça açıldığında kadrajıma ilk giren, ciddi bir ifadeyle bir şeyler söyleyen Savaş'tı.

Konuştuğu kişiyi görmek için hemen önümde dans edip yolumu kapattan, sarhoş olduğu her halinden belli adamı omuzumla biraz ittim. Locaya adım adım yaklaşırken Savaş'ın hemen yanında gördüğüm tanıdık yüzle avuçlarımın terlediğini hissettim.

Elvin, az önce benim oturduğum yere, yani Savaş'ın hemen yanına bacak bacak üstüne atarak oturmuş, ona bir şey anlatıyordu. Ömer Çetin ise masada yoktu.

Savaş, Elvin'i donuk suratıyla dinlemeye devam ederken, geldiğimi hissetmiş gibi başını kaldırdı.

Etrafta gezdirdiği gözleri kısa sürede beni bulduğunda, donuk ifadesi değişmişti.

Kaşlarını çatıp bana büyük bir öfkeyle baktı.

Elvin, Savaş'ın değişen ifadesini fark etmiş olacak ki, onun gözlerini takip ederek yönünü bana çevirdi.

Ringe çıkacağımı söylediğim zaman da yaptığı gibi küçümseyici bir ifadeyle gülüp beni tepeden tırnağa inceledi.

Ardından dudaklarını büzüp, küçük bir baş harekettiyle bana sinirle baktığını bildiğim Savaş'ı işaret etsede, şu an gözlerimi saniyeler önce ona söylediğim yalanı öğrenen abime çevirecek cesarettim yoktu.

Elvin, bana acır gibi bakıp oturduğu koltukta iyice arkasına yaslanırken sadece dudaklarını oynatarak "İşte şimdi 1:1 olduk." dedi.

aystkn489 ve AfraTurgut6
beklettiğim için üzgünüm. Bu bölümü size ithaf ediyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

929K 61.2K 50
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...
1M 14.2K 36
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
215K 17.3K 16
Sırlar, sırlar ve sırlar... Ansızın bir gece yarısı evinin camında bulduğun not hayatını ne kadar değiştirebilir? Notun üstünde yazan numarayı deni...
İhtiras By milavens

Teen Fiction

1.2M 25.3K 22
Körkütük sarhoş bir kız. Bir bar ve yaşanmaması gereken bir gece. Adamın tek istediği, tenine yüz sürdüğü kadınla sevişmek. Asla daha fazlası değil l...