Köpeğinin garip davranışlarını izleyen Sterliçya içinde hapsettiği korkuyu dışa atmamak için dişlerini sıkarken, şuan uyuduğunu ve bir kâbusta olduğundan emin olmuştu. Peki ya bu yaşananlar bir kâbus değilse?

Kokuyka ayağa kalkıp karanlık odasında telefonunu aramaya başladı. Eğer birisi gelmese kafayı yiyecekti çünkü.

Odanın ortasında durunca nefesini kesen bir ses duydu. Adım sesleri... odasının içinde.

Duyduğu adım sesleri sırasıyla, yanından, önünden, arkasından geliyordu. Adım sesleri Sterliçya'nın etrafında daire çiziyordu resmen.

Başını kolları arasına aldığında delirmek üzereymiş gibi hissediyordu.
"Kafayı yiyiyorum... delireceğim!" Nefes nefese dudakları arasından bir kaç kelime bıraktığında zangır zangır titriyordu lâkin adım sesleri durmuyor ve dakikalarca kızın etrafında daire çizmeye devam ediyordu.

"Kimsin?" Demişti titreyen sesiyle, hiç bir şey düşünemez haldeyken.
"Ne istiyorsun benden?"

Ve tekrar öyle bir şey olmuştu ki, Sterliçya Tanrı nın azraili gönderdiğini ve onun canını alacağına kadar düşünmüştü.

"Eğer bu ölümse..." demişti kalın bir erkek sesi kulaklarının dibinde. Ölüm kelimesini duyunca daha fazla kasılmıştı. Kesinlikle kâbusta olmalıydı.
"Ölümden korkmamalı..." diye devam etmişti ama bu sefer ses öteki kulağına doğru söylenmişti.
"Onun güzel yüzünde..." yüzünde sıcak bir hava hissetti. Sıcak hava kaküllerini yana atarken yüzüne üflendiğini anlamıştı.
"Ölüm bile güzeldi..." sonra bir soğukluk hissetti yanağında. Bir insanın bedenindeki soğukluğu hissettmişti yüzünde. Onun yanağını görünmeyen bir el okşuyordu.

Titreyen ellerini kaldırıp öne doğru uzattığında, bir bedene değdi. Ve, bunu idrak ettiği an yere yığıldığı andı. Kelimlere dökülmesi ne kadar utanç verici olsa da... korkudan bayılmıştı.

...

"Eğer bu ölümse, ölümden korkmamalı. Onun güzel yüzünde, ölüm bile güzeldi."

Prens, okuduğu kitabın içinde geçen cümlelere mest olurken masanın üzerindeki kupasından bir yudum sıcak kahveyi dudaklarının arasına bıraktıktan sonra tek eliyle havada tuttuğu kitabının sayfalarını çevirmek için elindeki kupayı bırakmış ve uzun parmaklarıyla kitabının sayfalarını çevirmişti. Sayfa minik bir hışırtı çıkarırken o minik hışırtı kitap okuyanın kulağına müzik gibi geliyordu, kitabın kokusu ise daha bir haz katıyordu kitap okumaya.

"Onun güzel yüzünde ölüm bile güzeldi." Diye tekrar ettiğinde gözlerini yumdu ve o gece kollarında can veren cariyeyi getirdi gözlerinin önüne. Bazı insanlar vardır öldükten sonra bile o güzel yüzleri sanki hâlâ yaşıyormuşcasına parıldar. Öyle parıldar ki ölüm yüzlerinde güzel bir hâle gelir, öyle güzel bir hâle gelirki insanlar ölüme olan korkusunu kaybeder.

Kitapta geçen cümlelerin arasına su sesi karışırken kaşlarını usulca çatmış ve elindeki kitabı masaya bırakmıştı. Kitaba odaklanmayı bıraktığında su sesini daha net duymaya başlamıştı. Su şırıltılarının arasına şarkı mırıldanmaları eklendiğinde oturduğu yerden ayağa kalkmıştı, ilk kes bu kadar masum sesler duyuyordu.

Ve işin asıl garip yanı bu mırıltıların sahibinin sesi ona tanıdık gelmişti.

Bu ses onun sesiydi,

O güzel kızın,

O güzel cariyenin.

Gözlerini bir daha yumdu prens Shin ju kang, sesin geldiği tarafa gitmek için. Yeşil bir ışık etrafını sardığında saniyeler içinde ortadan kaybolmuştu. Geriye sadece küçük ışık kırıntıları kaldığında odada kimse kalmamıştı.

Prens saniyeler içinde kendisini daha önce hiç görmediği bir evde bulduğunda sessizce kulaklarına doluşan sesi takip etmeye başlamıştı. Zihnindeki düşünce başını ağrıtırken yinede düşünmeden edemiyordu işte.

Ya ölmemişse? ya hâlâ hayattaysa?

Tabii, yedi yüz yıldır yaşıyor olamazdı ama prensin aklı Tanrının o cariyeyede ölümsüzlüğü vermiş olma ihtimalindeydi.

Bir kapının önünde durduğunda artık su sesleri daha net duyuluyordu. Elini kaldırıp kapının kulpuna yerleştirdi fakat kapıyı açmanın hoş olmayacağını düşünüp elini geri çekmişti. Evin içinde biraz daha oyalandıktan sonra yere düşürdüğü vazoyu almak için eğilmişti ki adım seslerinin yaklaştığını duyunca hemen kendisini gizlemişti.

Mırıltıların sahini prens in bulunduğu odanın kapısında durup içeriye doğru bakarak seslendiğinde prens kızon yüzünü görme fırsatını yakalamıştı.

Bu oydu... o cariye...

Yıllarca yüzünü, sesini, gözlerini unutamadığı cariye...

Yıllarca bileğinden çıkarmadığı o örgü bilekliğin sahibiydi...

FISILTIWhere stories live. Discover now