Nefretin fazlasıyla savaşmak, sevginin aşırısıyla savaşmak, kalabalıkla ve yalnızlıkla savaşmak, korkularla, endişelerle, gelecek kaygısıyla savaşmak... Benim için hayat bunlardan ibaretti.

Ve yöntemlerimi birilerinin beğenip beğenmemesi umurumda değildi. "İçimden bir ses hayatımızın zaten çoktan sikildiğini söylüyor," dedim müthiş bir durgunlukla. Ecmel olsaydı beni buz gibi soğuk suyun altına sokar, kafama yapıştırarak beni kendime getirmeye çalışırdı.

"Öyle oldu ama bu demek değil ki daha da beter bir hale sok, bin defa söyledim. Bu salak saçma işleri yapan ben değilim." Dudaklarını yaladı. Arabanın içinde az önce bitirdiği sigaranın dumanı hala geziniyordu. "Madem kim olduğumu öğreneceksin, söyleyeyim. Ben bunlarla uğraşmam. Bana güvenmekten başka bir şansın yok, bunu kafana kazısan iyi edersin."

"Senin ağzından duymak çok daha eğlenceli olacaktır," derken istemsizce güldüm, sonra yüzümü sıvazladım. Cevap vermedi, ki zaten sessiz kalacağına adım kadar emindim. Hiç kimse sahip olduğu kötü kimliği ifşa edemezdi. Karşınızdaki Tunalı kadar rahat bir adam olsa bile.

Gözlerim sızlıyordu. "Sorunumuzu halletmeye çalışırken beni küçük kız çocuğuyla uğraştırmak zorunda bırakma," dedi suçlayıcı bir tavırla.

Göz devirdim, sanki rolleri değişmiştik. Sakin olan taraf bendim. "Kendini benim yerime koysana." Oturduğum yerde vücudumu ona döndüm. "Evet, lütfen," dedim ciddiyetle. "Lütfen bir empati yap. Sen benim yerimde olsan kendin hakkında ne düşünürdün? Düşünsene kendisini kapalı bir kutu gibi itinayla saklayan biri var ve sen bu kişiyle kendini korkunç bir durumun içinde buluyorsun. Hadi, empati yap." Pusudaki sinirim kendini göstermeye başlıyordu.

"Empati kurmakla uğraşamam." Beklemediğim bu cevap karşısında birkaç saniye sessiz kaldım. "Dinle, senin kadar zor, burnu dik bir insan görmedim. Eğer bu olanları sana zarar vermek için bizzat ben yapmış olsaydım muhtemelen senin gibi birine daha fazla tahammül edemez, kafana bir kurşunla işi kökten hallederdim. Ya da üzerine bomba yerleştirip seni patlatırdım."

Yıpranan sinirlerim yüzünden keyiften yoksun uzun bir kahkaha attım. "Vay canına," dedim kendimi sakinleştirmeyi az da olsa başardığımda. "Şükretmeli miyim?" Tüm hırçınlığıma rağmen, mantığımın ufak kırıntısı doğru söylediğini tekrarlıyordu. Ama yine de bu kırıntı ona güvendiğimi gösterecek kadar güçlü değildi.

"Şükretmelisin," diye onayladı. "Ağzına soktuğum silah yüzünden susuşunu izlemek çok keyifli olurdu."

"Hayal kurmaya devam et." Başımı ondan çevirip camdan dışarıya baktım. Yüzüne bakmaya devam edersem kusursuz suratına bir yumruk atarak kusur bırakmamak için kendimle mücadele vermek zorunda kalacaktım. "Kendini çok dayanılır bir insan sanıyorsun galiba."

"Öyle bir şey iddia etmedim," dedi sertçe. Ses tonu ona bakmam gerektiğini hissettirdi ama sert sesine rağmen yüzü durgundu ya da öyle kalması için sonuç veren bir çaba harcamıştı.

"O zaman beni ağzımda silahla hayal etmeyi kes ve kendini öyle hayal et." Dediğini hayal edince kendimden uzaklaştım.

"Tamam," dedi eğlenir gibi. Bilerek yapıyordu, benim sabrımı sınıyor ve ilk atağı benim yapmamı bekliyordu.

Dişlerimi sıkıp koltuğa yaslandım ve ona istediğini vermemek için aynı taktiği uygulamaya çalıştım. "Aferin, böyle söz dinle."

"Torpido gözünde silah var," dedi sanki bahsettiği şey sıradan bir objeymiş gibi. "Az önce dillendirdiğim hayalimi gerçekleştirebilirim."

Papatyalar Karanlıkta Büyür Where stories live. Discover now