Bölüm 4

16 3 0
                                    

                Anadolu’nun ötelerinde karlarla kaplanmış, beyaz örtü şehrinde bir gölge, ağır adımlarla ilerliyordu. Elinde çantasıyla Erzurum Atatürk Üniversitesinin yolunu tutmuştu. Biraz ötede bıraktığı siyah renkli arabasına bir kez göz attı, fakülte kapısından içeriye girmeden evvel. Başkanlık tipi sistem Türkiye’ye geleli birkaç yıl olmuştu. Artık Başbakanın vasfı eskisi kadar değildi. Erzurum her zaman olduğu gibi yine soğuk ve karlı şehir liderliğini bırakmıyordu.

Baki bey henüz yeni sayılan bir akademisyendi. Alman dili ve edebiyatı bölümünde araştırma görevlisi olarak göreve başlamayı nihayet başarmıştı. Mesleğin ve konumun verdiği etkiyle, dik ve heybetli bir yürüyüşle fakülte kapısından içeriye girdi. Karşısında gördüğü manzaraya pek ilgi göstermedi. Bir kız ve erkeğin fakülte içerisinde, hem de öğretim görevlilerinin bulunduğu bölümde bu denli tartışıyor olmaları ilginç ve pek hoş karşılanır bir durum değildi. Baki Bey bu durumu görmezden gelip, yapması gerekenlere odaklandı.

Edebiyat fakültesinin merdivenlerinden aşağıya inerken, birden yıllar önceki anıları gözünün önünde canlandı.

“Baki, nereye gidiyorsun?” Diye arkasından yöneltilen soru üzerine bir adım attıktan sonra durmuştu. Arkasına dönüp, sesin sahibine baktığında bunun sınıf arkadaşı Nurcan olduğunu gördü. “Derse gidiyorum.” Yanıtını zoraki verebilmişti ki, aşağıdan Ahmet hocasının sesini duydu. Heybetli, uzun boylu ve onurlu bakışlarıyla insanı süzen yapıya sahip hocası merdivenlerden yukarı çıkıyordu.

Kantinin kapısına doğru ilerlerken, yanındaki Nurcan’ın sınav soruları üzerine yaptığı yorumlardan sıkılmıştı. Bir yolunu bulup, şu sohbeti bitirmeliydi. Kantinde önceki dönemlere nazaran pek kimseyi tanımıyordu artık. Almanya’dan geldikten sonra her şey çok değişmiş, tanıdığı arkadaşlarının neredeyse çoğu kalmış ya da bir kısmı üst devreleriydi ve onlar da mezun olmuştu. Kantinci Yaşar abiden iki çay istedikten sonra 1.50 TL çay ücretini Yaşar abiye uzattı. İki çay için ödediği bu ücretin sonra ki zamanlarda zamlandığını fark edecekti.

Türkiye’nin eğitim ve öğretim sistemi, tüm gençleri bunalıma ve sıkıntıya sokuyordu. Baki bu dönem Türkiye’sini eski Roma’ya benzetiyordu. Bu konu üzerine de ayrıca yine bu öğrencilik yıllarında bir makale kaleme almıştı.

                Ofisinin kapısına yaklaşırken, bölüm sekreteri İbrahim beyin sesiyle irkildi. Bir an kendine geldiğinde yıllar önceki öğrencilik anıları arasında nasıl kaybolduğuna anlam veremedi. İbrahim Bey, imzalaması gereken evraklardan bahsediyordu. O an yine dalmış ve öğrencilik yıllarındaki Kulüp başkanlığı dönemi aklına gelmişti. İbrahim Beyle yine evrak imzalama işlerinde birlikte çalışmışlardı. Bu kez ise daha farklı bir konu söz konusuydu. Bu evraklar kendi kariyeri için önemliydi. Evrak imzalama işlemini ofisinde yapmak üzere, evrakları alıp ofisine geçti. Evrakları çalışma masasının üzerine bırakıp, penceresinden biraz bakınmaya başladı. Karşı tarafta sınıflar görünüyordu. Eskisi gibi hantal, dağınık ve kimsesiz bir bahçe yoktu artık bu alanda. Öğrencilerin daha yoğun gelip geçtiği, yeşil ve temiz bir alan haline gelmişti.

Bu alanın dağınık ve topraklı olduğu o zamanlarda üç arkadaşıyla beraber çay içiyorlardı. Henüz hazırlık sınıfında olan Baki, arkadaşı Ferdi, Merve ve Handan ile beraber burada çay içiyordu. Ferdi’nin ilerleyen dönemlerde ki Merve’ye olan ilgisi ve aşkı da bu dönemde tohumlarını atmıştı. Birkaç yıl dahi sürmeyecek olan bu aşk, dramatik ve hüzünlü olaylara sebep olmuştu. Ferdi haricinde diğer hiç biriyle artık konuşmuyor hatta isimlerini bile anmaz olmuştu. Hobileri arasında yazmaya verdiği önemi aşk hayatına vermeyi artık düşünmüyordu. Bu bölüme başlamadan evvel yaşadığı ve Almanya’ya gidene kadar sürecek olan aşk hayatı, onun için ilk, tek ve sondu. Evlenmeye pek niyeti olmayan Baki, rüyalarını ve hayallerini romanları ve öyküleriyle süslüyordu. Bazılarına göre 30 yaşı genç olabilir, ama Baki bu yaşı çok geç ve yaşlanma süreci olarak görüyordu. Yakında 31. Yaş dönümünü kutlayacaktı. Fakat öncesinde halası oğlu ve kardeşinin doğum günleri yaklaşmaktaydı. Yarın halası oğlu Hüseyin’in yaş dönümü, 2 Ekim 1987. Önce onun bu önemli gününe anlamlı bir şeyler katmalıydı. Öğrencilik yıllarında halası oğlunun doğum gününü ciddi boyutta sadece iki kere kutlama fırsatı bulmuştu. İlkinde henüz 2011 yılıydı ve Baki Erzurum konağını işletiyordu. Hüseyin’in en yakın arkadaşlarından olan tokatlı Mustafa’nın önerisiyle Hüseyin’e burada bir parti düzenlemişlerdi. Diğerini ise yine öğrenciliğinin son devrelerinde ona bir biyografi çalışması hazırlayarak hediye sunmuştu.

Baki Bey yaklaşık 4 yıldır araştırma görevlisi ve yakında yardımcı doçentliğe adım atacaktı. Kendini tamamen yazmaya adamış ve bölüm başkanının talebi doğrultusunda belli derslere de girmeye başlamıştı. Kaleme aldığı Almanca Karanlık maceralar adlı romanı en çok satanlar listesine girmeyi başarmıştı. Yakında tamamlanacak olan Türkçe dilinde hazırladığı “Konuşan Yapıtlar” adlı eseri de piyasaya sürülecekti. Bu eserinin de çok satanlar listesine girmesini umuyordu.

***

                Bataklıkta süzülen şu peri kızı, insanın aklını nasılda başından alıyor. Tüm varlıklar ona hayranlıkla bakıyor. Vampirlerin ve şu yabani insanların baskılarından bıkmış ve artık bitap düşmüş bir vaziyetteydi. Cinlerin onlara olan düşmanlıkları, onları da ormanların en uçsuz noktalarına sürmüş, denizlere yakın kıyılarda denizkızlarıyla aynı ortamda yaşamaya mecbur bırakmıştı. Güzellikleriyle tüm evrende muhteşemliğin ilk sanat örneklerini gün yüzüne çıkaran Peri kızlarını, ilerleyen dönemlerde nasıl da acı dolu günler bekliyordu.

Gün ağarmak üzereydi. Mısırın o eşsiz gizemlerle dolu tarihi ve hala gizemini koruyan piramitler hakkındaki belgesel TRT1’de seyircileriyle buluşmuştu. Üniversitenin lojmanlarında iki oda bir salon evde kalan Baki, bir yandan belgeseli seyrediyor, diğer yandan da kitap okuyordu.

“Zamana, mekâna bağlı olan ruh, beden, nefis oldukça insan ne kadar özgür olabilir? Zamana ve mekâna mahkûm olan hiçbir varlık özgür değildir.

İnsan üç hale sahip olup, ebediyete kadar onları korumak ve beslemekle hükümlü bir efendidir. Zamanı geldikçe de onları asıl sahibi olan yüce yaratıcı Allah’a (c.c.) teslim edecektir.  Bu üç hal; “Ruh, Nefis ve Bedendir.” Ruh ve Nefsi beslemek için bahşedilen bedeni kullanmaktadır. Nefsini dünyevi ve nurani arzularıyla tatmin etmeli, ruhunu ise ibadet, düşünmek ve haz almakla beslemelidir. Beden bunların aracı ve maddesel halidir. İşte bunların tümüne hükmeden, hâkim olan ise efendiliklerini yapan akli fıtrat, yani insandır.” Okuduğu satırlar içerisinde sanki kaybolmuştu. İlahi kudretten ve farklı bir âlemlerden bahsedilen bir dünyada yaşıyordu. Kendisi de bu sözlere katılmasına rağmen henüz bir anlam ve kavram kargaşasından kurtulabilmiş değildi. Kitapta sözü geçen fikirlerin sonunun nereye varacağını merak ediyordu.

                Suskun ve sessiz halini anlamak zordur. O, genellikle kitap okumayı ya da yazmayı bir hayat tarzı edinmiş biridir. Ben ona sadece Baki denmesini seviyorum. Arkadaşlarının Baki Bey demelerine henüz alışabilmiş değilim. Günlerdir benle ilgilenmektense, şu kâğıt parçalarıyla ilgilenir oldu. O kâğıtların bizim doğadaki ağaç evlerinden yapıldığını söylerdi. Ben onu anlıyor ve söylediklerini kavrayabiliyor olsam da o buna pek inanıyor gibi görünmüyor. Yine de benimle konuşmayı seviyordu, ama şu birkaç gündür beni boşlar oldu. Aç kalıp ölmekten korkuyorum. Şu lanet olası kafesi artık temizlese ve yemlerimi doldursa diye ötüp ona çağrıda bulunuyorum, ama o hiç beni duymuyormuş gibi davranmaya devam ediyor.

Belli zamanlarda eve girip, çıktığım günler oldu. Ben sessizliği ve dağınıklığı seven biriyim. Lakin bu evde sadece sessizlik tarafı bana uyuyor, çünkü ben bu evi hiç dağınık ve kirli görmedim. Arkadaşlarımı da bazen buraya davet ediyorum. Fakat şu eşrefi mahlûkun yaratıcıya ve şu ilahi kitaba olan bağlılığı, bazen beni bile bu evden kapı dışarı etmesine neden oluyor. Aynı görüş, aynı itikatta olmamız bile bazen onun yanında kalmama olanak sunmuyor. Bizden korktuklarını söyleyen birkaç arkadaşım olmuştu, ama bu eşrefi mahlûk bu konuda onların tezini çürütmeye yetecek kudrette. Beni gerçek anlamda görse, ya da sesimi duysa nasıl bir tepki verir acaba, ama bunu asla yapmayacağım, çünkü onu korkutmak ve incitmek istemiyorum. Malûm biz itikatta iman eden ateşten yaratılmışlarız.

                Birkaç saat sonra televizyon kapanmış, kitaplar masanın üzerine bırakılmıştı. Yemek sonrasında ise oturmuş, birini bekler halde çayını yudumluyordu. Lojmanın 4. Katında, balkonunda otururken dışarıda gökyüzünü seyrediyordu. Ufuklara bakıyor, kendini bu eşsiz güzelliklerin içinde kaybediyordu. Bir yıldızın kayma anı da gözlerinden kaçmamıştı.

Görünmeyen BilinmezWhere stories live. Discover now