2. Göğüs Kafesi

17 4 14
                                    




2. Bölüm

"Ne hâlde olduğunu görmediğin göğüs kafesi,
korkakça atan kalbinin sektesi."

Billie Eilish / No Time To Die

Ağırlık.

Göğüs kafesimde hissettiğim şey buydu, ağırlık.

Neyin ağırlıydı? Senelerce bir çift gözün varlığı altında ezilmenin mi, o dilin zehirli oklarının nişan aldığı kalbimin kaçacak yeri olmaması, kaçmak istememesinin ağırlı mıydı?

Belki onun göğüs kafesinin altında yatan organı da oldukça ağırdı, içeri aldığı kişileri taşımakta epey zorlandığı için atmıştı çapaları aşağı. Ve tesadüfen isabet etmişti çapaları, kalbimin tam orasına. Boşuna akmıştı yaralanan göğüsümün kanı. Belki farkında bile değildi, çapasını attığı yeri görmek onun için yeterince önemli değildi ve gerisinde bıraktığı enkazı hiç önemsemedi.

Zaten onun kendisi değil miydi, enkazın adı?

Bir insan öylece dururken bile nasıl öyle güzel olabilirdi?

Bu, iblislerin satın aldığı ruhuma Tanrı'nın bir şakası olmalıydı. Önünde diz çöküp yalvartan geceleri bana ödül diye sunmazdı, değil mi?

Ama onun affettiği insanoğlunun bana ödül diye verdiği şeydi bu. Kayıtsızca affedilmeyi bildiği için affetmek nedir bilmezdi, gerçek ödülün ne olduğunu o hiç görmedi.

Bu yüzden affetmiyordum ben de. Hatalar affedilmek için yapılmazdı ama günahlar bağışlanmak için işlenirdi, günahlar da hatalar kadar günahsızdı. Ama bağışlanan hep onlardı?

Ben bağışlamazdım. Hatalar yapmamayı öğrendiğim günden beri bağışlamaz, günahları olan insanların bedellerini öderken onlara yardım etmezdim. Acı çekmelerini seyrederdim. Ben de o kapıdan geçmiştim ama benim yolumun sonunda ışık yoktu, ben de başkalarına ışık olamazdım.

Olamazdım, değil mi?

Bunun cevabını alalı seneler oluyordu. Başkalarının günahlarına el uzatmamam gerektiğini öğreneli sanki uzunca bir asır geçiyordu. Bana bunu öğreten, şimdi beni bile hatırlamıyordu.

Diyordum, depremleri severdi o. Çalkalanan kalbinin karşısına bir tabure çeker ve teker teker aşağı düşen bedenlerin ölmek üzere olan ruhlarını seyrederdi. Kalbine dur demezdi, ses etmezdi, yalnızca ölümü seyrederdi. Oradan bir kez düşeni de bir daha koymazdı eski yerine.

Kalbinden düşerdiniz, karanlığa karışırdınız; seneler geçerdi, belki sadece günler, yüz yüze gelirdiniz ve o boş bakışlar size çok şey anlatırdı.

İşte tam o an kendinizi hiç olmadığınız kadar değersiz hissederdiniz.

Ben o kalbe girmek için çok çabalamıştım, düşmek üzere olan insanların ayaklarına tutunup kalbe tırmanmaya çalışmıştım. Her seferinde daha fazla sallanmıştı kalp, çok insan düşmüştü oradan ve ben hiç tırmanamadığım o kalbe, bir kez bile değemeden, defalarca, yerde bulmuştum kendimi. Çizilmişti avuç içlerim ve kanamıştı dizlerim. Şimdi onların dili olsa, kim verecekti hesabını? Onların göz yaşları kandı ve her ağladıklarında çektikleri acının bedelini kim ödeyecekti?

O ödemesin diye ben defalarca ağlatırdım avuç içlerimi.

Ve o yine kayıtsızca bakardı gözlerime. Şimdi olduğu gibi.

YANGIWhere stories live. Discover now