0.5

236 45 6
                                    

Ufuk
Mahkemeden avukatımla beraber çıkarken yanında birkaç tane takım elbiseli adamla bizden önce içeriden çıkan adama sırıttım. Ellerimi ceplerime sokup dilimi yanağımda gezdirirken yavaşça önünden geçmiş ve çıkışa yönelmiştim.

İlk iki davadan beraat etmiştim. Geriye kalanla ise bir süre daha uğraşacağız gibi duruyordu. Bizimkilerle koridorun sonunda kaşılaştığımızda ellerindeki karton bardaklardan anladığım kadarıyla bir şeyler içmeye çıkmışlardı.

Fatih omzuma vurup desteğini belli ederken elindeki bardağı kapıp kahveden bir yudum aldım.

"Nedir bakalım, kutluyor muyuz?"

Gülerek bardağın olmadığı elimi omzuna atmış, Fatih'i kendime çekmiştim. "Beraat kardeşim."

Adliyenin kapısında içeri girmek üzere olan Sarplara baş selamı verip yanlarından geçerken durdurulmuştuk. Açıkçası onlarla uğraşmak istemiyordum. Sarp dışında onlardan birini görmek işten bile değildi.

Bu konunun onlarla bir ilgisi yoktu belki ama ben kinci bir adamdım. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim gibi klişe laflara da inanırdım.

"Noldu Ufuğum, yüzler güldüğüne göre her şey yolunda?"

Gülüp kafamı onaylarcasına sallarken mahkeme salonundaki gerginliği üzerimden atmaya çalışıyordum. Söylenen yalanlar beni bi hayli kızdırsa da onlara istediklerini vermemek için sakin kalmaya çalışmıştım.

Dilimi yanağımın içinde gezdirip sinirimi içimde tutmaya devam ederken cevapladım yanıtsız bırakmamak için sorusunu. "Yolunda yolunda ama böyle devam ederse aynı şeyi söyleyemem."

İşte gerçekten ne kadar sinirli olduğumu şuan anladığını görebiliyordum gözlerinden. Beni en iyi o anlardı çünkü. Yıllardır her anıma şahit olmuştu.

Babamla kavgalarımdan, uyuşturucunun bana yaptıklarından, evden kovulmama kadar her şeyime şahit olunca her ne kadar artık büyümüş, duygularımı saklamakta iyi olsam da o anlardı işte. Empati timsaliydi adeta.

Biraz daha karşılıklı bir iki muhabbet döndürürken yanımızdan gelen sert adımların sahibiyle alayla kıkırdayıp görüşürüz der gibi bir hareket yaptıktan sonra ayrılmıştık oradan.

Ne bir kavga ne de bir laf dalaşı istemiyordum. Yeteri kadar enerjiyi mahkemede harcamış, kendimi açıklamak için uğraşmıştım.

Açıkçası Sarp ve Ender'in ifadesi olmasaydı bu kadar kolay da olmayacaktı. Sarp'a adliye önünde teşekkür etmiş olsam da Ender'e gerçek bir teşekkür borcum vardı. Ve bunu geçiştirilmiş bir teşekküre sığdırmayacaktım.

"Ceyda sorun çıkartmazsa Atlas bebeğini de alalım."

Yüzümde buruk bir tebessüm oluşurken kafamı iki yana sallamıştım umutsuz vaka der gibi. "Görüş günümde bile zor görüyorum, sanmam izin vereceğini."

Herkes durgunlaşırken onların da Atlas'ı özlediğini görebiliyordum. Onunla daha cok zaman geçirebilmemiz için görüş günlerinde bizimle olmuyorlardı. Defalarca sorun olmadığını söylesem de bir türlü kabul ettirememiştim bizimkilere. Fazla düşüncelilerdi.

Arabanın camını ardına kadar açıp içime derin bir nefes çekerken başımı arkaya yaslayarak gözlerimi kapatmıştım. Ne kadar isterdim huzurlu bir araba yolculuğuyla oğlum ve sevdiğim insanlarla şuan bir tatil beldesine gidiyor olmayı. Tanrı biliyordu ki bunun için bir çok şeyden vazgeçebilirdim.

Kırık bir tebessüm dudaklarımda can bulurken kollarımı göğsümde baglayıp iyice yayılmıştım koltuğa. Tek dileğim şoför koltuğundaki Şamil'in bizi kutlama olarak gürültülü ve kalabalık bir yere sürüklemiyor olmasıydı.

Telefonumun zil sesine kadar yüzüme vuran sıcak rüzgar ve huzurla neredeyse uyuyor olduğum dakikalar yerini sıkıcı bir kasvete bırakmıştı. Hayattan zevk almaya çalışırken her seferinde dibe çakılıyor olmam kaderin bir cilvesi olsa gerek boğazımdan elleri asla çekilmiyor, bir an bile nefes almama izin vermiyordu.

Ne acı, aynaya her baktığımda boğazımdaki ellerin parmak izlerini görüyorum.

"Efendim Ceyda?"
Söyleyeceklerini biliyorum, yanılmak istiyorum.

"Ben Atlas'ı alıp şehir dışına çıkıyorum. Haftasonu da görüş gününde burada olmayacağız. Haberin olsun."

Doğrusunu söylemek gerekirse, hayatımda gülmek ve mutlu olmak için çok az nedenim vardı.
Ve belli bir tarih vermem gerekirse mutluluğum Atlas'ın doğumuna tekabül ediyordu.

Derin bir nefes alıp telefonu kulağımdan çektiğimde dikiz aynasından Fatih'le göz göze gelmiştim.

"Sakinleşmek için ne yapıyorduk? Koyun mu sayıyorduk?"

Bir iki kıkırdamanın ardından gerçekten sinirleniyor olmamın etkisiyle kafasını iki yana sallamıştı. "Değil ama sen öyle yap kardeşim."

Bir, iki, üç, dört, beş, altı..

"Olmuyor, kaça kadar saymalıyım ki sakinleşmek için?"

Yutkunup hâlâ konuşan Ceyda'nın sözünü yarıda kestim. "Neden bunu yapıyorsun? Her şekilde sorun çıkarmayı nasıl başarıyorsun?"

Arabanın benzinlikte durmasıyla adımımı dışarıya atıp birkaç adımda arabadan uzaklaştım.

"Ceyda neden biraz olsun içimde seninle ilgili iyi hislerin kalmasına izin vermiyorsun? Neden dibini kazırcasına içimdekileri söküyorsun? Birazını bırak artık, onlara ihtiyacım var farkında değil misin?"

"Ufuk, biz ayrıyız tabiki bana karşı hislerin kalmamal.."

Histerik bir gülüşle tekrar araya girdim. Ona hâlâ aşık olduğumu falan mı sanıyordu? Bahsettiğim kesinlikle bu değildi ama bizim temel sorunumuz da buydu zaten.

Ceyda ve benim aramda çoğu sey farklıydı. Ben onu anlamıyordum, o da beni.

"Sana aşık değilim eğer bundan bahsediyorsan. Oğlumun annesine karşı içimde ufak bir sevgi bırakmaya çalışıyorum sadece. Biraz olsun yüzüne bakabileceğim bir sevgi. Bunun için çabalıyorum. Senden de aynı şeyi bekliyorum."

Ardından aramayı başka bir şey söylemeye gerek duymayarak sonlandırmıştım.

Bir zamanlar yirmili yaşlarının sonlarındaki Ufuk, Ceyda'dan vazgeçmişti. Sonra kendini alevlerin içine atmış, alevler yüreğinden evine kadar sıçramıştı. Ölmemişti. Ama kimse onu kurtarmadığı için herkese karşı bilenmişti.

Aşık olduğu o anı düşündü. Aşık olduğu anı hatırlayan var mıydı? Aşkının biteceği zamanı önceden anlayan?

Hepsinden geriye kalan tek şey acıydı.

Acı içindeyken nerede olduğunun bir önemi kalmıyordu. Ne zaman arabaya binmişti, ne zaman hareket etmişlerdi emin değildi. Şamil frene bastığı an uzun bir uykudan uyanmış gibiydi sanki.

Çoktan kararan ve oldukça soğuk havaya inat üzerindeki ince gömlek titremesine neden olmuştu. Belki de o sebebinin bu olduğunu düşünmek istiyordu.

Yıllar önceye kadar içinde yaşadığı ev alevler içindeydi.

Şimdi bizi öldürmeye çalışan sırıtır gibi bir güzellikle karşımızda duruyordu.

"İşte burası, kutlama yapacağımız yer."

Şamil'in sesi karşımda duran barakadan bakışlarımı ayırmamı sağlarken arkamı dönüp arabada uyumaya devam eden arkadaşlarıma baktım.

Belki de kaderimizde vardı buraya dönmek. Bizim için her şey burada başlamıştı. Kendine güveni o zamanlar tam, hayalleri olan ve kimsenin inanmadığı sekiz genç burada toplanmıştı.

Birlikte olmanın, hep beraber gülebilmenin, hayallerin önemini ve verdiği mutluluğun değerini şimdi anlamıştım.

Je hebt het einde van de gepubliceerde delen bereikt.

⏰ Laatst bijgewerkt: May 07, 2022 ⏰

Voeg dit verhaal toe aan je bibliotheek om op de hoogte gebracht te worden van nieuwe delen!

Şah - NorminşahWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu