GÜNAHKÂR 2

912 26 5
                                    


 
   Hayat her zaman istediklerimizi bize vermez. Biz onları almak için çabalar hatta savaşırız. Ya bu savaşı hayat kazanır ya da biz. Benim hayatla olan savaşımı hayat kazanmıştı. Şimdilik...

  Ben hiçbir zaman beyaz olmadım. Benim rengim siyahtı. Simsiyah... Ailemin bana verdiği renk. Hayatımın bana sunduğu tek renk. Bende isterdim beyaz olmak. Masum olmak. Kirlenmemiş olmak. Lakin ben ne masumdum ne de temiz. Yine bir karanlıktayım. Yolumda dikenler var ve ben bu dikenli yolda yalın ayak dolaşıyorum. Ne aradığımı bilmeden. Karanlığa gözüm alışınca buranın bir orman olduğunu anlıyorum. Kurumuş yere dökülmüş yapraklar, kurumuş ağaçlar, kurumuş bir ırmakla karşılaştım. Ormanın korkunç bir havası var insan ister istemez korkuyor burada olunca. Korka korka ilerlemeye başladım. Ormanda sadece ayaklarımın altında ezilen yaprakların sesi vardı. Ne kadar yürüdüm bilmiyorum ama karşıma ay çıktı. Gökyüzünde parlayan tek ışık olan dolunay biçiminde çıktı. Dolunayı görmemle beraber bir uluma sesi duydum korkuyla geriye doğru birkaç adım attım.

  Etrafım baktığımda ağaçlardan başka bir şey olmadığını görmemle titrek bir nefes aldım. Sese doğru korkarak ilerlemeye başladım istemsizce. Ayaklarım beni kurta doğru götürüyordu. Biraz ilerledikten sonra bir tepenin ucunda yere yatmış bir kurt gördüm. Tüyleri kar kadar beyazdı. Bu karanlıkta tek renk kurdun bembeyaz tüyleri idi. Dolunaya baktığımda ışığı sadece kurtu gösteriyordu. Yavaş adımlarla kurta ilerlediğimle gördüğüm gözlerle olduğum yerde kalakaldım. O gözler... Beni kurtaran gözler... Acı çekiyordu. Koşarak tepenin ucuna kurtun yayına oturdum. Vücuduna baktığımda her yeri yaraydı. kandı. Bakışlarım tekrar yüzüne geldiğinde durdum. Bu oydu. Kurt yerine beni kurtaran adamdı. Yaralı kurt gitmiş yerini o adam almıştı. Oda kurt gibi yaralıydı. Başını ellerimin arasına alıp dizlerime koydum. Gözleri aralık beni izliyordu. Kanayan yerlerine daha dikkatli bakınca daha çok kanadığını görmemle ellerimi yaraların üstüne tampon yapmaya başladım. Ay ışığı sadece bizi gösteriyordu. Karanlıktaki tek aydınlık bizdik. Sol elini kaldırıp yanağıma koyunca bakışlarımı yaralarından çekip ona çevirdim.

  "Beni bırakma." Diyerek acıyla konuştu. Benim de canım yanıyor bilmediğim bir şekilde kendimi bu adama bağlı gibi hissediyorum. Yanağımı okşayan eli yavaşça düşmeye başladı. Kalbim korkuyla hızlı atmaya elim ayağım titremeye başladı. Kendimi onunla birlikte güvende hissediyor, huzur buluyordum. Elim titrekçe şah damarının üstüne gitti. Orada bir titreşim ne bileyim bir tepki hissetmeyi bekledim ama ne o tepki geldi ne de o gözlerini açtı. Ayın ışığı karalıkta kayboldu. Ellerimdeki kan kurudu. Ben korktum. O öldü ben yaşadım. O gitti ben kaldım.

  "HAYIR!" diye haykırdım en sonunda. Gözyaşı akıtmıyor sadece haykırarak bağırıyordum. Kollarımı saran ellerin beni sarsmasıyla gözlerimi yavaşça açtım. Bedenimi sarsan kişiye baktığımda gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bu oydu... Kendime geldiğimi anladığında bedenimi sarsmayı bıraktı sonra da kollarını çekti. Beni bırakmasıyla etrafı incelemeye başladım. Hava aydınlanmıştı. Oda ise gri ağırlıklı eşyalardan oluşan küçük bir oda idi. duvarında bir doğa manzarası olan tablo yatağın iki tarafında komidin ve tam karşımda ise orta boyda koyu gri renkte gardırop vardı. Aklıma gelen görüntülerle bakışların aniden yanımda duran adamı buldu. Oda duvara yaslanmış kollarını gövdesinde kavuşturmuş çatık kaşlarla beni izliyordu.

  "Neredeyim ben?" diye kısık sesle sordum. Boğazım ağrıyor ve halsizdim. Muhtemelen dün ormanda koşarken nefes nefese kaldığımdan ve boğazım kuruduğundan dolayı ağrıyordu. Bana olan bakışları değişmeden kısa bir süre baktı. Ben cevap vermeyecek sanarken yavaşça duvardan doğruldu kollarını ayırdı ve odada bulunan büyük cama doğru gitti.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Oct 19, 2023 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

GÜNAHKÂR +18Where stories live. Discover now