iki

79 10 20
                                    

Aynadaki aksim içimdeki tüm hırçın dalgalara ve fırtınalara rağmen durgun bir deniz gibiydi

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Aynadaki aksim içimdeki tüm hırçın dalgalara ve fırtınalara rağmen durgun bir deniz gibiydi. Kahverengi saçlarım düz bir şekilde omuzlarımın üstünde salınıyordu, dudaklarımdaki kırmızı ruj yerini hafif bir kızarıklığa bırakmıştı, bir de dişlerimin arasında ezilen alt dudağım biraz hırpalanmış görünüyordu ama yakından bakmadıkça kimse fark etmezdi. Benzim soluk, gözlerim ışıltıdan uzaktı. Bunun soğuk algınlığımla mı yoksa Kim Jongdae'yi görmemle mi ilgili olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Kim Jongdae. Dünyada binlerce dil, her dilde yüz binlerce kelime, her kelimenin onlarca farklı anlamı olabilir ama hiçbiri Kim Jongdae'yi anlatabilmem için gerekli derinliği vermiyordu. Onun hakkında tam bir izlenimde bulunmak için onunla oturmak, onunla kalkmak, onunla sohbet etmek, herhangi bir şekilde onunla iletişim kurmak gerekiyordu. Ancak o zaman fark ediyordunuz aslında onun hakkında söylenenlerin ne kadar yetersiz olduğunu ve onun ne kadar da kelimelere, benzetmelere sığamayacak bir kişi olduğunu.

Üstümde artık nefret ettiğim ama o zamanlar bayıldığım takım elbiseyle, Chanyeol'ün hediyesi olan otuz sekiz numara siyah topuklu ayakkabıların üstünde düşe kalka yürüdüğüm bir yaz gününde tanışmıştık Kim Jongdae'yle. Hayatıma nazikçe giriş yapmış, ben onu ilişkimizi bitirmeye zorlayana kadar da dokunduğu yerde çiçek açtırmıştı. Bana yaşattığı anılar o yıla dair hatırlanmaya değer tek olaylardı. Fakat benim hatırlamaya gücüm yoktu ve tüm hepsini toplayıp bir daha açılmamak üzere kapıların ardına kilitlemiştim ama gelin görün ki olacaklardan kaçılmıyordu. Kim Jongdae'nin acımasızca kestiğim ilişiğimizden beş yıl sonra yirmi yıldan uzun süredir beraber yaşadığım Park Chanyeol'ün güzel sevgilisinin abisi olarak çıkıp geleceğini nereden bilebilirdim ki?

Sooyeon tuvalet kabinininden çıkıp ellerini yıkamak için lavobonun önüne gelirken kimse soluk tenimi fark etmesin diye makyajımı yenilemekle meşguldüm. Allık fırçamı makyaj çantamın içine bırakırken gözüm aynadan Sooyeon'a takıldı. Saçları benimkilere nazaran çok daha uzundu, daha açık bir kahverengi tonuna sahipti, dalgalıydı. Toplumun oluşturduğu güzellik algılarına kanan biri değildim fakat Sooyeon gerçekten görenin ağzını açık bıraktıracak bir güzelliğe sahipti. Elmacık kemikleri hafif çıkıktı, sağ yanağının ortası derin gamzesinden dolayı hafif içe çöküktü. Benim her kemiğine uzman eli değmiş yüzümün aksine doğaldı da. Ve daha canlıydı, henüz o hoş pembeliğini kaybetmemişti. Ona bakmaktan kendimi alamıyordum fakat nedense her baktığımda bir ağırlığın altında eziliyormuş gibi hissetmeme de engel olamıyordum.

Ellerini kuruladıktan sonra güler yüzle bana döndü. Gülümsemesine küçük bir tebessümle karşılık verdim. "İçeri gidelim mi artık?" diye sorduğunda da hafifçe başımı ileri geri sallamıştım.

Bu yemek, iki sevgilinin ailelerini tanıştırma yemeğiydi. Sooyeon iki ay önce Chanyeol'ün herkesin içindekilere imrenerek baktığı avukatlık bürosunda ceza avukatı olarak resmen işe başlamıştı ama Chanyeol'le tanışıklıkları bundan bir yıl öncesine Sooyeon'un üniversite yıllarına dayanıyordu. Avukatlık stajını Chanyeol'ün yanında yapan Sooyeon, mezun olduktan kısa bir süre sonra onun bürosunda işe girmişti. Ve iki ay sonra da ailelerine sevgili olduklarını açıklıyorlardı.

five oh fiveWhere stories live. Discover now