-25-

66 6 0
                                    


Karanlığın içinden çıkıp gelen görüşüm az önce yaşadıklarımı bir film şeridi gibi gözlerime aktarmaya başladı. Ben, ben parlamış, ağacı da parlatmıştım. Sonra? Sonrası yoktu.

Gözlerimi kısıp görüşümü düzelttim. Sürekli değişen renkler vardı. Hayır, ben hareket halindeydim.

-Uyandın mı parlak kız. 

Gereksiz konuşmalara karşı her zaman bir garezim olsa da bu güzel sese karşı çıkmak zordu. Sanki dünyanın en sıkıcı metnini okusa bile saatlerce dinleyebilirdim.

-Evet. Kaşlarımı çatıp düşünmeye çalıştım. Hatırlamıyorum... kelimeler zorlukla dudaklarımdan dökülse de sesim berraktı. 

-Geldiğimde ilk başta hiçbir şey göremedim. Parlıyordun. Güneş gibi. Sonra parlaklık azaldı ve seni yere yığılırken gördüm. Şu an büyü tamamen üzerinden gitti. Yeni uyanmış birine göre fazla aksiyon yaşadın.

Kesinlikle fazla Aksiyondu. Ama tuhaf bir şekilde kendimi inanılmaz enerjik hissediyordum. İçimdeki sesi göz ardı ederek konforlu yolculuğuma son vermek için ağzımı açtım.

-Sanırım yürüyebilirim. 

Çağan beni nazikçe yere bırakırken ona hiç teşekkür etmediğimi fark ettim. Ne yazık ki dilimizde telaffuzu en zor kelime gruplarından biriydi 'teşekkür ederim'.

-Teşekkür ederim. 

Çağan şaşırmış gibi dönüp baktı bir an ama yüzü asıl minnettar olanın o olduğu hissini verecek kadar mutluydu. 

-Ben teşekkür ederim. 

Kafamı kaldırıp gök yüzüne baktım bir kez daha. Yıldızlar hiç olmadıkları kadar güzel gelmişlerdi gözlerime. 

-Tüm bu şey kaç saatte oldu? 

Tamamen alakasız bir soru daha. Dilim bazen öylesine konuşuyordu işte, beynime bir an bile danışmaksızın. Gerçi ben de pek danışmıyordum kendisine ama neyse işte.

-Uyanıp yemek yer yemez buraya koşup sonra da bayılman mı? Sanırım bir saatten az oldu. 

Gözlerim şaşkınlıkla irileşirken Çağan'a baktım.

-Cidden bir saat miydi? Vay be. 

Zaman bazen çok hızlı akardı. Bazense şu an olduğu gibi yavaş. Göreceli olduğu kesindi. Gözlerimi kısıp acaba biraz daha enerji harcama fırsatım var mı diye düşündüm. İhtiyacım olduğunda laktik asitten geçilmeyen kol ve bacaklarım şu an enerji fışkırtıyorlardı.

-Acaba...

-Bu sefer koşarak kaçmana gerek yok. Ben seni gezdiririm. 

Başımı utançla başka bir yöne çevirdim. Bu yaptığım çocukçaydı. Ama içimde tuhaf bir ses bana bunu yapmamı söylemişti. Acaba gerçekten deliriyor muydum? Bu insanlık için korkunç olurdu. Kafayı yemiş bir zihin ustası. Dünya daha ne kadar batacak? Dünyanın batacağı kesindi ama buna ben sebep olmak istemiyordum. 

-Ayı izlemek için çok güzel bir yer biliyorum. 

Hemen yanımdan kollarımız birbirine değecek kadar yakın yürüyen Çağan'a döndüm. Bu iyi bir fikir olabilirdi. Çıplak ayaklarla toprağa basmak iyi hissettiriyordu. Ama taşlar, o konu biraz sıkıntılıydı. Çakıl taşlarıyla dolu bir yola girdiğimizde çimenlere basmaya çalışarak yürüyor ve kesinlikle çok komik görünüyordum.

-Ah, üzgünüm. Ayakkabın olmadığını unutmuşum. 

Etrafına alık bakışlar gönderen ben, şimdi de bakışlarını aptalca ayaklarıma çevirmiştim.

Zihin Oyunları; Sınır (Düzenlenen versiyon)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin