Bölüm 3 -Yıkım, Yüzleşme, Savaş

111 8 2
                                    

Daha önce farketmemiş olduğum yazıcı çalışmaya başlayınca irkildim. Büyükannenin yüzü gerilmişti resime bakınca. Meraklanmıştım. Resimde ne vardı? Bir anda büyükannenin yüzü çöktü. Bir hüzün dalgası onu tutsak etti. Noyan'da bunu farketmiş olacakki olduğu yerde doğruldu. Endişelenmişti. Büyükanne Noyan'a küçük bir bakış attıktan sonra bana dödü. Yüzünü buruşturdu, sanki söyleyecekleri canını yakıyormuş gibiydi. Ağzını açtı ama sonra tekrar kapattı. "Üzgünüm, Eva." diyebildi sonunda ve resmi bana doğru itti. O anda başımdan aşağıya doğru kaynar sular döküldü. Resim gayet netti. En üstte 'İyiki Doğdun Eva!' yazıyordu, yazının altında ise tavana asılmış iki kafa vardı. Kafaların altında da herzamanki gibi parçalanmış iki beden. Başım dönmeye başlamıştı çünkü resimdekiler annem ve babamdı! Demek bu yüzden benim eve gelmemi istememişlerdi. Beni korumak için. Bugün doğum günümdü. Onların ise ölüm günü! Belki doğmasam onlar ölmezdi(?). Her şey benim yüzümden olmuştu. Öyle hissediyordum. Ve bu fikir içimi kemiriyordu. Oda etrafımda dönüyordu ve başım dayanılmaz derecede ağrıyordu. Ruhsal acıya fiziksel acılarımda eklenince iş iyice dayanılmaz hale geldi. Zaten bir süre sonra herşey sona erdi, bana sonsuz gibi gelen karanlık yavaş yavaş beni içine çekti ve huzurlu kollarına aldı. Karanlık uzun zamandır dostumdu, ve onu seviyordum. Savaşmadım, direnmedim. Artık yorulmuştum, bilincimi kaybederken bir kaç saniyeliğinede olsa acılarım dinmişti. Tamamen bilincimi yitirmeden hemen önce fısıldadım "Merhaba, kadim dostum!".

Uyandığımda hastanedeydik. Olanlar birden zihnime akın edince, içim buruklaştı ve bir an hiç uyanmamış olmayı diledim. "Hemşire, hemşire!" diye bağıran Noyan'ı gördüm, yanıma çöktü elimi tuttu ve bana endişeli bir şekilde baktı "İyi misin?" yalnızca kafamı sallayabildim çünkü ağzım kurumuştu. Hemşire odaya girdiğinde zoraki açık tuttuğum gözlerim neredeyse tekrar kapanıyordu. Ama buna izin vermedi ve gözlerimi sonuna kadar açıp ışık tuttu. Sanırım normal tepkiler vermişlerdi gözlerim. Daha sonra yeni farkediyor olduğum serumu kolumdan çıkardı. Zaten bitmişti. "1-2 saat sonra taburcu olabilirsin." dedi bana hiç samimi gelmeyen bir gülümsemeyle. "Bizi çok korkuttun Eva" dedi Noyan endişeyle karışık beni azarlarken "Özür dilerim tatlım sana bu kadar çok yüklenmemeliydim." dedi büyükanne, en az Noyan kadar endişeliydi. "Sorun değil." dedim bıkkınlıkla, ne diyebilirdimki. "Su alabilirmiyim?" zoraki konuşuyordum, ağzım cidden kurumuştu. Noyan dikkatlice suyu içmeme yardım etti, benimle gerçekten çok iyi ilgileniyordu. Ona minnettardım. Bardağı yerine koyduktan sonra biraz daha dinlenmem için büyükanneyide alıp odadan çıktı.

Bir kaç saat sonra gayet enerjiktim ama ruhen çökmüştüm. Büyükanne gelip beni hazırladı ve Noyan'ın kullandığı arabaya bindirdi. Beraber arkada oturuyorduk. Zoraki güldüm ve "Vaay sen araba kullanıyor muydun?" dedim ortamı yumşatmak amacıyla. Ama sesim o kadar acınası çıkmıştıki aldığım tepkiler kahkahalar yerine endişleli bakışlar oldu.

Eve vardığımızda ben derin düşüncelere dalmıştım. Annem ölmeden önceki son konuşmalarımız beynimde yankılanıyordu. Bu düşünce ve duygu seliyle beraber dalgın dalgın salona ilerlerken büyükanne omzumu tuttu ve beni durdurdu "Tatlım istersen sen yatabilirsin." "Hayır büyükanne, asla olmaz!" "Neden?" "O notu çözmeliyiz hemde hiç zaman kaybetmeden." "Tatlım, bazı şeyler unutulmayı bekler. Bizde bu olayları unutup önümüze bakmalıyız." şok olmuştum, bunu nasıl söylerdi. Çok sinirlenmiştim "Sen neden bahsediyorsun büyükanne? Bunu söylediğine inanamıyorum! Unutmak mı? Asla! Sen kendi kızını unuttun mu? Unuttunmu! Sen kızın için kılını bile kıpırdatmamış olabilirsin ama be senin gibi sessiz kalmayacağım!" "Kızımı işe karıştırma!" "Bende öyle tahmin etmiştim. Biliyormusun az önce ne düşünüyordum? Annemle yaptığımız son konuşmayı. Çok ısrar etmeme rağmen yanlarına gitmemi reddetmişti ve bana 'Canım kızım, seni çok seviyoruz bunu sakın unutma. Sana çok iyi bir hayat yaşatamadık belki ama sen bizi hep sevdin. O koca yüreğine minnettarız. Sana benden son bir nasihat. Bu iki sözü kendine ilke edin kızım; Bir, umudu kaybetme. İki, asla pes etme.' demişti ve telefonu kapatmıştı. Şimdi ben onun son isteğini yerine getireceğim. Hastanede düşünmek için çok zamanım oldu. Ve ben daha önce farkeddememiş olduğum ihtimalleri farkettim. O notu Boray, Doruk ya da Hera yazmış olabilir. Bu da onların yaşıyor olma ihtimallerini güçlendirir. Ve belki de şu anda onların tek umutları ben olabilirim. Çünkü samimi olduğum insanlardan geriye bir tek ben kaldım. Çok küçük bir ihtimal dahi olsa umudumu kaybetmeyeceğim ve bir sonuca ulaşana kadar, bu sonuç başarısızlık olsa bile pes etmeyeceğim. Bu yüzden sakın benden unutmamı istemeyin çünkü yapamam, yapmam!" odaya sessizlik hakimdi. Nefes nefese kalmıştım, hayatımda ilk defa böyle soluksuz ve hararetli bir konuşma yapmıştım. Genelde ben dinleyen taraf olurdum ama bu kez farklıydı. Aynı kalan ne vardı ki? Büyükanne bu konuşma boyunca bana dehşet içerisinde bakmıştı. Haklıydı aslında, ben bile bu halimi dehşetle karşılamıştım. Düşünmeden, öylece ağzımdan çıkan kelimeler odada gergin bir hava yaratmıştı. Bu gergin sessizliği Noyan bozdu "O halde, notu görelim." büyükanne şaşırmış gibi Noyan'a baktı "Ailem için bir şey yapamadım bari hatırlayamadığım arkadaşlarım için birşeyler yapayım. Hem ne dersin belki şu pisliklede karşılaşırım ve hesabımı kapatırım." Noyan'ın gözlerindeki saf öfkeyi görebiliyordum. Büyükanne şimdi ikimizede endişeyle bakıyordu, bu işe gerçekten bulaşmak istemiyordu anlaşılan. Arkasında duran masadan bir çerçeve aldı. tahminimce resimde Noyan ve ailesi vardı. Büyükannenin gözleri doldu, gözlerini kapatıp kafasını öne eğdi. Tekrar gözlerini açtığında kafası hala eğikti, düşündü. Sonunda kararını vermiş gibi kafasını kaldırdı ve kararlı bir sesle "Görelim şu notu!" diye bağırdı. Gülümsedim, sessiz bir teşekkür gönderdim ve notu almak için valizime doğru yola koyuldum.

Kütüphaneye tekrar geldiğimde artık gizli odada değillerdi. Zaten gizli odaya girişide kapatmışlar derin bir sohbete dalmışlardı. Noyan'ın olaylar hakkında daha fazla bilgi almak için büyükanneyi sıkıştırdığını tahmin etmem zor olmamıştı. Ailesinin gerçek ölüm sebebini öğrendiğinden beri Noyan çok az konuşmuştu. Sanki neşesi evi terk etmişti. Her ne kadar ara sıra bana yalancı gülücükler atsada gözlerindeki derin ifadeleri fark etmiştim. Beni asıl endişelendiren Noyan'ın gökyüzü mavisi, içimi ısıtan gözlerinin yerini iliklerime kadar hissettiğim buz mavisi tonunu almış olmasıydı. Bu gerçekten dikkate değer bir değişimdi ve anında hissediliyordu. Peki, neydi bu? İntikam, öfke ve nefret mi? Yoksa çaresizlik, suçluluk ve son damlalarını akıttığımız umut mu? Şu son bir iki saatte hayatımız boyunca uğradığımız yıkımların üstünden teker teker geçtik ve her seferinde yeniden o yıkımı hissettik. Ama tüm gerçeklerle yüzleşmek çok daha zordu. Özellikle Noyan için. Ben en azından bir şeyler tahmin edebiliyordum ve olayların tesadüf veya basit şeyler olmadığınıda biliyordum ama Noyan, o bütün hayatı boyunca bir yalanla büyümüştü. Ailenin bir kazada ölmesiyle öldürülmesi arasında dağlar kadar fark vardı. Ama en sonunda kararımızı vermiştik. Savaşacaktık. Artık oturup bir köşeden izlemek ve kabullenmek yoktu. Bir nevi isyandı bu. İsyan çıkartıyorduk ve bu mükkemel düzene baş kaldırıyorduk. Ailemizi, dostlarımızı, geçmişimizi, geleceğimizi elimizden alan o şerefsizi bulacaktık! Tabi önce son kırıntılarıyla baş gösteren umuduma tutunacak ve onu takip edecektim. İçeri girdiğimde odanın köşesindeki bir masanın etrafında oldukça rahat görünen sandalyelerde oturan büyükanne ve Noyan'ı gördüm. Birbirimizi eş zamanlı görmüştük ve göz göze gelir gelmez konuşmayı kesmişlerdi. Ama aldırmadım, daha büyük problemlerim vardı. "Eee, not?" diye atıldı Noyan, büyükannede gözümün içine bakıyordu. Onların bu istekleri, neden bilmiyorum ama çok hoşuma gidiyordu ve bana güven veriyordu. Uzun zaman sonra ilk defa yalnız hissetmiyordum.

Ağacın ilk açtığı, Yağmurun ilk yağdığı yer.
Ölüme yakın, yaşama yakın...
Akıp giden bir zaman, Ve yüzleşmen gereken bir kader!

/AA&HA\

Notu üç defa okudum ve ortamı bir sessizlik kapladı. "Bir şiiri anlamak istiyorsan ilk olarak şiiri yazan kişi hakkında bir şeyler bilmelisin." "Evet onu bende biliyorum. Yani demek istediğin ilk önce yazan kişiyi bulursak, bu şiiri hangi amaçla yazdığını daha kolay anlarız." diye onayladı büyükanneyi. Aslında çok doğru bir noktaya değinmişti "O halde '/AA&HA\' ya odaklanıyoruz." "Evet, aynen öyle." Noyan bu kezde beni onaylamıştı. O anda aklıma bir şey takıldı "Bu harfler birer ismin baş harfleri olabilirmi acaba?" sesli düşünmüştüm. Sallanan kafalardan beni onayladıklarını anlamıştım. Aslında böyle düşünmemin sebebi oradaki baş harflerinin bana çok tanıdık gelmesiydi "Sanırım biliyorum." "Neyi?" "HA'nın kim olduğunu." büyükanne zaten bunu bekliyormuş gibi gülümsedi. "Eee kim?" diye sordu Noyan "Tabiki Hera, Hera Altınok." "O senin arkadaşlarından değil mi?" "Evet, aynen öyle. Aslında bu çok beklenmedik bir şey değil. Sonuçta not onun valizinden çıktı. Ve benim tahminime göre bu notu AA, Hera'ya yazdı. Yani kilit nokta 'AA'." büyükannenin acı gülümsemesini yakaladığımda soru soran gözlerle ona baktım "Bu notu benim küçük Arslan'ım yazmış!" iyice kafam karışmıştı "Hem de Hera'ya. Bunun olduğunu görmek çok tatmin edici bir şey." artık kendi kendine konuşmaya başladığını düşünüyordum. Sonunda bize döndü "Siz bilmessiniz. Arslan, bir zamanlar Doruk'un ilk adıydı." şok olmuştum Doruk'un başka bir adının olduğunu bilmiyordum. Ve bunu bize söylememesi çok tuhaftı. Ayrıca kimliğinde de öyle bir isim olmadığını çok net hatırlıyordum. Acaba ne olmuştu?


Arkadaşlar hikayeyi beğeniyor musunuz? Beklentilerinizi karşılıyor mu? Lütfen bana yardımcı olup yorum ve eleştirilerinizi yazar mısın? :))

KÖR ZİNCİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin