On İkinci Bölüm

En başından başla
                                    

Bayan March'ın hızlı gitmemesi konusundaki uyarılarına kulak asmayan Laurie birkaç dakika sonra atına binmiş, uçarak yola çıkmıştı.

"Jo, sen de Bayan King'e gidip bugün gelemeyeceğimi haber ver. Giderken ihtiyacımız olan birkaç şeyi alıver. İnsan hastanelerde her zaman ihtiyacı olan şeyleri bulamayabiliyor. Beth, sen de gidip Bay Laurence'dan iki şişe kaliteli şarap iste. Babanız için borç almaktan hiç yüksünmüyorum. O her şeyin en iyisine lâyık çünkü. Amy kızım, Hannah'ya siyah sandığı aşağı indirmesini söyleyebilir misin?"

Meg, annesine odasına çekilip biraz dinlenmesi için yalvarıyordu. Rüzgârın savurduğu yapraklar gibi herkes bir yana dağılmıştı. O bir tek telgraf, sakin ve mutlu bir yuvayı yıkmıştı sanki.

Biraz sonra Bay Laurence geldi. Çok telâşlanmıştı. Hastaya gerekli olabilecek her şeyi getirmişti. Annelerinin yokluğunda, kızlarla ilgileneceğine söz vererek Bayan March'ın yüreğini ferahlattı. Bay Laurence elinden gelen her şeyi yapmıştı yapmasına ama gönlü Bayan March'ın tek başına yola çıkmasına razı gelmiyordu. Bayan March ise bunun sözünü bile ettirmiyordu. Yaşlı adamın bu uzun seyahate sırf kendisi için çıkmasını kabul edemezdi.

Birden Bay Laurence, hemen döneceğini söyleyerek dışarı çıktı. O koşuşturma içerisinde onun odadan çıktığını kimse fark etmemişti.

Biraz sonra Meg elinde bir fincan çayla koşarcasına taşlıktan geçerken Bay Brooke ile karşı karşıya geldi. Az kalsın elindeki çayı döküyordu.

Genç adam o sakin tatlı sesiyle, "Çok üzüldüm Meg," dedi. "Bay Laurence'ın Washington'daki birtakım işlerini yoluna koymam gerektiği için annenizle birlikte ben de gideceğim. Orada annenize bir yardımım dokunabilirse ne mutlu bana."

Bu arada Jo da ortalıkta görünmez olmuştu. Nereye kaybolmuştu acaba?

"Yine bir şeytanlık düşünmüştür," diye söylendi Meg.

Akşam olmuş, yol hazırlıkları neredeyse bitmişti ama Jo hâlâ yoktu. Laurie onu aramaya çıktı.

Sonunda Jo geldi ama halinde bir gariplik vardı. Yüzünde sevinç, korku, pişmanlık gibi duygular birbirine girmiş gibiydi. Elindeki kâğıt paraları annesinin önüne koyarak boğuk bir sesle, "Babamı rahat ettirmek ve eve dönmesini sağlamak için ben de bunları getirdim," dedi.

"Yirmi beş dolar var burada. Bunları nereden buldun Jo? Umarım yanlış bir şey yapmadın."

"Hayır anneciğim, bu parayı şerefimle kazandım. Ne dilendim, ne borç aldım, ne de çaldım. Sadece bana ait bir şeyi sattım. Umarım bana kızmazsın."

Jo birden şapkasını çıkardı. Güzelim gür saçlarının yerinde yeller esiyordu. Evdekiler hep bir ağızdan bağırdılar.

"Saçların! O güzel saçların!"

"Ah Jo, nasıl yapabildin bunu?"

"En güzel yerindi saçların!"

"Yavrucuğum buna hiç gerek yoktu ki!"

Beth, ablasının kırpık saçlarını sevgiyle okşarken, Jo olan biteni umursamıyormuş gibi bakıyordu. Kısacık saçlarını eliyle karıştırırken, "Canım dünyanın sonu gelmedi ya! Beth sızlanıp durma sen de. Benim için iyi oldu. Hem başım hafiflemiş oldu. Zaten berber hemen uzar, dedi. Baksanıza, tıpkı oğlan çocuklarına benzedim. Bu da bana yakışır. Ben memnunum. Hadi anneciğim ne olur şu parayı al da oturup yemeğimizi yiyelim," dedi.

"Ben bu işe pek o kadar memnun olmadım Jo. Ama sana kızamıyorum da. Büyük bir fedakârlık yaptığını biliyorum. Yalnız, daha sonra pişman olacaksın diye korkuyorum."

"Hiçbir zaman pişman olmayacağım," diye bağırdı Jo. Azar işitmediği için rahatlamıştı. "Önce saçımı satmak hiç aklıma gelmemişti. Ne yapabileceğimi düşünerek sokaklarda yürürken birden berber dükkânlarından birinde asılı olan takma saçlar gözüme çarptı. Üzerlerinde fiyatları yazılıydı. Siyah uzun bir saç vardı ama benimki kadar gür değildi. Üstüne tam kırk dolarlık bir etiket koymuşlardı. İşte o zaman aklıma geldi birden. Zaten saçımdan başka satacak bir şeyim yoktu. Pek uzun düşünemedim. Hemen dükkâna dalıp saç alıp almadıklarını ve alıyorlarsa saçıma kaç para vereceklerini sordum. Berber, kızların böyle bir soru sormasına alışık olmasa gerek, yüzüme bakakaldı. Saçımı elleyip pek beğenmemiş gibi dudak büktü. Rengi de modaya uygun değilmiş. 'Bu takma saçlara asıl değer kazandıran şey, onlara sonradan verilen emektir; gibi bir şeyler söyleyip duruyordu. Bu işi hemen yapmazsam cayabilirim diye korkmaya başlamıştım. Saçımı alması için adama yalvarmaya başladım. Neden satmak istediğimi anlatınca adamın yüzü birden değişti. Adamın karısı da söylediklerimi duymuştu. 'Thomas, kızın saçını al,' dedi. 'Başımda satmaya değecek bir tutam saç olsaydı, ben de Jimmy için aynısını yapardım.' Jimmy dediği oğulları askerdeymiş. Böyle durumlarda birbirini hiç tanımayan insanlar bile nasıl yakınlaşıyorlar değil mi? Adam saçımı kesmeye başladı. Karısı da beni lafa tuttu."

"Adam kesmeye başlayınca hiç korkmadın mı?" diye sordu Meg ürpererek.

"O makası eline almadan, saçıma son bir kez baktım o kadar. Yalnız sonra saçları masanın üzerinde görünce bir tuhaf olmadım değil. Kolumu, bacağımı kaybetmişim gibi geldi. Kadın saçlara baktığımı gördü ve saklamam için bir bukle saç verdi bana. Al anneciğim, bunu hatıra olarak sakla. Bu saç öyle rahat ki bir daha saçımı uzatacağımı hiç sanmıyorum."

Bayan March kızının elindeki saçı aldı. "Teşekkür ederim yavrum," diyerek gözleri dolu dolu bir hâlde çekmeceye koydu.

Sonra, "Gelin kızlar," dedi anneleri ve Beth piyanoya oturup babalarının en çok sevdiği şarkıyı çalmaya başladı. Hepsi büyük bir cesaretle ona eşlik ediyorlardı fakat çok geçmeden sesleri gittikçe boğuklaştı, birer birer sustular. Artık odada sadece Beth'in sesi duyuluyordu.

Saat on olduğunda Bayan March elindeki işi bitirmişti. "Şimdi hepiniz yataklarınıza, yattığınızda hiç konuşmadan hemen uyumaya çalışın. Sabah hepimiz erken kalkmak zorundayız. İyi uykular sevgili kızlarım," dedi.

Kızlar da annelerini öperek yatmaya çıktılar.

Beth ile Amy hemen uykuya dalmışlardı. Meg, hiç konuşmadan yattığı yerde düşüncelere dalmıştı ki, birden Jo'nun ağladığını duydu.

"Neyin var tatlım?" diye sordu. "Babam için mi ağlıyorsun?"

"Hayır, şu anda onun için ağlamıyorum."

"Ne için ağlıyorsun peki?"

"Saçlarım..." diye hıçkırıklara boğuldu Jo.

Meg hemen kardeşinin yanına giderek ona sarıldı.

"Aslında hiç pişman değilim," dedi Jo, "yarın yine aynı şeyi yapmam gerekse hiç tereddüt etmem. Ama içimdeki küçük bencil Jo ağlamayı bir türlü kesmiyor. Senin uyuduğunu sanıyordum. Neden uyanıksın?"

"Çok endişeliyim, uyuyamıyorum."

"Güzel bir şeyler düşünmeye çalış."

"Denedim ama büsbütün uykum kaçtı."

"Ne düşündün?"

"Yakışıklı yüzler... Özellikle de güzel gözler," diye cevapladı Meg gülümseyerek.

"En sevdiğin göz rengi ne?"

"Kahverengiyi de severim ama en çok mavi gözleri seviyorum."

Jo kıkırdamaya başladı. Meg de ona kesin bir dille bu konuda daha fazla konuşmamasını, sabah saçlarına güzel bir şekil vereceğini söyledi ve sonra uykuya daldı.

Saatler gece yarısını vururken kızların odasına bir gölge süzüldü. Bayan March, tek tek hepsinin üzerini örttü, güzel yüzlerini seyretti, yanaklarına, alınlarına öpücükler kondurdu. Onlar için dua etti. Sonra yavaşça pencerenin yanına gidip perdeyi aralayarak gökyüzüne baktı. Birden ay bulutların arasından çıkarak ortalığı aydınlattı. Sanki fısıltıyla, "İçin rahat etsin! Kara bulutların arkasında her zaman aydınlık bir yer vardır!" der gibiydi.

Küçük KadınlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin