On Birinci Bölüm

466 52 42
                                    

Jo, tavan arasındaki köşesinde harıl harıl çalışıyordu. Kasım ayına girmişlerdi, günler de iyice kısalmıştı. Güneş yüksek pencereyi ancak bir iki saat aydınlatıyordu. Jo eski divanın üzerine oturmuş, durup dinlenmeden yazıyordu. Ortalığa kâğıtlar saçılmıştı.

Sevgili faresi de en büyük oğlunu yanına almış, ortalıkta fır fır dönüyordu. Jo son sayfayı bitirdi, altına özenle imzasını attı ve elindeki kalemi fırlattı.

"İşte elimden geleni yaptım," dedi sonra, "eğer bu olmazsa daha iyisini yazana kadar beklemeliyim."

Sonra sırt üstü divana uzandı. Yazdıklarını baştan sona okuyup düzeltmeleri yaptı, kâğıtları kırmızı bir kurdeleyle bağladı. Tavan arasına atılmış eski bir mutfak sobasını dolap olarak kullanıyordu. Faresi de edebiyata meraklı olduğu için Jo kâğıtlarını ve kitaplarını buraya saklar, kapağı da sımsıkı kapatmaya dikkat ederdi. Fare ortalıkta bir kitap buldu mu hemen sayfalarını kemirmeye başlar, kemirdiği sayfaları da etrafa saçarak kitaplığı darmadağın ederdi.

Jo, sobanın kapağını açarak bir tomar kâğıt çıkardı ve iki tomarı da dikkatle cebine yerleştirdi. Sonra arkadaşlarını rahat rahat kalemlerini kemirmeleri, mürekkebinin tadına bakmaları için orada bırakarak aşağı indi.

Elinden geldiği kadar ses çıkarmamaya çalışarak ceketini ve şapkasını giydi. Evin arkasındaki pencereye tırmanarak sundurmanın damına sıçradı. Buradan da patikaya atladı. Dolambaçlı patikadan geçip ana yola çıkınca oradan geçen bir yolcu arabasına atladı ve şehrin yolunu tuttu. Gizemli ama neşeli bir hâli vardı.

Arabadan indikten sonra uzun süre yürüyerek aradığı adresi güç belâ buldu. Kalabalık bir sokakta, büyük bir binanın önünde durmuştu. Kapıya doğru ilerledi. Binanın pis merdivenlerine gelince bir süre durakladı, sonra birden oradan uzaklaştı. Bunu birkaç kez daha tekrarladı. Kapıya kadar geliyor, sonra dönüp hızla kaçıyordu.

Karşıki binaların birinin penceresinde duran bir delikanlı, onun bu hâline bakıp bakıp gülüyordu.

Jo ancak üçüncü seferde, şapkasını gözlerine kadar indirip merdivenlerden yukarı çıkmaya cesaret edebildi. Bütün dişlerini birden çektirmeye gidiyormuş gibi bir hâli vardı. Kapıda asılı olan birçok tabelânın arasında bir de dişçi tabelâsı vardı. Tabelâda asılı olan bir çift kocaman çene kemiği yavaş yavaş açılıp kapanıyordu. Karşı penceredeki delikanlı da, bu çeneleri ürpererek bir süre seyretti. Sonra paltosunu ve şapkasını giyerek aşağı indi ve Jo'nun girdiği kapının önünde beklemeye başladı.

"Tek başına dişçiye gelmek tam da onun yapacağı şey. Canı çok acıdıysa onu eve götürecek birine ihtiyacı olacaktır," dedi kendi kendine.

On dakika sonra Jo, kıpkırmızı bir suratla, koşa koşa merdivenlerden indi. Bir hayli zorluk çekmişe benziyordu. Delikanlıyı görünce hiç memnun olmadı. Başını sallayarak bir selam verdi ve yanından hızla geçti. Ama oğlan peşini bırakmamıştı. Yanına gelerek, "Çok mu zor oldu?" diye sordu.

"Pek sayılmaz," dedi Jo.

"Çabuk çıktın?"

"Neyse ki öyle oldu."

"Neden yalnız geldin?"

"Kimsenin bilmesini istemiyordum da ondan."

"Ömrümde gördüğüm en acayip insansın sen Jo. Kaç dişini çektirdin peki?"

Jo, ne demek istediğini anlamamış gibi arkadaşının yüzüne baktı, sonra kahkahalarla gülmeye başladı.

"İki tane. Yalnız bir hafta kadar beklemem gerekiyormuş," dedi.

Küçük KadınlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin