İkinci Bölüm

En başından başla
                                    

Kızlar çok acıkmışlardı ve kahvaltıya oturmak için bir saattir annelerini bekliyorlardı. Bir dakika kadar kimse bir şey söylemedi. Sonra hep bir ağızdan, "Tabii anneciğim!" diye bağırdılar.

Biraz sonra her şeyi hazırlamışlardı. Neyse ki daha erkendi ve arka sokaklarda yürüdükleri için yolda onları pek kimse görmemişti.

Girdikleri oda boş ve sefil bir yerdi. Pencereleri kırıktı ve ocakta da ateş yanmıyordu. Yırtık pırtık çarşafların üzerinde hasta bir anneyle ağlayan bir bebek yatıyordu. Solgun yüzlü aç çocuklar ısınmaya çalışarak eski püskü yorganın altında büzülmüşlerdi.

Kızlar içeri girince, kocaman gözleriyle onlara bakmış ve morarmış dudaklarıyla gülümsemişlerdi.

Zavallı kadın, "Ey ulu Tanrım, bize iyilik meleklerini mi gönderdin!" diye bağırdı.

"Şapkaları ve paltoları olan komik melekleriz biz!" diye güldürdü Jo onları.

Birkaç dakika içinde odadaki her şey değişmişti sanki. Hannah, getirdiği odunlarla ateş yaktı ve kırık pencereleri eski bez parçaları ve kendi atkısını kullanarak kapattı. Bayan March kadıncağıza çay içirip bir şeyler yedirdi, sonra küçük bebeğini sanki kendi kızlarından biriymiş gibi şefkatle giydirdi. Bu sırada kızları da sofrayı kurup çocukları ateşin başına oturtmuşlardı. Hep birlikte gülüyor, bir ağızdan konuşuyor ve aç kuş yavrularını besler gibi besledikleri bu çocukların bozuk aksanlarını anlamaya çalışıyorlardı.

"Çok iyi!" "Melek bunlar," diye bağırıyordu minikler yemeklerini yerlerken. Bir yandan da ateşte minik pembe ellerini ısıtmaya çalışıyorlardı.

Daha önce hiç kimse kızlara melek gibi olduklarını söylememişti. Bu söz özellikle Jo'nun çok hoşuna gitmişti. Kendileri henüz ağızlarına bir lokma ekmek koymadıkları halde çok mutluydular. Sonunda arkalarında sıcak ve rahat bir ev bırakarak oradan ayrıldıklarında, bütün şehirde onlardan daha mutlu kimse yoktu.

"Komşularını kendinden daha çok önemsemek buna derler işte!" dedi Meg. Anneleri o yoksul Hummel'ler için birkaç parça öteberi aramak üzere yukarı kata çıktığında kızlar da annelerinin yokluğunu fırsat bilerek hediyeleri hazırlamaya koyuldular.

Pek değerli ve gösterişli olmayan ama kızların sevgisini gerçekten ifade eden paketleri masanın üzerine dizdiler. İçine kırmızı güller, kasımpatılar ve asma dalları yerleştirdikleri uzun vazo da masaya çok şık bir görüntü veriyordu.

Jo birden yerinden zıplayarak "Geliyor, geliyor!" diye bağırmaya başladı. Sonra "Hadi Beth," dedi, "sen piyanonun başına geç. Amy sen de kapıyı aç!" Bu sırada Meg de annelerini karşılamak için dışarı koşmuştu.

Beth piyanoda neşeli bir marş çalmaya başladı. Amy yerinden fırlayıp kapıyı ardına kadar açtı. Meg ise büyük bir zarafetle, sandalyesine oturması için annesine yol gösteriyordu.

Bayan March, bütün bu olanlar karşısında hem duygulanmış hem de şaşırmıştı. Hediye paketlerini alıp üzerlerine iliştirilmiş küçük notları okurken gözleri doldu. Önce terlikleri ayağına geçirdi. Sonra yeni mendillerinden birini Amy'nin aldığı kolonya ile ıslatıp cebine yerleştirdi. Gülü göğsüne takarken eldivenlerinin tam eline göre olduğunu söyledi.

Kızlar gülerek birbirlerini ve annelerini öptüler. Sonra o gece yapacakları gösteriye hazırlanmak için işe koyuldular.

Dört kız kardeşin en büyük merakları tiyatroydu. Henüz yaşları şehirdeki tiyatroya gidemeyecek kadar küçük olduğundan oyunlarını kendileri yazıp oynarlardı. Yazarlık işini Jo üzerine almıştı. Jo aynı zamanda oyunlardaki erkek rollerini de oynuyordu. Oyunu sahneye Meg'le birlikte koyarlardı. Beth ile Amy de ablalarıyla birlikte rolleri paylaşırlardı.

O geceki gösteri için çeşitli masalların en gülünç kısımlarını birleştirerek bir oyun hazırlamışlardı. Komşu kızlar da seyirci olarak oyunu izlemeye gelmişlerdi.

Oyunun sonunda tam perde kapanmak üzereyken seyircilerin oturdukları açılır kapanır kanepe birden kapandı. Neyse ki kimseye bir şey olmamıştı. Yere yuvarlanan kızlar kalkmaya çalışırlarken kahkahalar atıyorlardı; oyunu seyrederken bile bu kadar gülmemişlerdi.

Sonunda ortalık yatışmaya başladığında kapıda görünen Hannah, "Hanımefendi küçük hanımları aşağıda yemeğe bekliyor," dedi. Dört kız kardeş buna çok şaşırmışlardı. Hele aşağı inip annelerinin onlar için hazırladığı sofrayı gördüklerinde hayretten küçük dillerini yutacaklardı.

Geride kalan o bolluk günlerinden beri bu kadar çok şeyin bir arada olduğu bir sofra görmemişlerdi. Dondurma bile vardı. Sofranın ortasına ise büyük bir buket çiçek yerleştirilmişti.

Hepsinin soluğu kesilmişti.

"Bunları periler mi getirdi?" diye sordu Amy.

Beth, "Noel Baba getirmiştir!" diye bağırdı.

"Hiçbiri değil," dedi anneleri, "bunları Bay Laurence yollamış!"

Meg şaşırmıştı. "Laurie'nin dedesi mi?" diye sordu. "Hayret doğrusu. İyi de bunları yollamak nereden aklına gelmiş? Kendisiyle tanışmıyoruz ki."

"Hannah onların evinde çalışanlardan birine bu sabahki kahvaltı olayını anlatmış. Bay Laurence da bugün bana çok nazik bir mektup yollamış. Çocuklarıma karşı duyduğu sevgiyi açıklamasına izin vermemi istedi. Bize Noel şerefine birkaç küçük hediye göndermiş. İşte böylece siz de bu sabahki yardımlarınızın karşılığı olarak küçük bir ziyafet kazandınız."

"Eminim bunu dedesinin kafasına torunu sokmuştur!" dedi Jo. "İyi birine benziyor. Biraz çekingen ama... Bir gün bizim Heidi kaçtığında bulup getirmişti. Konuşmaya başladık ama o sırada Meg'in geldiğini görünce yanımdan uzaklaştı. Yine de onunla arkadaşlık etmek isterim. Yalnız kalmasına üzülüyorum."

"Fırsatınız olursa onunla arkadaşlık etmenizi ben de isterim," dedi anneleri, "çok terbiyeli bir çocuğa benziyor. Bu çiçekleri de o getirdi."

"Daha önce hiç bu kadar güzel bir çiçek buketi görmemiştim," dedi Meg, "ne güzel çiçekler bunlar!"

"Çok güzel gerçekten," diye onayladı anneleri. Sonra "Yine de Beth'in çiçekleri benim için dünyadaki en güzel çiçeklerdir," dedi ve kemerine iliştirdiği, artık solmaya başlamış gülü kokladı.

"Keşke babama da çiçek gönderebilseydim!" diye fısıldadı Beth annesine sokularak. "Sanırım o bizimki kadar güzel bir Noel geçiremiyordur."

Küçük KadınlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin