40

701 364 22
                                    

İngiltere, Addison Malikânesi

Mezarlık

21 Haziran 2018

Büyükbabamla birlikte asansörle -3.kata indik. Sağ tarafta bulunan sağlık katını boylu boyunca geçip koridorun sonunda eski demir kapılara benzetilmiş ama yeni olduğu her hâlinden belli olan çift kapılı çelik kapının önünde durduk. Kapının yan tarafındaki elektronik şifre kilidini görünce oldukça şaşırdım. Bu evde ilk defa -nasıl derler- bu yüzyıla ait bir güvenlik önlemi görüyordum. Büyükbabam şifreyi girince kapı tıslayarak açıldı ve bir merdivenin daha da aşağılara indiğini gördük.

Açıkçası Addison Mezarlığı'nın dışarda, ucu bucağı gözükmeyen arka bahçenin bir köşesinde olmasını bekliyordum ama biz şimdi -3.kattan daha da aşağılara iniyorduk. Arkamızdaki kapı otomatik olarak kapanınca dik ve tehlikeli merdivenlerin ortasında karanlıkta kalmıştık. Pusuda yatan karanlık korkum, hortlayıp ortaya çıkmıştı. Gözlerim ortama alışmasına rağmen tek bir ışık huzmesi olmadığı için görülecek, algılanacak hiçbir şey yoktu. İçerisi karanlık ve sessizdi. Çok sessiz.

Büyükbabam yanımdan uzaklaşıp kenarda bir şeylerle uğraşmaya başladı ama ne yaptığını ilk etapta anlamadım. Sonra bir çakmak sesi duydum. Küçük bir aydınlanmanın ardından elinde tuttuğu meşaleyi yakıp önüme doğru tuttu. Elbette meşale ile aydınlanmalıydık. Burada elektrik, lamba ya da el feneri beklemek büyük bir kabalık olurdu.

"Beni takip et" dedi ve hızlı adımlarla önden ilerlemeye başladı. Hem yalnız kalmamak hem de meşalenin aydınlattığı küçük çemberi kaçırmamak için koşar adımlarla büyükbabamı takip etmeye başladım. İçeride çok keskin bir amonyak, küf ve ıslak duvar kokusunun karışımı gaz kütlesi vardı ve genzimi yakıyordu. Nefes almakta zorlanma ve zifiri karanlık, çok tanıdık bir korkuyu beraberinde getirdi. Neye inanıyorsak inanalım bir Ayetel Kürsi okumanın ferahlığını hiçbir inanç sistemi sağlayamazdı.

Büyükbabam, birkaç adımda bir durup kendi meşalesindeki kıvrak alevi duvarlara sabitlenmiş meşalelerle paylaşıyordu. Büyükbabamın dibinden ayrılmadığım için aniden durunca ben de ona çarpmamak için kendimi zor frenliyordum.

Koridor biraz aydınlanmaya başlamış, etrafı ilk defa inceleme fırsatı bulmuştum. Malikânenin en eski yapısı anıtlardan sonra sanırım burasıydı. Farklı büyüklükteki taşlarla döşenmiş duvarlar bir kanalizasyon sistemi gibi oval yapıdaydı. Her on adımda bir kemerli bir yapı ve karşılıklı odalar vardı ama biz koridor boyunca dümdüz ilerliyorduk.

Tavandan üstümüze doğru yeni ve eski örümcek ağları sarkıyordu ve sanırım kenardan bir farenin tıkırtısı gelmişti. Duvarlardaki büyük taşların üstünde bazı hayvan kabartmaları vardı ve bulunabilecek her bir düzlüğün üstünde eski insanların mağara çizimlerini andıran şekiller ve çöp adamlar çizilmişti. Gözüme tek çarpan ise on köşeli yıldız şekliydi.

Sonunda büyükbabam bir odanın önünde durdu. Eski ahşap kapıyı tozlarından ve örümcek ağlarından arındırıp demir halkasından tutup biraz zorladıktan sonra geriye doğru iterek açtı. Büyükannemi, sevdiği kadını buraya gömmek zorunda mıydı? Sonsuz gökyüzü, servi ağaçları, cıvıldayan kuşlar neredeydi?

Yuvarlak olduğunu düşündüğüm bir odaya girdik. İçerideki koku daha yoğun ve tüm güzel düşüncelerden uzaktı. Midesi ağzında gezen çıt kırıldım kızlardan değildim ama kendimi her an kusacakmış gibi hissediyordum.

Büyükbabam, çemberi dolanıyor iki adımda bir duvarda sabit duran meşaleleri yakıyordu. Ortalık iyice aydınlanınca nasıl bir yerde olduğumu anladım ve çığlık atmamak için kendimi o kadar zor tuttum ki. Tavana kadar uzanan pencere görünümlü nişlerin her birinin içinde kafatasları vardı. Kendi etrafımda dönerek çemberdeki tüm kafataslarına bakınca başım döndü ve öğürmeye başladım.

Büyükbabam "İşte burası" dedi.

Her normal insan gibi sıradan bir mezar taşı görmeyi beklemek benim hatamdı. Olduğum yerden bir santim dahi kıpırdamak istemiyordum. Hatta utanmasam yanına gelmemi bekleyen büyükbabama aldırmayıp arkama bile bakmadan koşarak giderdim. Ama yavaş adımlarla büyükbabama doğru ilerledim.

Göz hizamda bulunan bir nişin üzerinde Theodora Regina Addison yazıyordu. İçinde ise diğerlerinden farklı olmayan bir kafatası duruyordu. Saçtan ve etten sıyrılınca tüm insanlardan geriye kalan şey, nasıl da aynıydı? Göz yuvalarının olduğu boşluklardan sanki hepsi bana bakıyordu.

Ne yapmalıydım, dua mı etmeliyim? Bu kadar ürkütücü olacağını bilsem buraya inmek istemez, duamı uzaktan ederek büyükannemin ruhuna bağışlardım.

Büyükannemin geri kalanı neredeydi acaba?

"Bir gün hepimiz burada yerimizi alacağız kızım."

"Neden mezarlık yok büyükbaba? Bunlar nedir böyle?"

Ağzımı her açtığımda kusma hissi geri geliyordu. Bir Addison olarak burada yerimi almaktansa Müslüman mezarlığını tercih ederdim. Belki bir Allah'ın kulu mezar taşımı okuyup dua gönderirdi. On altı yaşında aramızdan ayrılan kızımız korkudan öldü.

"Bu kafatası kültü atalarımızın mirasıdır kızım. Tarikatın ortak geçmişini koruma adına ölenlere toplum içerisinde yer veriyoruz. Bu, belli bir grup için önemli olan bir insanın dirilmesi demektir. Cenaze törenlerimiz ayin eşliğinde yapılır ve toprağa gömülmeden önce daha kolay çıkartmak için baş gövdeden ayrılır. Belli bir süre sonra çıkartılan kafatası, hatıra olarak alınır ve sonsuza kadar burada, Addison Mezarlığı'nda kalır."

"Göbekli Tepe'de bulunan kafasız anıtlar bunu mu ifade ediyor yani?"

"Aferin Eva, iyi yakaladın."

"Artık çıkabilir miyiz?"

"Tabii ki kızım."

Dışarı çıktığımda karbon monoksit zehirlenmesi yaşayan biri gibi derin derin temiz havayı solumaya çalışıyordum. Büyükbabam beni odama bırakırken kan basıncım normale dönmüş ve kalp atışlarım yavaşlamıştı. Büyükbabamla vedalaşacağımız esnada kolyemi bir daha boynumdan çıkartmamı tembihledi.

"Bir kolye nasıl bu kadar etkili olabiliyor?" diye sordum.

"Kızım bu kolye Atlantislilerin özel işlemlerden geçirdikleri doğal taşlardan yapılmış bir sanat eseridir. Senin banyoya attığını görseler bir daha asla vermezlerdi herhalde."

Atlantis kelimesini duyunca büyükbabamın yüzüne anlamsızca baktım.

"Bu, kayıp kıta Atlantis mi?"

Sıradan bir şeymiş gibi büyükbabam "Evet" dedi.

Bu evde bulunan tarihî eser, doküman, belge ve bilgilerle tüm tarih baştan yazılabilirdi hem de doğrusuyla.

"Büyükbaba, tarihî bilgilerinizi neden kamuoyuyla paylaşmıyorsunuz?"

"Ben sana bir soru sorayım kızım. Neden paylaşalım?"

Anlaşılan o ki durumun böyle olması işlerine geliyordu. Büyükbabam hafif tebessüm edip yanağımdan öperek bana veda ettiğinde odama girmiştim artık.

SESSİZ -Bir Göbekli Tepe Efsanesi 1-#Wattys2021Where stories live. Discover now