sanatçının siyah beyaz tablosu

163 33 9
                                    

"yeni kurgunun yalnızca ilk taslağını istiyorum senden, bir bölüm yazmak senin için bu kadar zor olmamalı. üstelik giriş yazmayı daha çok seviyorsun."

çok fazla iş istiyordu, kısa sürede çok fazla para istiyordu. yorgundum.

"hongjoong, sence de biraz soluklanmaya hakkım yok mu?"

"hyung, beni yanlış anlama. sadece bu kadar kıvamına gelip satırlarda akarken durup ara vermenin senin için iyi olmadığını düşünüyorum. kelime haznen zorlanmışken ve cümlelerin kafiyeyle yerleşirken durup nefes alman o zihnine haksızlık değil mi?"

yerinde heyecanla kıpırdıyor, merakla cevabımı bekliyordu. dediğim gibi yorgundum. onu başımdan savmak içinse yalanlar söylemeye açıktım.

"evet evet haklısın, en kısa sürede başlarım."

yüzündeki endişe gülümsemeye dönerken arkama yaslandım. aklımdaki yeosang'ın portresi, hayallerime asılmış sessizlik türküsünü mırıldanıyordu ve karşımdaki hongjoong bunu bozmak için var gücüyle sinirlerimi gerecek ne varsa söylemekten çekinmiyordu.
pekala, aslında empati yaparsak o da yalnızca görevini yerine getirmek için çabalayan bir editördü.

konuyu değiştirmenin iyi olacağını düşündüm. onu kovmak istemiyordum.

aslında düşününce arkadaşlığını seviyordum.

"yunho ile aranız nasıl, uzun zamandır onun hakkında konuşmadık."

"ah, evet, şey aslında..." kıkırdarken elini ensesindeki saçlarına daldırdı. "onunla sanırım artık çıkıyoruz."

beklediğim bir şeydi, ama şaşırmış gibi yaptım.

"vay canına, aileleriniz bu duruma ne diyor peki? ya da daha da ötesi biliyorlar mı?"

"sadece yunho'nun annesi biliyor, bende bildiğini biliyorum. yunho onun ne tepki verdiğini söylemedi." soluklandı, bir an için yüzü düştü. "ama sanırım ilişkimize çok sıcak bakmıyor. of, sırf böyle şeyler yüzünden ilişkimizi sonlandırmak zorunda kalırız diye endişeleniyorum."

"boşa endişe etme hongjoong, her ilişkide böyle sorunlar olur. siz sadece anın tadını çıkarmaya bakın.
ve birde yan yanayken birbirinizin kıymetini bilin. en azından biriniz diğerini bulmak istediği zaman çıkıp onu aramak zorunda kalmıyor. ah, yan yana olmak ne güzel şey!"

"sanki uzak mesafeden bir sevdiğin varmış gibi konuşuyorsun."

"bazen yan yanayken de uzak bir mesafeden sever insan."

yeosang; sana olan aşkımdan ötürü düşüncelerimin yönü hep biraz sana dönük, sanırım bu yüzden sanatımsın artık.

"bak işte! tam bir yazma ruhu! lütfen otur ve hemen ilk taslağı hazırla hyung. benim artık gitmem gerek, geç kalıyorum. yarın bana yazdığın ufak bir kısmı atarsan çok çok çok mutlu edersin beni, unutma sakın seninle olan dostluğumuzu seviyorum hyung! lütfen yaz. bu söylediğin cümleyi de kullan hatta çok hoş."

yeosang... senden başka bir şey düşünemezken nasıl bir öykü kurabilirim kafamın içinde?

sen bana fısıldamadığın sürece.

"güle güle hongjoong."

onu kapıya kadar geçirdim, giderken kapıda karşılaştığım yunho'ya da ayak üstü bir selam verdim. çok fazla konuşmadık.

yeosang'ı özledim.

oysa ki onu görmeyeli yalnızca saatler oldu.

onu şu an çıkıp aramak istiyordum ama biliyordum ki masalını fısıldadığı ertesi günü onu asla bulamam.
sanki son sahnesini canlandırdıktan sonra perdenin arkasında kaybolan bir oyuncu gibi.
tek umudum bir sonraki gösteriyi beklemek.

sanattaki ilhamı beklemek gibi.

ya da aramak, daha fazlası.

sanatı yeosang olan birisi için veda demek.
ama ayrılan olmadan.

acı çekmek demek; gülümsemeni kaybetmeden.

-
sana sevdalandım bir güz vakti yeosang, yıllar yıllar yıllar önce.

başında eskimiş siyah bir bere vardı, saçların dağınık, yüzünse kir içinde.

o kirin içinde bile parlardın yeosang.

ilk başta dilenci sandım seni, cebimdeki birkaç bozukluğu aradım o güzel avuç içlerine bırakmak için.
sense gözlerini dikmiş yalnızca cebinde bozukluk arayan bana bakıyordun, ya da sadece bana bakıyordun bozukluk aradığımı görmeden.

acıma acıma acıma, sana acıdığım için verdiğimi düşünmeni istedim; yalnızca aşka olan inançsızlığımdan.

nasıl fark ettin gözlerimdeki saklı sevgiyi? ben yıllar ve yıllarca fark etmedim sevdiğimi.

ondan sonra her gün avuç içlerine birkaç bozukluk bıraktım yeosang, sokağı dönene kadar beni izledin arkamdan. minnettarlığından yaptın sandım.

söylesene, sen benim gözlerimdeki sevgiyi fark ettiğin halde ben nasıl fark edemedim bana aşkla bakan gözlerini?

bana gülümserken nasıl kaçırabildim senden gözlerimi?

aptallığıma bak.

ondan sonra birgün bulamadım seni o sokakta, gitmiştir dedim, yürüdüm.

aklımı o sokakta senin için bıraktım yeosang.

bir hafta sonra yeniden geldin aynı yerine. ben o kalabalıkta seni bakışlarından tanıdım.

tutmuştun kolumdan, izbe yerlere sürükledin o karanlıkta. o gün söylemedim ama kendime itiraf ediyorum şimdi, senin tarafından sürüklenmek güzeldi.

gerçi o günden sonra hep sürüklendim sana, hem de kolumdan tutmana bile gerek kalmadan.

sonra alelacele 'beni seviyor musun' diye sormuştun, karşında öylece kalakalmıştım. ben cevap bile vermeden sen beni sevdiğini söyledin sonra,
'eğer bu gece aklından çıkmazsam yarın beni bul.' dedin.

ertesi gün seni köprüler boyunca aradım yeosang. neden bulamamış gibiydim?

o günden sonra aylar geçmiş, bense yüzyıllarca çekmiş gibiydim acımı.

bir gün ben yine aynı sokakta dalgınca yürürken tuttun ellerimi, gözlerine baktığım anda bizi var eden bir sanatçının olduğuna inandım, böylesine bir güzellik evrenden sana bahşedilmiş bir lütuf olabilir miydi yeosang? bir tuvaldeki bütün renklerdik seninle o zaman, siyah ve beyaz, iç içe, zıt ama sanat eseri niteliğinde.

bu sanatın ilhamı senmişsin gibi.

benim olduğun gibi.

o günden sonra benim oldun, senin oldum, tereddütsüzce.

kang yeosang, sen benim sanatım oldun.

bitmesi gereken yerde biten masal || seongsangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin