11- Rivalry

993 117 94
                                    

Onu elimden ilk kaçırdığımda sadece şansız ilan etmiştim kendimi.
İkinci seferinde ise aptal...
Üçüncüye fırsat vermemek için her şeyi yapabileceğim muazzam bir ruh halinde o odadan bu odaya süzülüp gözlerimle çalışanlarımı baskılarken, odasına girmek için fırsat kolluyordum sinsice.

Ve eğer üçüncü kez kaçmayı başarırsa...
İşe yaramaz herifin teki olarak tescilleyecektim kendimi.

Bir taşla iki kuş vuranların aksine bir kuşu üç taşla vuramayan, işe yaramaz, enayinin teki olarak görecektim aynada kendimi.

Onun odasına girmek için bir bahanem olmasına gerek yoktu. Onun odası, hatta oturduğu koltuk bile bana aitti ancak içeriye girip bir aptal gibi dikilmeyi de istemiyordum karşısında.

Aklımı başımdan alıp beni öylece bırakıp kaçışları heyecanımı ve arzumu daha da tetiklemekten başka hiçbir şey yapmıyordu. Daha da acıkıyordu içim ona. O da bunu biliyordu. Belki de bile isteye bırakıyordu beni ardında.

Ona muhtaç hissediyordum kendimi bir süredir. Çölde kalmış da kavrulmuş gibi hissettirirken içime akan suydu o. Beni alaşağı edebilen, var olmuş tek canlıydı Park Jimin. Sanki bunun için özenle yaratılmıştı.

Odasının kapısında dikilip de kapının kolunu çevirmeyi beceremediğim sırada içeriden bir kahkaha sesi ulaştı kulağıma.

Gülüyordu. Öyle güzel gülüyordu ki kahkahaları kulaklarımda çınlıyor ve beni deli ediyordu. Çünkü o gülüşleri bana değildi.

Yanında birinin olduğunu ve onun söylediği bir şeye bu kadar içten güldüğünü düşünerek, bir neden aramaktan vazgeçip attım kendimi odasına. Elindeki telefona bakan gözlerini ve gülümseyen yüzünü bana doğru kaldırdı. Şaşırdığı her halinden belliydi.

Yüzünden silinmeyen gülüşü ve gözlerine dökülen dalgalı şeker pembeleriyle "ne var?" dercesine başını salladı iki yana, bana bakarken.

Ben de geri kalmadım onun sorgusundan. Aynı baş hareketiyle "asıl sende ne var?" dedim içimden. Bir de göz kırptım arkasından.

"Kapıyı oraya boşuna mı koymuşlar? O kapıyı ben boşuna mı kapalı tutuyorum? Sen hep böyle dengesiz dengesiz odama mı düşeceksin? ÇIKSANA!"

Elindeki telefonu masasına bıraktıktan sonra önce tane tane kullandığı kelimelerle beni sorgulayıp sonra da kahkahalarından daha çok kulaklarımı çınlatan bağırtısıyla olduğum yerde irkilmeme neden oldu.

Ben ona boşuna pamuk şekerden yapılma şeytan prens demiyordum içimden.

O tatlı yüzünün altında neler neler saklıyordu kim bilir...

"Neye gülüyordun?"

Hiçbir sorusuna cevap vermeyip, bağırtısını da duymamışım gibi yapınca sinirle kaşlarını çatıp yumruğunu kaldırdı havaya. Bana karşı bu hareketleri yapabilme cesaretini gösteren ilk ve tek insandı. Ve ben onun bu hareketlerinden muazzam bir keyif alıyordum. İçime işliyordu her bir baş kaldırışı...

"Bak Taehyung... Anlıyorum. Bana deli oluyorsun. Anlıyorum beni görmeden birkaç dakika bile duramıyorsun. Ama biraz rahat ver siktiğimin dünyasında!"

"Yooo..."

Omuz silkerek verdiğim anlamsız cevap karşısında şaşkınlıkla açtığı gözleri beni süzüyordu tepeden tırnağa. Öyle güzel dolaştırıyordu ki gözlerini üstümde... Sırtımdan bir ürperti geçti sanki.

"Hadi yemeğe çıkalım."

Evet. Hadi yemeğe çıkalım.

Hadi seni önce akşam yemeğine götüreyim. Orada becerebilirsek iki medeni insan gibi sohbet edebilelim ve sonra bir kez daha alayım o güzel tadını.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 18, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Chapstick ✯ vminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin