1: EV

200K 6.8K 2.7K
                                    

Yaşam ellerimden bir kuş misali uçmuştu. Ben ise sadece izlemiştim. İçimde büyük bir karanlık, hissizlik. Bir şeyler hissetmeyeli o kadar zaman olmuştu ki bütün duygularım körelmişti. Acıyı hiç bu kadar özlememiştim.

En kötü yanı ise ailem öldüğünde bile hiçbir şey hissetmememdi, hissedemememdi. Kaç yıl olmuştu? İşte bunu unutmam imkânsızdı. Tamı tamına yüz elli yıl. Bir buçuk asır. Aslında ben bir buçuk asır önce ölmüştüm. Ben bu eve tutsak edildiğim zaman ölmüştüm. Ben arafta kaldığım da ölmüştüm. Tek arzum ölümdü. Yaşama geri dönmek istemeyi bırakalı çok olmuştu. Dünya her geçen gün daha da kirleniyordu, insanlar kirleniyordu. Ben ise tutsak olduğum evin penceresinden onları izliyordum. Yaşam kelimesi artık benim için hiçbir şey ifade edemiyordu.

Burası küçük bir kasabaydı. Bir zamanlar bu kasabayı taparcasına seviyordum. Tabi o zamanlar ruhum bir eve tutsak edilmemişti. Bu kasaba benim evimdi. Bu ev ise küçük bir şatoydu adeta. Kocaman, boş, sessiz, soğuk, manevi anlamda soğuk. Yapayalnız. İnsanlar ben istemediğim müddetçe beni göremezlerdi. Şu ana kadar kimse beni görmemişti. Gittikçe yabanileşiyordum, kalbim bile atmıyordu. Belki ufacık bir hisse sahip olsaydım her şey daha kolay olabilirdi. Ölüp uzaklaşmak istiyordum bu yabancısı olduğum dünyadan.

Ruhum can çekişen bir  ceylan kadar yorgundu. Defalarca ölmeyi denemiştim hiç birinde ise başarıya ulaşamamıştım. Bana bir gün birinin/bir şeyin beni kurtaracağını söylemişti. Ölümsüzlük benim cezamdı. Sonsuza dek yaşamak, hayatın sunduğu bütün zevkleri tatmak. Kulağa tıpkı bir masal gibi gelmiyor mu?

Tabi özgür olduğunda. Bu eve bu zamana kadar kimse taşınmamıştı, evin ilk sahipleri dışında. Kim neredeyse ormanın içinde, ürkütücü efsaneleri olan bir ev isterdi ki. Belki içimde ufacık bir his kırıntısı olsaydı bu yaşadığım şey bana daha kolay gelebilirdi. Bu ev hakkında bir sürü efsane vardı bunlardan biri gerçeğe en yakın olanıydı. Benim efsanem.

Yine her zamanki gibi cama yaslanmıştım. Dışarıyı izliyordum bu yaptığım ve yapabileceğim en iyi şeydi şüphesiz. Dışarıda ki ağaçların rüzgâra karşı aheste aheste sallanmasını izlerken kulağıma araba sesleri duymaya başladım. Kulaklarım sese karşı duyarlıydı ki burasının da sessiz olduğunu düşünürsek her şeyi rahatlıkla duyabiliyordum. İki tane araba vardı. Burada araba ne arardı ki. Boş gözlerle gelen arabalara bakmaya başladım. Bozuk yolda elverdiğince ilerlemeye çalışıyorlardı. Sonunda evin önünde durdular. Öndeki arabadan cılız orta yaşlı bir adam indi. Diğer arabadan ise bir adam ve bir kadın indi. İkisi de gençlerdi. Bir şeyler konuşuyorlardı, dikkat kesilerek onları dinleyebilirdim. Evin önünde durup incelemeye başladılar. Beni elbette göremezlerdi bu yüzden rahattım. Genç kadın sarışın ve oldukça alımlıydı. Güzel ve kusursuz bir cilde sahipti. Gözlerim genç adama kaydığında içimi saran gariplikle sarsıldım. Adam benim olduğum tarafa doğru bakıyordu. Ben onun gözlerine nasıl bakıyorsam o da benim gözlerime öyle bakıyordu sanki. İmkânsızdı, bugüne kadar hiç kimse beni görmemişti. Belki de yalnızlıktan kafayı yemiştim ve halüsinasyon görüyordum. Uzaktan rengini anlayamadığım gözleri ve kahverengi saçlarıyla tapılası bir güzellik oluşturuyordu. Transtan çıkarak yırtık ve eskimiş perdenin arkasına saklandım. Bu işte bir terslik vardı beni göremezdi.

"O kızı gördün mü?" Perdenin ardından genç adamın sesini duydum. Beni gerçekten de görmüştü. Bu olmamalıydı ona kendimi göstermek istememiştim ki, yoksa istemiş miydim?

"İyice saçmalamaya başladın bebeğim. Sırf bu ev için uydurulan ürkütücü hikâyeler yüzünden değil mi?" Bu genç kadının sesiydi. Perdeyi hafifçe aralayarak onları seyretmeye başladım. Genç kadın orta yaşlı adama dönerek gülümsedi. "Bu evi alıyoruz."

SONSUZWhere stories live. Discover now