bölüm 4| yabaniler yabanisi, buzlar kraliçesi

821 368 1.5K
                                    

Size insanlarla iletişim kurmak konusunda problemlerim olduğunu söylediğimi hatırlıyorum. Evet, bu konuda oldukça kusurluyumdur. Anlatmayı seven bir insan olduğum söylenemez. Anlatamadığımdan değil, şu ne idüğü bilinmez düzenbaz dünyada beni anlayacak bir tane bile insan bulamadığımdan. Bu konuda mütevazı davranmayacağım ya da o meşhur belki ben anlatamıyorumdur lafını etmeyeceğim kendime çünkü ben ne anlattığımı biliyorum lakin ağzımdan çıkanların doğru frekansı, dil ve anlatım terimleriyle ifade edecek olursak, doğru kanalı bulup bulamadığından emin değilim. İşte sırf bu nedenle acayip gıcık olduğum bir durumdur insanlara laf anlatmak ve benim en gıcık olduğum şeyler genellikle istemediğin ot burnunun dibinde biter misali hayatımın merkezinde yer alır.

"Allah'ım ne büyük acılar bunlar!"

"Nasıl uğursuz teklifler!"

"Tansiyonum düştü, yığılacağım yerlere, sürüneceğim parkelerin üzerinde!"

"Öyle bir vehamet!"

"Kancasını taktı talihsizlikler hayatına, bahtın karaya boyandı, acıların dibine vurdun, yere göğe sığmıyor kederlerin..."

"Vah başına gelenler..."

Diyorum size, frekanslar konusu karmaşık diye. Dünyayı bir kenara bıraktım, rezil hayatımda bir şeyi ikinci, üçüncü belki de defalarca kez anlatmak zorunda kalmadığım tek bir insan yok. Hatta gelin defalarca anlatmak işini de bir kenara bırakalım biz, beni yanlış anlamayacak insan yok. Sırf bu yüzden katlanılmaz olduğumu düşündüğüm toksik zamanlarım olur. Lakin son anda köşeyi döner gibi de sıyrılırım bundan. Sonuçta ne demişler; sadece söylediklerinin doğru olmasına değil, konuştuğun kişinin bu doğruya katlanabilecek olmasına dikkat et.

Yalnız, konu benim iki çatlak arkadaşımsa beni öyle çok da ciddiye almanızı önermem. Neticede, "Ay hayatım ölmüşsün de ağlayanın yok bir tepki ver bana!" şeklinde abartmak konusunda mastır yapmış bir Hale varsa hayatınızda, özlü sözler pek bir işe yaramayacaktır kendinizi telkin etmek için.

Okuduğunuz tüm o absürt kelimeler topluluğu Mösyö'yü reddedişimle başladı. Aslına bakarsanız Mösyö'yü kimseye anlatmak gibi bir niyetim yoktu çünkü paylaşılamayacak bir hazine gibi görüyordum onu. Şimdi ne değişti diye soruyorsanız eğer, hâlâ değişen bir şey yok. Uçuk fikirlerimi dizginleyemediğim bir yığın karmaşanın içinde tek başıma olmak istemediğimi fark ettim yalnızca. Biri felaket diğeri drama tellallığı konusunda çığır aşmış insanlar olsalar da onlar benim en yakın ve tek arkadaşlarım. Bir nevi başka çarem de yoktu işte. Neyse, konuyu daha fazla dağıtmadan hazmı zor bir sabah nasıl başlar bir görelim.

"Psikolojik sorunlarınız olduğunu düşünüyorum."

Uykusuzluktan nasibini almış yorgun bakışlarımla küçük odamın lekeli tavanını izliyorken aklıma başka bir cümle gelmiyordu durumu izah etmek için. Beklentilerini karşılamak bir yana, dinlemeyi istemezdiniz bile. Elbette yeni tanıştığım bir adamın kahve teklifini kabul etmeyecektim. Ne absürt bir istekti bu böyle?

"Hayatım," Odamdaki küçük pencereye yaslanmış Hale bıkkın bir ifadeyle öne doğru atılırken bedeni ile cam arasında sıkışmış krem tül perdemin özgürlüğe kavuşması bana seslenişinden çok daha önemliydi ama konumuz bu değil. "Eğer bir sokak röportajında olsaydım ve bana 'Bugüne kadar şahit olduğunuz en ilginç olay nedir?' diye bir soru sorulsaydı hiç düşünmez adını verirdim."

Yüzümü buruşturarak yatakta doğruldum.

"Adım ne alaka?" dedim anlamaz bir biçimde.

KULİSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin