41 -Fotoğraf-

En başından başla
                                    

Ekran görüntüsü alıp whatsappa girdim, hiç düşünmeden yolladım Onur'a. Yollamadan önce ekranın sağ üst köşesinde kaleme dokunup kırmızıya ayarlayıp tarihi defalarca kez yuvarlak içine almıştım. 2019'daydık. Fotoğraf 2017'de yüklenmişti.

Görüldü oldu, cevap vermeden çevrimdışı oldu. Bu olduğunda on dakika sonra evimde bitiyordu ama bu sefer siklemeyip kapatma ihtimali daha yüksek geldi. Yine de heyecan bastı. Gelmesi için atmamıştım, kendimi kanıtlama isteğim sebep olmuştu. Gelseydi bile onu kabul etmeye niyetim yoktu. En azından hemen. Çok canımı yakmıştı. İlk defa Onur'un canının yanmasını istedim o gece. Sızım sızım hem de...

Geldi de. Kapı gürültüyle vuruldu, yatağımdan sıçrarken elim ayağıma dolandı, kollarımın altından ter boşaldı. Koşarak kapıya ulaştığımda beni tek eliyle pervazdan destek alarak karşıladı. Kan ter içinde kalmıştı, derin derin burnundan soluyordu. "Ne var?" dedim çatlak bir sesle.

Telefonunu havada salladı, ellerini dizlerine koyup soluklandı. Üzerinde beyaz bir tişört altında bir basketbol şortu vardı. Ayağında ise terlik. On dakika geçmemişti bile. Fırlayıp gelmişti. "Ben..."

"Çok geç." Kapıyı itmeyi denedim ama ellerini kapıya dayayıp engelledi beni, içeri dalıp kapıyı arkasından kapattı. Geriye iki adım attım. "Dışarı Onur!" diye çığlık attım, işaret parmağımı kapıya doğrulttum. Gözlerim dolu doluydu yine. Benim de bir gururum vardı sonuçta. "Siktir git!"

"Hiçbir yere gitmiyorum." dedi ruhsuz bir sesle. Sesi karaktersizdi. Ses ona ait değil gibiydi. Her zaman tatlı olan, kızdığında bile canımı yakmamak adına kibar çıkan kelimeler donuk ve soğuktu.

"Evet gidiyorsun." dedim titrek bir tonda. "Bana konuşma hakkı bile tanımadın, bana ne olduğunu söylemeyecek, kesip atacak kadar değerim olduğunu gösterdiğin için teşekkür ederim. Şimdi gidiyorsun."

"Ne?" dedi alaylı bir yarım gülümsemeyle. "Değer? Burdan vuramazsın, öyle olmadığını biliyorsun!" Sesi şimdi duyguları taşıyor, bana taşırıyordu. "Bana yalan söylemenden, hatta söyleyecek bir şey bulamamandan o kadar korktum ki!"

"Bahanen bu mu?" Benim sesim de onunki kadar pürüzlüydü. Bedenim tir tir titriyordu yine. Kasmasam çenem birbirine vururdu. Boynumdaki ve kollarımın altındaki kaslar kasılıp duruyordu. Kendi bedenime sahip çıkamıyordum.

"Yapma." dedi gözlerini kısarak. Beni yakaladığında sıçradım, itmeye çalıştım onu. Önce kollarımdan yakaladı, ben dağlanan derimle birlikte itiştirerek kurtulmaya çalıştım. Göğsünde mesafe açmaya çalışan ellerime rağmen sıkıca sardı beni, yüzünü boynuma saklayıp soluklandı. "Yapma!" dedi boğuk bir sesle.

"Sen yapma Onur." Sesim acıyla boğuluyordu. Hıçkırmamak için zor tutarken kendimi yanaklarım ıslandı. Bu altını ıslatan çocuklar kadar utandırdı beni. Güçlü durmam gereken her an ağlamaktan nefret ediyordum. O gün babamın bir hafta sonra gidiyor olmasının acısını bile unuttum. Sızlatan, baskı yapan başka bir şey daha vardı kalbime. Başka noktalar, başka sesler acıyla haykırıyordu beynimde. "Bırak beni." Gücüm kalmamıştı. Ne kollarımda onu itebilecek bir kuvvet bulabildim, ne bacaklarımda beni taşıyabilecek bir kas. Devrilmeme ramak kala yakaladı belimi sıkıca. Başı hala boynumdaydı ve orayı ıslatan terlere gözlerindeki sıvılar eklendi.

"Seni bir daha asla bırakmam." diye sızlandı. Yere çöktüğünde onunla birlikte yeri boyladım. Hala sıkıca sarılıydı bana. Bıraksa kaçmaya gücüm yoktu, kaçabileceğim bir yer bile yoktu ama koparım ondan korkusuyla bırakamadı beni. Sessizlik hükmetti koridora. Ben dakikalar sanarken birkaç saat geçti. Son damlaya kadar sessizce ağladık orada.

Salondan ve odamın aralık kapısından içeri doğmaya başlayan güneşin ışıkları vurdu koridora. Biz hala aynı pozisyonda, aynı suratlarla oturuyorduk. Başım dengesizce omzuna düşmüş, titremem hafiflemişti. Gücümü bulamıyordum.

Sarsak hareketlerle ayağa kalkarken beni de kaldırdı. Ağır adımlarla odamı bulup yatağa yatırdı beni. Titreyen ellerimle pikeyi kavrayıp başımın üzerine çektim. O ise yatağımın ucuna oturdu, sessizliğini sürdürdü. "Git artık." Sesim bile bitkindi, bitiktim. Siliktim hatta, en azından öyle hissediyordum. O an sorsalar bir daha ayağa kalkmam mümkün değil derdim. Kalbim acıyordu, gerçekten içerisi parçalara ayrılmış gibi hissettiriyordu.

"Seni geri kazanmadan buradan asla gitmeyeceğim." dedi yorgun bir sesle. Pikenin yarı saydamlığı bana hafif hafif sallandığını gösteriyordu. Farkında olduğunu bile sanmıyordum. Cevapsız kaldım, dizlerimi kendime çektim. Uyuyup kısa bir anlığına da olsa kaçmak istedim. Uyku yaralarımı saramazdı belki ama boynumdaki yumruyu yok ederdi. Uyku kabuk tuttururdu.

Uyumam mümkün değildi. O gün dünya benim için durmuştu. İlk değildi ve son da olmayacaktı belki ama çok gerçekti bu sefer. Canım çok acıyordu. Canını yakmam diyen çocuk yüreğimdeki en küçük hücreye kadar sızlatmıştı.

Doğruldum, pikenin altından sıyrılıp çıktım yataktan. İlgisizce ellerini izliyordu. Omuzları hala milimle sallanıyordu ileri geri. "Nereye?"

Cevap vermedim. Zaten gidebileceğim bir yer yoktu. Topu topu iki kişi vardı evinde kalabileceğim. Biri odamdaydı. Diğeri ise ne kadar yakın olursak olalım sabahın köründe evine sığınıp rahatsız etmeyi istemeyeceğim biriydi. Gece kaçta yattığını bile bilmiyordum. Hayatta gidip uyandıramazdım. Ailesini düşünemiyorum bile öyle bir şey yaparsam.

Salona gittim, koltuğa attım kendimi. Birlikte ilk uyuduğumuz yer olması düşüncesi yine canımı yakarken kıvrıldım iyice oraya. Normalde düşününce tatlı tatlı yakan şeyler şimdi cehenneme boyuyordu içimi. Zorladım kendimi. Asla başaramayacağımı sansam da birkaç dakika sonra aradığım uykuyu bulmayı başardım. Tam olarak aradığım değil tabi ama gerçeklikten kaçabilmiş olmak yine bir nebze rahatlatacaktı gözlerimi açtığımda...

İsimsizler (Gay) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin