gitmek yok

29 1 0
                                        

Hayoung'un ağzından

o kabus günün üzerinden beş gün geçmişti. beş gündür hiç Busan erkekleri ile denk düşmemiştik. bu beş gün içinde Rong sınıf değiştirip bizim sınıfımıza gelmeye gelmişti. artık önümde kopya çekebileceğim bir kız olduğunu düşünüp mutlu olmuşken o ''sınavda bir kıyak yaparsın artık,'' demişti. hepimiz dersleri oldukça boşlamıştık. özellikle ben. ne zaman kitabın kapağını aralasam duvarlar üstüme üstüme geliyor, Jinyoung'u düşünmeden edemiyordum. aslında aşmıştım ben onu. veya hâlâ kendimi kandırıyordum. ben seslice ofladıktan sonra Lea odaya bağırarak, Luna ise onun peşinden "bağırma artık Lea, Taeyeon hanım kızacak." diyerek girmişti.

"bak attığı tweete bak! 'sarışın cadılardan uzak bir yerde yaşamak dileğiyle' en sonunda boyatacağım siyaha saçlarımı, o olacak!" Lea isyan etmeye devam ederken ben bu sinirli haliyle bile tatlı görünüyor oluşuna gülmekle yetinmiştim. Parfa gözlerini kitabından ayırmadan "James sana karşı hep böyle zaten. niye şaşırdın bu kadar?" diye sordu. Rong ise "belki sana demiyor? bu dünyada tek sarışın sen değilsin." diye mantıklı bir cevap vermişti.

"Rong doğru söylüyor. etraflarında bir sürü kızlar var, herhangi birisine söylüyor olabilir." diye atladım ben de. Lea gözlerini büyülterek telefonunu bir kenara bırakıp bize dönmüştü.

"nasıl yani!? benden başkalarına sarışın cadı mı diyor!?" diye resmen çığırdığında elimi yavaşça kulağıma götürüp bir süre bastırdım.

"sağır oldum kanka sağ ol." dedi Luna.

"Lea nasıl çıktı o ses senden?" diye sordu Rong. cidden nasıl çıkmıştı o ses ondan?

"ne oldu, kıskandın mı yoksa?" diye imalı bakışlarımı gönderdim yüzüne.

"ay yok artık. ben o sarışın düşmanını mı kıskanacağım? asla!"

"yarın sınav var kızlar, hadi masanın başına!" diye uyardı bizleri Parfa. haklıydı, okul işlerini unutmuştuk cidden.

Luna'nın ağzından devam

hepimiz kitaplarımıza dönmüşken cebimdeki telefonum titrediğinde hafifçe kalkıp arka cebimden telefonumu aldım. arayan kişiye bakmak için gözlerim telefonumun ekranıyla buluştuğunda kalbim yerinden çıkacak gibi sandım bir an. babam... neredeyse bir haftadır beni umursamayan babam, ne olduysa günler sonra arıyordu. gözlerimin dolduğunu, ekranın bulanık görünmesinden anladım.

koşar adımlarla bahçeye çıktım. hava güneşli ve ılıktı. bir hırka iyi olabilirdi ama alacak vaktim olmamıştı. derin bir nefes aldım ve telefonu açtıktan sonra kulağıma dayadım.

''alo?'' dedim sesimin titrememesine özen göstererek. babama çok kırgındım.

"Luna?" diye seslendi babam. gayet sakin ve duygusal geliyordu sesi. hemen sonra ekledi "Nasılsın?"

soğuk sesimle "iyiyim" dedim kısaca. onun nasıl olduğunu sormayacaktım bile.

"seni arayamadım, ben çok-"
"bunu söylemek için aradıysan kapat" dedim. söyleyeceği bahaneleri dinlemek istemiyordum.

''çok meşguldüm.'' diye sözüne devam etti."ilk fırsatta aradım kızım seni.''

''on iki gündür beş dakika bile zamanın olmadı mı?''

''haklısın kızım,'' dedi babam ''on sekiz, hatta bu günü saymazsak on yedi gün sonra alacağım seni, merak etme.''

''hayır,'' dedim ''şimdi de ben istemiyorum.''

hayatımda hep annemle babamın istediklerini yapmıştım. onlara hayatımı borçluydum. ne kadar tehlikeli olursam olayım, beni doğurma kararından vazgeçmeyen anneme, eskiden sevdiği kadının kararına saygı duyan babama her zaman saygılıydım. iki yıl önce boşandıklarından, ikisinin de istekleri farklı olmaya başlamıştı. o zaman bile sesimi çıkartmamıştım. bir annemin istediğini, bir babamın istediğini yapıyordum. ama bu defa farklıydı, farklı olmalıydı. büyümüştüm ve bir şeylerin farkına varmıştım artık.
gitmeyecektim ve ilk kez bir şeyi bu kadar çok istiyordum. çünkü ilk defa Harvey dışında kendimi yanında rahat hissettiğim arkadaşlar bulmuştum. üstelik babamdan bile daha çok düşünüyorlardı beni. bu benim hayatımdı. bir daha bu yaşım geri gelmeyecektim ve ben gençliğimi onların istediklerini yaparak geçirmek istemiyordum artık. kızlarla birlikte kalacaktım. onlarla birlikte olacaktım artık.

"ne dedin?" diye şaşkınca sordu. çizgimi hiç sormadan cevapladım, "duydun işte. gelmeyeceğim. "

''ama sen demiştin ki-''

''biliyorum, bir ay sonra beni almazsan olay çıkartırım demiştim. ama kararımı değiştirdim. burayı sevdim ve burada kendimi evimde hissediyorum. hatta burası senin evinden daha sıcak, baba.'' baba kelimesine vurgu yapmıştım.

"çocuk çocuk haraketler yapma Luna." diye sinirli olduğunu belli eder şekilde sesini yükseltti babam.

"çocuk mu?" kırılmıştım. beni aramayan, telefonlarıma cevap vermeyen oydu.

"beni bir daha arama. ben günlerdir sana ulaşmaya çalışıyorum, sen işlerim vardı diye bahane atıyorsun. eğer beni almaya gelirsen adam kaçırıyorlar diye ortalığı birbirine katarım. zaten bir sene sonra on sekiz oluyorum, çıkar giderim bir daha yüzümü göremezsin. anladın mı beni?"

gözlerimden akan yaşları sildikten sonra telefonu yüzüne kapatıp banklardan birine oturdum. kendimi toparlayıp içeri girecektim, kızların beni böyle görüp kötü hissetmelerini istemiyordum.

o sırada Busan erkek lisesi

Yugyeom'un ağzından

"şimdi odanın içinde 'bana sarışın cadı dedi!' diye dolanıyordur kuyruklu yılan" diye gülerek Lea'yı taklit etti.

"yalnız Agathon iyi kızarttı o yeni kızın suratını." diye atladı arkadan Jinyoung. bir yandan da tost yiyiyordu. Agathon pis pis sırıtırken oturduğu ranzanın üzerinde gerilip arkasına yaşlandı.

"bize salak diyip santranç maçını kaybettiler. gerçi şaşkınım, okul birincisi Parfa nasıl kaybetti oyunu? hani diğer salaklar olsa tamam ama yani."

Jackson gülümsedikten sonra parmaklarını şıklattı, "beni yenemezdi. ben de okul birincisiyim ve artı olarak zekiyim farkındaysanız canım arkadaşlarım." diye mantıklı ama bir o kadar da mantıksız bir cevap verdi. bu kadar salak olup nasıl okul birincisi olduğunu kimse çözememişti. genelde boş yapardı ama çok mantıklı kararları vardı Jackson'ın.

"sende hiç zeki tipi yok lan" diye çıkıştı James.

"harbi lan. tam dolandırıcı, serseri tipi var." diye hak verdi Jinyoung.

"beni gömmeye çalışmayı bırakıp
ders mi çalışsanız acaba? sınav haftasındayız farkındaysanız." dedi Jackson.

"sınav haftası mı? sıçtık." dedi James. ilk defa düzgün bir şey söylemişti bugün.

"Ansan kızları ile uğraşmaktan sınavı unuttuk." dedi Jinyoung. daha sonra Agathon bizi tekrardan uyarınca hepimiz yerlerimize geçip ders çalışmaya çalıştık. basketbol maçları, voleybol maçları derken iyice okulu boşlamıştık. küçük kütüphanemizden aldığım kitabın içinden düşen fotoğrafı aldıktan sonra tekrar masaya oturmuştum. Hayoung ile çekindiğimiz fotoğraftı bu. gözlerim yavaştan dolmaya başladığında içimi hüzün ve nefret kapladı. bana yaptıklarını düşününce, onun için ağlamanın eziklik olacağını düşünmüştüm tekrardan. çocuklar ne halde olduğumu fark etmişti. "atmadın mı hâlâ o fotoğrafı?" diye sordu Jinyoung. ufak bir tebessüm ettim. nasıl atabilirdim ki? ilk çıktığımız günden kalan resimdi bu. dönme dolabının önünde, kafamızda şeytan ve melek taçları, ellerimizde ise pamuk şekerler ile sarılarak çekindiğimiz bir fotoğraftı. anısı çoktu bende. öyle bir kenara atamazdım.

"çok anısı var. galiba görmemek için kaldırmışım oraya." diye yanıtladım elini omzuma koymuş Jinyoung'u.

"bu Ansan kızları hiç iyi gelmiyor bize." dedi Agathon elindeki kalemi masanın üstüne fırlatarak. herkes bu anı bekliyor gibiydi. bir anda tüm grup oflamış kitapları, defterleri atmıştı.

ama Agathon çok doğru söylüyordu. bu Ansan kızları bize hiç iyi gelmiyordu. 

foe schoolsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin