Harry ıslak ve yorgun gözlerini kırpıştırıp bir süre ona inceledi. Ardından, gözleri usul usul doldu ve birden ağlamaya başladı. Louis ne yapacağını bilemedi, oda sıcaklığıyla ısınan ellerini hızla onun elleriyle buluşturdu.

"Harry! Ah, ne oldu şimdi? Lütfen ağlama, Tanrım..."

Harry kısa bir süre sonra yavaş yavaş dindirdi ağlayışını. Titreyen çenesiyle ona bakıyor, ilgi bekliyordu sanki. "Çok özledim ben seni. Yıllar oldu, bana niye gelmedin hiç..."

"A-ama daha dün birlikteydik Harry."

"Evet..." Tekrar başını yana yaslayıp duvara dikti yaşlı gözlerini. "Dün gibi aklımda..."

Louis anlamsız surat ifadesiyle onu izliyordu. "Şu burnundaki peçeteler de ne?"

Burnuna doğru onları biraz daha itip öksürdü. "Burnumdan su akıyor gibi, tıpa taktım ben de."

Gülmemek için dudaklarını bastırıp başını sağa sola salladı. Harry'yi hiç böyle görmemişti. Onun hakkında daha neler göreceğim diye düşünürken Anne açık kapıdan içeriye geçti. "Sen ona aldırma. Grip olunca kendini bile tanımaz o." Elindeki ıhlamur bardağını komodine bırakıp oğlunun saçlarını okşadı. "Nasılsın Harry?"

Boş bakışlarını annesine çevirip güldü. "Turrrp gibi!"

Louis'ye bakıp, "Kesinlikle iyi değil," dedi ve oradan uzaklaştı.

"Hadi Harry, doğrul da şu sıcak çayı iç, daha iyi hissedeceksin."

Sızlanıp inledi, başını diğer tarafa çevirip Louis'nin ellerine uzandı. Onları sıkıca tutup huysuzca başını sallıyordu. "Bana ne. İçmem."

Bir gözünü kıstı. "Hm... Bana bakmıyorsun, benimle konuşmuyorsun, iyi olmak da istemiyorsun... Burada durmama gerek kalmadı sanırım."

Harry'nin gözleri korkuyla onu buldu. "Gitme Luyi, lütfen..."

"Ama dünden beri hiçbir şey yememişsin. Seni böyle görünce üzülüyorum ve üzüldüğüm için de gitmeliyim." Mahsustan burnunu çekip başını çevirince, Harry onun ellerini daha sıkı tuttu.

"Sen içir bana. Ben mutlu ederim ki seni."

Louis bir an için emin olmak adına ona bakınca, Harry'nin ne kadar istekli olduğunu fark ederek gülümsedi. "Tabii ki... Kalk hadi. Doğrul."

Hemen başını salladı. Sızlana sızlana, homurtuyla yerinden kalkıp sırtını başlığa yasladı. Louis, komodinin üzerindeki bardağı alırken, çayın sıcaklığını kontrol ederken, içine limon damlatırken veya dudaklarını büzerken hep onu izledi. Bilinçsiz bilinçaltı öyle güzel kaydediyordu ki Louis'yi, yorgun argın gülmeden edemedi.

"Ben var ya çok şanslıyım, biliyor musun."

Gülümsedi. "Şanslısın. Çok iyi bir oyuncusun, takım kaptanısın, tatlı kıvırcık saçların ve gamz-"

"Çünkü sen hayatımdasın."

Louis duraksadı. Bilinçli söyleyip söylemediğini bilmiyordu ama yine de bu, onun gülümsemesine neden oldu. "Hadi, içebilirsin artık." Bardağı ona uzattı. Harry önce içindekini kokladı, sonra da küçük bir yudum aldı. Yüzü çamaşır makinesinden çıkan çarşafın ilk hali kadar abartılı buruşmuştu.

"Ben içemem ki bunu."

"Ya hani içecektin!"

Harry ona kısa bir bakış atıp homurdandı. "İyi. Sen gitme diye içiyorum ama."

Louis'nin gülümsemesini görmek bile bunu içmeye değerdi.

Homurdana homurdana içtikten hemen sonra, Louis bardağı kenara bıraktı. "Bak, gördün mü? Korkacak bir şey yokmuş değil mi minik kuzum?" Harry'nin sıcaktan pespembe olmuş yanaklarını sıkıp, "Uuuwww!" diye gülüyordu.

Angry Mascot | Larry ✔Where stories live. Discover now