İlerde nasıl oluruz bilmiyorum ama artık seninle bir aile olmak istediğim kesin. Tuhaf bulacaksın, belki de kınayacaksın beni ama bir çocuğumuzun olmasını o kadar çok istiyorum ki... İkimizden bir parça, minik ellerini beraber tuttuğumuz küçük bir kız ya da erkek çocuğu, fark etmez. Yeter ki olsun ama olması için önce senin beni kabul etmen gerekiyor Umut. Oysa bugün çıktın gittin. Yüzüme bile bakmadın. Hassas olduğumu bile bile, çabuk kırıldığımı bildiğin halde beni bırakıp gittin. Yetmedi, gece de gelmedin. Senin yüzünden yanıyorum da gözlerime uykular haram oldu be adam. Seni ne ara bu kadar sevdim bilmiyorum. Tek bildiğim seni çok sevdiğim.

Yanlış anlama!

Ben aşık değilim sana,
Benim aşkım Allah'a.
Tamam seni de sevdim,
Lakin Yaradan'ın hatrına...

Hz. Mevlana'nın sözü. Ne de güzel söylemiş değil mi? Aşkın bizzat kendisi Allah olunca sen yalnızca aşkın gölgesi oluyorsun Umut. O güneş ise sen gölge. Beni güneşe götüren bir gölge... Sen sadece aşkın küçük bir parçasından oluşan ve suret haline bürünensin. Ben sana asıl aşkı duysam haşa aşka saygısızlık etmiş olurum aşkın ta kendisi olan sevgiliye. Bunu nihayet anladım. Sana yoğun olan bu sevgim yalnızca Allah'tan gelmektedir ve ben her zaman seni sevmekten gurur duyuyorum, gurur duyacağım. Sonuçta kalbime helali ile girdin. Nasıl sevmeyeyim ki? Aşk edep giysisini üzerine geçirmek demektir. Dünya'da sevmekten, aşık olmaktan daha güzel ne olabilir ki değil mi?

O vakit sevdiğimi sevdiğime emanet edip kalemimi sonlandırayım. Sözün özü makbuldür en nihayetinde. Beni sevmen için dua etmeye gideceğim belki de kim bilir yine... Kûn fe yekûn emrinin gerçekleşmesi için bazen bir dua yeterlidir diyorlar ya, o misal ;)

Söze besmele ile başlamak, emanet ile bitirmek şüphesiz en güzelidir...

Selametle evvela ab-ı hayatta, dua ile de gönlümde kal...

En güzel Umut'um..."

Kağıdı güzelce katlayıp sessizce raftan mektup kutumu aldım. Zira kızlar benim odamda uyuyorlardı. Annemin ısrarıyla burada kalmak zorunda kalmışlardı. Annemin inadını biliyorlardı tabi, anında gafil avlandılar. Bu yüzden üç arkadaş benim odama geçmiştik. Onlar yatakta, ben ise kanepeye kurulmuştum. Ne kadar buna itiraz etseler de. Annemleri ise misafir odasına almıştık. Tuhaf bir şekilde Umut'la aynı odada kalıp kalmadığımızı sorgulamamışlardı. Sanırım bunun nedeni Umut'un burada olmamasıydı. Bunu hatırlayınca yine içime hüzün çökmüştü.

Düşüncelerime bir duraklık getirip özenle katladığım mektubumu kutusuna, diğerlerinin yanına yerleştirdim. Saat bire yaklaşıyordu. Geceyi ibadetsiz geçirmemek için hemen gidip abdest aldım ve gece namazı kıldım. Uyuyup teheccüde kalkamayabilirdim. Gündüzünü geceyle hazırlamayanların günü pek iyi geçmezdi. Bunu bildiğim için her daim teheccüd kılmaya özen gösterirdim. O da olmazsa gece namazı kılardım. Sonuçta gecesini ibadetle ihya edenler, gündüzünü sağlama alırmış. Bu da önemli bir ayrıntıydı benim için.

Tesbihatımı ve duamı bitirdikten sonra seccademi katlayıp kanepenin sırtına bıraktım ve yatağıma yattım. Sonra yine gelsin düşünceler...

Umut'la evlendiğimizden bu yana neler yaşadığımı düşündüm. Güzel anılar yanında, hatırlamak istemediğim anılar da biriktirmiştim şüphesiz. Mesela Umut'un projesini mahvettiğim ve onun benim üzerime bağırdığı zaman hiç hatırlamak istemediğim anılardandı ama bana yakın olup ilgi gösterdiği zamanlar ise en güzel anılarımdı. Sonra birdenbire aklıma Güney geldi.

"Eğer Umut'la evlenmemiş olsaydın benimle olmayı kabul eder miydin? Sonsuza kadar..."

Bu sorusunu uzun uzun düşünüp tarttım kafamda fakat Umut'suz bir dünyayı düşünmek şöyle dursun, ihtimal dahi vermeye cesaretim yoktu. Ona çok alışmıştım ben. Kokusuna, sıcaklığına, varlığına... Her şeyiyle çok alışmıştım ve gönül bu ya, kolay kolay vazgeçemiyordu insan. Lakin şunu da dile getirmeliyim ki Umut'tan önce Güney vardı ve ben ne yalan söyleyeyim başlarda ondan hoşlanıyordum, tamam ama gelip geçici bir heves olmalıydı ki bitti içimdeki Güney. Çünkü Allah bana eş olarak Umut'u vererek sınırımı koymuştu. Bundan gayrısının yolu yoktu.

Dua ve zikirlerimi bitirdikten sonra sağıma yatıp yanağımı sağ elime dayadım. Efendimiz (SAV)'in sünneti olduğu için. Ancak çok geçmeden yine düşünce okyanusumun derinliklerine daldım.

Annemlerin gelmesi bir yandan iyi olmuştu aslında. Bir gün de olsa ailecek yemek yemiş, çay içmiş ve cemaatler halinde namazlarımızı eda etmiştik. Bir gün de olsa ben evde ilk defa yalnız başıma kalmamıştım Umut olmasa da. Şu an ne yapıyordur acaba? Uyuyor mudur? Merakıma yenik düşüp telefona sarıldım. WhatsApp'a girip çevirimiçi olup olmadığına bakacaktım ve çevirimiçi olduğunu görünce bir yandan sevinsem de bir yandan içime şüphe düşmüştü. Bu saatte niye hala çevrimiçi idi sorusuydu içime şüphe tohumları eken ama bir yandan uyanık olduğu için sevinmiştim de. Mesaj atmak istiyordum ama biraz çekiniyordum. Beni terslemesinden korkuyordum bir nevi.

Bir süre daha bekleyip hâlâ çevrimiçi olduğunu görünce sonunda yazmaya karar verdim. İnceldiği yerden kopsun modunda hissetmiştim kendimi.

"Selamün aleyküm Umut? Nasılsın, ne yapıyorsun?"

Bir tik...

İki tik...

Hâlâ iki tik...

Ve hâlâ, hâlâ iki tik...

Cevap versene be adam! Bu ne atar giderdir yahu!

Telefonu tutmaktan elim yorulunca kollarım gevşesin diye cihazı yüzüme doğru havaya kaldırdım. Tam o anda mavi olan tik ile heyecandan telefon elimden düşerken ben de kanepeden düştüm. Yoksa telefon yüzümü patlatacaktı, orası kesin! Kızlar uyanmış mı diye bir baktıktan sonra sanki az önce düşen ben değilmişim gibi, hiçbir şey olmamış gibi geri yatıp heyecanla telefonu elime aldım ama gördüğüm şeyle hayal kırıklığına uğradım.

Umut çevirim dışı olmuştu!

Ah...

-Bölüm sonu-

ADI MUCİZE OLSUNDonde viven las historias. Descúbrelo ahora