25 // arka cebimizde taşımamız gereken hançerler

Start from the beginning
                                    

"Herneyse, senden bu halinle hoşlanıyor sonuçta. Gelirken bana sevdiğim çikolatalardan alır mısın? Dolaptaki son kalanları da Chanyeol yemiş." Ne zaman odamıza girmiş, ne zaman yemiş hiçbir fikrim yoktu ama genelde ruhum bile duymadan yiyip dururdu zaten çikolatalarımı. 

Başıyla onayladı beni. "Tamamdır, akşam görüşürüz."

"Görüşürüz, iyi eğlenceler." Arkasını dönüp gidişini seyrettim. Şortunun arka cebindeki hançeri gülmeme neden oldu, tüm hayatımızın özeti gibiydi. İstediğimiz kadar normal insanlar gibi yaşamaya çalışalım, arka cebimizde hep bir hançer taşımak zorundaydık. Sehun'un boynundaki kolyesi, Baekhyun'un büyülü çakısı. Bazen de büyük acılarımız oluyordu bu hançerler. Hades'e olan yeminim, kalp kırıklıklarım veya annemin gidişi gibi. Yine de deniyorduk, yaşamayı hakediyorduk çünkü.

Abimin gitmesiyle ben de saatlerdir yattığım hamaktan kalkıp kulübeye girdim ve kendime temiz kıyafetler ve havlu çıkardım. Diğerleriyle kahvaltıdan beri görüşmemiştim, hazır boş vaktim varken gidip duş alsam iyi olurdu. Sandaletlerimi çıkarıp terliklerimi de ayağıma geçirdikten sonra yola koyuldum. Yarı tanrılar genelde sabah erkenden veya akşam yemekten sonra yıkandığı için içerisinin boş olmasını umuyordum. Ancak değildi.

"Yapma salak, düşeceğim şimdi." Tanıdık gülüşme seslerine karşılık göz devirerek kapıyı kapattım. "Kayıyorsun ama ellerimden, ne yapayım?" Chanyeol'ün zevkten dört köşe olmuş gülüşü beni biraz olsun bile şaşırtmamıştı.

"Of, toplu duşlarda oynaşmayın demedik mi biz size ya?" Kıyafetlerimi gördüğüm ilk soyunma kabinine bırakırken duşların olduğu yere doğru bağırdım. Konsey üyesi olarak Kyungsoo onlara birlikte yıkanmayı geçtiğimiz senelerde yasaklamıştı ama asla dinlemiyorlardı. Zaten yalnızlıktan kurumuş durumdaydım, bir aydır, Sehun geldiğinden beri dışarı çıkıp hiçbir yere de gitmemiştim. En azından yıkanırken yan tarafımda birileri birbirini yemese olmuyor muydu? 

"Jongin, sen misin?"

"İşine bak Kim Jongin."

Aldığım iki farklı cevap yeniden, ve yeniden gözlerimi devirmeme neden oldu. "Sizi Kyungsoo'ya söyleyeceğim. Akşam bulaşıkları yıkayın da aklınız başınıza gelsin." 

"Selamımı da söyle." Sinsi sinsi güldüm, bunu yapmayacağımı sanıyorsa yanılıyordu. İspiyonlayacağım anın hayallerini kurarak kabinlerden birine girdim ve üzerimi çıkardım. Fazla işleri kalmadığını ummaktan başka çarem yoktu. Ben belime havluyu sararken dış kapı tekrar açıldı. İyi ki bu saatlerde kimse olmaz diyordum, bir de olsaydı ne yapacaktım acaba?

Havlumu düşmemesi için bir elimle tutarken, diğer elimle kapımı açtım ve dışarı çıktım. Kiminle burun buruna geleceğimi bilsem çıkmamayı tercih ederdim büyük ihtimalle. "Jongin?"

"Merhaba Sehun." Çok yakın olduğumuzu birkaç saniye geç de olsa farketti ve geri çekilip bana biraz alan tanıdı. Üstünde siyah bir pijama takımı, elinde kıyafetleri şaşkınca bana bakıyordu. Elimle göğsümü kapatmamak için zor tuttum kendimi. Yine yeni uyanmış olmalıydı.

"Selam." Artık öğle ve akşam yemeklerine geliyordu fakat kahvaltı zamanlarında hala kayıptı. Uyku sorunu devam ediyor olmalıydı, neyi olduğunuysa bulabilmiş değildim. Tüm bunlara rağmen beni her gördüğünde yüzüne yerleştirdiği sıcak bakışlar iyi hissettiriyordu artık. Kendisine biraz bile güvenmiyordum, yine de yalandan da olsa çabalıyor olması o kadar acıtmamaya başlamıştı. Bunun iyi bir şey olup olmadığındansa emin değildim. Günün birinde, gardımı tamamen indirdiğimde yine canımı yakarsa tekrar toparlanamazdım. "Genelde bu saatlerde kimse gelmez. Seni görmeyi beklemiyordum." 

güneşin oğlu geceye tutulmuş] sekaiWhere stories live. Discover now