;; on dört ;; yakın ve bir o kadar uzak

4.7K 479 607
                                    

Çok kez denemiştim uyumayı. Gözlerimi sımsıkı kapatıp Mark'ın varlığını hissederek kendimi koyvermeyi... Fakat Mark'ın beni bırakıp gidecek olmasından o kadar korkuyordum ki bir türlü huzurla uyuyamıyordum. Tek eli hâlâ omuzlarımdan beni sarıyordu; diğer eli de elimdeydi. Düzenli nefes alış verişleri yüzünden uyuduğunu düşünüyordum ama boğuk sesiyle "Uyu artık Donghyuck." dediğinde onun da uyumadığını anlamıştım. Mümkünmüş gibi biraz daha sokuldum ona.

"Gitmenden korkuyorum." Yalan söylemek gelmiyordu içimden. Uyandığımda orada olmamasından ve yaşadığımız her şeyin sadece o anda kalmasından çok korkuyordum. Yaşadığımız her kötü anıyı ayaklarımıza bağlı prangalar gibi taşımaya devam ettiğimiz halde, güzel olan her şeyi neden arkamızda bıraktığımızı anlayamıyordum. Kötü olanı bu kadar sahiplenebiliyorken neden iyi olanı hep elimizin tersiyle itiyorduk? Mark ile yaşadığım onca şeyi düşündüğümde kötü anların mı daha fazla olduğunu, yoksa iyileri düşünmek için kendime mi fırsat vermediğimi anlayamıyordum. Bu yüzden, burada onunla birlikteyken, iyi olan her şeyin içimde bir yerlerde sonsuza kadar kalmasını istiyordum. Ve sabah uyandığımda onu yanımda göremezsem sahip olan tüm iyi şeyleri kaybetmiş olduğumu düşünerek güne başlamak kulağa ürkütücü geliyordu.

"Gitmeyeceğim." Birbirine kenetli olan parmaklarımızı ayırıp elimi avuçladı. O an içimde bir şeylerin ilmek ilmek koptuğunu hissetmiştim. Mark usulca parmaklarımla oynarken ve ara ara elimin üstünü okşarken göğsüm verdiği güvenle öyle bir doluyordu ki, taşmasından çekiniyordum. Onu böylesine nazik görmek yüreğimin kaldıramayacağı bir yarıştı. Kalp atışlarımı onun bile hissettiğinden emindim; adeta yumrukluyordu göğüs kafesimi. Nefesim titrekleşiyor, gözlerim ağır ağır kapanıyordu.

"Gitmeyeceğim, Donghyuck." diyerek tekrarladı. "Bugün değil. Uyu haydi."

"Hiç gitme." Uzanıp çenesine minicik bir öpücük bıraktım. Sonsuza kadar yaşamak düşününce imkansız ve bilinmezliklerle dolu olsa da, Mark ile sonsuza kadar yaşamak düşüncesi tam tersini hissettiriyordu bana. Çünkü onunla bir gün bile bir an kadar kısaydı. Asla doyamıyordum. Ve bu anı sonsuza kadar yaşamak istiyordum.

"Uyu artık." Onun gözleri aralanmış dışarıyı izlerken, ben yeniden başımı göğsüne yerleştirmiş ve hâlâ elleri arasında olan ellerimin içimi gıdıklayan düşüncesiyle gözlerimi kapatmıştım. Dışarıdaki kocaman fırtına hükmünü sürdürüyorken yarın güneşli bir güne uyanacağımızın umuduyla dalmıştım uykuya. Sonuçta her fırtınanın ardından, güneşin mutlaka doğacağına dair bir deyiş vardı. Bunun gerçek mi yoksa mecazi bir anlam mı olduğuysa size kalmıştı. Ben bunu, sabah uyanıp da Mark'ı hâlâ yanıbaşımda uyurken gördüğümde anlamıştım. Havanın dünden hiçbir farkı olmamasına rağmen onu görmüş olmak güneşi doğurmuştu içimde. O kavurucu güneş ışığının her bir hücreme sızdığını, yüreğimi ısıttığını hissedebiliyordum. Her gün aydınlıktı belki ama bugün... Bugün hava başka bir parlaktı kara bulutların ardında. Taze toprak kokusu kadar iç açan bir hissiyatı vardı. Onu öyle saçları dağılmış ve yüzünde mutlak bir huzurla uyurken görmek işte böyle bir şeydi. İlk defa bu kadar masum ve savunmasız göründüğü için anın tadını çıkartıp bir süre onu izlemek istiyordum. Bu yüzden yavaşça ona dönüp kolumu başının altına alarak yüzüne bakmaya başladım. Dün gece olanlar yine bir bir gözlerimin önünden geçtikçe heyecanlanmaya devam ediyordum. Ne zaman olmuştu, nasıl olmuştu; bunlar hâlâ cevaplarını veremediğim sorulardı.

Mark ile aramdaki şeyin özel olduğunu biliyordum. Öyle ki bir ismi, hatta bir tanımı bile yoktu. Yabancı değildik, arkadaş değildik, sevgili değildik. Aşık hiç değildik. Benden ona, ondan da bana doğru akan bir şeyler vardı yalnızca. Buna dürtü demek ne kadar doğru olur bilmesem de, dürtü gibiydi. Onu gördüğümde aklımdan yalnızca ona dokunmak ve onun hemen yanı başında olmak geçiyordu. O da benzer duygulara kapılıyor olmalıydı ki daima çekim alanımda geziyordu. Böylece birbirinden asla kopamayan, o zır kutuplu mıknatıslardan biri oluyorduk. Normalde olsa, ikimizin yaşadığı türden bir belirsizlik canımı sıkardı. Fakat Mark beni öyle bir pozisyona getirmişti ki ondan gelen şey ufacık bir belirsizlik bile olsa yetinebiliyordum. Bir isim ya da bir tanım aramaktan çok, o an hissettiklerimi yaşamaya adıyordum kendimi. O anı ve yalnızca onu düşünüyordum. Kavramlarla vakit kaybetmek istemiyordum çünkü biliyordum ki aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, Mark ve ben asla bir kalıba ait olamazdık. Bizimkisi her zaman farklı kalacağına inandığım bir ilişkiydi.

kıvılcımı söndür // markhyuckWhere stories live. Discover now